Böcekler

Deprem faciasının yaşandığı günlerde bir kaç satır karalamıştım. Geçenlerde o sayfayı tekrar görünce tamamlamaya karar verdim. Aşağıdaki satırlar ortaya çıktı.
BÖCEKLER
Güneş soğuk bir güne doğmaya hazırlanıyordu. Hava aydınlanmaya başladığı saatlerde koca kasabanın üzerine bir afet çökmüştü. Bu afet derinlerden gelmiş, üzerinde ne varsa sarsmıştı. Bu öyle yıkıcı bir sarsıntıydı ki taş taş üzerine bırakmamıştı. Afetin sadece kendi kasabalarına hatta illerine değil de tüm çevreye çöktüğünü anlamaları için biraz daha zaman geçmesi gerekiyordu. Birkaç saat öncesine kadar geniş ağaçlıklı bir caddenin çevresine kurulmuş olan binalar otuz kırk saniye içerisinde yerle bir olmuştu. O güzelim evler, içinde mutlu ve çalışkan insanların yaşadığı binalar, taş, moloz ve kerestelerden ibaret yığınlara dönüşmüştü. Yerin altından gelen felaket, üzerindekileri sallamış ve hepsini toz duman etmişti. İnsanlar binaların çevresinde kümelenmişlerdi. Kimi bağırıyor kimi sessizce ağlıyordu. Herkesin canı yanmıştı.
Kasabanın meydanında sarı bir taksi durdu. Büyük kentlerde hemen her caddede her meydanda görebileceğiniz türden sarı boyalı, üzerinde ışıklı tabelası olan bir taksiydi bu. İçinden orta yaşlardaki ufak tefek adam çıktı. Kısa dik saçları, kirli sakalı vardı yüzünde. Başında bir kasket, üzerinde bir kot pantolon bir gömlek bir de mont vardı. Çevrenize baktığınızda görebileceğiniz sıradan herhangi biri gibi duruyordu. Bir süre çevresine bakındıktan sonra rastgele sayılabilecek bir yöne doğru yürümeye başladı. Her yıkıntının başında biraz duruyor düşünüyordu. Aralarda dolanıyor sağa sola bakınmaktan başka fazlaca bir şey yapmıyorlardı. Yüzü soğuk bir maske gibiydi. Gördükleri karşısında ne kaşı ne gözü oynuyordu. Adam, caddelerde dolandıktan sonra rastgele bir sokağa girdi. Bir müddet yürüdükten sonra durdu. Kenarda bir moloz yığınının başında sessizce ağlayan bir kadın görmüştü.
“Oğlum, ne dineliyon orada hele gel de yardım et” dedi kadının biraz ötesinde duran başka bir kadın. O yöne yürüdü. “Bebesi içeride kaldı” dedi kadın bir yandan taksiciyle konuşuyor diğer yandan da kaldırabildiği büyüklükteki taşları temizlemeye çalışıyordu. Dikkatle dinleyince bir bebek sesi duydular ağlayan. Bebeğinin sesini duyan anne koştu geldi ama önünde dağ gibi yığılmış molozları görünce dizlerinin üzerine çöktü kaldı. Adam bir yaşlı kadına baktı bir elleriyle toprağı döverek ağlayan kadına baktı. Bir şeyler yapması gerektiğini anlamıştı. Elini cebine attı ve cebinden küçük bir kutu çıkardı. Bir avuç içine sığabilecek büyüklükteki kutunun kapağını açtı. Yaşlı kadın merak edip Taksicinin yanına geldi. Kutunun içinde karıncadan biraz büyük bir böcek vardı.
Adam böceği parmaklarının arasına aldı ve hala sessizce ağlamaya devam eden annenin önündeki yıkıntıların üzerine bıraktı. Kısa bir süre ne yapacağını izledi ve ardından yavaşça geri çekildi. Önce ağlayan anne merakla baktı böceğe. Böcek, uslu bir çocuk gibi sessizce bakındı çevresine. Ardından birkaç adımda üzerinde olduğu betonun kenarına gitti. Ağzını dayadı ve betonu kemirmeye başladı. Göze görülemeyen kadar küçük ağız bir süre kemirdi betonu. Sonra hafifçe titremeye başladı. Ve kendisini izleyen iki kadının gözlerinin önünde iki tane oldular. Kadınlar korktu ama içlerindeki merak duygusuyla izlemeye devam ettiler. Şimdi ikiz gibi duran iki böcek kemiriyordu betonun köşesini. Sonra gene titrediler ve dört tane oldular. Ardından sekiz ardından çok daha çok sayıda oldular.
İki kadın gözyaşları kurumuş bir halde izliyordu kara bir leke gibi büyüyen böcekleri. Üzerinde oldukları beton parçasını yiyip bitirdikten sonra diğer taraflara yayıldılar sessizce. Hem değirmen gibi betonu öğütüyorlardı hem de ana be an çoğalıyorlardı. Birkaç dakika içerisinde evin enkazında ne kadar beton varsa yediler ve bitirdiler. Genç kadın ne olduğunu anlamadan evin betonlarından, tuğlalarında, geriye bir şey kalmamıştı. İşte o zaman genç anne bir sevinç çığlığı attı. Biricik yavrusu, bebeği ortada şaşkınlıkla sağa sola bakınıyordu. Gitti kucakladı ve sımsıkı sarıldı. Yaşlı kadınınsa dudakları kıpır kıpır şükürler ediyordu.
Sokak sakinleri komşularının çığlığını görünce koşup geldiler. Geldiler ama gördükleri karşısında ne diyeceklerini bilemediler. Az önce enkaz halinde duran bina kalıntılarından geriye sadece evin eşyaları kalmıştı bir de kara bir örtü gibi etrafa yayılan böcekler. İçlerinden cesur olan bir genç eğildi anlamaya çalıştı ne böceği olduğunu. Ama bir dakika güneşi görünce eriyen karlar gibi teker teker yok oldu böcekler. Geride sadece evin eşyalarından oluşan bir yığın kalmıştı. Kimden çıktığı belli olmayan bir ses, “taksici…” dedi. Ardından sesler çoğaldı “Taksiciyi bulun… Taksiciyi bulun” Caddeye koşanlar kimseyi bulamadılar. Akıllarına gelip meydana vardıklarında da uzaklaşan bir taksi gördüler sadece.
Günlerce bu konu konuşuldu kasabada. Görenler yemin billâh ettiler gördüklerinin doğru olduğuna ama duyanlar anlatılanlara inanmadılar. Hani böcekler nerede dediklerinde ‘böceklerin kendiliğinden öldüğünü söylediler. “Hah yalanınız ortaya çıktı” dedi inanmayanlar. Yine de ortada bir gerçek vardı kimsenin inkâr edemediği. Deprem sabahı iki katlı evden geriye beton kalmamıştı, minik bir parça bile. Taksiciden de bir haber çıkmadı. Kimi Hızır dedi taksici için kimi de Rabbin gönderdiği bir melek. Bu muamma bir türlü çözülemedi. Aradan yıllar geçtiği halde hala anlatılır durur bu hikâye o kasabada.

2 Beğeni

Güzel fikir. Bence gelecekten geldi çünkü o bebeğin kurtarılması gerekiyordu. :slight_smile:

1 Beğeni