Çocukluğunuzda Dünyanızı Şekillendiren Filmler

Çocukluğumda çok sevdiğim ve bende iz bırakmış birkaç film aklıma geldi bugün. Güzel film çok ama 20 yıl sonra bile hatırlandığında o film hakkında “ne filmdi be” diyorsanız, o filmi izlediğiniz günleri de özlemle anıyorsanız o filmi buraya yazmanızı tavsiye ederim. Bazı filmler vardır çocukken izlersiniz ve sizin dünyanızı, hayal gücünüzü şekillendirir. Özellikle bu tarz filmleri size soruyorum. İsmini hatırlamasanız bile film hakkında hatırladığınız başka şeyleri yazın. Hem böylece ismini hatırlamadığınız filmleri de bulmuş oluruz.

Bu konuyu sadece belirli bir yaşın üstündeki arkadaşlar için açmıyorum. Evet, yaşça daha küçük arkadaşlar belki günümüzde daha çok bilinen filmleri yazabilirler ama bu filmler onların dünyasını şekillendirmişse neden yazmasınlar?

Konuyu açan kişi olarak önce ben yazayım. Ben 1986 doğumluyum. Yani çocukluğumun önemli bir kısmı 90’lara denk geliyor. O yıllarda Türkiye’deki TV kanalları akşam saatlerinde çok kaliteli filmler yayımlarlardı. Ben ve kardeşlerim de o filmlere bayılırdık. Bazılarını defalarca yayımlarlardı ama biz yine de izlerdik. Annem ve babam da bizi kırmazlardı ve ailece izlerdik. Bu filmlerden bazıları çocuklara göre olmasa bile izlemişimdir. Onlardan aklıma gelenleri yazayım. Bu arada konularını yıllar sonra aklımda kaldığı hâliyle yazıyorum. Hatam varsa lütfen uyarın.

Hayalet: 1990 yapımı bu film öldükten sonra öbür tarafa gitmeyen, kendisini öldüren adamın peşine düşen, aynı zamanda sevgilisine ulaşmaya çalışan bir adamın hikâyesiydi. Patrick Swayze ve Demi Moore baş rolleri oynamışlardı. Oldukça duygusal bir filmdi. Çocukluğumda ölüm kavramı üzerine düşünmeme neden olan filmdi bu. Bu film özellikle efsaneleşmiş şarkısıyla akıllarda kalmıştır. Onu da paylaşayım:

Galgameth: Yüzüklerin Efendisi ve Harry Potter’dan önce de dünyada bazı ilginç fantastik filmler yapıldı. Bunlardan aklıma ilk geleni Galgameth’tir. Film Türkiye’de Sevimli Dev ismiyle yayımlandı. Babasının ölümünden sonra komplocuların elinden tahtı kurtarmaya çalışan bir prens ve onun yaratık dostunun hikâyesi. Bu küçük ama sevimli yaratık demir yedikçe büyür ve deve dönüşür ama sevimliliğinden hiçbir şey kaybetmez. Bu film de Hayalet filmi gibi 90’larda TV’lerde defalarca yayımlandı ve ben de defalarca izledim.

Geleceğe Dönüş: İşte bana bilimkurguyu sevdiren film serisi. Bu film de 90’larda sık sık yayımlanırdı. Zaman yolculuğu üzerine pek çok film yapılmıştır ama hâlâ en çok ismi anılan bu üçlemedir. 90’larda defalarca izlemiştim. Hatta ilk bilimkurgu öykü denemelerimi bu filmleri izledikten sonra yapmıştım. Geçtiğimiz yıllarda küçük yaştaki bir akrabamla birlikte izledim. Benim o yıllarda hissettiklerimi o da hissetti. Bense hatırladığımdan daha derin bir film olduğunu anladım.

Hababam Sınıfı: Türk sinemasından da bir örnek vereyim. Aslında Hababam Sınıfı sadece ben değil, Türkiye’deki pek çok nesli etkiledi. Pek çok okulda nice sınıf kendisini Hababam Sınıfı olarak gördü. Öğretmenlerimizin hoşuna gitmese de bu sınıfı kendimize örnek aldık.

Aslında daha çok var ama şu an aklıma gelenler bunlar. Aklıma geldikçe diğerlerini de yazarım.

