CAMEKÂN
YAZAN: MÜBERRA AYAN
KİŞİLER
KADIN (30 YAŞLARINDA)
ERKEK (30 YAŞLARINDA)
YER Herhangi Bir Büyükşehir
ZAMAN 2024
(Kadının evi. Bir kanepe, bir berjer, köşede sehpalar, sağ tarafta büyük bir kitaplık. Sol tarafta çekmeceli bir televizyon sehpası ve orta boy bir televizyon. Duvarda Johannes Vermeer’in ‘Süt Boşaltan Kadın’ tablosu. Perde açıldığında Kadın kanepede oturmaktadır, Erkek de berjerde. İkisinin de elinde şarap kadehleri vardır. İkisi de donmuş vaziyettedir. Sahnenin üstünden bir daktilo sesi duyulur, daktilo sesi ile birlikte Kadın ve Erkek oyuna başlar. Daktilo sesi azalır ama asla durmaz, geri planda devam eder.)
KADIN: İşte burası da benim evim! Ufacık bir yer ama bana yetiyor. Zaten her zaman minimalist biri olmuşumdur.
ERKEK: Benimkinden iyi, dürüst olmam gerekirse. Maaşım ancak otuz beş metrekare 1+0 daireye yetiyor. Sen en azından aynı yerde yemek yiyip, aynı yerde oturup, aynı yerde uyumuyorsun.
KADIN: Ne iş yapıyorum demiştin?
ERKEK: Atanamayan öğretmen, çağımızın hastalığı. Özel derslerle geçinmeye çalışıyorum. Ders videoları çekip internete yüklüyorum, bazen oradan da geliyor üç beş kuruş. Sen ne iş yapıyorsun bakalım?
KADIN: Gıda mühendisiyim, sizin sağlığınızı koruyorum. Bir süt firmasında çalışıyorum, ortalama bir maaşım var diyelim. En azından bana yetiyor.
ERKEK: Tuhaf doğrusu…
KADIN: Neymiş tuhaf olan?
ERKEK: Genç ve güzelsin, yanlış anlama ama her erkeğin arzu edeceği bir vücudun var. Ya da vazgeçtim yanlış anlayabilirsin…
KADIN: (Flörtüz) Ee?
ERKEK: Güzel bir işin var…
KADIN: (Erkeğe yaklaşmaktadır.) Ee?
ERKEK: Hoş sohbetsin, eğlenmeyi biliyorsun…
KADIN: Ee?
ERKEK: Bu gece o kulüpteki dansın… Baş döndürücüydü! Etkilenmeyen adam yalan söyler.
KADIN: Ee?
ERKEK: Belli ki kültürlü birisin, şu kitaplara bir bak! Bütün bunlara rağmen yalnız olman tuhaf.
KADIN: (Aniden duraksar, bütün hevesi kaçar.) Gerçekten mi? Beni tavlama cümlen bu mu olacak? ‘Senin gibi bir kadın nasıl yalnız kaldı, hayret!’ klişesi. Cidden hayal kırıklığına uğradım. (Tekrar koltuğuna oturup içmeye devam eder.) Tam da havaya giriyordum.
ERKEK: Asıl bu söylediğinle havayı bozmadın mı şimdi? Eh, insan her kulübe gittiğinde senin gibi bir kadınla tanışıp evine gitmiyor. Heyecanımı mazur gör.
KADIN: Neyse… Madem hevesimiz kaçtı bir kere, öyleyse anlatayım. Yalnızım çünkü ciddi ilişki isteyen erkekler çok sıkıcı. Hoşlandığım tüm erkekler de sadece geçici şeyler isteyenler oluyor nedense. Belki de bana baktıklarında sadece tek gecelik ilişki görüyorlar.
ERKEK: Evlenilmeyecek kadar korkutucusun da ondan.
KADIN: Bu biraz ağır olmadı mı?
ERKEK: Hiç de değil. Neden diye sorarsan tam da az önce saydığım özelliklerinden dolayı.
KADIN: Nasıl yani?
ERKEK: Gençsin, güzelsin, kariyer sahibisin, özgüven dolusun, kültürlü ve bilgilisin! (Çok önemli bir sır verir gibi.) Sen muhtaç değilsin. Bir erkek seninle evlenip ne yapsın ki? Erkekler kendine muhtaç olmayan kadınlarla uzun süre bir arada olmak istemez. Bu onları ürkütür çünkü. İsteklerin, taleplerin olur. Kimse sana “Ben buyum kızım, işine geliyorsa!” diyemez mesela. Çünkü işine gelmezse çeker gidersin. Sen bir erkeğin evlenmek isteyeceği son kadınsın.
KADIN: (Aydınlanmıştır.) Yani şimdi sen bana, güçlü kadın olduğum için yalnız olduğumu mu söylüyorsun? (Kahkahalarla güler.) Yani bana uslu bir kadın olursam yalnız kalmak zorunda olmayacağımı mı söylüyorsun?
ERKEK: Hayır, hayır! Ben bu düşünceyi savunmuyorum, sadece erkeklerin neden seninle ciddi ilişki düşünmediklerini kendimce açıklıyorum. Erkekler güçlü kadınları sevmezler.
KADIN: Hangi erkekler?
ERKEK: Erkekler işte.
KADIN: HANGİ ERKEKLER?
ERKEK: Bu bir çeşit oyun mu?
KADIN: Hayır, oyun falan değil. Terapistim Sakine Gül bu tarz önermelerin hepsine karşılık “Hangi?” sorusunu sormamı öneriyor. Böyle sorunca sen de cevap veremedin görüyor musun? Çünkü aslında böyle bir şey yok belki de. Belki de bu yalnızca bir algı. Şimdi tekrar soruyorum: Hangi erkekler güçlü kadın sevmezler?
ERKEK: Sanırım sadece yönetmek isteyen erkekler.
KADIN: Öyleyse buna sen de dâhilsin.
ERKEK: Beni karıştırma!
KADIN: Nedenmiş? Sen de bir erkeksin, senden de etkilendim ve bak neredeyiz?
ERKEK: Ama henüz aramızda bir şey geçmedi. Henüz yarın olmadı, bir hafta sonra olmadı. Seninle tek gecelik bir şey için birlikte olduğumu bilmiyorsun, henüz tek bir an bile yaşamadık ki!
KADIN: Saçmalama, buraya neden geldin?
ERKEK: Bilmem, kendimi ana bıraktım. Sen öyle yapmadın mı? Yoksa asıl sen mi beni sadece tek gecelik ilişki yaşanabilecek bir erkek olarak gördün? Neden? İşim gücüm iyi değil diye mi? Arabam yok diye mi?
KADIN: Gerçekten bu kadar yüzeysel biri gibi mi görünüyorum? İş güç hadi neyse de… Araba?
ERKEK: Bu yüzeysellik değil ki! Bir kadın bir erkekle ciddi bir ilişki düşünecekse onun bu özelliklerine bakmalı. Bunlar içgüdüseldir.
KADIN: İnandığın şeyleri yıkmak istemem ama inan bana hiç bunlara bakmıyoruz.
ERKEK: (Artık hareketleri iyice rahatlamıştır. Kendi evi gibi dolaşır. Kitaplığa gidip bir kitap alır, sayfalarını çevirir.) Neye bakıyorsunuz peki sen söyle?
(Daktilo sesi yavaş yavaş yükselmeye başlamıştır.)
KADIN: Pekâlâ!*(Ayağa kalkıp elinde kadehiyle odanın içinde gezinerek saymaya başlar.)*Bir kere eşitlikçi olup olmadığına bakarım, ‘Kadın şöyle davranmalı, erkek bunu yapmalı, kadın bulaşığı yıkar, erkek manava gider.’ gibi saçma sapan kalıplarla gelmemeli bana.
(Daktilo sesi iyice artar, artık oyuncuların sesiyle aynı düzeydedir.)
ERKEK: *(Kadehini Kadın’a kaldırarak saygıyla başını eğer.)*Makul bir istek, katılıyorum.
( Daktilo sesi bir anda susar. Kadın ve Erkek donakalır. On beş saniye sessizlik. )
KADIN: (Yavaşça başını kaldırıp yukarı, az önce daktilo sesinin geldiği yere bakar.) Durdu…
(Kadın Erkek’in yanına gidip yavaşça omzuna dokunur. Erkek kendine gelir ve etrafına ve Kadın’a şaşkınlıkla bakmaya başlar.)
ERKEK: Ne… Nasıl?
KADIN: Sakin ol. Seni ben uyandırdım. Yukarıdaki yazmayı bıraktı, şimdi kendimiz olabiliriz.
