Camdan Gelen Çocuk
Dışarıda gece çoktan gökleri siyaha boyamış, onu yıldızlarla süslemişti. Sonbahar gelmişti. Karanlık boşluğa pençelerini geçirmek istercesine hırçın esen rüzgarın sesi içeri ninni gibi geliyordu. Evin içi sıcacıktı. Baba kucağında taşıdığı çocuğunu yavaşça yatağına yatırdı. Aklına gelen en güzel iltifatları sıraladı bir bir. Bal Arısı ve Sinek’ in öyküsünü anlattı ona. Tam odadan ayrılacakken gitmemesi için elini tutan çocuğun uykunun kollarına sarmalanışını izledi. Küçüklüğünden beri böyle yapardı. Belki yatağının altındaki bir canavardan korkuyordu, belki karanlıktan, belki de sadece babasını yanında istiyordu. Hiç bunu neden yaptığını söylememişti. Hiçbir şey söylemezdi zaten. Keşke çocuklarını doğurmak için ölüme kucak açan eşi de bu cennetvari ana tanık olabilseydi. Gözlerini dolduran yaşları sildi. Şefkatle izledi uykuya dalmış oğlunu. Uyumadan önce haberleri izlemek için üst kattaki salona çıktı. TV’nin sesini, çocuk duyup da uyanmasın diye, orta seviyelere indirdi. Haberlerde gördüğü birkaç hırsızlık vakası canını sıktı, hepsi de yakın bir bölgede gerçekleşmişti. İçinde tutamayarak hırsızlık yapanlara birkaç laf etti en okkalısından. Sonra sessizce kendini ekrandaki renkli görüntülere teslim etti.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Gizlice bahçeyi çevreleyen çitlerden birinin üzerinden atlayarak içeri en kolay girebileceği pencereyi bulmak için evin etrafında dönmeye başladı. Aradığını bulunca içeriyi görecek şekilde konumlandı ve gözetlemeye başladı. Rüzgar nasıl da şiddetli esiyordu. Dondurucu soğuğu iliklerine kadar hissetti. Ay ve yıldızlar da her zamankinden daha parlaktı. Olası bir kaçma durumunda işi zor olurdu. Zaten iki gün önce içlerinden biri geri dönmemişti. Yakalandığını öğrenmeleri uzun sürmemiş, herkes üzülmüştü. Zayıf olan tutunamıyordu, hayatlarında yer alan en önemli ve belki de tek kural buydu. Böyle bir gecede sıranın kedisine gelmesine lanet etti. Şu ana kadar çıktığı en berbat geceydi bu. İçeride bir baba çocuğunu uyutuyordu. “Prens uyusaydı da işimizi görseydik.” dedi içinden. Adam çocuğun uyumasına rağmen odadan ayrılmamıştı. Sabaha kadar orada durmasından korktu. Bu durumda eli boş dönmek zorunda kalırdı ki, eli boş dönmektense ölmeyi yeğlerdi. Kendi babasını düşündü. 6 ay önce çalıştığı sırada bir ihmal sonucu komaya girmiş, sonrasında çok fazla yaşayamamış ve son nefesini vermişti. İşveren firma ise bir şekilde açılan davaları kazanmış ve tek kuruş tazminat ödememişti. Lanet etti zenginlere. Babası çalışırken de hakkı olan maaşı almamıştı hiç. Hepsi de kötüydü işte. Onlar yüzünden babası ölmüştü. Onlar yüzünden hayatı altüst olmuştu. Onlar yüzünden hayalleri bir daha kurulmamak üzere yıkılmıştı. Onlar yüzünden hırsız olmak zorunda kalmıştı. Onlar yüzünden bu gece, dondurucu soğukta cam kenarlarında evleri gözetliyordu. O mutsuzken onlar mutluydu. İçini kaplayan öfkeyi anlatmak için kelimeler yetersizdi. İçeri baktı, sonunda adam kalkmıştı. Odadan çıkışını izledi. Biraz daha bekledi, belki odaya tekrar gelir diye. Gelmeyeceğine emin olduktan sonra hala kullanmaya alışamadığı aletleriyle camı açmaya başladı. Elleri hem soğuktan hem de öfkeden titriyordu. Üzerinde kıyafet diye giydiği şeylere bakacak olsanız, siz de titrerdiniz. Camı yerinden oynatırken yanlışlıkla tıkırdattı. Durdu ve temkinli hareketlerle etrefı kolaçan etti. Çocuk hala uyuyor mu diye baktı. Mışıl mışıl uyuyordu. Camı yerinden çıkartmaya devam etti. Bir tıkırtı daha çıktı. Sonra biraz daha büyük bir tıkırtıyla cam parçasını yerinden çıkardı ve pencereyi açıp içeri girdi. Elinde bıçağı vardı. Pencereyi tam kapatmadan, sadece iterek örttü. Çıkarken kolaylık olması için. Arkasına döndü.