Maihar dünyanın temiz havasını soluduğunda rahatladı. Gecenin sardığı sokaklar bomboştu. Eski binaların arasındaki parkta, bir bankta oturuyordu. Siyah gömleği terden sırılsıklam olmuştu. Elinin tersiyle yüzünü sildi, nemlenmiş saçlarını geriye yatırdı. Arkasına yaslanıp serin havayı usulca içine çekti.
Bir rüzgâr çıktı ansızın, yırtık bir gazete parçası uçarak ayaklarının dibine düştü. Maihar eğilip kağıdı aldı. Bir gün öncesine ait haberde bir aracın kazaya karıştığı ve yaralıların henüz hayati tehlikeyi atlatamadığı yazıyordu. Yazıyı okuduktan sonra resme odaklanınca hayrete düştü. Gördüğü kişi, az önce kurtardığı kadındı. Bunun sıradan bir tesadüf olup olmadığını anlamalıydı. Kağıdı katlayıp cebine attı.
Vakit gece yarısına yaklaşmış, bulutlar dağılmıştı. Dolunay olan biteni keyifle izliyormuşçasına ışıldıyordu. Maihar istemsizce gölgelere çekilip yürümeye başlamıştı ki çevresini saran tüm görüntü değişti. “Hoop, yine mi yolculuk? Daha yeni gelmiştim.” Sızlanması devam ederken kendisini denizde bir teknede buldu Maihar. Yıldızlar o kadar güzel parlıyordu ki bir an karanlık gökyüzüne daldı. Aniden sendeleyince düşmemek için bir yere tutunması gerekti. Dalgalar bordaya sertçe vuruyor, tekne beşik gibi sallanıyordu. Işıltılı kıyının çok uzağındaydı. Birkaç kişi teknenin arka tarafında birikmiş telaşla aşağı sarkıyordu. Adamlardan birinin sesi kulaklarında yankılandı.
“Bir şey yapmazsak ölecek!”
Maihar durumu anlamak için hızla yanlarına gitti. İnsanlar aşağı sarkıttıkları halatı çırpınan kişiye ulaştırmaya çalışıyordu. Ancak dalgalar adamı uzağa savurunca bunun boş bir gayret olduğunu anladılar. Adamın batıp çıkarken dayanacak gücü kalmamıştı.
Siyah, deri ceketini ve ayakkabılarını çıkaran Maihar derin bir nefes alıp şaşkın bakışlar arasında suya atladı. Gözden kaybolan adamı bulmak için suyun derinliklerine kulaç attı. Dalgalar tarafından savrulsa da pes etmedi. Yanan gözlerini bir an araladığında batmakta olan adamı gördü. Ona yetişip bileğinden yakaladı ve yukarı doğru yüzmeye başladı. Baygın görünen adam o sırada kendine geldi. Maihar beklemediği anda sertçe aşağı çekilince ciğerlerindeki havayı bırakmak zorunda kaldı. Rüya Şekillendiricisi adamın derdinin ne olduğunu anlamaya çalışıyor bir yandan da çırpınıyordu. Neyse ki rüya sahibi çok su yuttuğundan tekrar bilincini kaybetti.
İkisi yüzeyde belirdiğinde teknedekiler hemen onları yukarı çekti. Herkes küçük bir şok yaşıyor ve Maihar’a övgü yağdırıyordu. O ise henüz kendine gelememişti. Soğuktan dişleri birbirine çarpıyor, nefesi küçük bir sis kümesi oluşturuyordu.
“Kaya kendine geliyor,” diye sevinç içinde haykırdı bir kız.
Dikkatini yerdeki adama verdi Maihar. Kaya, iri yapılıydı ve sert bir görünümü vardı. Birkaç kez öksürdükten sonra kendine uzanan elleri itip Maihar’a doğru yürüdü. Rüya şekillendiricisi de gergin halde ayağa kalktı. İri adamın kin dolu bakışlarına bir anlam veremiyordu. İyice yaklaşan Kaya kulağına doğru eğildi.
“Sana kim Toprak’ın hayatını kurtar dedi? Öldüreceğim seni.”
Maihar’ın gözleri şaşkınlıkla açıldı. Rüyalar istem dışı görülürdü ve Kaya’nın böyle bir şeyden haberdar olması pek mümkün değildi. Elbette, bunun arkasında kimin olduğunu biliyordu.
