BULUTLARIN AYIRDIKLARI, YOLLARIN BİRLEŞTİRDİKLERİ
Dostunun üzerine düşen batmakta olan güneşin yarattığı çizgilere, izlere bakıyordu. Bu kaçıncıydı onu hatırlamaya çalışıyor, dostunun ona ne kadar zamandır eşlik ettiğini düşünüyordu. Arkalardan bir yerden güneşe veda eden bir ezgi ile bir kaval sesi duyuluyordu. Yarın aynı kaval yol öncesi son oyuna ritim verecekti. En son ne zaman oyuna katıldığını hatırlamaya da çalıştı. Sonra yine dostuna baktı. Bir buçuk metre boyunda kesilmiş her iki ucu güzelce düzlenmiş, kalın kabuklu bir ceviz dalıydı. Dostunun üzeri yol yoldu, bu dağlardan denizlere giden yollar gibi. Yıllardır gidip geldikleri yol gibi. Yol halkı derdi onlara deniz kenarında oturanlar, yol halkı da onlara su insanı derdi. Dostuna bakmayı bıraktı uçsuz bucaksız bir alanda uzanan tepeleri izlemeye koyuldu, çenesini dostuna dayamış yarın başlayacak yolculuğu düşünüyordu. Son birkaç seferdir bu son mu acaba diye düşünmeden edemiyordu. Tepeler dost tepeler, can tepeler kaç yıl indim aranızdan denize ulaştım, kaç yıl çıktım diye düşünüyordu. Yola olan sevgisi ayrılma korkusuyla karışıyor güneşin batışı ile turuncu-kızıl bir baskı oturtuyordu göğüs kafesine.
Tepelerin rengi değişmişti, yeşil, turuncu, sarı, kırmızı, bordo bir dalgalar denizi idi tepeler. Havada nem adına hiçbir şey yok idi. Nem burada yukarıdan değil aşağıdan gelirdi. Bembeyaz bir ruh deryası gibi yükselir, tepeleri sarar hepsinin bu deryada bir ada haline getirir; en sonunda kendilerine ulaştığında serin bir serpinti gibi çökerdi üstlerine. Ama bugün öyle değildi, neredeyse vadinin dibinde akan suyun içindeki balıkların sıçrayışı görünüyordu. Adam sen de dedi kendi kendine o gençliğinde idi öyle gördüğün her şeyi sonra. Sonra yükseklerden bir ıslık sesi geldi. Kızıl-kahverengi kanatları ile bir atmaca görüyordu işte balıkların suyun içindeki sıçrayışını. Gücünü topladı sırf eğlenmek için onu gözünden baktı, balıklara bakmıyordu ama o; gözüne boz sırtlı bir tavşan kestirmişti. Tavşan hep ürkek hep aç. Aynı anda kaçıyor ve duruyor karnını doyuruyor; aynı anda yapmazsa yaşayamayacağını biliyor. Adam sıkılıyor bu küçük oyundan yine dostuna dönüyor. Eh be dost sen de benim yoldaşım oldun ya, ama seni en eski dostlarımdan birinden seçtim. Yolda yine uğrarız yanına.
Soğuk bir anda gelecekti, gençler kış için barınakların kardan çökmemesi için destekleri yerleştirdiler. O yüzden tekrar barınaklara geçildi, adam da dostu ile birlikte geçti kalacağı barınağa. Ortada güzel sıcak iri göz acıtan közleri olan bir ateş yanıyordu, üzerinde akşamın çorbası. Otu çeşidi çoktu bölgenin onlardan yapılmış bir çorba biraz da ekmek işte akşam aşı. Sonra küçükler yatırıldı uyutuldu. Yol öncesi son gece, adam bir öykü anlatacak, gelenek böyle herkes bakıyor ona, onun gözü yine dostunda. Yavaş yavaş derin derin soluyor. Sanki o asası, o sopası ona bir şey diyecek de onu bekler gibi bakıyor. Bekleyenlerin önleri kor sıcak, sırtları hafif üşümüş, öyle bekliyorlar.