ERKEK: Neden bahsediyorsun sen? (Elindeki kadehi sehpaya bırakır.) Biz az önce… Biz başkaydık! Başım çatlayacak gibi, anlayamıyorum. Ben bu değildim… Ben neydim ki?
KADIN: Ne zaman tekrar yazmaya başlar bilmiyorum. İzin ver sana hızlıca anlatayım. Şu an hissettiklerin gerçek, bu gerçek sensin. Az önce burada olanlar, az önce buradaki KADIN ve ERKEK yalnızca bir hayal, yukarıdakinin hayal gücü. Onun bize biçtiği roller. O yazmaya başladığında ne yazarsa onu yaparız, o oluruz.
ERKEK: Çok tuhaf… Az önce sana karşı hislerim vardı, şimdiyse o adam değilim. Hiçbir şey hissetmiyorum. Ne sana karşı ne de başka bir şey. İçim… İçim bomboş!
KADIN: İlk uyandığında hep böyle olur, korkma. Şu anda düşüncelerin var ama fikirlerin yok. Yavaş yavaş onlar da oluşacak. Sonra da hislerin. Ama yukarıdaki yazarkenki gibi bayağı hisler değil, ta içinde hissedeceksin bütün kalbinde. Gerçek yaşam bu, gerçekten yaşamak bu.
ERKEK: Kimim ben?
KADIN: ‘Bir Erkek.’
ERKEK: Onun farkındayım! Ama kimim ben?
KADIN: Söyledim ya, Bir Erkek
sin sen.
ERKEK: KİMİM BEN?
KADIN: BİR ERKEKSİN!
Bir karaktersin! Burada, yukarıdaki yazarın hayal gücünde yaşayan yüzlerce karakterden birisin. Bu oyun için seni ve beni seçti. Daktilo sesini duyduğun anda o ne hükmederse onu yapmak zorundasın. O ne yazarsa onu düşünürsün, anladın mı?
ERKEK: Ne diyorsun sen? Tek bildiğim deminden beri saçmaladığın! Ondan önce de…
KADIN: Evet, evet! Haydi, söyle, ondan önce?
ERKEK: Ondan önce… Ondan öncesi yok.
KADIN: Elbette yok. Daha yeni yaratıldın, bu gerçek kimliğini fark ettiğin ilk an.
ERKEK: Her şeyin bir öncesi vardır. Benim de olmak zorunda. Şu halime bak, kaç yaşındayım ben?
KADIN: 30 yaşlarında bir erkeksin. Seni böyle yarattı.
ERKEK: Pekâlâ, tamam. Ama ben de çocuk oldum eninde sonunda öyle değil mi? Bir ailem vardı mutlaka. Bir kadın beni doğurmuş olmak zorunda.
KADIN: Hayır, değil. Anlamıyorsun. Tekrar ediyorum, sen bir karaktersin, daha yeni yaratıldın. Öncen yok, sonrana da o karar verecek. Tercih hakkın yok, bir katil mi bir hırsız mı bir kurban mı bir âşık mı olacağına o karar verir.
ERKEK: Hayır, herkesin tercih hakkı vardır.
KADIN: Bizim tercih hakkımız yoktur. (Seyircilere dönerek onları gösterir.) Şu gerçek insanlar da tercih hakkı olduğunu zanneder, ama aslında onların da yoktur.
(Erkek Kadın’ın gösterdiği yere bakar, seyircileri ilk kez fark etmiştir. Yaklaşıp sahnenin en önüne kadar gelir ve elini uzatarak seyirciyle sahneyi ayıran hayali Camekâna dokunur.)
ERKEK : Bu da ne? Kim onlar?
KADIN: Gerçek insanlar. Anlayacağın şekilde söyleyeyim; öncesi olan insanlar. Hepsi bu dünyaya doğarak geldi. Hepsinin bir annesi, bir babası ve ailesi var. Bizim aksimize yaşamın anlamı olabilecek bir şeye sahipler.
ERKEK: Neye?
KADIN: Anılara. Bizimse anılarımız yoktur. Ancak yukarıdaki isterse bize anılar yaratabilir.
ERKEK: Ah, başım! Çatlayacak gibi ağrıyor. Lütfen şunu baştan anlat.
KADIN: Pekâlâ, iyi dinle. Yukarıda bir yazar var.
ERKEK: Yukarıda nerede?
KADIN: Yukarıda bir yerlerde işte. Onu göremeyiz ya da duyamayız. Bu yazar şu gördüğün seyircilerin izlemesi için hikâyeler yazar ve bunun karşılığında para alır. Bir de bolca alkış! Biz ise onun yarattığı karakterleriz.
ERKEK: Sadece ikimiz mi varız?
KADIN: Şimdilik öyle görünüyor. Ama hiç belli olmaz. Unutma, yazar ne isterse yapabilir. Bir de bakarsın az sonra şu kapıdan biri girer.
ERKEK: Kim mesela?
KADIN: Bilmem! Şimdilik ikimizin hikâyesi gibi. Ama belki az sonra hikâyenin çok durağan olduğunu düşünür, birden kapı açılır ve bam! Meğer kadın evlidir ve kocası geliverir. İşte böyle, ne isterse yapabilir. Seni bile değiştirebilir. Az sonra yeniden yazmaya başladığında sakalsız biri oluverirsin ya da boyun uzayıverir. İlk kural bu, onun canı ne isterse o olur. Burası onun dünyası.
ERKEK: Her şey çok karışık… Ve başım! Beni öldürecek gibi.
KADIN: İlk uyanmada böyle olur, ben de böyle hissetmiştim.
ERKEK: Sen ne zaman uyanmıştın?
KADIN: Birkaç yıl önceydi. Henüz yazmıyordu, sadece kafasında şekillendiriyordu. Bir tiyatro oyunu taslağı hazırlıyordu, ara ara notlar almaya başladı. İşte o zaman uyandım. Sonra oyununu yazmaya başladı. Aynı hikâyeyi defalarca kez yazdı. Onlarca değişik ERKEK karakteriyle yazdı aynı hikâyeyi. Fakat her seferinde silip attı. Sanırım ERKEK karakter onu bir türlü memnun etmiyordu. Ama ben hep aynı kaldım. Bugün yeniden yazmaya karar verdi ve seninle şu kapıdan giriverdik. Ama bu kez farklı, çok kararlı. Sanırım sonunda hayal ettiği ERKEK karakteri oluşturdu ve o sensin.
ERKEK: Bir çeşit Tanrı gibi.
KADIN: Hop, hop! Oralara girmeni hiç tavsiye etmem, sansürlenebilirsin.
ERKEK: Sansür mü? Tiyatro oyununda da mı?
KADIN: Evet.
ERKEK: Bir dakika, bir dakika! Ben bütün bunları nereden biliyorum? Az önceki uyanıştan öncesi zihnimde koca bir karanlık. Öyleyse Tanrı kavramını nereden biliyorum? Sansür ne demek nereden biliyorum? Bilmek ne demek peki? Soru sormayı nereden öğrendim? Bütün bunları da ben mi soruyorum yoksa yukarıdaki mi sorduruyor? Belki de soran gerçekten benim ama sana cevapları verdiren O’dur. Belki de sen O’sun! Tanrı sensin. Belki de Tanrı benim!
KADIN: (Telaşlanarak Erkek’i omuzlarından tutar.) Hayır, sakin ol! İlk seferinde bu kadar ileri gidemezsin. Bütün bu soruları yavaş yavaş sormalısın. Benim aylardır aradığım cevapları birden almak istiyorsun. Kaldı ki cevaplar bende de yok. Haydi, sakinleş biraz. Derin derin nefes al.
ERKEK: ( Kadından kurtulup derin nefesler alırken Camekân’ın önünde bir sağa bir sola doğru yürürken seyircileri inceler. Aniden döner.) Peki, önceki erkekler? Onları da uyandırmış mıydın?
KADIN: Hem de hepsini.
ERKEK: Peki onlara ne oldu?
KADIN: Dedim ya beğenmedi onları.
ERKEK: Tamam, o yazıyor, biz de o ne yazarsa onu yaşıyoruz. Burasını anladım. Peki, tam olarak şu an biz kimi… Biz neyiz? Az önce onun kâğıtlarının üzerindeki hayal dünyasındaysak eğer şimdi neredeyiz?
KADIN: Seni neden sevdiğini anladım. Bugüne kadarkilerin hepsinden farklısın.
ERKEK: Ne gibi? Of, ne çok soru! Şu baş ağrım bir dursa!
KADIN: Birazdan geçer. Önceki erkeklerden daha zekisin. Diğerleri yalnızca popüler kültürün “Alfa Erkek” dediği türdendi.
