Bulutların Ayırdıkları Yolların Birleştirdikleri -2

Gündoğumu aydınlığı her tarafta idi ama güneş görünmüyordu. Çünkü burası sanki koca koca dağlar ile engin denizin bir savaşta çarpıştığı cephe gibiydi. Ve cephenin ortasına düşen yıldırım olan dere cephe arasında daracık bir boşluk bırakmıştı. İşte su insanları bu boşlukta yaşıyordu. Güneşin kendini gösterene kadar epey bir dağ tırmanışı yapması gerekiyordu. Batarken de gözden erkenden kaybolur ama ışığı devam ederdi. İşte bu savaş alanına sıkışmış su insanları için dere ve deniz dışında yaşam kaynağı yoktu. Derenin etrafındaki toprak verimli olduğu için sebze yetiştirirlerdi, ama asıl yaşam denizdi. Balıkçılık bu insanların var olma sebebi idi. Burada dere kenarında ufacık, bir evde dokuz yaşında Mogr isminde bir uşak vardı. Dedik ya burada hayat deniz diye, Mogr hep bir hayal dünyasında büyüyünce en büyük denizci olacağını hayal ederdi. Hatta yaşayan en büyük kaptan Tsalki’den bile büyük denizci olacaktı. O engin denizlerin ardına gidecekti.

Tsalki gerçekten büyük bir kaptandı, uzun boylu, kaslarının çizgileri belirgin, çopur yüzlü bir su insanı idi. Kasabadaki en büyük tekne de onundu. Sonbaharda; bir balık türü vardı ki boyu bir buçuk metre ve yağlı bir balık; işte onun göçü başlardı ve sadece bu dönemde denizde bir hafta kalınır ve avlanılırdı. Onun dışında ise hep sabah çıkılır akşam dönülürdü. Bu büyük av mevsimi öncesi kasaba da değişirdi tabi. Çünkü bu büyük av sırasında denizin ne yapacağı belli olmazdı ve kayıplar yaşanabilirdi. Kasaba kışa hazırlanmanın zorunluluğu ve kayıp korkusu ile bir sessiz hareket, bir fabrika haline gelirdi. Tüm kasaba ava hazırlanırdı ve içlerinden hep keşke bizim de erenlerimiz olsa derdi. Yol halkının büyücülerine eren derdi su insanları hem korkar hem de severlerdi erenleri. Su insanları sadece arada denizle konuşur sorularına cevap alırlardı. Deniz, o engin deniz, o yeşil-kara deniz her soruya cevap vermezdi. Tsalki denize hiç soru sormamış olmakla övünürdü. Çünkü denizciler ya da aileleri büyük avdan dönüp dönemeyeceklerini merak ederlerdi.

Mogr kafasındaki planı bu sabah uygulayacaktı ve büyük ava çıkacaktı. Babası gibi bahçesinde sebze yetiştirmeyecekti. Hikayelerini kasabadaki arkadaşlarına anlatacaktı, hele de kızlara. Güneşin yüzünü göstermediği o sabah erkenden kalktı. Dünden hazırlamıştı çantasını, zayıfcana bir çocuktu pantolonun belini kemer niyetine kullandığı urgan ile iyice sıktı. Anasının hazırladığı mısır ekmeğinden bir parça aldı. Hep parmak ucunda yürüdü ya, yüreğinin sesi duyulacak diye korkuyordu daha çok. Hem evden kaçmanın hem de o büyük amaca ulaşmanın heyecanın ile atan bir küçük serçe yüreği sanki dünyayı yıkıyor, anne ve babasını uyandıracak diye çok korkuyordu. Ama usta bir denizci olacaktı ya sessiz sedasız halletti işini. Kapıdan su gibi aktı dışarı, kimseler duymadı. Çarıklarını geçirdi ayağına, seğirtti bahçenin kenarına. Hava deniz ayazı idi, güneş ile savaşmadan gücünü yitirmezdi ama Mogr büyük denizciydi ona soğuk işlemezdi.

