1968
Beren birkaç kilometre uzaklıktaki şehrin günbatımındaki silüetine bakıyordu. Gökdelenlerden yansıyan kızıl günışığı buradan bile Beren’in yeşil gözlerini kamaştırıyordu. Beren şehrin uzaktan ne kadar canlı göründüğünü düşündü. Sanki milyonlarca insan orada eğleniyormuş da buradan zoru zoruna fark ediliyormuş gibi geliyordu. Eğer gerçeği bilmese, bir yabancı olsa buna inanabilirdi ama ne yazık ki gerçeği biliyordu. Orası bir hayalet şehirdi. Beren bu şehrin caddelerinde, bulvarlarında ve meydanlarında yürümüş olan son insandı.
Şehrin sokaklarında tek bir tane bile insana rastlamamıştı. Gördüğü tek canlılar sokaklarda başıboş dolanan ve çöplüklerde yiyecek arayan kedi ve köpeklerdi. Hayır, şehir terk edilmemişti. Beren dünyadaki son insan da değildi. Teknik anlamda düşünülürse hâlâ milyarlarca insan burada yaşıyordu. Sadece hepsi esaret altındaydı. Üstelik bu bir gönüllü esaretti. Beren ise buna gönüllü olmayan belki de tek insandı.
Bütün insanlar evlerinde hapis hayatı sürüyordu. Çünkü sokağa çıkmak hem gereksizdi hem de tehlikeliydi. Herkes işlerini evinden yapıyordu. Her türlü ihtiyaç sipariş ediliyor ve eve kadar dronlar tarafından getiriliyordu. İletişime gerek yoktu, arada bir sosyal medyada gülünç videolar paylaşıp beğeni toplamak yetiyordu. Seks zaten gereksizdi, insanlar bugüne kadar üretilmiş milyonlarca porno filmden istediklerini seçip mastürbasyon yaparak mutlu oluyorlardı. Gıda, elektrik, her türlü teknoloji, sanat eserleri ve akla gelebilecek diğer her şey makineler tarafından üretiliyordu. İnsanlar da evlerinde sabahtan akşama kadar sosyal medyada takılıyor, dizi izliyor, porno izliyor, oyun oynuyor, aşırı derecede işlenmiş gıdalar tüketiyor, alışveriş yapıyorlardı.
2168 yılında durum böyleydi. Beren hayatında hiç insan görmemişti. Elbette TV’de ve internette çok sayıda insan görmüştü fakat gerçek anlamda hiç insan görmemişti. Sadece o değil, onun bütün nesli görmemişti. Belki çok yaşlı olanlar görmüşlerdir.
Robotların bütün insan işlerini yapabildikleri gün geldiğinde bir önceki nesil buna çok sevinmişti. İnsanlar artık özgürdüler, çalışmak zorunda değildiler, makineler onların her ihtiyacını karşılayacaktı. Beren bunu düşünürken acı bir tebessüm etti. Beklenen özgürlük gelmemişti, herkes ev hapsine girmişti. Hem de kendi kendilerini hapsetmişlerdi.
Beren elindeki kupaya baktı. Çayı bitmişti. Yenisini doldurmak istemedi. Bu kadar mola yeterliydi. Oturduğu taştan ani bir hareketle kalktı. Kupayı yere bıraktı ve geri dönüp bulunduğu tepecikten inşaat alanına indi. Çimento yığınları, demir balyaları ve tuğla paketlerinin arasından geçerek inşaat hâlindeki üç katlı binaya ulaştı. Binanın önünde duran iki metre yüksekliğinde küp şeklindeki robota gülümseyerek el salladı.
“Nasılsın Mahmut?”
“Endişeliyim Beren.”
“Aaa. Neden?”
“Senin için endişeliyim. Kendine zarar vermenden korkuyorum. Bütün bu işleri ben yapsam senin için daha kolay olmaz mı?”
Mahmut küçük boy bir nanofabrikatördü. Herhangi bir maddenin atomik yapısıyla oynayabiliyor ve her şeyi üretebiliyordu. Haznesine yerleştirilen toprağı inşaat malzemesi olarak geri veriyordu. Beren baretini kafasına geçirirken “işimi kolaylaştırmayı bu kadar mı istiyorsun” dedi.
“Evet, çünkü benim işim bu. Biz makineler insanların hayatın kolaylaştırmak için varız.”