Gelenek hep heyecanlı, maceralı ve büyü ile yolun önemi üzerine öyküler anlatmak üzerineydi. Adam dostuna baktı, ama eski dostunu, eşini hatırladı. Çok olmuştu onu yitireli. Çok eski bir öykü biliyordu. Nadir anlatılır ama birine kesin öğretilir bir öykü. Derince bir nefes aldı, yüzündeki kırışıklıklar yepyeni bir haritaya dönüştü:
-Bu, kadim bir öyküdür. Bizi yola bağlayan, neden göçmemiz gerektiğine dair belki de. Bunu iyi dinleyin uşaklar. Benim zamanım daraldı, size aktarmadan göç olmaz. Çok evvel zamanlarda su insanlarından bir kız adı Seyeste ile halkımızın gençlerinden bir büyücü olan Haraxi’nin hikayesi bu. Haraxi ile Seyeste göçler sırasında birbirine sevdalanır. Ama ikisi de halkını bırakamaz. Seyeste deniz tuzunun kokusuna nasıl aşık ise öyle aşıktır Haraxi’ye. Haraxi tüm o yola tepelere nasıl hayran ise öyle hayrandır Seyeste’ye. Seyeste uçsuz bucaksız mavili, yeşilli, grili deniz kadar güzel, Haraxi tepelerin en yükseği gibi sağlam, yiğittir. Ne olsa aralarında artık söz vardır, bağ vardır altı ay birlikte iseler altı ayda yuvalarında. Anlaşma iyidir, özlem aşkı besler, aşk yuvaya anlam katar. Aşıkın içinde hem yuva hem de aşkı vardır. Öyle geçer birkaç döngü…
Adam soluk alır burada, hikâyenin zor kısmının başlayacağını belli eder biraz, biraz da yaş işte, çabuk yorulur. Biraz dostuna biraz kızıl alevlere baktı. Alevler de hikâye gibi harlı başlayacak ve sönecekti işte. Neyse soluklandı ve:
-Haraxi işte yiğit uşak, büyücü, çok meraklı. Yolu seviyor ama, bir döngü diyor burada kalsam. Canı acıyor Seyeste’yi düşündükçe. Merak daha da büyüyor, su bulmuş sırgan otu gibi, yakıyor, büyüyor. Ama dedik ya işte yiğit uşak. Su insanlarına indikleri zaman konuyu açıyor Seyeste’ye, daha yol halkına bir şey dememiş baş büyücüye bile söylememiş. Seyeste demiş senin içini yiyecek bu merak, şüphe yok. Ama ben de kadim denize soracağım sana öyle vereceğim cevabımı. Seyeste o yaz gecesi çıkar sahile. Gök yüzü yıldızlardan bir elek. Deniz kadim, serin, hafif, sakin. Seyeste biliyor bir soru soracak ikinciye cevap alamayacak. Zor soru ne soracak ne bekliyor Haraxi’den o kışı orada geçirse. Yıldızlar dansını yapıyor, ay yükseliyor; Seyeste soruyor denize “Haraxi geri dönecek mi?”. Deniz sessiz, korkunç kara, dibi yok sanki, ama sakin… Tek bir dalga yükseliyor, tam Seyeste’nin ayağına kırılıyor. Seyeste anlıyor, deniz eğiliyor. Avuçlarına su dolduruyor, yüzünü bir defa yıkıyor. Sonra Seyeste Haraxi’ye tamam diyor kal, kalbim seninle. Haraxi artık yürümüyor, uçuyor, arkasında sevgilisi önünde mücadelesi var çünkü artık. Kış bitiyor Seyeste bir atkı örmüş Haraxi’ye onu veriyor. Altı ay değil bu defa ayrılık, zor çok zor. Öyle kokluyorlar birbirlerini sanki bir daha nefes almayacaklar.
Yaşlı büyücü alnını dostuna dayıyor, gözleri toprağı deliyor, ama asıl burnu… O koku nasıl bir koku, nasıl bir keyif nasıl bir acı. Göz yaşları ne kadar acı ne kadar mutlu o anıyla. Kızıyor kendine neden bu öyküyü seçtim diye, mutlu oluyor yine o günleri hatırladım diye. Duygular alevin içindeki odunlar gibi çıtır çıtır yanıyor içinde, her patlama başka bir his uyandırıyordu.
