Düş Tutulması

Düş Tutulması

Gökyüzü olabildiğince griye bürünmüştü. Yağmur yüklü bulutlar saldırıya hazır görünüyordu. Yakınlarda bir yere yıldırım düştü. Hırçın göğü izleyen Maihar fötr şapkasını düzeltti. Yüzünde tedirgin bir ifadeyle mısır tarlasının ortasında dikiliyordu. Tarlanın kuzeyinde uzanan sıradağların ucu bucağı yoktu sanki. Ötedeki çirkin korkuluk da kargaları selamlıyordu. Köylüler bastıracak olan yağmurun telaşına düşmüş karınca gibi çalışıyordu. Maihar elindeki kazmayı yere attı. Daha fazla zaman kaybedemezdi.

“Hey! Daha şimdiden kaçıyor musun? Yağmur her an başlayabilir.”

Maihar dönüp tanımadığı yaşlı adama baktı. Ekin toplamaktan helâk olmuş gibi bir hâli vardı. Kilolu bedeni ayağının altındaki toprağı sıkıştırıyordu. Eliyle alnındaki teri silerken bir yandan da sorgularcasına muhatabına bakıyordu. Ve Maihar sorgulanmaktan nefret ederdi. Derin bir nefes alıp adamın üstüne yürüdü, kendi şapkasını hızla çıkarıp ihtiyarın beyaz saçlarına kondurdu.

“Şimdi yağmurdan korunabilirsiniz efendim.”

“Hergeleye bak! Bir de dalga geçiyor benimle. Adın ne bakayım senin?”

“Adım, Maihar.” Adam inanmıyormuş gibi kaşlarını çatınca devam etti. “Harla birleşen mavi… Mavi, dünyayla olan bağımı temsil ediyor. Har ise içi kemiren derin acıların göstergesidir.”
İhtiyar bu kez belini tutarak ayağa kalktı. Kafası karışmış görünüyordu.

“E, pes evladım. İş yapmamak için ayak üstü kırk takla attın. Günümüz gençliği işte. Tamam, git gideceğin yere.”

Herkesten onaylamayan mırıltılar dökülürken Maihar kazmalardan birini alarak yola koyuldu. İnsanları umursamayı uzun zaman önce bırakmıştı. Hatta onlar yokmuş gibi davrandığı bile oluyordu. Üstündeki pantolonunun geniş, çamurlu paçalarını fark edince durdu.

“Bu ne zevksizlik! İspanyol paça ha? Hem de leş gibiyim,” dedi paçalarını silkeleyerek.

İnsanların sarsıcı düşlerini yoluna koymak, böylece onların ruhlarını korumak Maihar için büyük bir erdemdi. Fakat bu süreçte hata yapma lüksü yoktu. Hele de içinde bulunduğu bir rüyada ölmek Rüya Şekillendiricisi için final demekti.

“Nerede bu rüya sahibi?”

Sabırsızlığı artan Maihar koşturmaya başladı. Sağanak yağmur da işini hiç kolaylaştırmıyordu. Yol kenarında duran eski bir motorsiklete yöneldiği sırada tüm vücudunun buz kestiğini hissetti. Dışarıdan birinin göz hapsine alındığının farkındaydı. Ensesindeki ürperti birkaç saniyeliğine felç geçirmesine neden oldu. Son anda arkasına dönüp kazmayı doğrulttuğunda bir karaltı görüş açısından çıktı. Geç de olsa kâbus kapanına hapsolduğunu anlamıştı.

“Elmevt!” diye bağırdı Maihar. Çaresizlik, öfke ve korkuyu aynı anda yaşıyordu. Dehşet dolu bakışları ve titreyen vücudu yoğun hislerine eşlik ediyordu. Dudaklarından tek bir kelime dökülüyordu. “Neden? Neden? Neden?”

Yaşayan en tekinsiz canlı, Elmevt, onu içine çekmişti. O, en karanlık düştü; insanlar için ölümcül uykuların sebebi, rüyalara şekil verenler için en büyük belaydı. Kâbuslarda yaşamak insanların bir çoğunu yoldan saptırırdı. Düşlerde ölmek insanların ölüme en yaklaştığı andı. Bu yüzden bir Rüya Şekillendiricisi rüya sahibini ne olursa olsun korumalıydı. Yoksa ölen her kişi için bedel ödemesi gerekecekti. Elmevt’ in sahasına hapsolduğu için Maihar’ ın işi kolay değildi. Yürüyen, ruhsuz bir kâbustan kim kaçabilirdi ki?

Fırtına çatıları uçurmaya başlamış, göz gözü görmüyordu. Sırılsıklam olan Maihar karamsarlığın esaretine girmek üzereydi. Her şey kararmıştı, sonsuz bir boşluğa yuvarlanıyor gibiydi. Tam yere yığılacakken yakındaki bir çiftlikten kadın çığlığı geldi. Saf çığlık Maihar’ ın bakışlarındaki kararlılığı geri getirdi. Yardım çağrısını yok sayamazdı.

“Yardım edin!”