Bahçeden geçerken duraladı, babası geldi aklına. Kış geliyordu bahçe geçiyordu artık. Ama babası nasıl konuşurdu tek tek o bitkilerle, nasıl severdi onları, verdikleri her bir sebzeyi ayrı bir şiir ile karşılardı sanki. Anlamıyordu Mogr, hiç kahramanca bir yan yoktu bunda. Ama yine de babasında bir sır vardı, o bitkilerin dilini biliyordu sanki. Mogr’un ilgisini çekmese de babasının o dille konuşması büyülüyordu yine de onu. Ama keşke babası da denizci olsaydı. Neyse diyordu sonra kendine, benim babam o, bitkilerin dilini bilir. O da bir kahraman kendince belli ki. Mogr yeşilden sarıya akan bahçeye son kez baktı, kendi yolunun farklı olduğuna kanaat getirdi ve gitti. Sokaklar boştu, denizden hafif bir esinti vardı. Mogr döndü tepelere baktı, gelecekler dedi, yol insanları gelecekler. Tepelerin arasından akan bir sel gibi bulutlar iniyor, en alt kısımları beyaz bir tüle dönüp yavaş yavaş tepeyi yutuyordu. Mogr artık biliyordu, bu akşam yağmur yağacaktı ve soğuk olacaktı. Ama o plana sadıktı.

Dere kenarını dümdüz takip etti, sonra doğuya doğru döndü. Heyecanı hala devam ediyordu ya denizin kokusu, maceranın büyüsü, gizli iş çevirmenin gerginliği Mogr’u yürütmüyor adeta uçuruyordu sokak aralarında. Limana gelirken yavaşladı, çok dikkatli olmalı kimseye görünmemeliydi. Hedef belliydi, Tsalki’nin teknesini bulacaktı, o ki limandaki en ihtişamlı tekneydi, sanki bir deniz kısrağı, dalgalar vurdukça dörtnala giderdi deniz üzerinde. Uçmaya devam ediyordu Mogr, nasıl geçti o sokakları, nasıl girdi limana, nasıl buldu o tekneyi, nasıl süzüldü içine anlat desen anlatamazdı. Öyle bir büyü işte. Liman su insanları tarafından emek emek oluşturulmuş bir duvar, denizden çalınmış bir parça, denize uzanan bir pençeydi. Mogr duymadı, görmedi, hissetmedi ama deniz sabah hafif hafif yeşil kara titriyor, bir ninni gibi şıpırtı çıkarıyor, denizden esen rüzgâr vücudunu bir örümcek ağı gibi sarıyordu. Buldu Tsalki’nin teknesini hemen güverte altına inen kapağı kaldırdı, içeri atladı. Kapak kapanınca ortalık zifiri karanlık oldu. Mogr bekledi ki gözü alışsın karanlığa. Güverte av hazırlığı için fıçı fıçı tuz ile doldurulmuş, ağlar bir kenara yığılmış, zıpkınlar bir kenara dizilmişti. Mogr zıpkınların yanına gitti, soğuk çeliğine dokundu. Gizli bir gücü varmış gibi soğuktu, o koca balıkları bunlarla vuracaklardı ya bunların da bir gücü olmalı diye düşündü. Dışarıdan bir ses gelir gibi olunca bir anda zıpladı, zıplaya zıplaya fıçıların arasında kendine göre bir yer buldu. Mogr bu bir çiroz uşak, üç fıçının arasına doldu gitti işte. Artık ses etmezse bulamazlardı onu, gerisi sabır, gerisi hayal dünyası idi…

Evet ses doğruydu, kapak açılınca bir anda içeri ışık doldu, Mogr iyice küçüldü, bir avuç kaldı sanki korkudan. Kimin geldiğini de çok merak ediyordu. Yine de sabırlı, dirayetli uşaktı Mogr, bekledi sessizce ve sonra fıçıların arasından bir göz baktı. Gelen Tsalki’ydi, ıslıkla bir türkü çalıyordu. Elinde eğesi zıpkınlardan birini almış, kucağına yatırmış, ölümü işaret eden bir ok gibi olan ucunu eğeliyordu. Neden sonra kendi kendine konuşmaya başladı Tsalki. Belki de bu sondur ha koca Tsalki, kaçıncı gidişin olduğunu hatırlıyorsun da sanki. Ama sormayacağım denize dönecek miyim diye, son ise son. Ne o koca Tsalki korkuyor musun? Korkuyorum tabi hep korktum, korkmayandan büyük denizci olmaz. Korkusunu akıllı kullanan denizci olur. Kime anlattın peki bunu koca Tsalki? Onu doğru dedin bak bir denizci yetiştirmedim, birine de öğüt vermedim, birinin de elinden tutmadım. Bunu yapmak lazım dur bir bakalım, bunu düşünelim.