“Neden söz ettiğini bilmiyorum.”
“Bilmiyorsun ha! Yalan söyleme bana.”
Kaya’nın büyük elleri Maihar’ın boğazını sardı. Kaya’nın bakışlarından öldürme arzusu okunabiliyordu. “Gereksiz öfke ve kibir…” dedi Rüya Şekillendiricisi.
“Dur, Kaya ne yapıyorsun?” dedi telaş içinde yanlarına koşan sarışın bir kadın. “O, senin hayatını kurtardı az önce!”
Herkes Kaya’yı engellemeye çalışınca öfkeli adam bir de onlara hakaret savurdu. Koluna yapışan gözlüklü bir adamı ise karnına vurup kendinden uzaklaştırdı. İki büklüm kalan adam öfkelenmişti. “Delirmişsin sen! Ne halin varsa gör.”
Artık nefes alamayan Maihar Kaya’yı sertçe itti. Adam neredeyse tekrar suları boylayacaktı, son anda kirişe tutundu. Heyecan ve harareti artan Maihar tam karşılık verecekken rüya sona erdi. Sis tabakası içinde gözden kayboldu.
Nefes nefese kalan genç adam acıyan boğazını ovdu. İleri gidip o vahşiye bir zarar verebilirdi. Kızgın olsa da rahatlama hissetti. Nerede olduğunu hatırladığında ise dönüp arkasına baktı. Parkın çok yakınındaydı hâlâ. Maihar rüyalara girdiğinde dünyadaki zamanı kaybetmiyordu. Gerçekte yaşadığı o uzun süreçler bir göz açıp kapamaktan ibaretti. Ama yaşadıkları yüzünden aradan saatler geçmiş gibi hissediyordu. Hafif esintiye karşı yürümeye başladı.
Kısa bir araştırmanın ardından Toprak’ın hangi hastanede yattığını buldu. Bahçe kapısından içeri girip binaya baktı. Hastaneleri sevmezdi. Yine de yaralı kadının bulunduğu odaya çıktı. Kapıda kimse yoktu, sessizce içeriye girdi. Hareketsiz yatan kadının her yanından kablolar çıkıyordu. Yüzünün yarısı gerçekten de bandaj içindeydi. Kötü bir rüya görüyormuş gibi yüzünde hafif bir kasılma oldu. Maihar kadının ter içinde kalan alnına dokundu. “Seni koruyacağım, korkma,” diye mırıldandı.
Kapının dışından gelen ayak seslerini duyunca saklandı. İçeriye giren iki hemşire hastayla ilgilenmeye başladı. Biri serumu değiştirirken diğeri verilecek yeni ilaçları hazırlıyordu.
“Eski eşi ne hale getirmiş kadıncağızı. Yeniden evleneceğini duyunca öldürmeye kalkmış. Kendisi de sebep olduğu kazada ağır yaralandı.”
“Bir gram akıl yok böyle adamlarda. Geberir gider inşallah.”
“Neyse, elimizi çabuk tutalım. Sırada çok kişi var.”
Hemşireler gidince Maihar iç bunaltıcı odadan çıktı. Şu eski eşi bir görmeliydi. Tahmin ettiği şeyi doğrulaması gerekiyordu. Aşağıya, danışmaya indi.
“Buyrun, nasıl yardımcı olabilirim?” dedi kadın.
“Hastanız Toprak Güvenç’i görmeye gelmiştim. Peki, aynı kazada yaralanan eski eşi de bu hastaneye mi getirildi?”
Kadın sinirli bir şekilde ayağa kalktı. “Üzgünüm beyefendi, onu görmeniz mümkün değil. Toprak’ın akrabaları dünden beri kavga çıkarıp duruyor. O yüzden güvenliği çağırmadan gitseniz iyi olur.”
“Hayır, yanlış anladınız. Öyle bir niyetim yoktu.”
“Hem ziyaret saati değil şu an” diye çıkıştı görevli.
