Çok mu? (Öykü)

ÇOK MU?

Market arabasını anneme verdikten sonra rafların arasına dalıyoruz. Hedefmiz belliyse de bütün marketi turlamadan oraya varmak istemiyoruz. Abim yine en önde. Ben önce Zeynep’in elinden tutuyorum, sonra onu kucağıma alıp koşmaya başlıyorum. Soluk soluğa abur cubur rafının önüne geliyoruz. Gözümüz, yüreğimiz her birini teker teker dolaşıyor. Onu mu alsam bunu mu alsam? Alacaklarımız belli ama biz bu oyunu seviyoruz. Ben fındıklı çikolatama, Zeynep ayıcıklı jelibonuna, abim kremalı bisküvisine uzanıyor. Her seferinde birer tane. Seçimlerimiz tecrübelerin sonuçları bu yüzden, maceraların değil.

Market çalışanları şüphelenmesin diye koşarak annemizi buluyor, elimizdekileri dikkatle market arabasının bizim için ayrılmış köşesine koyuyoruz. Ezilmesinler. Kırılmasınlar. Annemin aldıklarıyla birlikte toplam fiyatı her seferinde ben hesaplıyorum. Tulum değil beyaz. Kırmızı biberli değil küçük siyah. 30’lu değil 10’lu. Makinede değil elde. Salkım değil eko. Arabaya eklenen her üründe yeni fiyatı anneme bildiriyorum. Annemin çalıştığı yerin verdiği alışveriş çekleri sadece bu markette geçiyor. İki haftada bir evimizden bir otobüs ve sekiz bin yirmi iki adım uzağa bu yüzden geliyoruz.

Kasaya varınca annem yine de kasiyere “100 Lirayı geçmesin.” diyor. Onca hesabıma rağmen aksi oluyor. Annem telaşla aldıkların inceliyor. Eksik olandan eksiltmeye çabalıyor. Arkamızda biriken insanlar homurdanmaya başlıyor. Annem başörtüsünü düzeltiyor. Bir kasadakilere bir kasiyere bakıyor. Ben çikolatamı alıp anneme uzatıyorum. Kaşlarını çatıyor. Geri çekiyorum. Deterjana uzanıyor, vazgeçip patatesi bırakıyor geriye.

Otobüs durağına varana kadar plastik poşetlerin kulpları ellerimize oturuyor. Annem ellerimizi dinlendirelim, kan yeniden hücum etsin diye iki-üç dakikada bir duruyor. Biz nefes nefese poşetleri aralıyor, abur cuburlarımız hala orada mı diye bakıyoruz. Şükür ki yürüdüğümüz yer otobüsümüzün ilk durağı. Otobüs çoğu zaman boş oluyor. Küçük kardeşim benimle, abim annemle oturuyor yine. Otobüsün koridorlarına taşıp geçeni rahatsız etmesin diye poşetleri bacaklarımızın arasına alıyoruz. Yolculuk boyunca Zeynep’le ilgileniyormuş gibi yapıp yaşlı amca ve teyzelerle göz göze gelmemeye çalışıyorum. Otobüs, evimizin önündeki durağa gelmeden dakikalar önce kalkıyoruz. Yavaş yavaş, kalabalığı yara yara orta kapıya doğru gidiyoruz. İnince domatese, yumurtaya bakıyorum. Çok şükür.

Annem mantosunun cebinden anahtarı çıkarıp dış kapıyı açıyor. Farklı kapılardan girilen iki katlı evin alt katında biz oturuyoruz. Üst kat, ev sahibinin eski eşyalarıyla dolu. “Üst kat olsa.” dedi annem kiralarken. “Eşyaları biz taşırız aşağıya.” “Eşyalar rutubet alır, olmaz.” dedi Şefik amca.

Kapıdan içeri yığılır gibi giriyoruz. Poşetleri mutfağa bırakıp hemen televizyonlu odaya geçiyoruz. Abimle Zeynep çabucak yemeye başlıyorlar aldıklarını. Bense yarını bekliyorum. Onu yemeyi ne kadar çok hayal edersem o kadar artar çikolatam.

