Düğün Gecesi

arkadaşımın düğünündeydim. halay, horon derken arkadaşlarım beni oyuna takmasın diye dışarı çıktım. bir de sigara yaktım. düğün salonu girişinin etrafında kimsecikler yoktu.

benden biraz sonra, tek parça siyah elbiseli, elbisesinin sağ ayağından taraf kısmı yırtmaçlı, küt saçlı, buğday tenli bir kız da dışarı çıktı. boyum 1.89. kız siyah topuklu giyiyordu ve topuklusuz hali 1.67, 1.68 civarlarındadır tahminimce.

kız çantasını karıştırmaya başladı. sigara paketi çıkardı. göz ucuyla takip ediyordum ben de. içeride de kızı inceden kesiyordum zaten.

kız muhtemelen çantasında çakmak arandı. bulamadı. sonra bana döndü.

‘‘çakmağını kullanabilir miyim?’’ diye sordu.

‘‘başkasınınkini kullandım,’’ diye muzipçe bir cevap verdim.

cebimdeki çakmak arkadaşımındı.

o da, ‘‘şansıma ya,’’ diye söylenip etrafa bakındı.

çakmağı çıkardım.

kız şaşkınca kaşlarını çattı.

‘‘kullanabilirsin,’’ deyip sigarasını yaktım.

kız teşekkür etti. ardından siyah ruj sürdüğü dudaklarında ince bir tebessüm belirdi. ‘‘çakmak senin değil yani?’’

kafa salladım. gülümsedim. sigaramdan bir duman aldım. ‘‘fark edebilmene sevindim.’’

eğer bir kadınla konuşmayı ben başlatıyorsam, heyecanlanırım. fakat konuşmayı o başlattığı için rahattım. kendimi de sanırım o yönden hep onaylanmışım gibi düşünüyorum. bu sebeple heyecanlanmadım.

düğünün kritiğini yaptık laf olsun diye. o kız tarafından, ben erkek tarafındandım. ismini sormadım. o da benim ismimi sormadı. durum itibariyle sigaramı ondan önce bitirdim. neden bilmiyorum, o akşam canım dondurma çekti. aslında öğleden beri dondurma yemek istiyordum, beş dakikalık yürüme mesafesinde tekel vardı ve içeri girmeden dondurma alayım diye düşündüm. içeriden de alabilirdim ama biraz da yürümüş olmak istedim.

kıza esenlikler dileyip caddeye doğru yürümeye koyuldum.

o sıra arkamdan, ‘‘nereye gidiyorsun?’’ diye seslendi.

durdum ve kıza döndüm. ‘‘bana hesap sorman için beni yeterince iyi tanımıyorsun,’’ dedim, kollarımı iki yana kaldırmış, gülümserken.

özellikle şakacı bir üslup kullandığımı bilmesi için fazladan çaba sarf etmiştim.

kız da sigarasından son bir duman alıp bir köşeye fırlattı. ‘‘hesap sormak gibi değil de daha çok merak etmek, diyelim,’’ dedi.

o gece hava serindi. rüzgar pek yoktu fakat o an bir rüzgar esti; küt saçları başının arkasında dalgalandı.

‘‘canım dondurma çekti,’’ dedim.

‘‘şimdi benim canımı da çektirdin,’’ dedi.

‘‘tekele gidicem. istiyorsan seni oraya götürebilirim. istiyorsan kendine alabilirsin,’’ dedim. kız bir şey söyleyemeden, ben yine muziplik yapmak adına, ‘‘ve istiyorsan sana ısmarlayabilirim,’’ diye ekledim.

‘‘ısmarlayabilirsin,’’ dedi gülümseyerek.

gösterişli giyiminin ardında fakir biri varmış anlaşılan.

durup kızın yanıma gelmesini bekledim. ardından yan yana yürümeye koyulduk. kızın gözleri kahverengiydi. gerdan kısmındaki kemikleri belirgindi. ve bir başka detayın farkına vardım: parfümünün kokusu. vanilyaydı. güzel bir kokuydu. markadan anlamam. fakat vanilya kokusu oldukça yoğundu.

aklımda hafiften yol yapabileceğim, şakayla karışık bir plan vardı. eminim ki ikimiz de birbirimize yakın hissediyorduk. ya da ben öyle düşünüyorum. çünkü ben ayran gönüllüyümdür. o an, yürümeye başladığımız vakitten itibaren heyecanlanmıştım. heyecanımı hoşlanmış olmama yordum.

‘‘dışarı benim için çıktın sanırım,’’ dedim.

sigara paketini çıkardım; sigara ikram ettim, istemedi, kendime yaktım.

‘‘haaah,’’ diye bir nida patlattı kız. ‘‘ağır ol biraz, narsist kişilik. içeride beni gözleyip duran sensin.’’

‘‘seni gözlediğimi bildiğine göre, senin de beni gözlediğin anlamına gelir.’’

kız bana kaçamak bir bakış attıktan sonra gülümsedi. ‘‘eeh,’’ dedi, ‘‘buraya kimle geldin?’’

‘‘arkadaşlarımla.’’ asıl öğrenmek istediği şey, başım bağlı mıydı. yahut sırf sohbet olsun diye sormuş olabilirdi, ama ben öyle hissetmiştim. ‘‘sen?’’