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Babası her zamanki gibi onu kucağında getirmişti yatağına. Hiç uykusu yoktu aslında. Oyun oynamak ya da çizgi film izlemek istiyordu. Ama babası izin vermezdi. O yüzden direnmek yararsızdı. Yatağa girdikten sonra artık alışkanlık haline geldiği için babasının elini tuttu. Babası oturdu yatağının bir köşesine. Uyumasını bekleyecekti. Uyumuş gibi yaptı. Başarılı bir taklit olacak ki babası odadan gitmişti. Yukarı çıkarken merdiven basamaklarının çıkardığı gıcırtıları dinledi. Sonra televizyonun sesini duydu. Ama babası sesi kısmış olmalıydı, artık duyamıyordu. Tavana bakmaya başladı. Bir tıkırtı duydu. Rüzgar kuvvetliydi, ondan olmalıydı. Önemsemedi. Kıpırdamadı bile. Sonra birkaç tıkırtı daha duyunca cama doğru döndü yavaşça yatağında. Bir metal parıltısı gördü. Pencereden içeri kendisiyle aynı yaşlarda bir çocuk girmişti. Gördüğü parıltılı şey de onun elindeydi. Arkası dönüktü ve Pencereyi kapatıyordu. Giysilerinin perişanlığı dikkatini çekti.“Üşümüş müdür acaba?” diye düşündü. Ayağa kalktı. Camdan gelen çocuk da arkasına döndü. Hangisinin daha şaşkın olduğunu kestirmek zordu. Birbirlerine baktıkları o kısacık an o kadar uzun geldi ki, sanki bütün gece birbirlerine bakışmışlardı. Çocuk daha erken davrandı ve hırsıza yeni biriyle tanıştığı zaman yaptığı gibi selam verdi eliyle. Camdan gelen çocuk hala kocaman gözlerle onu izliyordu. Elindeki metali havaya kaldırdı “ Bağırırsan öldürürüm seni” dedi kısık ama tehditkar bir sesle. Anlamadı. Niye böyle demişti ki ? Fazla düşünmedi. Oturdu ve camdan gelen çocuğu izlemeye başladı sessizce. Evin içine doğru gitmişti. Ayak seslerini dinleyerek nerede olduğunu tahmin etmeye çalışıyordu. Kısa bir süre sonra geri geldi. İçeri girdiğinde olmayan bir poşet vardı elinde. Cebinde getirmiş olmalıydı. İçinde ne olduğunu merak etmedi. Camdan gelen çocuğun kim olduğuna kafa yormayı daha önemli buluyordu. “Belki de arkadaşı yoktur.” dedi içinden ve onunla arkadaş olmanın harika bir fikir olduğuna karar verdi. Odanın bir köşesinde toplu duran oyuncaklara yöneldi. O sırada diğer çocuk, odadaki bir çekmeceyi karıştırıp, babasının oraya koyduğu parlak bir şeyi poşete atmıştı. “Onun olsun” dedi içinden. Sonra yanına gidip elbisesini çekiştirdi. Camdan gelen çocuk çatık kaşlarıyla dönüp baktı. Onu gardobuna doğru götürdü ve birkaç güzel kıyafetini poşete attı. Camdan gelen gelen çocuk şaşırmıştı. Şaşırdığını görünce mutlu oldu. Sonra ona oyuncaklarını gösterdi. Camdan gelen çocuk poşetini yere bıraktı ve onunla gitti. Ne yapacağını bilmiyordu “camdan gelen çocuk”. Ona nasıl oynayacaklarını göstermeye başladı. Ah bir de konuşabileydi, ne güzel olurdu. Oyuncaklarla oynamaya başladılar. Çocuk çok mutluydu. İlk defa bir başkasıyla oynuyordu. Oyun oynarken bir yandan da camdan gelen çocuğun hikayesini dinliyordu. Dinledikçe minik yüreği sızladı ve babasının zengin olmasından dolayı üzüldü.