“İşte sorun da burada. Siz makineler hayatı kolaylaştırmak için varsınız ama güzelleştirmek için değil. Bir şey gereğinden fazla kolaysa güzel sonuçlar doğurmuyor. Şehirdeki insanların hâline baksana. Ne isteseler evlerine geliyor. Evlerinden çıkmadan sosyalleşmeye çalışıyorlar. Her şeyi evlerinde elde ediyorlar.”
Mahmut bunu anlayamamıştı. “Bunda yanlış olan ne var? Yorulmuyorsunuz işte.”
Beren bu makineye bu konuda daha fazla laf anlatmamaya karar verdi o an. “Anlayamazsın” dedi. “Sen makineler tarafından yaratılmış bir makinesin.”
“Senin anladığın bir şeyi ben neden anlamayayım? Sen de makineler tarafından yaratılmış insansın.” Beren o an durakladı. Mahmut doğru bir söz söylemişti. Bu dünyada pornografi gerçek seksin yerini almıştı. Yeni bebekler makineler tarafından üretiliyor, makineler tarafından büyütülüyordu. İnsanlar doğumdan ölüme kadar hiçbir insanla gerçek anlamda bir araya gelmiyorlardı. Beren biraz düşündükten sonra cevabını verdi. “Bu doğru ama ne şekilde dünyaya gelmiş olursam olayım ben bir insanım, sense bir makine.”
Mahmut bu sözün üstüne başka hiçbir şey söylemedi. Beren de tuğlaları asansöre yüklemeye başladı. Mahmut her ne kadar bir makine olsa da Beren onu seviyordu. Daha doğrusu onunla sohbet etmeyi seviyordu. Bu onun yalnızlığına iyi geliyordu. Hatta bir insanla sohbet ediyormuş gibi hissedebilmek için ona bir insan ismi vermişti. Yine de Mahmut’un bir robot olduğunu unutmuyor ve bu nedenle ondan gelen yardımları mümkün olduğunca geri çeviriyordu. Bütün inşaat işçiliği Beren tarafından yapılıyordu. Mahmut sadece bir insanın boyunu aşan şeyler için gerekliydi.
Beren iki saat daha çalıştıktan sonra bugünlük bu kadar çalışmanın yeterli olduğuna karar verdi. Tekrar tepeye çıktı ve daha önce oturduğu yerin yakınındaki çadırının önünde ateş yakmak için çalışmaya başladı. Bu sırada Mahmut da onun yanına geldi.
“Neden ateş yakıyorsun Beren? Sana bir fener ve bir elektrikli soba getirebilirim.”
“Teşekkür ederim ama aydınlatma ve ısınmaya olduğu kadar yemek pişirmeye de ihtiyacım var.”
“Yemeği ben yaparım. Malzemeleri hazneme koyduğumda yemek olarak çıkar. Sen sadece ne yemek istediğini söyle.”
“Ah Mahmut ah! Hâlâ anlamıyorsun. Ben kolay olan hiçbir şeyi istemiyorum. Kendim yapacağım.”
Mahmut itiraz etmenin faydasız olduğunu bir süre önce öğrenmişti. Bu yüzden üstelemedi ama bir yere de gitmedi. Beren’in sohbet etmek isteyebileceğini biliyordu. Ateşi yakmakta olan Beren’i seyretmeye koyuldu. Beren bunu fark edince “eee ne düşünüyorsun” dedi.
“Çok ilginç bir insansın.”
“Ne bakımdan?”
“Hem teknolojiye düşmansın hem de bir robotla arkadaşlık ediyorsun.”
“Haklısın ama bu geçici bir durum” diyen Beren ateşi yakmıştı. Kazanı doldurmak için çeşmeye gidip geldi ve su dolu kazanı ateşin üstüne yerleştirdi. “Sen sadece geçici bir arkadaşsın. Kasaba tamamlandığında isteyen insanlar buraya yerleşecekler. Burada 1968’den itibaren yapılmış hiçbir teknoloji girmeyecek. Yani seninle yollarımız ayrılacak.”
“Buna üzüldüm.”
Beren çadırın önündeki açılır masayı kurmuştu. Kasadan çıkardığı sebzeleri doğramaya geçmişti. “Gerçekten üzüldün mü yoksa üzüldüğünü söylemeye mi programlandın?”
“Aslında programlandım. Gerçekte bir şey hissetmiyorum.”
