Bazı filmler vardır, izlenir, hiçbir şey anlanmaz, amma ve lâkin ortamlarda ekmeği yenir, üzerine sohbet edildiği vakit sizi internetten film çekip izleyen bir adamdan bir anda Slavoj Žižek’e çevirir. Evet, bu başlık altında o filmleri paylaşacağız birbirimizle. Spoilerlar havada uçuşacak, karşıt fikirler bu forumda her zaman olduğu gibi saygı çerçevesi dahilinde birbiriyle çarpışacak.
Shane Carruth’un yazdığı, yönettiği ve oynadığı Primer başı çekiyor bu filmler arasında benim için. Öyle ki 2004 yapımı bu filmi birkaç kez izlememe ve sonrasında internette muhtelif araştırmalar yapmama rağmen hiçbir fikrim yok filmde ne döndüğüne dair.
Bi’ Primer kadar beyin yakmasa da Predestination da epey şaşırtmıştı beni, kurgu ve senaryodaki zekâyı takdir etmiştim. Çemçük ağızlı Ethan Hawke da, nevi şahsına münhasır bir güzelliğe sahip Sarah Snook da hatırı sayılı bir oyunculuk sergilemişti bu yapımda. Bünyesinde barındırdığı diyaloglar ve hareketler de filme bağlıyordu izleyiciyi.
Şimdilik bu kadarla bırakayım, zira sinema kültürü son derece kısıtlı bir insanım, ileride yazacak birkaç bir şey kalsın. Türlü türlü edebî eserlerin altından girip üstünden çıkmış Kayıp Rıhtım okurları ve yazarları, sahne sizin!
Yıldızararası ve Başlangıç :
İlk izlediğimde anlamış gibiydim ama ikinci izlediğimde filimleri tam olarak anlamadiğımı hissettim .Gerçektende kafa karıştırıcı filmlerdi.
Edit : David Lync denen bir yönetmen varmış filimlerini anlamak hayli zormuş bunu da yazmak istedim.
Beyin yakan filmlerde başı hem ilginçliği hem de popülerliği göz önüne alındığında sanırım Donnie Darko çekmeli. “O aptal tavsan elbisesini neden giydin? Sen o aptal insan giysisini neden giydin?”
Anlaşılmadığı için beyin yakan ile anlaşılıp (zindan adası, fight club gibi) şaşırtıcı dumura uğratan sonlarıyla beyin yakan filmler ayrı bence. Anlaşılması zor film yapmanın güzel bir nitelik olduğunu düşünmüyorum ancak Nolan gibi katman katman bir film yapıp anlaşılmadığı takdir de bile güzel sayılacak bir film yapmak başka bir meziyet.
David Lynch reisten Mulholland Drive ve Lost Highway. Bayağı beyin tokatlıyor. Dark City de fena değildir özellikle başlarda. Aynı zamanda Jean Pierre Jeunet filmleri de fena değildir, gerçi hepsini kafam güzelken izlediğim için böyle gelmiş olabilir. Son yorumuma güvenmeyin.
Bence bu film Shining’dir.İkonik yönetmen Stanley Kubrick’in,bence sinematografisindeki diğer tüm filmler gibi,başyapıtlarından olan bu film,daha ilk dakikalarından bize bir şeylerin yolunda gitmediği hissini veriyor.Eğer filmi tekrar veya dikkatli izleyecek olursanız aslında var olmayan koridorları,renk değilştiren objeleri,bir görünüp bir kaybolan holleri fark edebilirsiniz.E konu Kubrick olunca bu detayların çekim hatası olma ihtimali ortadan kalkıyor.Ve filmi pek çokları gibi anlamayıp internette araştırmaya kalkarsanız,ana karakterin pedofili olmasından tutun,Amerika’nın Ay’a çıkması veya yapılan Kızılderili katliamlarına kadar filmin konusunun kişiden kişiye nasıl değiştiğine tanık olacaksınız.Lafı fazla uzatmayayıp filmden birkaç kare ile yollanayım.
Nuit et Brouillard yani “gece ve sis”, Alain Resnais ‘nin 1955 yapımı belgesel nitelikli kısa filmi. Televizyonda gösterilmesi neredeyse imkansız olan toplama kampı hikayeleri ve görüntüleri içermektedir. Yahudi soykırımına dair beyninizi allak bullak edecek bir başyapıt. 32 dakika boyunca, Polonya’daki nazi konsantrasyon kamplarında olan bitenlere kör, sağır ve dilsiz kalamayacaksınız. Hatta beyniniz çoktan yanmış olacağı için bu üçünü yine yapamayabilirsiniz.
Bir ultra-gerçekçilik örneği olan Canavarların Kanı , Paris’in eteklerinde sessiz, pastoral yaşamın yakındaki kesimhanelerde, hayvanların maruz kaldığı zorlu koşulları tüm gerçekliğiyle yansıtıyor. Kolay kolay midesi bulanan biri olmasanız bile beyninizin bulanacağı kesin. Mezbaha hayvanlarıyla ilgili daha güncel beyin yakan film önerileri arayanlara da “ farm to fridge-the truth behind meat production ” ile 2005 yapımı “ earthlings ” belgesellerini mutlaka izlemelerini tavsiye ederiz. “Teknoloji gelişti artık öyle değildir”e yer yok. Kusura bakmayın.