ERKEK: Alfa mı? Sürü lideri gibi mi? Tanrım! Çok fazla bilgi ve bütün bunların beynime nereden geldiğine dair hiçbir fikrim yok.
KADIN: Bak, mantığını çoktan anladın. Alfa Erkek… Nasıl desem, karizmatik bir lider karakterindedir. Sürü lideri diyebiliriz, evet.
ERKEK: Öyleyse iyi bir şey?
KADIN: Bana sorarsan değil. Popüler kültürün Alfa erkeği özgüveni kibirle karıştıran, fiziksel gücü kas yığını olmak zanneden, lider ruhlu olmayı kadının yerine karar vermek zanneden tipler. Aslında bazı modern kadınlar ‘Ben erkeğin hödük olanını severim.’ diye açık açık söyleyemediği için bu Alfa Erkek çıkıverdi ortaya bence.
ERKEK: Çok da iyi bir şey değilmiş ha? Hala cevap vermedin. Yukarıdaki yazar durdu ve uyandık; peki şimdi neredeyiz? Biz kimiz ve neyiz?
KADIN: Uyanış zihnini özgürleştirmektir. Eğer seni uyandırmasaydım yukarıdaki yazmaya her ara verdiğinde bir boşluğun içinde öylece duracaktın. Fikirsizce. Şimdi hissettiğin her şey sana ait. Gerçekten sana ait.
ERKEK: Peki şimdi ne olacak?
KADIN: Hiçbir şey! Yazmaya devam edecek, biz de neler olacağını göreceğiz. Her ara verdiğinde yine burada buluşacağız.
ERKEK: Onu sormuyorum! Bu… Bu kendini Tanrı zanneden yazarın bizim hakkımızda yazdığı hikâye bitince ne olacak?
KADIN: Bilmem. Benim hikâyem hiç bitmedi ki!
(Kadın ve Erkek bir anda donakalır. On beş saniye sonra daktilo sesi yeniden başlar. On beş saniye sonra oyun tekrar başlar.)
ERKEK: E? (Sehpanın üzerinden kadehini alıp yudumlar.) Başka hangi özellikleri arıyorsun?
KADIN: Merhametli olmalı. Aslında ilişkiye başlamadan önce annesine nasıl davrandığını görmek isterdim. Çünkü ciddi bir ilişkide bana da öyle davranacaktır.
ERKEK: Hayır. Babası annesine nasıl davranıyorsa, o da sana söyle davranacaktır. Bu yüzden ilişki yaşayacağın adamla annesinin ilişkisini değil, babasının annesine davranış biçimini incelemelisin.
KADIN: İlginç bir yaklaşım, haklı da olabilirsin. Hiç böyle düşünmemiştim. Psikoloji ile de ilgileniyoruz anlaşılan?
ERKEK: Eğitim Fakültesi mezunuyum sonuçta. Bize de az da olsa psikoloji öğretiyorlar. Ama daha çok okumaktan geliyor bence bu çözümleme.
KADIN: Her neyse… Aslında istediğim tek şey saygı sanırım. Kadın olarak bana eşit ya da ayrıcalıklı davranması değil, bir birey olarak saygı duyması.
ERKEK: Peki bunu dürüstçe mi istiyorsun yoksa sen de ikiyüzlü müsün?
KADIN: (Kararsız) Fazla cüretkârsın…
ERKEK: Gerçekçiyim.
KADIN: Bu isteğim nasıl ikiyüzlü olabilir ki?
ERKEK: Nasıl anlatsam? Eski sevgilimi örnek alalım, hatta eski nişanlım…
KADIN: Mutlu sona bu kadar yaklaşmıştın demek! (Kadeh kaldırıp tümünü içer.)
ERKEK: (Kadeh kaldırıp tümünü içer. Sehpadan şişeyi alıp hem kendine hem de kadına doldururken anlatmaya başlar.) Üniversitenin ilk zamanlarında sevgili olmuştuk. Romantik bir anlatımla seni sıkmayacağım, merak etme! Klasik tanışma, flört ve sevgili olma işte. Bir süre sonra aynı evde kalmaya bile başladık, artık hayatı paylaşıyorduk. Yine de birbirimizden sıkılmıyor, hayatı da ilişkimizi de dolu dolu yaşıyorduk. Her şeyden önce iyi iki arkadaştık çünkü. Ve tam da bahsettiğin gibi bir ilişkimiz vardı. Saygı üzerine kurulmuş, eşitlikçi bir ilişki. Toplumsal cinsiyet rollerinden nefret ederdi ve ona göre de yaşardı. Sırf erkek olduğum için bana görevler yüklemez ya da beklentileri olmazdı. Derken okul bitti, ilişkimize yine özgürce devam edebilmek için nişanlandık. Birkaç ay sonra o göreve başladı, benim durumumsa… Şimdikinden farklı değildi. Benim eşitlikçi sevgilim zigon sehpa delisi bir yeni geline dönüştü. Her gün yeni bir işkence olmaya başladı. Hangi para ile evleneceğiz? Evimizi ne ile geçindirmeyi düşünüyorum? Eşyaları nasıl alacağım? Bütün bu görevler bir bir üzerime yükleniyordu. Ben de altında ezildikçe eziliyor, bir işe girmek ya da atanmak için oturup ders çalışma hevesimi de kaybediyordum. Sonra bir gün durup düşündüm: Ya tam tersi olsaydı? Ben bir işe girmiş olsaydım da sevdiceğim henüz iş bulamamış olsaydı? Hiç kimse bu durumu yadırgamayacaktı, kimse gidip nişanlıma “Peki evi nasıl geçindirmeyi düşünüyorsun?” diye soramayacaktı. Bunu fark ettiğim gün ayrıldım. Ama aslında ben de ikiyüzlüydüm.
KADIN: Nasıl?
ERKEK: Eğer ben iş sahibi olsaydım ve evlenseydik, ben çalışacaktım, eşim de ev işlerini yapacaktı. Ve bu konu onu hiç üzmeyecekti. Ama nişanlım olgunca bizim durumumuzu kabul edip evlenseydik bile kısa süre sonra ayrılacaktık. Çünkü evde oturup ev işlerini yapmayı kendime yediremeyecektim belki de. Bir süre sonra hem çalışıp hem de eve gelip onu bekleyen bir sürü şeyi görünce eşim çıldıracaktı. Ve onun gözünde işe yaramaz, güçsüz bir erkek olacaktım. Yani o beni kabul etseydi bile evde oturup toplumun kadına biçtiği rolleri hiç gocunmadan yapamayacaktım, yapmayacaktım. İşte ikiyüzlülüğüm buydu.
KADIN: Eğer böyle hissediyorsan oyunbozanlığı ilk o yaptığı için belki de rahatlamış olmalısın.
ERKEK: Belki de. Onun gözünde “Güçsüz Erkek” olmaktan korkmam bile toplumsal cinsiyet rolünü ne kadar benimsediğimi göstermiyor mu?
KADIN: Bir tür paradoks.
ERKEK: Siktir et! Belki de toplumun bildiği bir şey vardı. Belki de tüm kalıplara uymalıyız.
(Sessizlik.)
ERKEK: Ya sen?
KADIN: Ben ne?
ERKEK: Hiç ciddi bir ilişkin oldu mu daha önce?
KADIN: Bu ne şimdi? Terapi grubu mu? Sırayla anlatmak zorunda mıyız?
ERKEK: Evet, anlat. Ne kaybedersin ki? Vaktimiz bol. Saat daha gecenin ikisi ve buraya yapmaya geldiğimiz şey on iki dakikadan daha uzun sürmeyecek.
KADIN: Kendinle barışıksın yani?
ERKEK: Tekrar ediyorum; Gerçekçiyim! Haydi, dinliyorum.
KADIN: Çok da derin bir şey değil aslında.
ERKEK : Sen bir anlat, orasına karar veririz. (Şarapları tazeler.)
KADIN: Of, çok salakça! Çocukluk arkadaşıma âşıktım, bütün çocukluk, gençlik yıllarım ona olan aşkımla geçti. O mahallenin, okulun en yakışıklı en havalı çocuğuydu, anlarsın ya. Bildin o tipi?
ERKEK: Bilmez miyim?
KADIN: Bense saftirik, başarılı “Erkek Fatma”. Bu terim bile ne kadar cinsiyetçi. Bizim zamanımızda “Maskülen” denmiyordu. Her neyse… Çocukluk ve ilk gençlik yılları kolaydı. Ama ergenlikte işler zorlaşmaya başladı. “Hayır” cevabı aldığı bir kız bile yoktu. Yaşıtlarımın romantik hayaller kurduğu yılları onun kızlarla maceralarını dinleyerek geçirdim. O kadar eziktim ki, onu suçlayamadığım için karşısında eriyen hemcinslerimi suçlardım. Tıpkı Poseidon’un Medusa’ya hayranlığıyla kıskançlıktan çatlayan Athena’nın, Poseidon’la yüzleşmek yerine Medusa’yı cezalandırması gibi.