Tekrar bir türküye başladı ama bu defa mırıl mırıl söylüyordu. Mogr Tsalk’nin kendi kendine konuşmasından korktu biraz, deli miydi bu adam? Hem koca Tsalki, cesaret timsali Tsalki bile korkuyormuş. Tsalki uzunca bir süre çalıştı, neden sonra aklına bir şey gelmiş gibi kapağa doğru baktı ve güverteye çıktı. Mogr biraz daha rahatlamış, sessiz olacağım diye taş gibi olmuş kaslarını gevşetme fırsatını hemen değerlendirdi. Sonra kapak kapandı, ortalık yine karardı. Mogr sabah erkenden kalkmanın ve tüm bu heyecanın verdiği yorgunlukla Tsalki’yi ve dediklerini düşünürken uyuyakaldı.

Epey bir süre uyuduktan sonra yakalanma korkusu ile irkilerek uyandı Mogr. Kimsenin onu fark etmediğini ortalığın hala karanlık olduğunu görünce rahatladı. Rahatlama bedenini fark etmesini sağladı ve acıktığını fark etti. Çantasından bir parça pestil çıkardı ve ucundan kemirmeye başladı. Beklemek çok sıkıcıydı, hele de ele avuca sığmayan Mogr gibi bir çocuk için. Yukarıda güvertede çalışan denizcilerin düzensiz ayak seslerini dinliyordu. Sıkı çalışıyorlardı, hazırlık büyüktü, bir yandan da şarkılar türküler söyleniyordu. Bazen de av yolunda yaşamını kaybeden eski büyük denizciler için bir ağıt söylüyordu, ağıt başlayınca kimseden çıt çıkmıyordu. Mogr’un içi de bir sessiz oluyordu, sadece ağıtı dinliyordu. Mogr vakti çok merak ediyordu, öğlen miydi yoksa akşamüzeri mi?

Bir süre sonra güverte boşaldı, anladı ki Mogr iş bitmişti. Akşam kasaba meydanında av şenliği olacaktı. Mogr çok severdi bu şenliği; müzik ve dans, oyunlar, hikâye anlatıcıları, şenliğe özel yemekler… Arkadaşları ile buluşmak vardı, annesini yaptığı tatlı, sanki bir haftadır uzak gibi hissetti kendini bir anda. Gözleri doldu, bir damla fazla tutunamadı ve çocuk yanağından süzüldü. Ama kararlıydı, bunun için doğmuştu o, denize açılacak bir hafta orada kalacaktı. Büyümek buydu işte çelişkiler yaşamak hem kalıp hem gitmek, üzülüp mutlu olmak… Mogr büyüyordu, yarın onu ilk büyük macerası bekliyordu. Sesler kesilince kalktı biraz dolaşmaya karar verdi. Tekne yavaş yavaş salınan bir beşik gibiydi. Mogr yine zıpkınlara dokunmak istedi, bu büyülü çeliği çok merak ediyordu. Birini eline aldı, oldukça ağırdı ve zıpkının boyu kendi boyu kadardı. Çelik soğuk, temiz ve pürüzsüzdü. Mogr keskinliğini test etmek için ucuna dokundu, dokunması ile çekmesi bir oldu. Parmağını hemen ağzına götürdü, kanın tuzlu metalik tadı ağzına gelmişti bile. Sonra eline baktı işaret parmağının ucundaki kesikteki kan ufak bir kubbe şeklinde yükseldi, yükseldi ve yere damladı. Sonra Mogr zıpkını bırakıp, sıkıca parmağına bastırdı ki kanama dursun. Kanama durduktan sonra tehlikeli silahı yerden aldı ve yerine koydu. Sıkıntıdan fıçıların içlerine bakmaya başladı, çoğunda tuz vardı ama birinde şişeler buldu. Şişelerden birini aldı, ağzındaki mantarı açtı ve kokladı. Bunu biliyordu, moryemiş şarabıydı bu, hiç içmemişti ama kokusunu biliyordu. Şişeyi aldı ve tekrar saklanma yerine geçti.