Sabah erkenden uyanıyorum. En sevdiğim çizgifilmin eşliğinde yiyeceğim çikolatamı. Çekyatımı gıcırdatmadan yavaşça kalkıyorum. Televizyonu açıp sesini iyice kısıyorum. Annem uyusun, dinlensin. Abimle Zeynep uyanmasın diye parmak uçlarımda yürüyorum. Karnım gurulduyor. Seviniyorum. Kapıyı yavaşça açıyorum, gıcırdıyor. Uyandılar mı diye kontrol ediyorum. Ohh. Kapıyı açık bırakıp hızla mutfağa geçiyorum. Mutfağın köşesindeki okul çantamı açıyorum. Kalemliğimi çıkarıyorum. Fermuarını açıyorum. Çikolatamın ambalajının parlak kırmızısı gözümde canlanıp kayboluyor. Çikolatam eriyip yok oluyor. Geriye kısacık kalmış kurşun kalemim ve kirli silgim kalıyor. Gözlerimi kapatıp açıyorum. Çikolatam hala yok. Çantama bakıyorum. Kitaplarımı çıkarıp çantamın tüm gözlerini didik didik arıyorum. Yok. Gözlerim doluyor. Nefesim hızlanıyor. Mutfağı aramaya başlıyorum. Terekteki tabakların altına, çekmecelere, tezgahın altındaki kutuların içine bakıyorum. Allah’ım ne olur, Allah’ım ne olur. Buzdolabını açıyorum, bütün poşetleri dışarı çıkarıyorum. Buzluğa bakıyorum. Şeker kutusuna, un kovasına. Halının altına. Yok. Annem yarı uykulu, yarı sinirli geliyor.

“Ne oldu Asya? Ne arıyorsun?”

“Anne çikolatam yok.”

“Yemedin mi?”

“Yok anne. Kalemliğime koyduydum, şimdi yiyecektim. Yok. Kim aldıysa yok.”

“Kim alacak kızım? Çantana filan baktın mı?”

“Orda da yok. Baktım.”

“Allah Allah. Buluruz kuzum, ağlama.”

Sanki o sözcüğü beklermiş gibi, gözlerimdeki yaşlar yanaklarımdan süzülüyor. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyorum. Annem sımsıkı sarılıyor. Gözlerimi öpüp eteğinin ucuyla burnumu siliyor.

“Ne olur ağlama. Bak benim de yüreğim sıkışıyor.”

Yüzümü annemin göğsüne yaslayıp için için ağlamaya devam ediyorum.

Ne zaman daldım bilmiyorum. Mutfaktan gelen sesler uyandırıyor beni. İçimde koca bir boşluk var. Derin bir nefes alıyorum, hava içimi yakıyor. Tavada ısıtılan ekmeğin ve kaynayan yumurtanın kokusu karnımı kazıyor. Ağzımda acı bir tat var. Gözlerim puslu mutfağa gidiyorum.

“Anne.”

“Hah, uyandın mı Asya? Ciğerinde yattığım. Nasılsın?”

“İyiyim anne.”

“İyi bakalım, hadi gel otur, kahvaltımızı yapalım.”

Abim çoktan yemeye başlamış. Zeynep ürkek ürkek gözlerime bakıyor. Gülümsüyorum, o da gülümsüyor. Sofraya oturuyorum. Annem çaylarımızı koyuyor. Ekmekten bir parça bölüyorum, arasına biraz domates, biraz peynir koyuyorum. Tam ısıracakken duruyorum. Ellerim titriyor. İçimde bir yangın var sanki. Ağzım alev alev. Kalkıp bir bardak su içiyorum. Geçmiyor. Ağlayarak abime bakıyorum. Sesim titriyor.

“Sen mi aldın çikolatamı?”

Ses çıkmıyor. Yemeye devam ediyor. Zeynep’e dönüyorum.

“Sen mi aldın Zeynep, çabuk söyle!”

“Abla valla ben almadım.”

“Sen mi aldın oğlum, söylesene.” diyor annem hiddetini şefkatle gizleyerek. Abim sofra bezini dizlerine çekip kamburunu düzeltiyor. Gözlerini bana dikiyor.

“Ben yedim. Ne olacak? Canım çekti gece. Dayanamadım. Çingene! Abinim ben senin. Çok mu görüyorsun bir çikolatayı?”

İçimin ateşi başıma yürüyor. Yumruğumu sıkıyorum. Çığlığım ağzımda birikiyor. Annem birden elimi tutuyor, gözlerime bakıyor. Sesinde hayal kırıklığı.

“Ekmeğinizi yiyin. Oyalanmayın. Daha ev temizlenecek.”

Lokmalar ağzımda büyüyor. Bir iki yudum çay içip kalkıyorum. Dışarı çıkıyorum. Tuvaletin yanındaki muslukta yüzümü yıkıyorum. Kovayı doldurup anneme götürüyorum.

bir hafta sonra

Rafların önünde bu sefer heyecansız dikiliyorum. Geçen günlerin ağırlığı var üstümde. Ambalajın rengi solmuş. Tanıdık hisler buluyorum, kaybediyorum.Uzanıp alıyorum. Abimle Zeynep anneme doğru koşarken ben ağır ağır kasaya doğru yürüyorum. Az sonra geliyorlar. Annem arabadakileri teker teker kasaya koyuyor.

“100 Lirayı geçmesin.”

102 Lira tutuyor. Annem tereddüt etmeden kremalı bisküviyi alıp abime dönüyor.

“Götür koy yerine.”

Ocak, 2021