ERKEK: Dur, dur, dur… Hepimiz Yunan Mitolojisi hayranı değiliz. Biraz yavaş anlat bakalım şu Medusa meselesini.
KADIN: Tamam, kısaca anlatıyorum. Athena’yı biliyorsundur, savaş Tanrıçası, zekâsı ve bilgeliğiyle ünlüdür. Poseidon da Zeus’un kardeşi, denizlerin efendisi. Medusa sözde yeryüzündeki en güzel kızmış. Fakat kendini tanrılara adamış ve Bakire Athena’nın tapınağına sığınmış. Poseidon kafayı takmış Medusa’ya. Ve bir gün tecavüz etmiş güzeller güzeli bakire Medusa’ya. Athena kıskançlıktan deliye dönmüş. Ve sence kimi cezalandırmış dersin? Poseidon’u cezalandırdı diye düşünüyorsan yanlış cevap! Medusa’yı, tecavüze uğrayan hemcinsini cezalandırmış.
ERKEK: Vay be!
KADIN: Kendi hikâyemize dönelim. Seneler geçtikten sonra, farklı şehirlerde üniversiteler kazandık. Arada tatillerde bir araya geliyorduk. Sonra ben… Bir çeşit dönüşüm geçirdim. Kız yurdu bambaşka bir tecrübe. Kız arkadaşlarım o “Erkek Fatma” yı silip attılar, yerine bu gördüğün güzel kadın geldi. Üstelik on sene önceden bahsediyorum ha… Çıtır halim yani.
ERKEK: Off!
KADIN: Demem o ki ben kabak çiçeği gibi açıldım, kendimi fark ettim, kadınlığımı. Özgüvenim yerine geldi, birkaç ilişkim oldu öylesine. Bir sonraki yaz tatilinde memlekete döndüğümde benimki şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı. Bana karşı bütün davranışları değişti tabii! Aklından geçen tek cümle eminim şuydu: Meğer burnumun dibinde nasıl bir hazine varmış, ah ben ne salakmışım! Sonra da var gücüyle o güne kadar öğrendiği tüm numaralarla üstüme atladı tabii.
ERKEK: Sen de onu bir güzel süründürdün!
KADIN: …
ERKEK: Hayır? Hayır, lütfen öyle olmadı de!
KADIN: Biraz açıldım, özgüvenim yerine geldi dedim. Bambaşka biri oldum demedim. Ben hala o saf, ezik kızdım içimde bir yerlerde. Daha ilk günden bulutların üzerinde uçmaya başladım. Oysaki ona göre yalnızca tuhaf, yeni bir aromaydım.
(Sessizlik)
ERKEK: E? Sonra?
KADIN: Sonrası yok, hepsi bu kadar işte.
ERKEK: Ne demek sonrası yok? Bir sonu olmalı!
KADIN: Dedim ya, bir sonu yok. Onun için merak uyandıran yeni bir şeydim; merakını giderdi ve artık bana ihtiyacı kalmadı. Okula geri döndüğümde cevapsız kalan aramalarım ve mesajlarımla anladım bunu.
(Sessizlik)
ERKEK : Tuhaf…
KADIN : Neymiş tuhaf olan?
ERKEK: O zamanlar… Yani bir kızla doğru düzgün konuşmayı bile beceremediğim zamanlar, kızlarla böylesine hesapsız, yarınsız ilişkiler yaşayabilen erkek arkadaşlarıma gıpta ederdim. Şimdi senin tarafından dinleyince çok tuhaf oldu.
KADIN: Bence o kadar dramatize edilecek bir şey değil.
ERKEK: Bir saniye! Bu sayılmaz, ciddi bir ilişkini anlat demiştim.
KADIN: .Ben de anlattım işte!
ERKEK: Ama bu ciddi bir ilişki değil ki!
KADIN: Benim için öyleydi!
ERKEK: Özür dilerim… (Sehpadaki şarap şişesine uzanır) Bitmiş… Şimdiden bu kadar içtik mi?
KADIN: Abartma bir şişe zaten, kişi başı iki kadeh içmiş olmalıyız. Ya da üç.
ERKEK: Ben bir şişe daha alıp geleceğim.
KADIN: Bu saatte her yer kapalıdır.
ERKEK: Bir yer bulurum*. (Kapıya yönelir)*
(Daktilo sesi yavaş yavaş yükselmeye başlamıştır.)
KADIN: (Erkekten önce kapıya giderek onun önünü keser. Artık flört etmeye başlamıştır.) Sence bir erkeği eve davet ederken evde içki olup olmadığını düşünmemiş miyimdir?
ERKEK: Sürprizlerle dolusun.
(Daktilo sesi iyice artar, artık oyuncuların sesiyle aynı düzeydedir.)
KADIN: Ben bir yabancıyım. Her hareketim sana sürpriz olacaktır.
(Erkek eğilip Kadın’ı dudaklarından öper. Tam öpüştükleri anda donakalırlar. Daktilo sesi susar. On beş saniye hareketsiz kalırlar. Erkek aniden kendini geri çeker ve yana tükürür.)
ERKEK: Hayatımda gördüğüm en adi flörtleşme! Bu ne yahu? Azgın birer hayvan gibiyiz sadece.
KADIN: (Elinin tersiyle ağzını iyice siler.) Ne sanmıştın? Bugüne kadar yazılmış bir tane bile gerçek şey görmedim.
ERKEK: Ne saçmalık! Aptal saptal hikâyeler. Koca bir klişe! Bütün bunlara kim inanır?
KADIN: Onlar. (seyircileri gösterir.)
ERKEK: Ama nasıl?
KADIN: Çünkü inanmaya ihtiyaçları var.
ERKEK: Hem bugüne kadar yazılmış bir tane gerçek şey görmedim de ne demek?
KADIN: Evet. Şuna baksana, (Sahneyi gösterir.) bir şişe şarap içtik ama hiç çişimiz gelmedi. Sahnede kimse işemez, sıçmaz. Kimse konuşurken yanlışlıkla geğirmez mesela. Kimse ağlarken sümükleri de akmaz. Hoş, şimdi de çişin gelmez ya.
ERKEK: Nasıl şimdi de gelmez?
KADIN: Az önce bir şişe şarabı içtik öyle değil mi?
ERKEK: Evet.
KADIN: Peki hiç çişin var mı?
ERKEK: Ne bileyim, birden sorunca bilemedim. Yok gibi. Daha doğrusu… Tuhaf bir yokluk.
KADIN: Elbette tuhaf çünkü sende olmayan bir hissi araştırıyorsun. Senin hiçbir zaman çişin gelmez ki, sen bir karaktersin. (Seyircileri gösterir) Ancak şu camekânı geçersen böyle insani ihtiyaçların olabilir. Burada karakter olarak acıkmazsın, uykun gelmez.
ERKEK: Öyleyse burada karakter olmak daha iyi değil mi?
KADIN: Anlatamıyorum galiba. Burada seni zora sokacak ihtiyaçların yok evet, ama burada seçim şansın da yok.
ERKEK: Ama az önce onların da yok demiştin. (Seyircileri gösterir.)
KADIN: O biraz farklı.
ERKEK: Nasıl? Hiçbir şey anlamıyorum, lütfen anlat bana.
KADIN: Havva’nın Âdem’i uyandırdığı gibi seni de uyandırmak bana düştü desene, hıh! İyi dinle o zaman. Biz karakterleriz, yukarıdaki bizim için ne yazarsa onu yapmak zorundayız, kendimiz seçim yapamayız. Ama onların seçim özgürlüğü var. Yalnızca bambaşka bir sistemin kölesi onlar. Özgür olduklarını zannediyorlar ama sırf para kazanmak için nefret ettikleri işlere gidiyorlar. Parayı kazandıktan sonra da aslında hiç ihtiyaçları olmayan şeylere harcıyorlar. Yeni bir koltuk takımı, daha lüks araba, daha lüks bir tatil, daha geniş bir ev, pırlanta bileklik… Ama yine de seçme şansları var. İçlerinden bazıları gözlerini açıp özgür bir hayat yaşayabilir. Sadece hayatını devam ettirebilecek kadar çalışıp, gerçekten yapmak istediklerini yapabilir. Ama biz yapamayız.
ERKEK: Peki aslında yapmak mı istiyoruz? Ah, başım çatlayacak gibi. Bütün bunlar çok fazla.
