I Giriş
Hiç kimse doğarken yaşayacağı çevreyi, ailesini ve her şeyden önemlisi sahip olacağı duyguları seçemiyor. Ben canavar olmadım, canavar olarak doğdum… En azından insanlar beni canavar olarak yaftaladı. Bu benim günahım değildi, böyle olmayı istemedim; sadece böyle doğdum. Henüz küçücük bir çocukken bile bir taraflarım yaralandığında akan kanı zevkle izler, kanın gıdıklayıcı hissiyatını doyasıya yaşardım. Ne annem babam ayrıydı, ne de onlardan şiddet görürdüm. Hayatımı mahvedecek bir olayda yaşamamıştım. Ben… Ben sadece kendimden başkası değildim. Bir erkeğin bir kadına, bir kadının bir erkeğe duyduğu aşkı ben daha farklı, daha kanlı bir yolda bulmuştum. İnsanların kendi kafalarına göre belirlediği kurallar beni suçlu buluyordu ama gerçek doğruyu kim bilebilirdi? Hislerimle, yaptıklarımla, yaşadıklarımla, kurduğum dünyayla kendim için doğruydum… Çünkü bunu ben seçmemiştim! Kimliğimi saklamakta titizdim, insanlardan saklanma konusunda üstün bir yeteneğim vardı ama bu satıları okuduğunuza göre bir yerlerde yanlış yapmıştım… Polislerle işbirliği yapan bir cinayet dergisinin fotoğrafçısı ve yazarıydım. Medyanın süslü dünyası bana “Gece Şeytanı” lakabını takmadan önce ise ismim Feyyaz’dı. Bu benim hayat hikayem, benim ilerlediğim yol… Hücremin içinde, bana verilen kağıtlara yazacağım bu ilginç hayat hikayesi hatırlayabildiklerimden fazlası değil…
Merhaba.
Öncelikle şunu söyleyeyim, Kurgu İskelesi’nde birçok öykünüze denk geliyorum ve bu yazdıklarımı bu öykü için değil bütün öyküleriniz için değerlendirmenizi istiyorum. Bütün yazdıklarınız için emeğinize sağlık.
Ray Bradbury’nin bir sözü var:
Bugün bu evi yak, yık, kül et. Ertesi gün küllerin üstüne bir bardak su dök ve düşünmeye başla.
Yani demek istiyor ki kalemini kaldır, ne çıkıyorsa yaz ve sonra üzerinde çokça düşün. Boş durma ama yarım da bırakma. Sizin birçok öykünüzde bu sözün ikinci kısmını boş bıraktığınızı görüyorum. Çabanızı taktir ediyorum, yazmak çok güzel, durmamak çok güzel, üretmek şahane. Ama üzerinde bolca da düşünmemiz gerekiyor. Yazdıktan sonra oturup metnimizin üstünde kafa yormamız gerekiyor. Bu yalnızca yazım hataları ve metnin bütünlüğü için değil, karakter için de geçerli. Karakter üzerinde ne kadar fazla düşünürsek, yazabileceğimiz o kadar çok şey çıkıyor ortaya. Etkilenmek güzel, ilham almak güzel ama benzersiz ve kendine mahsus şeyler yaratmak için düşünmek gerekiyor. Yoksa her şey taklit gibi görünüyor.
Bu metin için;
Biz bir kurgudan ne bekliyoruz, ne istiyoruz, ne alacağız, nasıl alacağız, kurgu bize ne vaat ediyor, bunu ne aşamalardan geçirecek, yazar nasıl bir yol izleyecek… Giriş bölümünde bunların hepsinin cevabını almalıyız bence. Çok yüzeysel olduğu için pek bir cevap alamıyoruz. Ancak bir tanıtım yazısı olarak fena olmamış. Klişe görünmesi çok da sorun değil, onun nasıl işlendiği ve klişenin içindeki emsalsiz yanı önemli. Yine de daha fazla düşünülmek istiyor metin. Üstünde kafa yorulmasını istiyor; bu haliyle tatsız, tuzsuz, yağsız, sossuz, kremasız bir tabak spagetti gibi.
Kendi geçtiğim yollardan esinle böyle bir mesaj atmak istedim. Umarım yardımcı olabilmişimdir. Görüşmek üzere.
Yorumunuz için teşekkür ederim. Dediğiniz gibi maalesef birçok öykümü yarım bıraktım, sürekli yeni şeyler karalamaya çalışıyorum. Farkında olmadan "Kurgu İskelesi" bölümü karaladığım öyküleri (Çoğu sadece taslak olarak var olan öyküler) paylaştığım bir günlük oldu sanırım… Aslında o öykü konularını kaldırtmaya çalıştım ama konuların kalmasının daha doğru olacağı cevabını aldım. Diğer öykülerim için bir savunmam yok ama bu öykümün üstünde epeydir düşünüyorum. Paylaştığım bu küçük yazıyı aslında “tanıtım” olarak değerlendirebiliriz. Hikayenin asıl 1. Bölümü ile taşlar yerli yerine oturacak. Tüm odağım bu hikayenin üzerine yoğunlaştı, bu hikaye bitmeden bir başka hikayeye de başlamayacağım
Yorumunuz için tekrar teşekkür ederim