Diktin mi evlat mezarın başına ağacı
Ne şarkı söyledi anan başımın tacı
Yol boyu usandım ekmeğim aşımda acı
Bir gül bir lale dik ey evlat tut beni yeşil
Nehir kıyısının taş toplayan çocuklarıydı onlar
Köpeklerle kurtlarla koşturma hayalleri vardı
Oysa bilmeden ayrılık sirayet ediyordu çocukluk anlarına
Ölüm, sinsi ölüm bir gün masumiyetlerini yok edecekti bütünüyle
Denizin mavi gümüşünü alıp bir taç yapsam
Gökkuşağı renkli elmasları üstüne kaksam
Baharın ışığını uçlarına koysam
Takar mıydın saçlarına gönlümün efendisi?
Hiçliğin karanlığında ıslak bir düştür umutların,
Yaprak yaprak dökülmüş bütün kayboluşların,
Korkuların ittiği bir kılıç gibi savruluşların,
İçindeki hiçliği alıp gider haykıran rüzgarların…
Ne kadar da gelişse araçları medeniyetin,
Zihinleri geri kişilerin, farkları yok ilkelden.
Şeref hülyasıyla yapılan nafile savaşların,
Tattım dehşet sonunu ilk elden.
Yalnız arkadaşlar eski forumda oyunun kuralları vardı. Kelimeleri verilen sırada dizelere yerleştirmeniz gerekiyor ve bir dizede iki kelimeyi kullanamazsınız ki bu sayede oyun daha zor oluyordu. Ayrıca sevgili @Kehribar yol kelimesini kullanmamış. Ilk dize kendisine ait olduğu için de örnek teşkil edebilir. Sıraya da uymamış.
Sadece o dört kelimenin kullanılacağını sanmıştım ve heyecanlanmıştım site üyelerinin yaratıcılığı adına. Böyle de olur, teşekkürler aydınlattığınız için.
Daktilonun kırık tuşları elinde bi’ çare
“Skolyoz oldun,” demiş doktor ne çare
Karahindibalar uçuşuyor etrafta pare pare
Çuvaldızla dikilmiş gibi ağzı tane tane…
Anıt dikiliyor yüksek ışıklardan
Labirent şehirlerin ortasına doğru ve yükseliyor boydan boya
Patates satıcılarının tezgahlarında uzakta,
Muska takan bir adamın gözleri gibi.
Geçiyor üzerinden çiğ düşmüş çayırın
Bakıyor bir tören hüzünlü ve talihsiz,
Gidiyor yerden aldığı boynu bükük gülle kendi bedenine
Şaşıyor ölümsüz sanırken kendini buralarda görmeye