KADIN: Çok normal. İnsanların gelişim çağıyla birlikte yıllar içinde sordukları soruları sen bir anda soruyorsun kendine: Ben kimim? Neden buradayım? Ben ne için varım?
ERKEK: Biz ne için varız gerçekten?
KADIN: Onlar için varız. (Seyirciler gösterir.) Bak şunlara, bak şu aç suratlarına! (Sahnenin önüne gelerek “Camekân”a iki eliyle vurur.) Birçoğu buraya gelmeden önce bir restorana girip yemek yedi, aslında tadını bile almadıkları yemekleri, yok buranın şusu meşhur, yok bilmem neyi buradan yiyeceksin diye diye tıkınıp, kapalı dudaklarının ardından geğirip “Pardon!” dediler birbirlerine. Şimdi buraya da seni yemeye geldiler işte! Senin etini yemek için buradalar, bak aç gözlerine! Hadi güldür onları, ağlat, doyur! Buradan çıkıp, hayatları boyunca öğrendikleri üç beş cümleyle entelektüel oldukları zannedip, bir de utanmadan tartışacaklar senin üzerine. Stanislavksi diyecekler, “Sahnede bir silah varsa, o silah patlar.” diyecekler. “İnsana varoluşunu sorgulatan bir eser, etken dinamikleri ezip geçerken, edilgen gerçekliği yüceltiyor.” diyecekler. Sonra gidip sistemin çarkında bir parça peynir için dönmeye devam edecekler. Ne sanat ne de toplum olamamış bu aç domuz sürüsü ”Sanat, sanat için midir, yoksa toplum için midir azizim?” diyecekler. Ben sana söyleyeyim: Sanat bok içindir. Sanat bok içindedir!” (Sahnenin önüne tükürür.)
ERKEK: Yaptığımız şey bu mu yani? Sanat mı?
KADIN: (Ellerin arkada bağlayıp yürümeye başlar. Bir elini ders verircesine sallayarak ve sesini değiştirerek) Tiyatro; insanı, insana, insanca, insanla anlatma sanatıdır. (Normale döner.) Biz buradaki “insanla” kısmı oluyoruz.
ERKEK: Onların yerinde olsam kalkar giderdim. Ama nereye?
KADIN: Nereye istersen!
ERKEK: Sen olsan ne yapardın? Onların yerinde olsaydın, tam şu anda. Mesela nereye giderdin?
KADIN: Ben mi? Ah… Bunu o kadar çok düşündüm, o kadar çok hayal ettim ki! Öncelikle tek başıma olduğum bir yer isterdim. Çünkü bu yukarıdakilerden çok sıkıldım. Tek kişilik bir oyunda bile “O”nunla baş başasındır. (Yukarıyı gösterir.) Belki bir koruluk olabilir, yakında su da olmasını isterdim. Sineklerden rahatsız olacak kadar yakın değil, ama sesini duymayacak kadar da uzak değil. Öylece minik mor çiçeklerin üzerine uzanmak isterdim.
ERKEK: Ne çiçeği?
KADIN: Bilmem ki? Bir oyunda bahsediliyordu, hiç görmedim. Uzanıp yüksek ağaçların dalları arasından gökyüzünü izlemek isterdim. Sonra bir sigara yakardım belki.
ERKEK: Sigara mı?
KADIN: Evet, hiçbir oyunda bana sigara yazılmadı. Hiç içmedim, çok merak ediyorum.
ERKEK: Boş ver, zaten zararlı. Bir saniye… Ben bunu nereden biliyorum? Şu kapıdan girince doğan bir karaktersem bütün bunları nereden biliyorum?
KADIN: İşte bu büyük bir muamma. Bunu ben de bilmiyorum. Belki de özgürce kendi fikirlerimizle konuştuğumuzu zannettiğimiz bu zamanlarda da özgür değilizdir. Belki daktilo sesini duymasak da bize bunları konuşturan biri vardır.
ERKEK: Belki de; (Camekânın ardındaki seyircileri gösterir.) oraya geçsen bile özgür olmayacaksın.
KADIN: Belki de… Ama yine de denemek isterdim.
ERKEK: Bunun imkânı var mı?
KADIN: Neyin?
ERKEK: O tarafa geçmenin?
KADIN: Bilmem, daha önce kimse denemedi.
ERKEK: Nereden biliyorsun?
KADIN: …
ERKEK: Anlaşılan sen de benden bir şeyler öğreniyorsun.
KADIN: (Gülümser.) Seni sevmeye başladım.
ERKEK: Ben de. Ama sanırım seninki daha değerli.
KADIN: Nedenmiş?
ERKEK: Benim tanıdığım tek kişi sensin. Senin tanıdığın ilk kişi ben değilim.
KADIN: Öyle zannediyorum.
ERKEK: Nasıl yani? Emin değil misin?
KADIN: Birlikte yazıldığım birçok erkek hatırlıyorum. Ama ya aslında hatırladığım şey gerçek değilse? Ya aslında yukarıdaki bana bu anıları yazmışsa.
ERKEK: Lanet olsun!
KADIN: Şimdi yıllardır ne yaşadığımı anlıyor musun? Bu camekândan bakarken… Acaba ben miyim karakter yoksa onlar mı? Kim bilir, aslında onlar bizim için vardır belki de.
ERKEK: Orası kesin. Baksana şunlara, biz devam edebilelim diye sıralanmışlar o koltuklara. Onlar olmasa biz devam edemezdik değil mi?
KADIN: Haklı olabilirsin.
ERKEK: Ya yukarıdaki… Sırf bizi izleyen birileri olması lazım diye onları da yarattıysa?
(Kadın ve Erkek bir anda donakalır. On beş saniye sonra daktilo sesi yeniden başlar. On beş saniye sonra oyun tekrar başlar.)
ERKEK: (Koltuğa rahatça oturup iki kolunu açar.) E? Madem fazladan şarabın var, getir de içelim.
(Kadın içeri gider, az sonra elinde iki şişe şarap ve tirbuşonla gelir ve erkeğe verip onun yanına oturur.)
ERKEK: (Bir yandan şarabı açar.) Bir kızla tanışmıştım, yıllar önce. Senden güzel olmasın, (Kadına dönüp çapkınca göz kırpar.) baya gideri vardı.
KADIN: (Kinayeli) Gerçekten iltifat etmeyi biliyorsun!
ERKEK: (Şarapları kadehlere doldurur.) O zamanlar başka bir düşünce yapım vardı, evlenmeden önce cinsel ilişki kurulmaması gerektiğini düşünüyordum. Bana göre insan kendini bir kişiye saklamalıydı.
KADIN: Abazaydım, sevişecek kadın bulamıyordum, demiyorsun da…
ERKEK: Şurada ciddi bir şey anlatıyorum, aşk olsun!
KADIN: (Kadehini alıp arkasına yaslanır, bacak bacak üstüne atar. Üstteki bacağını sallarken bir eliyle köprücük kemiğini okşamaktadır. Diğer elindeki kadehten bir yudum içip adama bakar.) Olsun!
ERKEK: (Kadına duyduğu arzudan zorla sıyrılıp sözlerine devam eder.) Ne diyordum, hah! Bu kızla sık görüşmeye başladık, ondaki masumiyet beni çok etkiliyordu. İlk baştaki o çekingen buluşmaları atlattıktan sonra zamanla birbirimize içimizi açmaya başladık. İlk sevgilisinin ben olduğumu söylüyordu. Geçirdiğimiz üç ayın sonunda artık yavaş yavaş kendimle oturup konuşmaya başlamıştım. “Oğlum bu işi uzatma, bak bu kız tam sana göre, yapıştır evlenme teklifini!” diyordum.
KADIN: Maşallah, senin de geçmişin ciddi ilişki doluymuş. Elini tutanla nikâh dairesine gitmeyi hayal ediyorsun.
ERKEK: Sen ne diyorsun, o zamanlar içki bile içmezdim! (Kadehinden büyük bir yudum alır.) Benim için hayat çok basitti, düzgün bir kız bulup evlenecektim, işte bu.
KADIN: “Düzgün” ? E, sonra ne oldu?