Bir anda uzaklardan müzik sesi gelmeye başladı. Mogr anladı, hava kararmıştı, şenlik başlıyordu. Hayal edebiliyordu, el ele tutuşmuş kasaba halkı, daire olmuşlar, geleneksel oyunlarını oynuyorlar. Ritim, birliktelik, eşgüdüm, sesler, kahkahalar… Yalnız hissetti kendini, açtı da aynı zamanda. Bir parça ekmek, biraz pestil çıkardı, ikisinden de birer parça attı ağzına. Sonra koyu renkli şişeyi dikti kafasına, bir anda ağzında bir yanma hissi uyandı ve boğazından aşağı yürüdü. Kısa bir an midesi bulandı. Ama yemeğini yemeye devam etti ve şişenin yarısını içip mantarını tekrar kapattı.

Artık başı dönüyordu, müzik hemen yanında çalıyordu sanki. Fıçılara tutunarak ayağa kalktı, zar zor boş alana kadar yürüdü. Kasaba halkı dayanamazdı müziğe, Mogr da dayanamazdı, tek başına oynamaya başladı. Ama kısa sürede ayakları dolandı ve düştü. İstemsizce güldü, sonra kahkaha attı. İlk defa sarhoş olmuştu, yine güç bela kalktı kuytu köşesine gitti, kıvrıldı, küçüldü ve uyuyakaldı küçük Mogr. Öyle derin bir uykuydu ki bu şenlikten kaçan aşıkların sesini duymadı bile. Sonra bir rüya gördü Mogr. Rüyasında bir teknenin, yok bu daha büyüktü gemiydi bu, evet bir geminin pruvasında ayakta duruyordu. Deniz yine koyu yeşil ama daha dalgalıydı, gemi düzenli aralıklarla bir engeli aşıp aşağı düşüyordu. Mogr denizin tuzlu kokusunu alıyordu, rüzgâr sağ yanağına vuruyor, saçları rüzgâra eşlik ediyordu. Gemi mürettebatı son sürat çalışıyordu ki o anda kendisinin geminin kaptanı olduğunu anladı. Bu hummalı çalışmanın nedenini çözmeye çalışırken bir çığlık ile kükreme karışımı bir ses kulaklarını parçalayacaktı neredeyse. Bir anda denizin içerisinden bir yaratık yükselmişti, uzun boyunlu geniş bir gövdesi ve kocaman palet gibi yüzgeçleri olan bu yaratığın kafası bir ejderhanınkine benziyordu. Son sürat gemiye doğru yüzen bu yaratığa karşı ne yapabileceğini düşünen Mogr bir anda önündeki zıpkın atıcıyı fark etti. Yanından hemen bir zıpkın aldı, alet yükledi nişan aldı. Yaratık çok hızlı geliyordu, geminin yarısını bir defada yutabilecek kadar büyük olan ağzını açıp korkunç çığlıklar koparıyordu. Mogr hayatında hiç atış yapmamış Mogr nişan almaya çalışıyordu. Mürettebat çığlık çığlığa kaptanlarına bir şey yapması için yalvarıyordu. Mogr zıpkını yaratığa doğru doğrulttu, önce kafasına nişan almayı düşündü ama ıskalama korkusu ile aletin ucunu gövdeye doğru indirdi. Atışını yapması ile yaratığın korkunç çığlığı yeniden yükseldi. Mürettebat ve Mogr bir sevinç narası attılar, ama sevinçleri kısa sürdü. Çünkü yaratık koca kafasını tekrar suyun üzerine çıkarmış, hız kesmeden gemiye doğru geliyordu. Mogr kısa bir süre yeis içinde yaratığın gözlerine baktı, neden sonra hızlıca bir zıpkın daha kaptı, alete yerleştirdi nişan aldı. Artık yaratık gemiye ulaşmış, koca ağzını açmış, geminin pruvasına doğru atağa geçmişti. Mogr ağzın içine doğru nişan aldı ve zıpkını fırlattı. Zıpkın koca ağzın içinden girdi ve yaratığın boğazına saplandı. Yaratık için ölümcül olan bu atış maalesef açık ağızın hareket yönünü değiştirmedi. Mogr üzerine doğru gelen kocaman bir ağız, her biri bire kılıca benzeyen dişleri gördü. Ağız tam üzerine kapandığında uyandı. Tekne denize açılmış, denizciler şarkı söylemeye başlamıştı.