5 Beğeni

TV’de bayağı bir film izledik. Bunların bir kısmı zaten dillerden düşmeyen seriler; Ghostbusters, Terminator, Robocop, Gremlins, vs. liste uzar gider. Aklıma ilk gelenleri sayıp, kaçayım. Sonrasında editleyerek bir iki film daha eklerim:

Galgameth: @okanakinci, hatırlattığınız iyi oldu. Ayağını yorganına göre uzatan hoş bir filmdi.

Defalarca izlememe rağmen her karşıma çıkınca izlediğim filmlerdendi. Hatta sırf bu filmin sonunu getirebilmek için ailecek misafirliğe uğradığımız evden geç ayrılmıştık. Filmin en sevdiğim sahnesi, genç prensi kızgın kalabalığın ellerinden kurtarma kısmı. Filmin genç, güzel ve cesur kadın başrolünün intikam ve öfke karşıtı söylemi beni derinden etkilemiştir. Anlık öfkeyle hareket etmenin zararları hususunda, Yüzüklerin Efendisi’ndeki Gandalf’ın o ünlü sözünden çok önce bir şeyleri zihnime kazımış anlardan biridir. Filmin geneli için şimdi izlesem belki çok izlemenin ve hikâyenin doğası gereği bünyesindeki işlene işlene hemen tanıyacağımız şablonların verdiği tanıdıklık hissiyle çocukluğumdaki seyir keyfini vermeyebilir. Ama kabul edeyim, kendi çapında kendini izleten keyifli bir seyirlikti.

American Cyborg Steel Warrior: Öncelikle filmin 1975 tarihli, jön mü jön Yul Brynner’ın yalnız savaşçı rolünde boy gösterdiği The Ultimate Warrior’dan esinlendiği bilgisiyle başlayayım. Ha, filmi defalarca izlediğim zamanlarda bu bilgiye sahip değildim. Ve itirafta bulunursam, 90’ların kaba saba ve anlamsız gösterişlikteki, kıyamet sonrası tekinsiz dünyalılı American Cyborg’e daha bir kanım ısınıyor. Hikâye, dünyadaki kısırlığa çare için taşıdıkları ceninleri güvenli bir bölgeye götürmekle başlıyor. Her Terminator sonrası katil cyborg/android filminde olduğu gibi T-800’den hallice bir makina ekibin peşine takılır ve bir kişi hariç hepsini yok eder. Geri kalan tek kişiyse yalnız kurt kafasında takılan savaşçı tarafından şans eseri kurtarılır (ya da ben öyle hatırlıyorum). Ekipten geriye kalan o tek kişi, savaşçıya kendisiyle gelmesi için ödül vaadinde bulunur ve birlikte yola çıkarlar. Böylece yamyamlar ve tuhaf geleneklere sahip topluluklar gibi karşılaşılan türlü durağın yer aldığı kaçış hikâyesi başlar.

Filmin, beni şaşırtması gerekirken o kadar da etkilemeyen bir ter köşesi de vardı.

The Goonies: Steven Spielberg’in hikâyesini ve yapımcılığını üstlendiği, genç kafadarların peşlerine beceriksiz gangsterler takarak korsan hazine avına çıktığı, tatlı mı tatlı bir serüven.

Stranger Things’in ilham kaynaklarından, halis muhlis 80’ler kafası macera. Aslında bu filmi Indiana Jones formülünün çocuklar temelinde uygulanmış bir versiyonu demek yanlış olmaz. Çocuklar ülke ülke gezemeseler bile hep bir öncekinden farklı mekanlarda macera yaşayarak o eksikliği fazlasıyla gideriyorlar. Geri kalan Indiana macera şablonlarından, gizli hazine, gizemli mekanlar, ilginç bulmacalar, tehlikeli tuzaklar ve hazine peşinde kötü adam teması yerli yerinde.

Filmde tanıdık oyuncular da yer almakta. Şu sıralar Marvel Sinema Evreni’nin Thanos’u olarak arz-ı endam eden Josh Brolin, Yüzüklerin Efendisi uyarlamasının Sam’i Sean Astin (kendisi Stranger Things 2. Sezon’da da boy göstermiştir) yer alıyor.