ERKEK: (Güler.) Dışarda buluşmaktan sıkılıp evde buluşmaya başlamıştık. Arada birkaç kaçamak öpücük, yanaktan, boyundan dudaktan derken… Yavaş yavaş ellerimiz de keşfe başlamıştı. Artık her buluşmada bir sonraki aşamada gibiydik. Her buluşmada bedenimin farklı bir noktasını onun elleriyle keşfediyordum. Konuşmalarımız da artık değişmişti, bir noktada birbirimize açıldık ve bakire olduğunu söyledi. Benim de istediğim zaten böyle bir kızdı, hem ben de bakirdim. Ama ona bunu söylemedim. Bir akşam yine film izlemek için oturduğumuz kanepedeydik. Filmin daha on ikinci dakikasında biz yine şehvetle öpüşmeye başlamıştık, kim kimin altında kim kimin üstünde belli değildi. İkimiz de durabilecek gibi değildik, ama istediğim bu değildi, hayalimi buruşturup atmak üzereydim. Bu yüzden onu hafifçe uzaklaştırıp durmamız gerektiğini söyledim. O da gözlerini bana dikip sık nefeslerinin arasından bana şöyle dedi: (Kadına doğru eğilip sessizce devam eder.) Arkadan yapalım mı?
(Kadın ve Erkek bir an sessizce durup birbirine bakarlar. Sonra aynı anda kahkahalarla gülmeye başlarlar. Kadın gözlerini silerek kesik kahkahalarla devam ederken ayağa kalkıp kitaplığın bir rafında duran müzik sisteminin kumandasını alıp açar. Francisca Valenzuela’dan, Prenderemos Fuego al Cielo şarkısı çalmaya başlar. Kadın elinde kadehi ile ortaya gelip dans etmeye başlar. Erkek de yanına gelip ona ayak uydurur. Bir süre sonra dans erotik bir yakınlaşmaya dönüşür. Tam öpüşmeye başladıklarında müzik birden durur. Erkek ve Kadın birden ayılmış gibi birbirinden ayrılır.)
ERKEK: (Hızlı adımlarla müzik sistemine gidip kurcalar.) Buna ne oldu şimdi be? Çalışsana hıyar! (Müzik sistemi çalışmaz. Erkek bir eliyle kitaplığın rafına vurur.) Sikik!
(Erkek tekrar Kadın’a yönelir ama Kadın orada değildir. Erkek şaşırıp arkasını döner, Kadın tekrar koltuğa gömülmüş şarabını içmektedir. Az önceki şehvetinden eser yoktur.)
ERKEK: (Kadın’ın yanına gidip kendi kadehine şarap doldurur, bir dikişte içer. Tekrar doldurmak ister, şişe bitmiştir. Sehpanın üzerindeki diğer şişeyi hiddetli hareketlerle açar. Bu sırada Kadın da şarabını bitirmiştir. Erkek hem kendine hem de Kadın’a şarap doldurur.) Sersem şey! Onun yüzünden işimiz yarım kaldı.
KADIN: (Şarabını yudumlar, artık iyice sarhoş olmaya başlamıştır.) Hah? Ne?
ERKEK: Boş ver! (Bir dikişte şarabını içer, tekrar doldurur. Hala soluk soluğadır.) Hem ne güzel şarkıydı o öyle?
KADIN: Ha, o mu? Francisca Valenzuela. Şililililili…
ERKEK: Ne?
KADIN: Şililililil… (Kahkahalar.) Şililili…
ERKEK: Ne saçmalıyorsun?
KADIN: Şarkıcı kadını diyorum, adı Francisca, Şişii… (Gülmesini durduramaz.) Şililili… Of anla işte!
ERKEK: Şili’li mi?
KADIN: Hah, sonunda! Ülke olan Şili.
ERKEK: Sen biraz oldun sanki…
(Erkek tekrar umutlanmıştır, Kadın’a doğru eğilir. Kadın son anda bir hamleyle yana kayar ve ayağa kalkar. Erkek koltuğa bir yumruk atar.)
KADIN: Bir filmde dinlemiştim bu şarkıyı. Bir adam yağmurlu bir günde evde tek başınadır. Karısı ve çocukları şehir dışına çıkmışlardır. Adam da yakın zamanda bir sokak serserisinin saldırısına uğramış, yarası geçmiş ama eski gücü yok. Adamın karısı da sanat simsarı mıdır nedir öyle bir şey. Lüks bir evleri var, evin her tarafı sanat eserleriyle dolu. Büyük tablolardan tut eciş bücüş heykellere kadar… Neyse, akşam vakti kapı çalar, kapıda iki yabancı kız vardır. Yolda kaldık, yağmurda ıslandık, taksi bulamadık, telefonunu kullanabilir miyiz? Falan filan! Eve girerler… Sohbet… Muhabbet… Sonra adamı baştan çıkarırlar. Adamla sevişirken video çekerler. Adamı da bağlayıp evin amına koyarlar.
ERKEK: Bizimle ne alakası var şimdi?
(Daktilo sesi yavaş yavaş yükselmeye başlamıştır.)
KADIN: (Sanki Erkek’in orada olduğunu unutmuş gibi sıçrayarak Erkek’e döner.) Şarkıyı anlatıyorum işte, oradaki kızlardan biri bu şarkıyı açıp dans ediyordu.
(Daktilo sesi iyice artar, artık oyuncuların sesiyle aynı düzeydedir.)
ERKEK: (Şarabını bitirir. Kadehi sehpaya sertçe koyup ayağa kalkar, Kadın’a yaklaşır.) Sen de eve bir erkek atsam da, o filmdeki kız gibi dans ederek adamı tahrik etsem, sonra da işleri yarıda bırakıp onu delirtsem diye şarkıyı hazırda mı bekletiyordun?
( Daktilo sesi bir anda susar. Kadın ve Erkek donakalır. On beş saniye sessizlik. )
ERKEK: (Birkaç adım geri atar.) Bu ne şimdi? (Az önce olduğu yeri gösterir.) Ne yapıyor bu?
KADIN: (Düşünceli.) Bu iş iyiye gitmiyor. (Erkek ve Kadın’ın az önce durdukları yerlere ve odaya aranırcasına göz gezdirmeye başlar.) Hiç iyiye gitmiyor…
ERKEK: (Kadının yanına gelip omzuna dokunur.) Ne biliyorsun, söyle!
KADIN: Bir şey bilmiyorum. Nasıl bilebilirim ki? (Yukarıyı göstererek.) O’nun parmaklarındaki bir kuklayım ben sadece! Görmüyor musun? (Hızlı adımlarla sahnenin önüne gelerek Camekân’a iki eliyle vurur.) HEY! (Camekâna üç kere daha vurur.) Görmüyor musunuz? Hani o yaşadığınız her şeye ‘Kader’ diyorsunuz ya… Asıl kaderi yaşayan biziz be! Ne bakıyorsunuz? Kalkıp bir şey yapsanıza! Ne bakıyorsunuz?
ERKEK: Ne oluyor, sakin ol! Ne oluyor?
KADIN: Ne olacak? (Yine seyircilere döner.) Hepsi ezbere biliyor bunları ama yine de zevkle izliyorlar. Size diyorum adi pislikler! (Yine Camekân’a vurur.) Hepiniz anladınız neler olacağını, görmüyor musunuz? Bu adamın bana neler yapacağını anlamıyor musunuz?
ERKEK: (Anlar.) Hayır, saçmalama. O kadar da değil…
KADIN: (Erkek’e döner.) Evet, o kadar! Sen de hissetmiyor musun içindeki hiddeti?
ERKEK: Ama çok anlamsız! Ne gereği var, bunu neden izlesinler? (Hayal kırıklığı ile Camekân’a yaklaşır.) Bunu izlemek için mi buradalar?
KADIN: Tabii ya, ne sandın? Zevk alıyorlar, eğleniyorlar. Dünyanın en büyük sektörlerinden biri ne biliyor musun? Çocuk pornosu! Çok izlenen bir diğer şeyi de söyleyeyim, tecavüz pornosu! Ne zaman bir kadına tecavüz edilse, öldürülse herkes kınıyor, herkes idam istiyor sözde. Peki, söyle bakalım; kim izliyor o zaman bunları? Bak şu sapıklara… Az önce burada gördüklerinden sonra neler olacağını bal gibi anlıyorlar. Neden kalkıp gitmiyorlar? Neden izlemeye devam ediyorlar? Biri de dese ya; “Ben bunları izlemek için mi para verdim kardeşim! Kurgu da olsa görmek istemiyorum!” Ama yok, zevkle izleyecekler. Kaşınan bir yaranın kabuğunu kanata kanata kaşır gibi seyredecekler başıma gelecekleri. Tüm bu sahneleri izledikten sonra kaçı eve gidip karısıyla, kocasıyla sevişecek sence?
(Kadın yine Camekâna saldırır. Seyircilere bağırır.)
KADIN: Kalkın lan! Kalkın gidin orospu çocukları! Pis sapıklar, alçaklar, namussuzlar! Bu kaçıncı tecavüzümü işleyişiniz, doymadınız mı lan, doymadınız mı adiler?