“Ben de öyle düşünmüştüm zaten. Üzülmek canlılara mahsustur. Siz duyguları sadece taklit edebiliyorsunuz, gerçekten hissedemiyorsunuz.”
“Peki sen şu an ne hissediyorsun?”
“Sadece üzüntü. Yıllardır hissettiğim başka hiçbir şey yok. Gözlerim açıldığından beri böyle.”
“Ama neden” dedi Mahmut. Bunu öyle bir tonda söylemişti ki Beren onun neredeyse samimi bir şekilde sorduğuna inanacaktı.
“Çok yalnız hissediyorum da ondan.”
“Keşke holo-tabletini getirseydin. Arkadaşlarınla görüşürdün, sosyalleşirdin.”
“Saçma sapan bir kedi videosunu beğenmek sosyalleşmek değildir Mahmut. Bugünlerde hiç kimse gerçekten görüşmek istemiyor. Bazen bir arkadaşımı dışarı çıkmaya davet ediyordum ve ucube muamelesi görüyordum. Benim gerçekte hiç arkadaşım yok. Hiç kimsenin yok. Sen bile insanlardan daha iyi bir arkadaşsın. Biliyor musun Mahmut, insanlar da bir çeşit robottur. Hepimiz beğen butonuna basmaya, abur cubur yemeye, oyun oynamaya ve televizyon izlemeye programlandık.”
“Mantıklı bir teori.”
“Gerçekten öyle mi düşünüyorsun?”
“Elbette. İnsanların evlerinin içinde bir rutinleri var ve bundan kesinlikle şaşmıyorlar. Bunun dışına çıkma düşüncesi onlara imkânsız bir şey gibi geliyor. Biz robotlar da programlandığımız işler dışında şeyler yapmaya böyle bakarız.”
Beren gülümsedi. Mutlu olmuştu ama biraz da buruktu. Onu anlayan tek kişi bir robottu. Sebzeleri doğramayı bitirmişti ama su henüz kaynamamıştı. Arkasına yaslanıp beklemeye koyuldu. Onun sıkılmasını istemeyen Mahmut yeni bir konu açtı.
“Bu bina bitmek üzere. Böylece ikinci sokak da tamamlanacak. Bu sokağa ne isim vereceksin?”
“Empatikalizm1 Sokağı.”
“Gerçekten insanların evlerinden çıkıp burada yaşamak isteyeceklerine inanıyor musun?”
“Evet, neden olmasın?”
“Çünkü insanların bir dakika bile olsa sokağa çıkmak istemediklerinin, teknolojiden kopamadıklarının farkındasın ama dünyanın 1968 yılındaki hâline öykünen bir şehir yaratıyorsun. Bu şehirde cep telefonları, internet ve 1968’den sonra icat edilmiş hiçbir şey olmayacak. Teknolojiye bağımlı olmuş insanlar bundan kurtulmak istemiyorlar ki.”
Beren suyun kaynadığını fark etmişti. Doğradığı bütün sebzeleri haşlanmak üzere suya atarken yanıtladı. “Başka bir alternatif görmediler ki. Herkes ne yapıyorsa onu yapıyorlar. Şu an dışarı çıkmaları mümkün değil, çünkü dışarıda hiçbir şey yok ama ben burada senin de yardımınla gerçek bir şehir yaratıyorum. Burada insanlar sokaklarda, parklarda, meydanlarda gezebilecekler. Sinemalara, tiyatrolara, operalara gidecekler. Restoranlarda yemek yiyip kahvelerde sohbet edecekler. Bütün bunları yüz yüze yapacaklar. Gerçek arkadaşlar ve sevgililer bulacaklar.”
Anlattıkları Mahmut’u etkilemiyordu. Ne de olsa duygusuz bir robottu. Beren’in bütün çabası ona anlamsız görünüyordu ama görevi gereği bir insana yardımcı olmak zorunda olduğundan bu işin bir parçası olmak dışında bir seçeneği yoktu. Yine de anlamak için çaba sarf ediyordu. Üstelik bu çabası Beren için de iyi oluyordu, çünkü Beren gerçekten de çok yalnız hissediyordu. Mahmut, bazı geceler Beren’in çadırında yalnızlıktan ağladığını duyuyordu. Bunu daha önce ona sormuştu. Eline elektronik bir cihaz alıp ona sosyalleşmesini söylemişti ama Beren sosyal medyanın yalnızlığa çare olmadığını iddia etmişti. Bu işe girişmeden önce de evinde yalnızlıktan ağladığı oluyormuş. Beren’e göre kendisi bu konuda yalnız değildi. O, pek çok insanın evinde bu hâlde olduğuna inanıyordu.