Filmdeki favori karakterlerimse sırasıyla şu ikili ve çılgın çocuk:

John%20Matuszak%20and%20Jeff%20Cohen

Labyrinth: Bir gün, Muppetların babası, mekanik efekt ve kuklacılık ustalarında Jim Henson, Star Wars ve Indiana Jones serilerinin arkasındaki isim George Lucas ve ünlü İngiliz komedi topluluğu Monty Python’dan Terry Jones bir araya gelmiş, film çekmeye karar vermişler. Oyuncu kadrosuna David Bowie’yi ve gencecik aktris Jennifer Connelly’i katarak, bolca mekanik efekt, dekor ve türlü mekanizmada hayat bulan kukla yardımıyla oldukça klasik temalara sahip fantastik mi fantastik bir yolculuk çıkarmışlar.

Filmi tekrar izlediğimde, zaten çok klasik sayılabilecek büyüme öyküsünün, masalsılığı destekleyen teknik şovun altında daha da kaybolduğu görüşündeyim. Ama o kuklalar ve türlü mekanla tasarlanmış şovlar yok mu, ah o şovlar? Görece daha derli toplu sayılabilecek bir başka Jim Hanson ve ekibinin işi sayılan The Dark Crystal bile o kadar etkileyici gelmemiştir.

Honey! Blew Up the Kid: Eyvah çocuklar büyüdü! Olay bu. Bu kadar. İzlenip unutulacak ve bu sayede yıllar sonra tekrar izlenecek bir aile filmi. Yıllar yıllar sonra ilk film Eyvah Çocuklar Küçüldü’yü izleyebilmiştim. Küçülme ve onunla gelen aksiyonları güzel kotarmışlardı. Bu listenin en uygunsuzu bu film galiba. İkinci filme maruz kalıp, yetişkinken birinci filmi daha çok bağrıma bastım.

Explorers: Gremlins serisiyle tanınan Joe Dante’den bir başka yaratıklı çocuklu film. Çocukların kendi uğraşlarıyla uzaya çıkıp uzaylılarla karşılaşması, çocuk aklımın başını almıştı.

*batteries not included: Bir Steven Spielberg yapımı daha. Uzaylı şirin mi şirin robotlar, kenar mahallenin birinde bulunan apartmana gelirler. Robotlardan biri doğum bile yapıyordu. Yaşlı çiftin eski pişmanlıklarından dolayı onları apartmandan atmaya çalışan serseriyle ilişkileri dramatik ve hikâyesel açıdan dikkatimi en çok çeken şeydi.

Short Circuit: Robotta olsa insanlık insanlıktır! Savaşmak için tasarlanmış bir robotun dostcanlısına dönüşmesi ve insaniliği koruma macerası eğlenceliydi. 5 Numara, yani Johnny 5, yani biricik robotumuz göz kapaklarını kıstı mı, ürkütücü, açtı mıydı, şaşkın ve masumane:

Kendi çapında savaş ve şiddet karşıtlığı içeren tatlı bir film.

Zulu: Teorik mahiyette tüm savaş ve kahramanlık klişelerine sahip. İşlenişteyse savaşı, ona sebep veren şeyleri ve birbirimize karşı verdiğimiz mücadeleleri gözümüzde kutsallaştıran etkenleri sorgulatan bir ruh haline içerisinde.

Elleri kanlı doktorun, inatla kampı terk etmeyip savunma savaşına geçen kumandana haykırışı “Sayende artık doktor değil, kasabım!” (En azından sahneyi öyle hatırlıyorum.)

Ernest Scared Stupid: Jim Varney’in hayat verdiği Ernest karakteri ve onunla anılan seri uzuncadır. Şapşal karakterin tuhaf maceralarını konu edinen serinin en ürkütücüsü bu film. cadılar Bayramı temasına uygun olarak yeri geldiğinde ürkütücü olmaktan çekinmeyen filmin sonuysa tam Ernest’lık. Tamam, biraz çatlakça ama bu film de zaten bir Ernest filmi.

Dragonslayer: Korkunç ejderha, soylu veya yoksul masum prensesler, büyücüler, düzenin sürmesini isteyen kötüler, bir çağın kapanıp bir başka çağın doğuşu… Çocukken izleyince bunları pek fark etmemiştim. Tek derdim ejderha görmekti ve film o konuda beni tatmin etmişti. Filmi tekrar izleyince, kılıç dövüşünde Star Wars’ın etkisi, büyücüler ve ejderhalar gibi mucizevi varlıkların çağının bitip yerini Hristiyanlığa bırakması, hikayeyi uzatmak ve kahramanın ders almasını sağlamak için Yüzüklerin Efendisi’ndekine benzer bir özel emaneti yerine ulaştırma mevzusu ve bunu "O kadar zahmete ne gerek vardı?"ya getiren işleniş… Kendini beğendiren yönleri de kendini sorgulatan yönleri de olan bir filmdi.