-Yol haklı tepelere doğru düşüyor yola. Haraxi daha açıklamamış fikrini baş büyücüye. Merak taze sürgün veren sarmaşık gibi büyüyor içinde. Gel zaman git zaman tepe dönemi bitmeye yakın Haraxi konuşuyor baş büyücü ile diyor ben burada kalacağım. Kışı burada geçireceğim, buranın sırrına bilgisine ihtiyacımız olabilir. Baş büyücü, burada kalırsa büyü yapamayacağını hatırlatıyor, çünkü yol haklı büyücüleri güçlerini halklarından alır. Haraxi de bunu bilir ama yine de kalmak istediğini söyler. Baş büyücü Haraxi’ye ileride ihtiyaçları olabileceklerini belki de baş büyücü olması gerekeceğini, burada geçireceği kıştan sağ çıkamayabileceğini söyler. Haraxi ise tüm sorumluluğu aldığını, hatta kendi hazırlıklarını kendi yapacağını anlatır. Baş büyücü mutsuzdur, ama özgür insana dur denmez; baş büyücü bilgeliği ile Haraxi’ye bir dağ keçisi çağırmasını tembih eder. Dost olmasını tüm yaz yoldaş olmasını önerir ve Haraxi’ye izin verir. Haraxi besili mi besili boz-gri yünleri olan iri mi iri bir dağ keçisi çağırır ve bütün yaz yoldaş olurlar. Herkes Haraxi için ayrı üzülüyor hep onu son defa görüyorlarmış gibi davranıyormuş. Haraxi hissetmez mi bunu, sevmez mi halkını ama o sarmaşık yok mu yüreğinden aklına doğru büyüdü artık. Merak büyüdü köklendi, keçisi yağlandı ve ona bağlandı. Haraxi kışın yetecek kadar odunu kesti yığdı biriktirdi. Halkı onu yalnız koymadı, peynir yaptılar, et kuruttular, un bile bıraktılar. Yol halkı gitti, Haraxi kaldı dağ keçisi ile ama hep gezdi tepe tepe, yol yol, aklına yazdı ne nasıl değişti. Hep bir giz olan o değişimleri, otların soluşunu, ağaçların yapraksız kalışını… Sonra kar geldi, ama ne kar… Kar yağmıyordu, havada ne kadar su varsa donup yere dökülüyordu. Haraxi karı biliyordu çünkü nadir de olsa su topraklarına da yağardı. Rahat yürümek için ayakkabıları hazırlamıştı. Keçisi hep yanında yoldaş olmuştu.
Baş büyücü yine duraladı, herkes anladı heyecanlı bir olay olacaktı. Büyücü bilmenin kıymetini bilirdi. Haraxi olmak istedi sanki bir an. Sonra Seyeste, sonra kendi sevdası, sonra tepeler, sonra yol… Yarın yol vardı düşülecek, ya son yoluysa onun…
-Bir gece, gece ki hava buz, rüzgâr esmiyor sanki hava yitiyordu bir yerlerde. Tepelerden bir ses geldi, bir türkü, bir ağıt sanki… Haraxi dedi beni çağırıyorlar. Yoldaşı, biricik yoldaşı dağ keçisini de aldı yanına düştü yola. Seyeste’nin atkısı boynunda Seyeste kokuyordu, keçisi yanında yalnızlık yoktu, merak çağırıyor, görev çağırıyordu. Gök zifiri karanlık sanırsın yıldızlar da donuş yitmiş. Haraxi düştü yola. Tepeleri aştı, vadileri dolaştı. Tam iki koca kayanın arasında kardan bir dev, bir golem duruyordu. Geçemezsin dedi, yasak dedi, buradan ötesi sırdır dedi, ben de buranın bekçisiyim dedi. Dağ keçisi burnundan koca bir buhar üfledi, sonra başını yoldaşına doğru soktu. Haraxi anladı yoldaşını, atladı sırtına; keçi yaman keçi o kayalar, o sarp dikitler, o yarım ayaklık taşlar sanki yoldu ona. Golem şaşırdı, bu ne yaman keçi diye düşündü, bir kar topağı fırlattı ama nafile. Keçi bu inatçı, kayalarda zıpladı ama golemin beklemediğini yaptı tam iki buz sütunu bacaklarının arasına zıpladı