Maihar çıkışa doğru yönelirken kadına döndü. “İyi o halde yarın gelirim. Tamamen dostane bir ziyaret için…” Son cümleyi vurgulu söylediğinden kadın hışımla yerine oturdu ve arkasından bağırmayı ihmal etmedi. “Dostaneymiş, yedim ben de!” Bu sözler üzerine geri döndü Maihar ve usulca kadının yüzüne üfledi. Şaşkına dönen kadın başını masaya dayayıp kısa sürede uykuya daldı. Rüya Şekillendiricisi etrafı kollayıp Kaya’nın odasına girmeyi başardı. Bir süre monitörde yavaşça atan kalp ritimlerini izledi. Sonra bakışları solgun halde yatan adama kaydı. İç organlarının aldığı hasar büyüktü. Maihar onla arasında geçenleri hatırlayınca istemsizce yumruklarını sıktı. Düşündükçe delirecek gibi hissediyordu.
“Canını yaktığın başka insanlar da var mı ha?” Sözler düşük frekansta ama öfkeli şekilde dökülmüştü dudaklarından. Kulağa fısıldamak uzaktan bağırmaktan daha iyi etki yapardı. Yavaşça doğrulmuştı ki yeni bir rüyaya adım attı.
Güneş tüm yakıcılığıyla tepede duruyordu. Uçsuz bucaksız bir çöle daha önce hiç gelmemişti. Sıcak sanki derisini yakıyordu. Kumlar hafif esinti eşliğinde savruluyordu. Maihar’ ın gözleri güneşe alışınca etrafını saran kılıçlı adamları fark etti. Küfür etmemek için zor tuttu kendini. “Yok artık! Nasıl bir bilinçaltınız var anlamıyorum ki.” Kızgın bir çölde uzun bir palto ve çizmeyi neden giymiş olduğunu sorgulamadı bile. Hızla üstünü yokladığında kemerinden sarkan bir kılıç buldu.
“En azından bu işe yarar görünüyor,” dedi kılıcı çıkararak.
“Kimsiniz siz?” dedi yılmış halde adamlara dönerek.
“Görüyon mu Esat bir de bilmiyormuş gibi saf ayağına yatıyor.”
“Korkudan beti benzi atmış zaten,” dedi Esat gülerek.
“Ya sabır. Buraya düştüğüm yetmiyor gibi bir de kimlerle uğraşıyorum,” diye söylendi Rüya Şekillendiricisi.
Adamlar sözlü iletişime bir son verip saldırıya geçti. Maihar hızla savurduğu kılıcıyla kendini korumaya çalışıyordu. Çevik hareketleri sayesinde ölümcül darbelerden kurtulmuş, bir kişiyi de karnından yaralamıştı. Maihar dövüş uzadıkça hafif yaralar almış, yorulmaya başlamıştı. Dikkatsizliği yüzünden omzunda derin bir kesik açıldı. Kılıç sesleri kum diyarında yankılanıyordu. Görünürlerde rüya sahibi de yokken Maihar daha ne kadar dayanabileceğini bilmiyordu. Kan ter içinde dövüşürken rakiplerinden birinin sırtına ok girdi. Adamlar bir bir yere düşerken Maihar şaşkın halde okların geldiği yöne baktı. Yayını germiş, kendinden emin şekilde duran kişi küçük bir çocuktu. Maihar’a el işareti yaptı.
“Hey sen! Bu taraftan…” Maihar’ın çocuğu takip etmekten başka çaresi yoktu. Arkasından koşarken bağırdı.
“Bekle, kimsin sen?”
“Ben Bulut. O adamlar haftalardır peşimde. Bu korkunç yerde sürekli kaçmak zorundayım.”
“Zor olmalı,” dedi Maihar sızlayan omzunu tutarak ilerlerken.
Sonunda durduklarında çocuk rüya şekillendiricisini süzüp dudak büktü. Görünüşe göre kılığından hoşlanmamıştı. Sanki kendi tercihiydi tüm bunlar.
“Peki, sen ne arıyorsun burada?” dedi Bulut.
“Seni kurtarmak için buradayım.” Çocuk kahkahayı bastı. “Daha kendini kurtaramıyorsun beni nasıl kurtaracaksın?” Rüya şekillendiricisi sıkıntı içinde gözlerini devirdi. “Haklısın tabi, bu asıl benim kâbusum olmalı.”