They Were Eleven: Ya da asıl adıyla Jûichi-nin iru! Ben kısaca TWE diye özetleyeyim. Bir anime olarak kendisini türdeşlerinden ayıransa şüphe üzerine kurulu psikolojik gerilim. Uzay Akamesi’nden 10 kişi, teste tabii tutulmak için terk edilmiş bir uzay gemisine gönderilir. Gemiye geldiklerindeyse 11 kişi olduklarını fark ederler. Farklı gezegenlerden gelen farklı mı farklı bu 11 kişi de test için orada bulundukları ve 11. kişi olmadıkları hususunda ısrar eder. İşbirliği gerektiren sorunlar karşısında ekibin arası yumuşarken, beklenmedik sorunlar karşısında o gizemli 11. kişinin varlığı ipleri gerer.

Arion: Yunan mitolojisini kafasına göre kurgulayan bir tuhaf macera. Tabii mitolojiyi kafasına göre kurguladığını çok sonra öğrenmiştim. Aman, neyse. Çocukken izledik, ters köşeler karşısında çok ola ola Arion’un macerasına tanıklık ettik.

4 Beğeni

Jumanji :grin: absürd bir hikayesi var bana göre ama her gördüğümde izlerim :grin:

4 Beğeni

Terminator serisini de unutmamak lazım. Yapay zekâ, nükleer savaş, kıyamet gibi kavramları derinden işleyen bir film ve çocukken beni şoka uğratmıştı.

2 Beğeni

Bir dizi eklemek istiyorum :scream: Aşağıdaki sahne hiçbir zaman aklımdan çıkmadı :slight_smile:

5 Beğeni

Geleceğe Dönüş filmi benim için de bir dönüm noktasıydı gerçekten. Her hafta bir bölümünün çıktığını hatırlıyorum. Küçüklüğümde hissettiklerimi tekrar hissedemezsem ve benim için değeri azalırsa diye korkumdan tekrar izleyemediğim garip bir film benim için.

Bir de adını hatırlayamadığım bir film var. İki sahnesini çok net. Geniş, kurak bir arazide yüksek bir su deposu sahnesi ve elinde telsiz ya da radyomsu bir aletle duran bir kız çocuğu sahnesi. Bazen bu iki sahnesini rüyamda bile görüyorum ama filmi asla hatırlayamıyorum.
Hay Allah, yine çokça işgal edecek zihnimi bu iki sahne…

3 Beğeni

Geleceğe Dönüş’ü aynı hisleri yaşayamamaktan korktuğunuz için izlememezlik etmeyin. Çocukluk günlerinizi anarak izleyeceksiniz. Hatta çocukluğunuzda anlamamış olabileceğiniz bazı şeyleri şimdi anlayabilir ve daha çok keyif alabilirsiniz. Bence şöyle yaparsanız sizin için daha keyifli olur: Bu film serisini daha önce hiç izlememiş çocukları yanınıza alın ve ailece izleyin.

3 Beğeni

Kendi çocuklarım olursa belki önerinizi değerlendirebilirim. Ya da mezun olduğumda sınıfımla birlikte izleyeceğimiz ilk film bu olabilir. Evet, sevdim bu fikri :smiley: Teşekkürler!

4 Beğeni

Enemy Mine: Uzun zaman boyunca bu filmi kendi rüyam sanmıştım. -Uzun zaman dediğim, dördücü sınıftan lise sona kadar sürdü bu- Tesadüfen eski bilimkurgu eserlerini araştırdığım bir gün rastladığım film afişinde rüyamdaki karaktere çok benzettiğim uzaylı karakteri görünce dayanamadım açıp izledim o filmi. Nihayetinde film sadece basit, acemice bir bilimkurgu (daha çok) aksiyon filmiymiş ve ben küçük detaylarına takılmış, o detaylara inanılmaz anlamlar yüklemişim. Hakkını yemek istemem, belki de ben o eski tadı alacak zevki kaybettim.