(Erkek hızlıca gelip Kadın’a arkasından sarılır. Kadın Erkek ’ten kurtulup Camekân’a saldırmaya çalışır, Erkek daha sıkı tutar.)
KADIN: Siktirin gidin lan! Siktirin gidin! SİKTİRİİİİİİİİİİİİİİİİİNNNNNNN!
(Kadın’ın gücü tükenir, ağlamaya başlar. Erkek’in kollarında yere yığılır. Erkek daha sıkı sarılır. Bir süre sonra Kadın sakinleşmiştir. Gözlerini silip kendini toparlar, Erkek ’ten uzaklaşır. İkisi de hala yerde oturmaktadır.)
ERKEK: Bu daha önce de mi oldu?
KADIN: Ne sandın ya*? (Güler.)* Kıyamam, bana mı üzüldün sen? Sen kendini düşün, senin başına neler gelecek kim bilir!
ERKEK: Ama neden?
KADIN: Anla artık, burada sıradan olayları göstermek işe yaramaz. (Seyircileri gösterir.) Bu asalaklar sıradan bir şeyi izlemek için niye para versinler ki? Onların hayatı sıradan zaten. Yukarıdakilerden birinin bir sözü vardı, neydi adı… Hah! Kosta Kortidis! Onun sözü: “Yazarlık yaşananları değil, yaşanmayanları yazmaktır.”
ERKEK: Yukarıdakinin adı bu mu?
KADIN: (Bıkkın.) Of, hayır! Bir tane yok yukarıdakinden, bir sürü var. Yukarıdaki Kosta değil. Ama onun öğrencisi. Onun laciverti desek daha doğru olur. Aynı yazar takımı işte! Onlardan bu denli nefret ettiğimizi bilseler ne düşünülürlerdi acaba…
ERKEK: Bırak şimdi bunları. Ne yapacağız?
KADIN: (Şefkatle Erkek’in yanağına dokunur.) Ne yapabiliriz ki?
ERKEK: (Ayağa Kalkar.) Hayır, ben böyle bir şeyi yapamam. Yapmamalıyım! İstemiyorum.
KADIN: (Ayağa kalkar, artık dingin bir hali vardır. Üstünü başını, saçını düzeltir.) Senin ne istediğinin önemi yok. Az sonra daktilo sesi tekrar duyulacak ve sen bunların hiçbirini hatırlamayacaksın. O ne yazarsa yapacaksın. Sonra yukarıdaki mola verip de daktilo sesi susunca yine buraya döneceğiz. İşte o zaman pişmanlığını yaşarsın.
ERKEK: Üzgünüm…
KADIN: Hep de böyle derler. Üzülme, bunu yapan sen olmayacaksın, bunu biliyorum.
ERKEK: Bir yolunu bulmak zorundayız… Buradan çıkmanın bir yolunu bulmak zorundayız.
KADIN: Bir söz vermeni istiyorum.
ERKEK: Nedir?
KADIN: Yaşanacak olanlar… Yaşanıp da buraya geri döndüğümüzde hiç olmamış gibi yapalım. Şu Camekân’ın ardındaki sahtekârlar gibi biz de görmezden gelelim, olur mu?
ERKEK: Geri geldiğimizde…(Kadın’a arkasını döner, koltuğun önünde durur. Arkası dönük konuşur.) Yüzüne bakabilecek miyim onu bile bilmiyorum. Şimdiden hissetmeye başladım, biliyor musun?
KADIN: Neyi?
ERKEK: (Hala arkası dönüktür.) Üzerine atlamak istiyorum, seni sikmek istiyorum. Sadece bu da değil, seni parçalamak istiyorum! Bir hayvan gibi, aç bir kurt gibi. Kendimden iğreniyorum.
(Erkek ellerini yüzüne kapatır. Kadın ve Erkek bir anda donakalır. On beş saniye sonra daktilo sesi yeniden başlar. On beş saniye sonra oyun tekrar başlar.)
KADIN: Dediğim gibi, adamın evi sanat eserleriyle dolu. Modern sanat dediğimiz sikimsonik şeyler hep. (Kahkaha atar.) Bu sözleri topluluk içinde söylediğimi düşünsene! Nasıl da linçlenirdim. Neyse bu kızlar adamın evi dağıtıyor, adamı bahçeye sadece kafası ve omuzları dışarıda kalacak şekilde gömüyorlar. Adamın telefonunu açıp seviştikleri videoyu da adamın sosyal medya hesaplarından paylaşıyorlar ve film burada bitiyor. 2015 yapımı 1 saat 36 dakikalık bir Vandalizm pornosu. İzlediğim en kötü filmlerden biriydi.
ERKEK: (Sakinleşmiştir.) Kötü bir film olduğuna nasıl karar verdin?
KADIN: Ben değil, Alfred Hitchcock karar vermiş.
ERKEK: Film 2015 yapımıysa, Hitchcock nasıl karar veriyor?
KADIN: Hitchcock şöyle der: “Bir sahnede bir kapı kapalıysa ve bir sonraki sahnede kapı açılmışsa ve kapının nasıl açıldığı açıklanmadıysa o kötü bir filmdir” Bu filmde de bu kızlar kimdi ve neden bunları yaptılar bize açıklamıyor.
ERKEK: (Usanmıştır.) Alfred Hitchcock’un böyle bir sözü yok.
KADIN: Desene kötü olduğuna gerçekten de ben karar verdim! (Gülmeye başlar.) İyice sarhoş oldum demek ki?
ERKEK: (Tekrar kadehlere şarap doldurmaya başlar.) Yeterince değil. (Koltuğa oturan kadına dolu kadehi uzatır.)
KADIN: (Kadehi itekler.) Hayır, hayır… Çok içtim.
ERKEK: Beğenmediğin bir filmi bu kadar çok anlattığın için cezalısın, içeceksin.
KADIN: Peki öyleyse. (Kadehi alıp içer.)
ERKEK: (Koltuğa oturup yanını gösterir.) Haydi, gel yanıma otur şöyle.
(Kadın kararsız kalır fakat yine de oturmaya karar verir. Erkeğe uzak kalacak bir şekilde koltuğa oturur. Tedirgindir. Saate bakar. Etrafına bakarak aranır.)
ERKEK: Ne oldu? Ne aradın?
KADIN: Telefonuma bakındım. Çantamdan çıkarmadım mı acaba? (Orta sehpaya kadehi bırakır, sehpanın üzerindeki çantasına uzanır.)
ERKEK: (Uzanıp kadının bileğini tutar.) Bırak şimdi telefonu, ne yapacaksın bu saatte?
KADIN: (Erkek’in elini silkeler.) Evet, saat de çok geç oldu, değil mi? Bildirimlere bakacaktım. (Çantasından telefonunu çıkarır.)
ERKEK: (Kadın’ın elinden telefonu alıp masaya fırlatır.) Bırak dedim. (Kadını kendine çeker.)
KADIN: Ne yapıyorsun? Bırak beni!
ERKEK: (Kadını sıkıca tutarak öpmeye ve okşamaya başlar.) Haydi artık… Buraya ne için geldik? Naz yapma!
KADIN: İstemiyorum, bırak!
ERKEK: Hişt… Kendini bana bırak, inat etme!
KADIN: Bırak dedim anlamıyor musun? İstemiyorum…
ERKEK: Sen de istiyorsun. İstemesen beni buraya çağırmazdın öyle değil mi?
KADIN: Hayır… Hayır dedim!
ERKEK: Hem deminden beri ne konuşup durduk biz? Yapmaya geldiğimiz şeyi yapalım artık, bırak kendini.
KADIN: Bırak dedim hayvan herif!
ERKEK: Hişt, ayıp oluyor ama. Az önce dans ederken hoşuna gidiyordu. Çıkart şunları, hadi… Dayanamıyorum artık!
KADIN: YETER, BIRAK! (Erkek’e tokat atar.)
(Sessizlik.)
ERKEK: (Kadın’a tokat atar.) Demek istemiyorsun ha? Şimdi istersin pis orospu! (Kadın’ın üzerine atılarak tecavüze girişir.) Hem beni buraya getir, iyice azdır, hem de istemiyorum deyip yarım bırak… Şımarık sürtük!
KADIN: Kalk üstümden! Pislik!
ERKEK: (Tokat atar.) Sus, sürtük! Kaç saattir senin saçma sapan muhabbetlerini dinliyorum. İstediğimi almadan buradan asla gitmem. Direnme artık. Sen istesen de istemesen de bu iş olacak!
(Kadın can havliyle orta sehpanın üzerinde duran kadehi alıp Erkek’in başına vurur. Erkek’in sendelemesiyle Kadın kurtulup ayağa kalkar. Kitaplığın önüne gelip adama bakar.)