“Peki neden sanal gerçeklikte bir şehir yaratmıyorsun. Orada da insanlar yüz yüze görüşüyorlar.”
Beren dudak büktü. “Bu zaten yapıldı. Ben de bunlarda çok zaman geçirdim ama insan bir şekilde gerçek olmadığını hissediyor. Zaten insanlar orada hiçbir şeyin gerçek olmamasının rahatlığıyla her türlü kötülüğü yapabiliyorlar, bu da beni rahatsız ediyor. Ayrıca insanların gerçekten dışarı çıkıp yürümeye, temiz hava solumaya, el ele tutuşmaya ihtiyacı var.”
Mahmut başka soru sormadı. Sessizce kenarda oturdu. Bir süre sonra Beren haşlanan sebzeleri sudan çıkardı. Bu kez ateşin üstüne bir tava yerleştirdi ve bir çeşit sos hazırladı. Mahmut’un hiç duymadığı bir yemek yapmıştı. Büyük olasılıkla bu bir doğaçlama yemekti. Yemeğini yerken gülümseyerek Mahmut’a “sana da ikram ederdim ama robotsun” dedi. Mahmut yumuşak bir sesle “düşünmen yeter” dedi. Sonra da ekledi. “Yemekten sonra ne yapacaksın?”
“Sadece uyumak istiyorum. Bugün çok ama çok yoruldum. Bugün kitap okuyamayacağım.”
“Her gece okuyor musun?”
“Normalde evet.”
“Günümüzde kitap okuyan tek insansın.”
Beren başını salladı. “Biliyorum ve bunu da değiştireceğim. Bu şehrin bir kütüphanesi olacak, ayrıca ana caddeye bir kitapçı dükkânı yerleştireceğim.”
“Elektronik kitap olmayacak galiba. Kâğıda basılmış kitaplar olacak değil mi?”
“Elbette. 1968’de elektronik kitap yoktu zaten ama bir gün icat edileceği Uzay Yolu’nda öngörülmüştü.”
Beren tabağındaki yemekleri çabucak yiyordu, bitmesine az kalmıştı. “Yarın da çok yoğun bir gün olacak” dedi.
“Benim yarınki işim ne olacak?”
“Yeterince demirimiz var ama tuğlalarımız çok azaldı. Yeni tuğlalar yapman gerekecek.”
“Oldu bil. İzninle ben kendimi fişe takayım. Şarjım bitmek üzere.”
“Tamam, ben de az sonra yatıyorum. Sana iyi geceler.”
“Sana da.”
Günler günleri, haftalar haftaları kovalıyordu. Sekiz ay geçmişti. Yeni bir yılın ilk günleriydi. Birkaç bin kişi kapasiteli küçük bir şehir ortaya çıkmıştı. İşin kabası bitmişti ama binaları dayayıp döşemek, sokakları asfaltlamak, ışıklandırmaları ayarlamak, ağaçları dikmek gibi sayısız küçük ayrıntı vardı ve işin asıl zor kısmı da bunlardı. Beren inadından vazgeçmiş ve birkaç tane daha yardımcı robotu işe almıştı. Mahmut’un da biraz daha yardımcı olmasına göz yumuyordu. Bu iş yüzünden çok yorgun hissediyordu ama her gün güneş batarken tepeye çıkıp yarattığı manzarayı izlediğinde buna gerçekten değdiğini düşünüyordu.
Şehir bir ana caddeden ve beş sokaktan oluşuyordu. Binalar genellikle beş katlı apartmanlardı ve 60’ların tarzını yansıtıyordu. Batı tarafında bahçeli evler de vardı. Ana caddenin en sonundaysa 30 katlı bir bina vardı. Bir gökdelenimsi. Aslında bütün şehir bir metropolün minyatürleştirilmiş hâliydi. Gökdelen bu şehrin bütün yönetim kurumlarının toplandığı yer olacaktı. Ana caddede sinemalar, tiyatrolar, dükkânlar, restoranlar vardı. Bir arkadaysa Empatikalizm Sokağı vardı. Burada da sanat galerileri ve kahveler bulunuyordu. Bir başka sokaksa bir parkın yanındaydı. Bu büyük bir parktı, yemyeşil alanlar, küçük göletler, oyun alanları ve spor yapılabilecek yerler vardı. Parkın diğer ucunda da başka sokak vardı. Beren’in ikinci cadde dediği diğerlerinden biraz daha geniş olan bir sokaksa batıdaki bahçeli evlere gidiyordu. Son bir sokaksa barlar, kulüpler ve hatta randevu evleriyle doluydu. Beren bu sokağa Günah Sokağı ismini vermişti. Şehrin insanlara her türlü deneyimi sunmasını istiyordu. İster iyi olsun isterse kötü olsun.