Hâlâ düşündükçe duygu seline kapılırım. Ama eminim bugün kurguya olan sevgimin kökü EM’a (ya da kafamdaki EM’a) uzanıyor. Günün birinde uzaylının kolyesinden yaptırıp çocuklarıma vereceğim.

5 Beğeni

Hellraiser, The Thing ve The Fly benim film olsun, oyun olsun, kitap olsun korku/gerilim türünün her örneğine ilgili olmamı sağlamıştır. Ek olarak Wishmaster’ın adını da anmam gerekir. (Be careful what you wish for :slight_smile: )

Bana animasyonları sevdiren ve sinemada izlediğim ilk animasyon filmi olma özelliğini taşıyan The Lion King

Event Horizon ve Stargate beni orcların, elflerin, büyücülerin, savaşçıların dünyasından koparıp, bilimkurgu türüne yönelmemi sağlamıştır.

3 Beğeni

La Guerre des Tuques (1984)

Bizdeki adıyla Savaşı Durduran Köpek.

Uğruna savaştıklarımız ve bedelinde kaybettiklerimiz üzerine harika bir çocuk filmi. Hikâye şöyle. Kış zamanı kasabanın çocukları kardan müthiş bir kale yaparlar. Çocuklar, biri saldıran diğeriyse savunan taraf olmak üzere iki gruba ayrılarak, savaş oyununa tutuşur. Kendilerini oyuna o kadar kaptırırlar ki hepsinin sevgisine muhtaç, saint bernard cinsi köpeği unuturlar.

Çocuklar gibi ben de kardan kalenin büyüleyiciliği kapılmış ve tıpkı onlar gibi, kış bitince kalenin yok olacağını ve bir hiç için savaştıklarını unutuvermiştim. Üstüne üstlük bu gerçek, çocukları derinden etkileyen aynı olayla kafama dank etmişti.

Planes, Trains & Automobiles (1987)

Yan yana gelmekten itinayla kaçınacağınız biriyle yollar arşınlamak mı? Zor. Ama hayat sürprizlerle dolu.

Noel arifesinde evine dönmeye çalışan işadamı ile duş perdesi için askılık satan seyyar satıcı ister istemez birlikte yollara düşerler.

Filmdeki zıt kutuplarda olup bir arada yaşayabilme teması, Susam Sokağı’ndan tanıdığımız Edi ile Büdü (asıl adlarıyla Ernie ve Bert) ilişkisinin farklı bir versiyonu gibi gelmişti. Büdü’nün Edi sayesinde çıldırmasına rağmen birlikte yaşayabilmeleri, yaşadığımız zamanda daha da kıymetli mesajlara evsahipliği yapıyordu. Çünkü Edi’nin çıkışları, Büdü ve dolayısıyla onları izleyen bizlere farklı konularda farklı biçimde değerlendirmeler yapılabileceğini aşılardı. Yeri geldi mi bizi deli bile etse, birlikte yaşamayı sürdürmeliyiz, mesajını da unutmamalı.

Bu bağlamda filmdeki zoraki yoldaşlarımızın yolculuğundan aldığım mesaj, “Taraflar bireyselliklerini ve kişiliklerini korurken, hayatlarını ileriye taşıyacak ortaklıklar kurabilmeli, yeri geldi mi başkalarını da dikkate almaya özen göstermeli (örneğin, yanlış yönlere saptığımızı haber vermek gibi :joy:), ancak o sayede elde avuçta muhafaza edilmeye çalışılan huzura, mutluluğa ulaşılabilir.”

Cool Runnings (1993)

Bizdeki adıyla Üşütük Popolar :joy:

Jamaikalı bir grup genç, adını ilk kez duydukları kızak yarışı bobsleigh yarışına katılmak için Kış Olimpiyatları’nın yolunu tutarlar.

Temelinde klasik bir “inan, azmet, çalış ve başar” hikâyesi olsa da, özellikle “başarı” temasına farklı bir açıdan yaklaşmasıyla gönüllerdeki yeri apayrı bir film. Kendine inanmak ve çabalamak öğütleri, filmin yürütücü unsurları. Varılan ana fikirse, önemli olanın önünde sonunda zaten varılacak varış çizgisinin değil, o çizgiye pişmanlıklar/keşkeler olmadan elinden gelen çabayı sarf etmek olduğuydu.