Hırsız çocuk bunu yüzünden anladı ve ilk defa zenginler hakkında iyi bir şey düşündü. “Belki senin baban onlar gibi değildir.” dedi. Çocuk kafa salladı. Hırsız çocuk, bir yandan elindeki arabayı kurcalarken bir yandan da düşüncelere dalmıştı. “Kendisi ve karşısındaki arasında hiçbir fark yoktu. İnsandı ikisi de. Onları birbirinden ayıran, iyi ve kötü sıfatlarını üzerlerine yapıştıran şey duyguları ve seçimleriydi. Bunu içinde bulunduğu durumda farketmiş olması şaşırtıcıydı, fakat daha önce farketmemiş olmasından daha ilginç değildi.”O bunları düşünürken, ses çıkaran bir oyuncağın makarası nasıl olduysa zengin çocuğun ayağına takılmıştı ve hareket etmesiyle ip çekilip çalışmaya başladı. Bas bas bağıran bir ördek… “Vak,vak,vak!” . İkisi de yerlerinden sıçradılar. Gecenin uykusunu bölen ses kesilirken yukarıdan ayak sesleri gelmeye başladı. Merdivenlerden ağır ağır inen bir çift ayak. Babası olmalıydı. Kapının önüne gelen adam uyku mahmurluğuyla neler olduğunu anlayamadı. Fakat hırsız çocuğun görüntüsü ona yatmadan önce izlediği haberi hatırlatınca anladı olup biteni. Adeta gözü döndü ve çocuğuna zarar gelmesinden de korkarak :
-Şimdi seni… , diye bağırdı.
Masada duran vazoyu eline aldı ve hırsızın üzerine yürümeye başladı. Hırsın çocuk neye uğradığını şaşırmış, hareketsiz kalmıştı. Tam o anda inanılması güç bir mucize gerçekleşti. Babasının evde olmadığı günlerden birinde, dadısının anlattığı korkunç bir masalın peşine bir de eve giren yaramaz bir hamamböceğinden korktuğu günden beri dili tutulmuş çocuk, ilk kez korkunun yıllardır yenemediği etkisini alt etti ve titreyen, tiz bir sesle “Baba, dur!” diye bağırdı. Camdan gelen çocuk, korkudan poşeti unutup pencereye koşmuş, kendisine dönen çocuğa buruk bir gülümsemeyle el sallamış ve bulutların ay ışığını engellemesiyle yoğunluğu artmış karanlığın koynunda kayboldu. Adam olanları henüz idrak edememişti. Karmakarışık duygular içindeydi… Eve hırsız girmesi, çocuğunu onunla oynarken bulması, çocuğunun yıllar sonra ilk kez aklındakileri kelimelere dökmeyi başarması… Nasıl hissetmesi gerektiğini kestiremiyordu. Sonra gözü gardırobun önünde duran poşete gitti. İçini açıp baktığında gördüğü birkaç para destesi (kasadakilerin yarısından bile daha az), yıllardır takmadığı bir saat ve bir-iki parça kıyafetten ibaretti. Garip bir hırsız, diye geçirdi içinden. Sonra oğlunun ikinci kez duydu sesini. Güçlükle çıkan ses -kim bilir, belki de- gönlünde yıllardır solgun olan ışığı nasıl yeniden, güneşi kıskandırırcasına parıldatacağını gösterecekti ona :
-Biz kötü zengin olmayalım baba…