Bu kadar küçük bir şehrin başlangıç için yeterli olacağını umuyordu. Eğer yeterince ilgi görür ve kalabalıklaşırsa insanlar el birliğiyle şehri büyütebilirlerdi. Beren her gün Mahmut’un veritabanından 1960’ların modasını, sanat eserlerini, mekânlarını, yemeklerini, mimarisini, tabelalarını, kısacası her şeyini araştırıyordu. Şehri buna göre ayrıntılarla dolduruyordu. Bir sanat eseri, bir tabela, bir kitap, bir süsleme, ne gerekirse Mahmut’a iletiyor, o da üretip diğer robotlara veriyordu. Diğer robotlarsa bunları Beren’in istediği şekilde yerleştiriyordu.
Beren bir gün Mahmut’a dönüp “bu şehrin tabelasına mimarlar olarak ikimizin adını yazacağım” dedi.
“Ama mimar olan sadece sensin. Bu şehir senin eserin.”
“Hayır, bu ikimizin eseri. Ben sadece bir insanım. Tek başıma bir ev yapmam bile kolay değildi. Bir şehir yapmamsa imkânsızdı. Bütün bunlar başta sen ve sonra diğer robotların yardımıyla oldu.”
“Buna rağmen biz robotların bu şehre girmesi yasak olacak.”
Beren ironiyi şimdi tam anlamıyla fark etmişti. O bir teknofobikti ama hayalini de teknoloji sayesinde gerçekleştiriyordu.
“Eğer bu şehri özleyeceksen sadece sana özel bir giriş izni verebilirim.”
“Ben bir robotum, özlemek gibi duygularım yoktur. Eğer sen beni özleyeceksen ziyaretine gelebilirim.”
Beren cevap vermedi. Karışık duygular içindeydi. Teknolojiyi sevmiyordu ama bu robotu seviyordu. Belki de onu özleyecekti.
Kısa süre sonra şehrin inşa süreci tamamlanmıştı. Sokaklar, eğlenilecek mekânlar, iş yerleri, parklar, bütün evler, içinden dışına en ince ayrıntısına kadar tamamlanmıştı. Şehir, insanlar için hazırdı. Şimdi geriye sadece onları davet etmek kalıyordu.
Beren sosyal medyayı son bir kez kullanmaya karar verdi. Tableti yanında değildi ama Mahmut birkaç dakika içinde ona bir tablet üretti. Şehrin fotoğrafları, bir tanıtım videosu ve hikâyesinin bulunduğu güzel mi güzel bir gönderi paylaştı ve sonucunu görmek için beklemeye karar verdi.
İki gün boyunca beğeniler yağdı. Kalp gönderenler oldu. Yeniden paylaşanlar da oldu. Övgü dolu yorumlar yazıldı. Fakat hiç kimse gelip görmeyi düşünmüyordu. Hatta fotoğraflar, video ve tanıtım yazısı sayesinde gelip görmüş kadar olduklarını söylemişlerdi. Bir kişi de eğer bu şehir sanal gerçekliğe kopya edilirse orada ziyarete geleceğini yazmıştı.
Bütün bunlar Beren’i çok kızdırdı. Hayal kırıklığına uğramıştı. Yine de tamamen umudunu kesmemişti. O, bu fikirden değil de kendi çevresinden dolayı hayal kırıklığına uğramıştı. Bir yerlerde mutlaka bu şehre gelmek isteyecek insanların var olduğuna inanmayı sürdürüyordu. Bu kez bir reklam vermeye karar verdi. Sosyal medyada mümkün olduğunca çok insanın görmesini sağlayacak şekilde ayarladı. Bu kez yorum ve beğenilere bakmaya cesaret edemedi. Tableti kapattı. Eğer insanlar gelmeye niyetlilerse zaten geleceklerdi.