ve bir anda geçti onu. Sonra o koca golem dönecek bizim yiğit keçiyi, yiğit Haraxi’yi yakalayacak. Golemi yeterince geride bırakınca yoldaşını daha yormadı Haraxi, indi sırtından, baş başa verdiler gurur duydular birbirinden. Ne macera ne başarı ne zaferdi ama. Neden sonra Haraxi ileride bir ağaç topluluğu fark etti. Bu yükseklikte dedi kendi kendine… Etrafında yıldızlar dönüyordu sanki, ağıt da oradan geliyor gibiydi. İşte dedi Haraxi, işte sonunda belki buldum her şeyin sırrını. Haraxi ve yoldaşı keçisi yavaş, keskin adımlarla ilerlediler. Yıldız zannettiklerine bir ad veremediler; ruh ya da peri gibi parlak mavi-yeşil renkli yüzleri olmayan kar, buhar, duman gibi şeylerdi. Ve seslendiler Haraxi’ye demek geldin, halkınızdan çok büyücü çağırdık kimse daha gelmedi ya da gelemedi buraya. Sen geldin, şimdi sana bir sorumuz var; her şeyin sırrı bizde değil, o kimse de değil o durmaz değişir ne biz ne de sen ona yetişebilirsin. Ama sırlarımızı öğreneceksen eğer, emek-zaman geçecek üzerinden. Biz sana sırlarımızı öğreteceğiz, senin emek-zamanını alacağız. Haraxi sordu ne kadar sürecek diye sordu; çünkü yüreği, aklı Seyeste’de idi bir yandan. Merak denilen sarmaşık her yanını sarsa Seyeste’ye dokunamamıştı. Peri-ruhlar güldü, zaman mı sordun sen dediler, sen ne kadar süre istersen o kadar olsun dediler. Haraxi şaşkın cevap verdi, sırrı erkenden öğrenir de bir de yolu dönüp Seyeste’ye sürpriz yaparsa dünyalar onun olmaz mıydı? Dedi kış bitmeden dönmeme yetecek sürede öğrenebilir miyim? Zaman dediler yine, peri-ruhlar zaman sorun değil, sen alacağın ile vereceğini kabul ediyor musun? Haraxi daha ne istesin tamam dedi. Peri-ruhlar ona kışın, karın, ayazın, uyuyan toprağın, altında yatan hayatın, rüzgârın, bulutların, kar golemlerinin ve tepelerde kışın olan tüm hareketin bilgisini bildikleri kadar anlattılar. Haraxi ve dağ keçisi yan yana oturdular ve bütün anlatılanları dinlediler. Hiç üşümediler, soğuk ve kar onların etrafından dolaşıyordu sanki. Anlatıldı, dinlenildi. Ama zamanı geçtiğine dair hiçbir iz yoktu. Ne Haraxi fark etti bunu ne de peri-ruhlar umursadı. Ve peri-ruhlar renkten renge girerken bir anda sustular. Haraxi anladı ki bu kadar, içinde yine de eksik bir şeyler var gibiydi. Bu kadar mı diye sordu. Sana daha önce dedik her şeyin sırrı durmaz, değişir büyür ve ilerler. Bizdeki bu kadar. Tamam dedi Haraxi kendini borçlu hisseti, peri-ruhlar bunu anladı ve git dedi artık bu kadar bir daha kimse gelemeyecek buraya, senin bize borcun bunu anlatmak ve anlatılmasını sağlamak dediler. Haraxi mutlu yoldaşı dağ keçisi mutlu, düştüler tepelerden aşağıya yola. Bir gece barınaklarında kaldılar, çok yorgundular, sanki bir süre tüm evreni onlar devindirmiş gibi yorgundular. Ve artık kışı bildikleri için yola çıkabilirlerdi, karınlarını doyurdular ve düştüler yola.
Yol diye düşündü yaşlı baş büyücü zor ve güzel, ormanın derinliği bilinir bilinmezliği, kokusu rengi, derelerin sesi, lezzetli suyu… Yarın yola düşeceklerdi. Mutluydu aslında belki de yol halkının en mutlu zamanlarıydı yol süreci. Hiç durmadan devam eden harekete, o dansa katılmak gibiydi. Yarın yol vardı.
