Bir hikaye

Fantastik kurguya hayran olan birisi olarak üzerinde çalıştığım bir kurgu var. Fakat bu hikaye yazım şeklimin ve kullandığım betimlemelerin uyumluluğunun ölçülmesi amacı ile yazıldı. Eminim ki benim gibi olup yeryüzüne ondan bir iz bırakacağı kurguyu arayan çok kişi vardır. Yapıcı ve yıkıcı eleştirileriniz benim için çok önemli. İyi okumalar dilerim. ( İsimleri oldukça kullanmamaya çalıştım. Bunun için özür diliyorum fakat sonrasında kullanmak isteyebileceğim aklıma geldi.)


Göçebelerin tepesini aşındıran rüzgâr, … nehrinin engin akan sularının tek bir damlasına dahi nüfuz etmeden Sar köprüsünün halatlarını ve kireç taşlarını yaladı, yer yer iklim şartlarının boyun eğdiği taşların deliklerinden ıslık çalarak onu bekleyen diğer engellere doğru aktı. Nehri geçilebilir kılan köprü, yan yana ikiden fazla mal arabasını alabilecek kadar geniş ve sağlamdı. Yıllar’ın yıpratmaya kalkışıp beceremediği kireç taşından stunları düzenli olarak cilalanıyormuş gibi parıldıyordu. Kireç taşından yoksun olan yerleri dolduran kaba taşlar bile oldukça sağlam ve göze hoş geliyordu. Onlarca muharebeye göğüs germişti ve germeye devam edecekmiş gibi görünüyordu. Köprünün ismi dünyanın en kanlı savaşlarından birisinden ‘Sarnelle savaşından’ geliyordu. Fakat, değerinin farkındalığı savaş alanının değişmesine yetecek kadar büyük bir önem arz etmiyordu. Nehrin akışına tutulmuş birkaç çalı çırpı, nehir ulaşımının sağlandığı sal’a sürtündü ve ilerlemeye devam etti. Salın idarecileri ortalıkta görünmüyordu. Çok önceden yitip gitmiş bir halkın kuru ahşaptan yapılma kulübesinden ve köprüden başka insan elinden çıkmış herhangi bir şey yoktu. Rüzgâr yerini yakıcı güneş ışıklarına bıraktığı vakit toprak feryat edercesine kımıldanmaya başladı. Doğanın bütün saflığıyla sergilendiği yeri sadece köprü ve kulübe bozmuyordu artık. Yüzleri demir parmaklıkların arkasında gizli yüzlerce asker, bir ellerinde aşağıya doğru sivrilen buz beyazı fon üzerine eli anımsatan motif işlenmiş kenarlarına gümüş sarmallar kakılmış ve sahibinin silahına geçit veren oyuntularıyla-mızrak ve sopa gibi- üçgen bir kalkan, diğer ellerinde uzun her iki tarafı güçlendirilmiş çelik ile sipsivri uçları ile bir sineğin gözünden bile vurabilecek, birisini öldürmekten başka bir düşle yapılmamış mızrakları tutuyorlardı. Her adımda havaya kalkan toz bulutu gökyüzüne doğru kaldırılmış … sancağının buz beyazlığına hakaret ediyordu. Sancak, az önce ki toz bulutuna rağmen göğe meydan okuyacak kadar beyazdı. Beyaz ve mavi tonları ustalıkla işlenmiş sancağın ortasında bileğinden itibaren resmedilmiş bir el görülüyordu. Bileğin üzerinde ki damarlar net bir biçimde seçiliyor, işleyen kimsenin mavi ve beyaz tutkusunun eseri olarak rengini buradan alıyordu. Sancağın dört bir köşesine yerleştirilmiş birbiriyle kesişen uçları açık iki yarım çember … sembolünün vakarıyla-ve tabi yaldızla- parıldıyordu. Son olarak üstlü altlı olarak iki kenara iliştirilmiş sonsuzluk döngüsü sancağı tamamlıyordu. Kaldırılmış toz bulutlarının önünde duran grubun büyüklüğü göz korkutuyor önüne çıkabilecek olası düşmanların motivasyonlarını emiyordu. Askerler, kafalarında yaşanabilecek kanlı savaşı düşünüp tartıyorlar sonra hesaplarında ölümü buluyorlardı. Hepsinin her tarafı demir plakalar tarafından sarılıp sarmalanmıştı. Ama her çabanın boşa kalacağı boyun kısmı gelen darbalere karşı savunmasızdı. Ellerinde ki iki ucu sivri mızraklar toprağa gömülü halde emirleri bekliyorlardı, sessizlik ölümü andırıyor ve kemiklerine işliyordu. Az sonra köprünün diğer tarafından sesler duyuldu, çok geçmeden onlardan sayıca fazla bir grup karşılarında belirdi. Dikkatleri çeken çok fazla unsur, kanın donmasını sağlayacak çok fazla şey vardı. Demir parmaklıklardan sarkan boynuzumsu çıkıntılar ve içlerinde rahatça pis kanın bulunduğunu anladığınız kabarmış damarlar. Göğüsleri açık olan yaratıklar oldukça heybetli ve kaslı görünüyorlardı, boğazlarından gelen hırıltıları bu tezi doğruluyordu. Garip bir şekilde sadece kafalarında koruma var gibiydi, ta ki birisinin zihinlerini okumuş gibi dönüp ensesinden sırtına inen demir plakayı gösterene kadar. Boynuzlarının çıkıntı yaptığı yerler irinimsi bir madde ile kaplanmış mide bunlandırıyordu. Ellerinde alevin terbiye edip köz’e çevirdiğini andıran fakat uçlarından tek bir kül parçasının düşmediği kapkara baltaları ile ölüm saçmaya hazır bir vaziyette durdular…

2 Beğeni

Çokta uzun bir hikaye değil aslında keşke okuyanlar eleştirse.