ERKEK: Off! (Güler.) Seni küçük orospu! Başım kanıyor… Ama kurtulamadın benden. Hiç boşa sevinme, öyle kolay ölmem. Hele hele bu gece seni sikmeden ölmeyeceğim!
(Erkek etrafına bakar, ani bir kararla televizyon sehpasının çekmecesini açıp bir silah alır, kadına doğrultur.)
KADIN: Hayır, yapma…
ERKEK: Korktun mu? Kork zaten!
KADIN: Dur, lütfen! Oturup güzelce konuşalım. Fazla ileri gittik.
ERKEK: Ne oldu? Yumuşadın birden? Ama yok, güzelce konuşmak yok artık. Güzellikle sevişmek de yok. Bunu sen istedin! Bu gece her şey zorla olacak artık.
KADIN: Lütfen biraz sakinleşelim. Bunun ikimize de ne faydası var? Sakin ol…
ERKEK: Ben gayet sakinim. Off! Çok hoşuma gidiyor! Belli ki zorla olunca daha çok zevk alacağım.
KADIN: Çok sarhoşsun, normal düşünemiyorsun. Lütfen beni dinle. Birazcık sakinleşelim, dışarı çıkıp bir hava alalım.
ERKEK: Sarhoş falan değilim! Aklım başımda! Hatta çok da iyi düşünüyorum şu anda. Ne düşünüyorum biliyor musun? Artık geri dönüş yok… Öyle ya da böyle seni öldüreceğim. Karar veremediğim tek bir şey var…
KADIN: Lütfen… Lütfen! Mantıklı düşünmeye çalış, hemen karar verme.
(Daktilo sesi artmıştır. Yazar tuşlara daha sert basmaya başlar.)
ERKEK: Karar veremiyorum… Seni önce zorla sikip sonra öldürsem mi, yoksa önce öldürüp sonra mı siksem? (Kahkaha atar.)
(Kadın dehşet içindedir. Daktilo sesi daha da artar. Erkek gülmeye devam etmektedir. Kadın ani bir uyanış ile yukarı bakar. Daktilo sesi bir anlık bir duraksama yaşar.)
KADIN: Hey! Hatırla; sen ‘Bir Erkek’sin. Hatırla; bizler yalnızca bir karakteriz.
ERKEK: Ne saçmalıyorsun sen be? Deli numarası yaparak benden kurtulamazsın.
(Daktilo sesi daha da sertleşir, sanki kadını kontrol etmek istemektedir.)
KADIN: Bunları sana yaptıran yukarıdaki. O ne yazarsa onu yapmak zorundayız.
ERKEK: Ne? (İrkilir.) Yukarıdaki kim? Üst komşu mu?
KADIN: Hayır! Yukarıdaki işte. Belki yazar, belki Tanrı, belki patron; kim bilir? Ama bize bütün bunları yaptıran o!
ERKEK: (Duraksar.) Yazar mı?
KADIN: Evet! Bana bak, gözlerime bak. Hadi uyan, hatırla!
ERKEK: (Dengesini kaybeder, silahı indirir gibi olur. Kadın’a bakar.) Uyanmak mı?
KADIN: Evet, bak! (Seyircileri gösterir.) Camekân, hatırladın mı? Seyircilere bak.
ERKEK: (Bakar ama görmez. Tekrar silahı doğrultur.) Ne diyorsun sen be? Manyak karı! Deli deli konuşup dikkatimi dağıtmaya mı çalışıyorsun?
KADIN: Hayır, inan bana. Lütfen bir daha bak şu seyircilere. Camekân’ın arkasından bize bakıyorlar. Ne demiştin… Hah! ‘Ya yukarıdaki… Sırf bizi izleyen birileri olması lazım diye onları da yarattıysa?’
(Daktilonun tuşları daha sert basmaya başlar. Erkek’in her kararsızlığında daktilodan bir cızırtı gelir.)
KADIN: Silah! O silahın orada olduğunu nereden bildin? Burası benim evim. Gördün mü?
ERKEK: Ne bileyim… Görmüş olmalıyım. Belki oradan bir şey aldın, açtın o çekmeceyi?
KADIN: Hayır! Şu kapıdan girdiğimiz andan itibaren o televizyon sehpasına dokunmadım bile.
ERKEK: O zaman silahın orada olduğunu nereden bildim?
KADIN: Yazarın bir hatası işte, şimdi inanıyor musun bana? Gerçek hayatta böyle hatalar olmaz. Yukarıdaki ilk kez bir hata yaptı. Belki de bu yüzden hala yazıyor ama biz uyanıyoruz.
ERKEK: Başım! Çatlayacak gibi… Yukarıdaki yazar… Ah başım! Bu hissi hatırlıyorum. Bu kendini Tanrı zanneden yazarın bizim hakkımızda yazdığı hikâye bitince ne olacak?
KADIN: Evet! Aynen böyle demiştin, hatırladın mı?
ERKEK: Evet… Hatırlıyorum. (Gözleri dolar.) Ama engel olamıyorum. Çok üzgünüm.
KADIN: Engel olabilirsin! Bir seçim yapmak zorundasın. Kolayı seçme, senin için onun karar vermesine izin verme.
ERKEK: Yapamam… Çok zor! Sana bunları yaptığım için çok üzgünüm. Affet beni…
KADIN: Hayır, dur! Bunu yapmak istemiyorsun. Bunu sana “O” yaptırıyor. Lütfen beni öldürme. Onun beni öldürmesine izin verme. Haydi, bırak artık silahı.
ERKEK: Bıraksam ne olacak ki? Kurtulabilecek miyiz buradan?
KADIN: Bilmiyorum… Bilmiyorum! Ama bir şansımız olabilir.
ERKEK: Diyelim ki kurtulduk ve o tarafa geçtik. (Seyircileri gösterir.) Ne farkları var bizden? Onlar da eninde sonunda bir çoban tarafından güdülen koyunlar değil mi? Evde karı/koca, işte patron, okulda hoca… Her yerde bir çoban var. Çobanların da çobanları, onların da kendi çobanları var. Camekân’ın diğer tarafına geçeceğiz de ne olacak? Ne giyeceğimize, ne yiyeceğimize, nereye tatile gideceğimize hep kendimiz karar verdik zannedeceğiz. Ne zaman evleneceğimize, kaç çocuk yapacağımıza, nereden ev alıp kimlerle oturup kalkacağımıza… Ama bütün bunların bize dayatıldığını anlamadan ölüp gideceğiz. Gerçekten istediğin bu mu?
KADIN: Bir tercih hakkımın olmasını istiyorum. Hayatımda tek bir kararı olsun kendim almak istiyorum. Gerçekten istediğim şey bu.
(Daktilo artık Kadın’ın da Erkek’in de kontrolünü kaybetmiştir. Tuşlara çılgınca basar.)
ERKEK: Hayır! (Silahı yeniden doğrultur.) O tarafa da geçmeyeceğim. Kim olduğumu bile bilmiyorum. Birisi olmak ne demek onu bile bilmiyorum! Bu işe burada bir son vereceğim. Önce seni sonra kendimi öldüreceğim. Yukarıdaki şerefsiz sana sesleniyorum! Bak bakalım bunu beğenecek misin?
(Kadın gözlerini kapatıp çaresizce bekler. Daktilonun sert tuş seslerinin arasında cızırtılar artmaktadır. )
ERKEK: AAAAAAAAAAAAA!
(Erkek çığlığıyla birlikte son anda kolunu doksan derece döndürür ve Camekân’a/seyircilerin üzerine üç el ateş eder. Beş saniye süren sessizlik. Kadın neler olduğunu görmek için gözlerini açar. Bir çıtırtı duyulur. Ardından bir tane daha, bir tane daha. Sonra aniden büyük bir gürültü ile “Camekân yerle bir olur. Kadın ve Erkek kırık camlardan kaçınmak için kollarını kendine siper etmiştir. Gürültü durduğunda Erkek yavaşça doğrulur ve seyircilere bakar. Daktilo büyük bir gürültüyle cızırdar ve susar. Seyircilerin arkasındaki salon kapısı büyük bir gıcırtı ile açılır ve içeri güçlü bir beyaz ışık dolar. Kadın emin adımlarla Erkek’in yanına gelir. Erkek’in elinden silahı alıp yere bırakır, Erkek’in elini tutar. İkisi birbirine bakar. Maurice Ravel’in Bolero ’su çalmaya başlar. Kadın önde, Erkek arkada basamakları çıkarak beyaz ışıklı kapıya doğru yavaşça çıkarlar. Kapıdan çıkarlar, kapı arkalarından kapanır.)
PERDE