Filmin gerçek bir spor olayından ilhamla çekildiğini çok sonra öğrenmiştim. Ve evet, filme alına her hikâye gibi gerçekler biraz daha farklı. Kullanılmaktan itinayla kaçınılan pek çok klişeye ev sahipliği yapan filme dair kanaatim, ortaya çıkan sonuç gereği o klişeleri iyi taşıdığı yönünde. Evet, filmdekinin aksine ekibin yarışmaya katılımı hoşnutsuzlukla karşılanmamış olabilir; kızaklara ağrılık koymanın kural ihlali sayılması, filmdeki antrenörlerinin draması için uydurulmuş olabilir; son yarıştaki gibi de davranmamışlar. Fakat şunu da kabul etmeli, kahramanlarımızın etrafında baskı ve acabalıklar olmadan her şey güllük gülistanlık anlatılsaydı, film o etkileyiciliği ve anlamlılığı yakalayamazdı da. Eh, ben de şu an bu satırları yazmıyor olacaktım.

Özetlen, klişeyi iyi kullanan iyi spor filmlerinden.

Son olarak, “Bugün kendimi acayip olimpik hissediyorum, sizden naber?”

2 Beğeni

JUMANJİ

Hey gidi çocukluğumun harika filmi. Hatırlıyorum eskiden Cine5 de oynardı ama bilenler bilir, bir süre sonra Cine5 buğulu hale gelirdi. Yayını izlemek istiyorsan para vermen gerekirdi. O halde bile oturup izlemeye çalışırdım. Bir süre bu filmi hep yarım izledim ama kutu oyunlarına o sıralarda kuzenlerle sardırmış olduk. Bir zaman sonra tabi tamamını izledik. Kendi kutu oyunlarımızı yapardık. Oynarken de çok eğlenirdik fakat zamanla bu bize yetmemeye başladı ve parkurlar kurmaya başladık. Az ceza almadık evdeki parkurlar yüzünden ama yılmadık. Özellikle de evde kimseler yokken zıvanadan çıkardık. Ne salon salonda kalırdı ne de odalar odada fakat bu da yetmedi. İşi daha tehlikeli boyutlara taşıdık. Üçüncü katın balkonunda ikinci katın balkonuna inmek, işte beşinci kata iple çekilmek gibi (nereden bulduysak çok uzun bir halatımız vardı) annemlerin ve mahallelinin her seferinde bayılıp fenalık geçirdiği şeyler yaptık. Çok ceza aldık tabi. Baktık böyle olmuyor yakalanıyoruz bu sefer sokağa taşıdık bu parkurları. Olaylar, olaylar… :smiley: Robin Williams’ı ilk bu filmde gördüm. O günden beri severim.

5 Beğeni

Hele o Judgement Day’deki termonükleer patlama sahnesi. Hâlâ tüylerim diken diken olur düşündükçe. Nükleer güce karşı durmayı öğretmişti bana.

2 Beğeni

Off hatirladim bu diziyi, birde kuslari kafesten alip kafasini kirip yeme sahnesi vardi. Etkisinden yillarca cikamamisimdir. Halende elim ayagim boşaldi :smile:

Sene kaç bilmiyorum, çocuğum. Amcam beni açık hava sinemasına götürdü: Süperman 4
Sene ilk özel tv Star zamanı. Parlement Pazar Gecesi Sineması. Batman. Maykıl Kitınlı olan. Offf olmuştum ikisinde de. :smiley: :smiley:

2 Beğeni

Vay arkadaş, ne çok hatırlamışsınız.
İlk okuduğumda aklıma Lassie, Jurassic Park ve Jaws geldi :blush:

Lassie’den sonra hep köpek hayali kurmuştum. Hala da bahçeli bir evim olsun, köpek alayım isterim.
Jurassic Park’dan etkilendiğimi çok hatırlamıyorum ama Jaws’dan sonra her denize girdiğimde acaba olur mu diye korkardım :sweat_smile:

3 Beğeni

TRT 1’ de gecenin 1’ inde. Korkardım yine izlerdim. :smiley:

2 Beğeni

çocukluğum biraz daha yakın döneme denk geldiği için beni etkileyen filmlerden biri the others. üstü örtülü şeylerden hâlâ hoşlanmam, uzun süre de mutfaktan odaya gidene kadar geçtiğim tüm kapıları arkamdan kapatma gereği duymuştum. :woman_facepalming:


bakar mısınız, olabilir mi böyle bir şey ya