Maihar sabrının son kırıntılarını harcarken kahkahası kesilmeyen bu çocuğa ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Onu bayıltıp adamların bulamayacağı bir yere saklayabilirdi. Eli çocuğun omzuna gitmişti ki ayaklarının altındaki kum çekilmeye başladı. İkisi birden kuma gömülüyordu. Çocuk ölmemeliydi! Maihar can havliyle belinden tuttuğu çelimsiz çocuğu kaldırıp kenara fırlattı. Kendisi ise hızla battı. Tamamen kumlara gömüldüğünde artık her şeyin sona erdiğini düşündü. Yüzlerce iskelet el tarafından aşağı çekiliyordu. Mezarlığı çoktan hazırlanmıştı. Bakışları yine donuklaşmaya başlamıştı ki bir dal parçasıyla başı dürtüldü. Maihar’ ın çok enerji harcaması gerekti kapıldığı tuzağı aşması için. Sonunda dala tutunduğunda dışarıdan birisi onu çekip çıkardı. Genç adam bir süre kum tükürüp nefes almaya çalıştı.
“Müthişsin baba. Tek seferde çekip kurtardın.”
Çocuk heyecan içinde babası ile övünürken Maihar nasıl bir talihsizlik sonucu yine kurtarılan kişi konumuna düştüğünü kavramaya çalışıyordu. “Kör talih dedikleri bu olsa gerek,” dedi alnındaki teri silerek.
“Seni kurtardığımız için teşekkür edeceğine bir de söyleniyorsun.”
“Sus sen! Büyüklerine laf yetiştirmeyi bırak,” dedi çocuğun babası. “Ama baba.”
Orta yaşlardaki adam Bulut’u azarlayıp kolundan sürüklemeye başladı. “Sana gözümün önünden kaybolma demedim mi?” Bulut mızmızlanmaya başlasa da babasının durmaya niyeti yoktu. Rüya henüz sona ermediğinden Maihar onları takip etmeye başladı.
İkili bir zaman sonra çölün bitip ansızın bir ormanın başladığı sınırdan geçti. Maihar rüyanın neden bu kadar uzadığını, dahası rüya sahibinin hangisi olduğunu merak ediyordu. Baba, bir ağacın dibinde duran torbanın yanına gitti. Eşyaların arasından bir tüfek çıkardı ve oğluna gülümsedi.
“Baban şimdi bir keklik avlayacak, iyi izle.”
“Bir de silahı eline tutuştur istersen,” diye öfkeyle mırıldandı Maihar.
Birkaç el ateş sesi yankılandı ormanda. Bulut hayranlık içinde babasını izliyordu. Kekliklerden biri yere düştüğünde almak için koştu. Çocuk çalıların arasında hızla ilerlerken Maihar da gizlice onu izliyordu. Sonra bir el silah sesi daha duyuldu. Maihar şaşkınlık içinde etrafa bakındı. Bu ses farklı bir silaha aitti. Telaşa düşen baba koşarak oğlunun yanına geldi. Çocuk yere çömelmiş, kulaklarını kapatmıştı. “Baba!”
Silah atışı tekrar başladığında ses bu sefer daha yakından geliyordu. Anlaşılan biri onları vurmaya çalışıyordu. Maihar büyük bir risk almaya karar verdi. Kurşunun geldiği yönü fark edince son anda ileri atıldı. Adamı Bulut’un önüne itip çocuğun yerine babasının vurulmasına neden oldu. Sonra endişeyle gözlerini kapatıp olacakları beklemeye başladı. Rüya sahibi eğer babaysa işler karışacak demekti. Çocuk babasını kanlar içinde yatarken görünce feci halde ağlamaya başladı. Elini adamın karnına bastırmış, kanı durdurmaya çalışıyordu.
“Baba, aç gözlerini! Ne yapacağım şimdi ben?”
Çocuk, babasını uyandırabilme umuduyla haykırıp dururken rüya şekillendiricisi suçluluk hissetti. Bir an önce bu manzaradan uzaklaşmak istiyordu. Sis tabakası etrafını sardığında çocuğun başındaki minik deliği o an fark etti. Kurşunla açılmış yara en başından beri orada olmalıydı. Rüya bittiğinde bile Maihar çocuğun feryadı yüzünden sersemlemiş haldeydi. Kafasını hızla sağa sola salladı. Kaya’nın soğuk suratını görünce nerede olduğunu hatırladı ve hızla hastaneden ayrıldı. Sonrasında yaptığı ilk iş geçmiş haberlere göz atmak oldu. İki ay önce başından vurulan ve komaya giren Bulut adındaki çocuğa rastlayınca hiç şaşırmadı. Kimliği belirsiz suçlu ise henüz bulunamamıştı.