-Yola başladıklarında, sanki o korkunç, ne yapacağı belli olmaz kış ormanının her hareketini her durumunu biliyorlardı. İşin ilginç kısmı dağ keçisi de farkındaydı her şeyin, eskisi gibi ürkek basmıyordu yere, duruşu bile daha güvenliydi. Epey bir yol gittikten sonra, karların kalınlığı bir karışa kadar düşmüştü. Dağ keçisi hafif bir böğürtü çıkardı, Haraxi anladı yoldaşlık buraya kadardı, ama Haraxi yoldaşında bir değişiklik fark etti. Boz-gri rengi yünleri artık kırarmıştı, hatta kirpikleri bile kar rengi idi, oldukça da yorgun bakıyordu. İkisi de uzun uzun başlarını birbirlerine sürdüler ve buluşmak üzere söz verdiler birbirlerine. Sonra Haraxi devam etti yoluna. Güveni tamdı ama eski hızı ve gücü yoktu sanki. Dert etmedi yolun sonunda Seyeste vardı çünkü, güzel Seyeste, deniz kokulu Seyeste. Bir an durdu boynunda Seyeste’nin ördüğü atkıyı kokladı. Bir başka güç geldi sanki ve devam etti yola. Güneş doğdu güneş battı tepeler görünmez oldu vadide kar bitti, su sesi çoğaldı, nem giderek arttı, çiğse yağmur başladı. Ve su insanlarının kasabası göründü. Haraxi hiç durmadı, bu küçük kasabada gideceği yeri gayet iyi biliyordu. Derin bir nefes aldı, denizin tuzunu içine çekti. Güneş denizin üzerine batmadan önceki son imlerini bırakıyordu. Seyeste’nin kapısına geldi. Çok yorgundu, ama mutluydu, heyecanlıydı Seyeste ne kadar mutlu olacak diye düşündükçe içinde dalgalar yükseliyordu. Kapıyı çaldı, beklediği süre sanki peri-ruhların yanında kaldığı süreden binlerce kez daha uzun sürdü. Seyeste kapıyı açtı, gözlerini alacakaranlığa alıştırmak için bekledi ve buyur dedem dedi. Haraxi gördüğü kar golemi gibi buz kesti, zaman dondu, duyduğunu anlamaya çalıştı, o ki kışın, karların, dağların tepelerin sırrına ulaştı; buyur dedem ne demek anlayamadı. Neden sonra Seyeste Haraxi’nin boynundaki atkıyı gördü, gözleri denizden dağlara süratle çarpan bulutların bıraktığı yağmur gibi boşaldı. Haraxi dedi, boynuna sarıldı, Haraxi dedi sana ne oldu. Haraxi bir an kendine geldi, Seyeste’nin onu hatırlamasına sevinmişti, ama peki niye dedem demişti. Seyeste Haraxi’yi eve aldı, yavaşça bir aynanın karşısına götürdü. Haraxi aynaya baktığında yaşlı, saçları seyrek ve gümüş gri, boyu biraz kamburluktan kısalmış birini gördü. Sonra aklına geldi peri-ruhların sordukları soru, emek-zaman geçecek üzerinden demişlerdi. Emek-zaman geçmişti üzerinden, bilgi için gereken tüm emek-zaman geçmişti. Orada geçirdiği “gerçek” zaman değil. Sonra yoldaşı dağ keçisi geldi aklına, yünleri, kirpikleri; onun da üzerinden geçmişti emek-zaman. Yoldaşım dedi sana ne yaptım, kendime ne yaptım dedi. Seyeste ağlıyordu, Haraxi ağlıyordu. Seyeste kızamadı denize, sorduğu soruya doğru cevap vermişlerdi. Haraxi geri dönmüştü. Haraxi yattı Seyeste’nin dizine ve ağladı ve uyudu. Seyeste bir ağıt söyledi. Haraxi’nin ömrü bitene kadar hep sevgili, aşık kaldılar. Seyeste uğurladı bilge Haraxi’yi ölüme ve sonra sustu. Bekledi, emek-zaman geçsin diye üzerinden…
Baş büyücü de yoruldu dostuna sıkı sıkı dayandı. Kendisinden sonra baş büyücü olacak kadın Seyeste’nin ağıtını söylemeye başladı. Alevler daha da yükseldi sanki, barınakta kim varsa düşündü, kimisi hak verdi Haraxi’ye kimisi hor gördü. Hikâye bu doğrudur diye anlatılmamıştı. Doğru ve yanlış iç içe, duruma göre, bakışa göre diye anlatılmıştı. Ama ağıt tüm yüreklere dokunmuştu. Yarın yol vardı, uyuma zamanıydı, akıllarda Haraxi ve Seyeste, ruhlarda yolun heyecanı ile uyudu herkes. Baş büyücü koydu başını, sevgilisini özledi, dostuna dokundu, ölümden korktu, yolu sevdi ve uyudu…