‘‘arkadaşlarımla.’’ siyah ojeli tırnağıyla yanağını kaşıdı, yüzüne düşmüş bir tutam saçı kulağının arkasına sürükledi. havayı kokladı. göz ucuyla bana bakarken, ‘‘parfümün güzel kokuyor,’’ dedi.

‘‘seninki de öyle,’’ diye karşılık verdim.

gözlerini kaçırırken ve gülümserken, utandığını fark ettim. bu farkındalık beni öylesine etkilemiş, onu öylesine şirin göstermişti ki, çıplak boynuna yumuşak bir öpücük kondurma isteği doğurdu bende.

bazı kadınlar güzeldir ki, sizi güzelliğiyle ezer, cüret edemez, yeltenemezsiniz, gözünüzü korkutur. bazısı çekicidir; anlamlandıramadığınız bir cazibesi vardır. bazılarında ikisi birden bulunur ve bu çok tehlikelidir. kimi kadınlar vardır, suratına bakmak bile cinsel çağrışım uyandırır. bir de tatlı olanlar var. yüz tatlılığı. huyu narin olmasa bile, ne yaparsa yapsın, onu çocuk gibi sevip, çocuk gibi kucağınıza alasınız gelir. bu kız tatlıydı. soğumuş, kabuk bağlamış yüreğime bir kelebek misali usulca konmuştu. öylesine tatlıydı ki, bir çocuk seviyormuş gibi tüm gün öpücüğe boğabilirdim onu.

caddeye çıktık. insanların arasına karıştığımızda ikimiz de sustuk. bir an önce dondurmayı alıp, tekrardan baş başa kalmak istiyordum. biliyordum ki o da aynısını istiyordu.

iki tane magnum aldım ve sağlam bir fatura kıçıma kaçtıktan sonra tekelden ayrıldık.

dondurmadan bir ısırık aldı. ‘‘böğürtlene bayılırım,’’ dedi.

‘‘ben bayılmam,’’ dedim, ‘‘sırf senin ısrar etmen üzerine aldım.’’

kızmış gibi yüzünü buruşturarak bana baktı. ‘‘beğenemedin mi?’’

‘‘beğendim de, yeterince beğenmedim.’’

‘‘beni dinlememe özgürlüğünü kullanabilirdin.’’

‘‘seni reddetmekten korktum.’’

şakasına söylemiştim fakat sonrasında fazlasıyla romantik bir söylemde bulunduğumu anladım. kız da öyle olduğunu fark etmiş ya da bilerek öyle söylediğimi sanmış olmalıydı ki sessizliğe gömüldü.

yanlış anladıysa diye bu yanlış anlamayı düzeltmek istiyordum; tam ağzımı aralamıştım, vazgeçtim. böyle anlaması daha iyiydi belki de. daha samimi. daha sıcak. daha romantik.

kız, dondurmasını yemeye devam etti. siyah dudakları, dondurmanın soluk mor rengiyle bulanmıştı. baş parmağını dondurma bulaşmış dudağına sürttürmesinin ardından baş parmağını emdi. sonra bana baktı, omuz silkerek sırıttı.

iğrenç bulmamıştım. sanırım onu iğrenç bulmam mümkün değildi.

düğüne salonunun önünde birkaç kişi vardı. biz de oraya varmadan adımlarımızı yavaşlattık, durduk.

‘‘adını öğrenmem gerekiyor,’’ dedim.

kız gülümserken elmacık kemikleri filizlenen bir çiçek gibi kabardı. ‘‘niyeymiş o?’’

‘‘seninle bir başka düğünde rastlaşabileceğimi sanmıyorum,’’ dedim. ‘‘ve harika bir dondurmacı biliyorum.’’

‘‘ortak arkadaşlara sahibiz, rastlaşma olasılığımız var,’’ dedi. ‘‘dondurmacının da adını söyleyebilirsin.’’

iç geçirdim. ‘‘bahane üretmek usul gereğidir. kısacası, seni daha iyi tanımak, seninle buluşmak istiyorum.’’

‘‘bu gecenin büyülü kalmasına ne dersin? hani himym’de bir bölüm vardı ya?’’

‘‘dizideki olasılıkla gerçek hayattaki olasılıkların pek de aynı olacağını düşünmüyorum.’’

‘‘var mısın?’’ dedi.

‘‘yokum,’’ dedim. elimi tokalaşmak manasıyla uzattım. ismimi söyledim.

kız, elimi havada bıraktı, ‘‘aklımda tutacağım,’’ deyip yanımdan ayrıldı ve ardına bakmadan, düğün salonuna girip gözden kayboldu.

ben de bir sigara daha yaktım, tüttürdükten sonra içeri girdim. gözlerim hep onu arıyordu. onu buluyordu. ondan ayrılmıyordu. koyu gecede, koyuluğa bürünmüş olduğu halde yıldızlar gibi ışıldayan o kız, o da beni gözlüyordu.

gece vakti düğün bitti. sordum, soruşturdum. kim olduğunu öğrendim. sosyal medya hesaplarını buldum. yazmadım. yazamadım. çünkü bir masal gibiydi gecemiz. büyülü kalmasını istedim.

1 Beğeni