-Canavar-

Canavar

Hatırladığım ilk anım babama dair. Kucağına oturmuşum , bana bir masal anlatıyor. Herkesin bildiği bir masalı hiç kimsenin duymadığı bir şekilde. Bu masalda şaşkın prenses acele ile merdivenden inerken paldır küldür yuvarlanıyor. Bindiği at arabası karpuza dönüşünce , karpuz çekirdekleri burnuna kaçıyor. Gözlerimden yaş gelerek kahkaha atıyorum “Dur baba” diyorum “Karnım ağrıyor artık”

Babam ile her zaman iyi anlaşırdım İyinin de ötesinde. O benim en yakın arkadaşım , kahramanım , dünyada en sevdiğim kişiydi. O da beni çok severdi. Saçlarımı okşar , öper , yatmadan önce bana masallar anlatırdı. Sevgisini göstermekten hiç çekinmedi. Anneme karşı beni hep savunurdu. Odamı dağıttığımda , bir şeyler kırdığım zaman , yemeği beğenmeyip huysuzluk yaptığımda hep annemin , “Böyle yapma. Çok şımartıyorsun onu” azarına göğüs gererek aramıza girer , benim adıma asla tutmayacağım sözler verirdi. “Tamam annesi bir daha yapmayacak”

Ama hep yapardım. Yine ve yine ve yine. Bazen sırf annemi kızdırmak için. Okula başladığım zaman da bu değişmedi. Sadece annemin azar sebepleri çoğaldı. “Dersini yap , kitap oku , çantanı neden yırttın , kalemliğini kaybetmişsin”. Bir keresinde önceki gün aldığı kalemliği taşla parçalamıştım. Sırf annemi kızdırmak için. Nede olsa babam vardı. O bana asla kızmaz , hemen gider yenisini alırdı.

Oysa babam bir şey istedi mi benden , akan sular dururdu. “Bu kalemliği çok beğendim” dedi diye kavga bile çıkartmıştım. Çünkü arkadaşım geçerken çarpıp düşürmüştü onu. Onu üzgün gördüğüm zaman bende üzülürdüm. Neşesini yerine getirmek için yapamayacağım şaklabanlık yoktu. Bunu gördüğü zaman zoraki olsa da gülümser “İyiyim” derdi. Ama aslında iyi olmadığını bilirdim. Yatağıma yatar , yorganı başıma çeker ağlardım. Biraz sonra gelir , beni saklandığım yerden çıkartır , sarılırdı bana. “Gerçekten iyiyim” derdi. O zaman sıkı sıkı sarılıp ona , yüzümü göğsüne gömer , hıçkıra hıçkıra ağlardım. Başımı okşar , gözyaşlarıyla ıslanan yanaklarımı öper , gözlerimin içine bakıp gülümserdi “İyiyim”. O gerçek gülümsemeyi gördüğümde ancak rahatlar , bende ağlamayı bırakırdım.

Babam bazen uzun iş seyahatlerine giderdi. Onunla telefonda konuşmadan asla uyuyamazdım. Telefonda beni ne kadar sevdiğini , ne kadar çok özlediğini söylerdi. Hasretin nemlendirdiği sesini benden saklamaya çalışsa da bilirdim ağladığını , çünkü bende saklardım ondan gözyaşlarımı. Evinden , benden uzakta bir de benim için endişelenmesin diye.

Zaten ne olduysa o seyahatlerden birinde oldu.

Son iş gezisinden geldiğinde çok yorgun görünüyordu. Normalden uzun sürmüştü bu seyahati. “Onun yorgunluğudur” dedim. Ama sanki daha farklı bir şey vardı. Kısaca kucakladı beni, yanaklarımdan öptü, aldığı hediyeyi verip gönderdi. Oysa sadece kucaklaşmamız , öpüşüp koklaşmamız yarım saat sürerdi. Oyuncağımı alıp , kıskanç bakışlarla, annem ile konuşmalarını izledim uzaktan. Sonra odalarına çekildiler. On beş dakika sabredebildim kapılarına dayanmadan. Yumruklayarak kapıyı bağırdım, “Bu oyuncak çalışmıyor”. Babam açtı kapıyı , yüzünde silik bir gülümseme, az önce yerinden oynattığım pilleri yerleştirip geri verdi oyuncağımı. On dakika sonra yine kapıdayım. “Baba. Babaaa” diye ortalığı ayağa kaldırdığımda kapı yine açıldı. Babamın yüzünde şimdiye kadar görmediğim, en azından bana göstermediği bir ifade vardı. Hızla elimden oyuncağı alıp koridorun diğer ucu na fırlattı. “Rahat bırak biraz bizi” dedi. Şaşırmıştım, hem de çok. İlk defa böyle bir tepki gördüm babamdan. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemedim. O kadara şok ediciydi ki ağlayamadım bile. Göğsüm hızla inip kalkıyordu ama sanki nefes alamıyordum. Bacaklarımın dermanı kesildi, sokak kapısının önünde yere oturup kafamı ellerimin arasına aldım. Nefes almaya, boğulmamaya çabaladım.

