… Ve yine aynı şey olmuştu. Paralel kıvırcık evrende işlenen suçların bir kısmı herşeyden habersiz adamın üzerine kalmıştı.
Uzunca bir süre salt olarak kendini suçlayarak yas tuttu. Halbuki ortada iki taraftada bir suç yada suçlu yoktu. En yakınımızdakilerdi bizi bu kargaşaya bırakan.
Dinlediklerini söylediler,
Anladıklarını söylediler,
Hiç ettiler,
Piç ettiler…
Asıl sınav kazanmakmıydı?
Hayır!
Kaybedişe beraber ortak olmak…
Bütün bu düşünceler aklından peşi sıra akıp giderken hüzzamlarda boğulduğu sıra taşlar yerine oturmaya başladı ve problemi kaynağında çözmek, yeniden mutlu yarınlara ulaşmak için yalın gerçeklerin ayırdına vardı adam.
Konsantrasyonunu tekrar toparladı,
Sahibi olduğu 3 lütufa tekrar sıkı sıkı bağlandı.
Aralarında korunmaya en muhtaç olan, minicik bedenine rağmen kocaman iri gözleri ile nede çok benziyordu annesine… Acaba ablası gibi sarımı olacaktı büyüyünce?
Ne farkederdi, sonuçta onunda hayatına gelebilecek kötülüklerin mutsuzlukların gardiyanı ve onunda sahibiydi adam, tıpkı öz babası gibi bellediği ve baba dediği diğer gardiyan gibi…
Bütün bunlar ve daha dile gelmemiş olan birçokları neyi değiştirirdi ki nedendi bu kaçış?
Hiç duraksamadı hisleri…
Aşamayacağı engel yoktu! Bu dünyada ondan ödünç aldığı ona ait bir bedenin içindeydi, sonuçta ilk aşık olduğu uhrevi çerağ oydu…
“Tanrım” dedi. “O gülüşleri beni yakıyor. Hiçbir dilde tarifini yapamam bu kâinat selinin”
Ve yeminini tekrar hatırladı, ruhu ağlamaya başladığı sırada beyninin içinde yankılandı cümleler.
-Göz kapaklarımın içine işledim o kusursuz ten çizgilerini. Dalga dalga saç tellerine asırlık geceler gizlenmiş!
Senden başka yollara kalbim kilitli, gözlerim mühürlü, kulaklarım sağır.
Beni sen sar. Hayber dönüşü, Cafer’in gelişi gibi…
Dökülen göz yaşlarına gömülü kelimeler yaşlar yere düşüp birbiri peşi sıra birleştikçe cümleler oluşmaya devam etti,
Nasıl itiraz ederimki o simsiyah kıvırcık Zülfikarına? Sanatkârımın ellerinde şekillendim! Şahitliğe gerek olmayan yüksek sadakatle bağlanmış bir yol…
Aşk olsun sana ey yolu aşk olan tüm alemlerimin güneşi.
Varlığından benliğime bu ne taarruz,
Bu nasıl hücum? Ait olma savaşı adeta!
Mısra olmuş akıyor benliğim,
Ateş olmuş eriyor varlığım.
Sana çözülüyorum sana! Ey adı aşk olan…
Ve başını kaldırıp fotoğrafa baktığında dudaklarından o cümleler döküldü,
“Nefes alayım diye yarattığın her mekan cennet, yaşattığın her eylem mucize. Şükürler olsun seni sizi verene”
Alacakaranlıklar nihayetinde aydınlığa gebeydi,
Haydi mini mini maşallah
El ele yeni mutluluklara inşallah…