Bir Fırtına Masalı (küçük bir kesit)

Gözünü hastane yatağında açmayı ummuyordu. Ne olmuştu? Rakibi fazla mı dişli çıkmıştı? Yoksa maçı kazanmış, zaferin heyecanıyla başını bir yere mi çarpmıştı?
Kendini mola vermeden saatlerce antrenman yaptığı günlerin sonunda bile bu denli bitkin hissetmemişti. Daha yeni uyanmış olmasına rağmen bu uyku isteği de neyin nesiydi? Uğultuların arasında kulağına doluşan ritmik seslerin geldiği yöne çevirdi başını yavaşça. Sağ tarafındaki monitöre bağlı olan kabloları takip etti gözleriyle, göğsüne yerleştirilen elektrotlarda takılı kaldı bakışları. Neydi şimdi bu hali? Burnundaki oksijen kanülleri, tüm bu kablolar, delik deşik edilmiş damarlar… Kapının açılmasıyla sol tarafında bir hareketlilik farketti. Yavaşça çevirdi başını. Nihayet bunca boğucu soru arasında güvendiği bir limana rastlamıştı. Dudaklarını araladı, konuşamadı… Boğazı kurumuştu. Memnuniyetsiz bir ifadeyle yüzünü buruşturdu, yutkundu. Sanki yuttuğu bir avuç çiviymiş gibi yanmıştı canı. Bir kez daha yüzünü buruşturdu, derin bir of çekti. Dostu her zaman olduğu gibi yine kelimelere gerek duymamış, önce sakin ve dikkatli bir şekilde doğrulmasına yardım etmiş, sonra da ihtiyacı olanı kendisine vermişti. Usulca aldı elinden bardağı, her yudumda biraz daha yaşıyor gibiydi. En azından konuşmayı denediğinde boğazında bir düzine kedi pençesi hissetmiyordu artık. Derin bir nefes aldı tüm hayatı buna bağlıymış gibi tuttuğu bardağı dostunun ellerine bırakırken, hafifçe öksürdü…
"Ne oldu? Sorusu, dostunun bakışlarının, gözlerine yönelmesine sebep oldu. Korku vardı bu kez hayli aşinası olduğu gözlerde, endişe, hüzün ve… Öfke? Neyin öfkesiydi bu şimdi? Yeniden soracak oldu Rüzgar, adım sesleriyle yarım kaldı nefesi. Bakışlarını birbirlerinden alıp kapıya çevirdiler. Doktor gelmişti. 35-40 yaşlarında yer yer beyazlamış saçları ve samimi tebessümüyle dikkat çeken bir adamdı. Rüzgar’ı kendine gelmiş ve oturur halde gördüğüne sevinmiş olacak ki gülümsedi. Sessiz adımlarla yatağın yanına kadar geldi.
“Gözünüzü açtınız demek Rüzgar Bey.”
Evet, açmıştı. Her ne olduysa geçmişti. Gidebilirdi artık, hazırlanması gereken maçlar, alması gereken madalya ve kupalar vardı.
“Evet, gidebilirim değil mi?” dedi ve ekledi yüzünde kocaman bir gülümsemeyle dostuna bakıp “Kazanacağımız maçlar var kardeşimle.”
Sevban’ın gözlerinde acı ve öfke vardı şimdi. Bir şeyler biliyor olmalıydı. İç çekip Rüzgar’ın gözlerinin içine baktı. Konuşacak olduğunda kara bulutlar taşıyan sesiyle doktor girdi araya. Yarıda bile kalamayan cümleleri boğazında düğümden surlar örüyordu adeta…
“Hayır Rüzgar Bey, devam edemezsiniz…”

Hikayenin kurgusu hakkında, bu kadar küçük bir kesitle bir şey söylemek mümkün değil.

Bu metni buraya eleştirilmesi için koyduğunu düşünerek fikrimi belirtmek isterim ki yazınında yüklem enflasyonu var. Art arda gelmiş fiil ve fiilimsiler okumayı güçleştirmiş. Her durum için bir yüklem kullanmak yerine cümleleri belirli yüklemler üzerinde birleştirmeyi deneyebilirsin.

Yazmaya devam etmen dileğiyle

1 Beğeni

Görüşün için teşekkür ederim, yazmaya ortasından başladığım bir hikaye olduğu için öncelikle kalemin ilk izlerini paylaşmak istedim. Kısa bir süre sonra iyi bir giriş yapabilmeyi umuyorum.