Sonraki günlerde düzelir diye bekledim. Yine benim “Canım Babam” olur. “Seyahatten yorgun geldi. İşleri istediği gibi gitmedi” dedim kendime. Ama öyle olmadı. Bana olan mesafesi gittikçe arttı. Artık kucağına almıyor , başımı okşayıp öpmüyordu. Ona yaptığım resimlere şöyle bir bakıp başından savıyordu beni. Onun sevgisinin boşluğunu annem doldurdu. Göğsümde bir yumruk , anneme sığındım her seferinde.

Babam gözlerimin önünde sevgisiz, merhametsiz, kötü birine dönüştü. Annemi de ağlatıyordu. Her ne kadar saklamaya , gizlice silmeye çalışsa da gözyaşlarının gölgesini görüyordum yanaklarında. Annemle arama giren hep babam olmuştu şimdiye kadar. Ama artık anneme çektirdiği üzüntüye dayanamıyordum. Bu kez ben girdim aralarına. Yine gözyaşlarını gizlice silerken görünce katlanamadım, hızlıca kapısını açıp girdim yatak odasına. Yatakta yatıyordu, ne zamandır işe gittiği de yoktu. “ANNEMİ ÜZEMEZSİN ARTIK. YETER” diye bağırdım. O zaman yüzünü buruşturup kalktı yerinde. Koşup beni engellemeye çalışan annemle göz göze geldiler bir an. Sonra bir tokatta beni yere serdi. Şaşkınlıkla acı ile yanan yanağımı tutup kalkmaya çalışırken popoma attığı bir tekme ile koridora yuvarlayıp kapıyı kapattı. Annem hemen kucaklayıp salona kaçırdı beni. İşte babamın benim için öldüğü gün o oldu.

Gün geçtikçe fiziksel olarak ta değişti babam. Zayıfladı, hem de çok. Gözleri büyüdü sanki, altındaki siyah torbalarla daha da büyük ve korkunç görünüyordu. Cildi karardı, saçları, kirpikleri, kaşları döküldü. Sanki içindeki kötülük dışarı sızıyordu. Artık emindim, son seyahatinde babamı bir şey ele geçirmişti. Babam çoktan ölmüştü. Onu ele geçiren canavar ile yaşıyorduk. Anneme fiziksel şiddet te uygulamaya başlamıştı. Ne kadar uzun kollu şeyler giyip saklamaya çalışsa da kollarındaki morlukları görmüştüm. Ancak tekrar babamın karşısına dikilmeye cesaretim yoktu.

Derken bir gün annem beni anneannemin yanına götürdü. “Birkaç gün burada kalman lazım” dedi. Orada iki ay kaldım. Eve geri döndüğümde canavar gitmişti. Ona ait ne varsa kalkmıştı ortadan. İki gün sonra da taşındık zaten. Yeni bir şehir, yeni bir okul, yeni bir hayat. Canavara ne olduğunu hiç sormadım. Sormaya korktum. Daha fazla dayanamayıp annemin onu ortadan kaldırdığına inanıyordum. Bunun için onun başının belaya girmesini istemedim. Annemden başka kimim kalmıştı ki? Birbirimize sarıldık, birbirimizden destek aldık. Yaralarımızı sardık.

Dün benim doğum günümdü. Yirmi yaşıma girdim. Annemle beraber kutladık. Bir pasta yapmış, tam sevdiğim gibi. çikolatalı. Yerken de sohbet ettik. Onca senedir yapmadığım bir şeyi yaptım. Canavar dan bahsettim. Anneannemden gelip onu evde görmeyince nasıl rahatladığımı söyledim. Ne kadar kötü biri olduğunu. O zaman annem ağlamaya başladı. “Onu çok sevdiğin için” dedi.

Afalladım Ne demekti şimdi bu. “Babanı o kadar çok seviyordun ki, baban koktu. Onu kaybettiğin zaman bir daha toparlanamayacağına inandı”. Kafamda dediklerini bir yere oturtmaya çalıştım. Oturmadı. “Ne diyorsun anne sen?” dedim. “Baban” dedi “Kanserdi. Akciğer kanseri. Seni kendinden uzaklaştırırsa, o…o öldüğünde daha az üzüleceğini düşündü. Yapma dedim , yapma, çocuğa da kendine de yazık edersin. İçindeki baba sevgisini öldürme. Ama dinlemedi”

Olduğum yere çöktüm. Kızdım, babama çok kızdım. Daha da nefret ettim. Sonra ondan nefret ettiğim için kendimden nefret ettim. Seveyim mi tekrar onu yoksa nefret mi edeyim, kendime mi kızayım ondan bunca sene nefret ettiğim için, yoksa bana bunları anlatmayan anneme mi işin içinden çıkamadım. Ağlamak istedim anıra anıra…ağlayamadım.

Şimdi biraz daha iyiyim. Evin baş köşesine babamın resmini astım. Karşısına geçip onsuz geçen bunca yılda yaptıklarımı anlattım. Bütün sevinçlerimi, hüzünlerimi, kalp kırıklarımı, baş ağılarımı, diz sıyrıklarımı. Sonra da sitem ettim, ondan nefret etmeme sebep olduğu için. Öfkelendim. Bir yumrukta indirdim asılı olduğu duvardan. Sonra aldım, öptüm, kokladım bağrıma bastım. Babamla barıştım. Kesilen elimden köşesine kan bulaşan resmi yeni çerçeveye koyup astım yerine. Bir daha bizi kimse ayırmasın baba, Sen bile.