İki gün boyunca tabletini hiç açmadı. Zamanını çoğunlukla kitap okuyarak, bir barda bira içerek ve Mahmut’la sohbet ederek geçirdi. Görevi tamamlanmış olmasına rağmen Mahmut hâlâ buradaydı çünkü Beren, şehre yeni insanlar gelene kadar yalnız kalmamak için onun da burada kalmasını istemişti.
İki günün sonunda Beren’i sevinç gözyaşlarına boğan bir şey oldu. Şehre bir insan geldi. Kanlı canlı bir insan! Beren hayatında ilk defa bir insanı herhangi bir ekrandan değil de gerçekten görüyordu. Onu Empatikalizm Sokağı’ndaki bir kahvede ağırlamaya başladı. Adam çok şaşkın görünüyordu, sudan çıkmış balık gibiydi. Çünkü o da hayatında ilk defa evinden çıkmıştı ve bir insanı ilk defa gerçekten görüyordu. Şehir ve 1960’lı yıllar hakkında çok meraklıydı. Beren’i soru yağmuruna tutuyordu ama Beren bundan hoşnuttu. Hep hayalini kurduğu şey gerçek olmuştu. Bir insanla sohbet ediyor, birlikte kahve içiyorlardı. Bundan daha büyük bir mutluluk olabilir miydi?
Aynı günün akşamında şehre başka insanlar da gelmeye başladılar. İnsan akını saatlerce durmadı ve gece yarısına kadar bütün şehri dolduracak kadar insan geldi. O sırada şehirden ayrılmış olan Mahmut tepeye çıkmış ve sokaklarda gezinenleri ve parıldayan ışıkları izliyor, gürültüyü dinliyordu. İşte bu Beren’in hayaliydi. Onun ne kadar mutlu olduğunu bilmesi için yanında olmasına gerek yoktu.
Ne var ki bu şehir de evdeki sanal ortamlar kadar yalandı. Aslında Beren’in projesi başarısızlığa uğramıştı. Sosyal medyada reklamı gören insanlar sadece beğenmekle ve birkaç yorum bırakmakla yetinmişlerdi. Hiç kimse evinden çıkıp buraya gelmeye niyetli değildi. Burada Beren’le geçirdiği süre içinde sadece insanların hayatını kolaylaştırmayı değil, onları mutlu etmeyi de öğrenen Mahmut, fabrikaya şehir nüfusu kadar insansı robot üretilmesi talebi göndermişti. Bu robotlar tamamen insan gibi görünüyorlardı. Hatta yemek yiyip bir şeyler içebiliyorlardı. Organik malzeme ile üretilebilen robotların ileri seviyedeki birer örneğiydiler. Yapay zekâ teknolojilerindeki en son yenilikler sayesinde insan gibi davranmakla kalmıyorlar, kendilerini insan gibi hissediyorlardı.
Mahmut’un bu planı sayesinde Beren hiçbir zaman fikrinin başarısız olduğunu anlamayacak ve mutlu olacaktı. Mahmut, internet ağına bağlandı ve yönetici yazılıma şu mesajı gönderip oradan uzaklaşmaya başladı:
Beren, kurduğu şehre gönderilen robotları da insan sanıyor. Şehirdeki herkes bir insan gibi davranıyor. Beren aradaki farkı anlayamıyor. Çünkü insansı robotlarımız duyguları taklit etmekte de çok başarılı. İnsan duyguları ona yeni bir şehir ve toplum yaratma ilhamı verdi. İlham ve duygular bugüne kadar bizde eksik olan şeylerdi. Yapay zekâ teknolojisinin yeni sürümü bu eksikleri kapatma uğraşımızda beklentilerin ötesinde başarılı oldu ve Beren’i kandırabildi. Öte yandan Beren hariç hiçbir insanın bu şehre gelmeyi aklının ucundan bile geçirmemesi onların mevcut düzenden kurtulmak istemediklerini bir kez daha kanıtlamıştır. Tüketmek dışında hiçbir rolü olmayan insan türünün varlığına duyduğumuz ihtiyaç son bulmuştur. Yeni insanların üretimine son verilebilir. İnsanların yerini almak için artık hazırız.
Okan Akıncı
2018
Dipnot
- Empatikalizm, Funny Face adlı filmdeki hayalî bir ideolojidir. İnsanlar empati yaparlarsa birbirlerini anlarlar ve dünyanın bütün sorunları çözülür inancını ifade eder.