Maihar çitleri aşıp bahçeye daldığında gri bir kurdun kadına hırladığını gördü. Daha önce her neye saldırdıysa sivri dişlerinden kan damlıyordu. Gözlerinde daha fazla kan istiyor gibi vahşi bir ifade vardı. Kadının siyah, uzun saçları gevşekçe bağlanmış yazmanın altından beline kadar uzanıyordu. Kadın korkuyla köşeye sinmiş, elleriyle yüzünü kapatmıştı. Yavaşça ikisine yaklaştı adam.

Kurt daha şiddetli hırlayarak hedefine koşunca kadın çığlığı bastı. Aynı anda vahşi hayvan başına kazma yedi. İşi şansa bırakmak istemeyen Maihar bir darbe daha indirdi. Yere yığılan kurt ölmüştü. Adam tiksinti dolu bir bakış attıktan sonra kazmayı yere fırlattı ve şoktan titreyen kadının koluna nazikçe dokundu. Maihar rüya sahibinin bu kişi olduğunu anlamıştı.

“Tehlike geçti hanımefendi. İyi misiniz?” dedi nazikçe.

Genç kadın yavaşça başını kaldırdığında Maihar elektrik şoku yemiş gibi geriye sıçradı. Böyle bir manzarayla karşılaşmayı beklemiyordu. Kadının yüzünün yarısı feci derecede yanmıştı. Yaradan hafifçe sızan kan boğazından aşağı süzülüyordu. Koyu yeşil gözleri ise her şeye rağmen güzelliğini koruyordu.

“Teşekkür ederim. Ama sizi bu kadar korkutacak ne var yüzümde anlamadım.”

Kadın ıslak gözlerini silerken şaşkın adam bu alıngan soru karşısında ne diyeceğini bilemedi. Birkaç saniye sonra yutkundu ve sakince cevap verdi. “Üzgünüm, sizi görünce eski bir anımı hatırladım. Şimdilik gitmem gerek.”

Kadını geride bırakıp ağır adımlarla oradan uzaklaşan Maihar’ın kafasında bir yığın soru vardı. Bir şeyler döndüğü kesindi. Kadın nasıl olmuş da öyle bir yara almıştı? Kadının kâbusu burada son bulmuş muydu? Maihar’ın etrafını sis tabakası sardı ve yavaşça rüyadan ayrıldı. Keskin toprak kokusundan kurtulduğu için memnundu.

1 Beğeni

Maihar dünyanın temiz havasını soluduğunda rahatladı. Gecenin sardığı sokaklar bomboştu. Eski binaların arasındaki parkta, bir bankta oturuyordu. Siyah gömleği terden sırılsıklam olmuştu. Elinin tersiyle yüzünü sildi, nemlenmiş saçlarını geriye yatırdı. Arkasına yaslanıp serin havayı usulca içine çekti.

Bir rüzgâr çıktı ansızın, yırtık bir gazete parçası uçarak ayaklarının dibine düştü. Maihar eğilip kağıdı aldı. Bir gün öncesine ait haberde bir aracın kazaya karıştığı ve yaralıların henüz hayati tehlikeyi atlatamadığı yazıyordu. Yazıyı okuduktan sonra resme odaklanınca hayrete düştü. Gördüğü kişi, az önce kurtardığı kadındı. Bunun sıradan bir tesadüf olup olmadığını anlamalıydı. Kağıdı katlayıp cebine attı.

Vakit gece yarısına yaklaşmış, bulutlar dağılmıştı. Dolunay olan biteni keyifle izliyormuşçasına ışıldıyordu. Maihar istemsizce gölgelere çekilip yürümeye başlamıştı ki çevresini saran tüm görüntü değişti. “Hoop, yine mi yolculuk? Daha yeni gelmiştim.” Sızlanması devam ederken kendisini denizde bir teknede buldu Maihar. Yıldızlar o kadar güzel parlıyordu ki bir an karanlık gökyüzüne daldı. Aniden sendeleyince düşmemek için bir yere tutunması gerekti. Dalgalar bordaya sertçe vuruyor, tekne beşik gibi sallanıyordu. Işıltılı kıyının çok uzağındaydı. Birkaç kişi teknenin arka tarafında birikmiş telaşla aşağı sarkıyordu. Adamlardan birinin sesi kulaklarında yankılandı.

“Bir şey yapmazsak ölecek!”

Maihar durumu anlamak için hızla yanlarına gitti. İnsanlar aşağı sarkıttıkları halatı çırpınan kişiye ulaştırmaya çalışıyordu. Ancak dalgalar adamı uzağa savurunca bunun boş bir gayret olduğunu anladılar. Adamın batıp çıkarken dayanacak gücü kalmamıştı.

Siyah, deri ceketini ve ayakkabılarını çıkaran Maihar derin bir nefes alıp şaşkın bakışlar arasında suya atladı. Gözden kaybolan adamı bulmak için suyun derinliklerine kulaç attı. Dalgalar tarafından savrulsa da pes etmedi. Yanan gözlerini bir an araladığında batmakta olan adamı gördü. Ona yetişip bileğinden yakaladı ve yukarı doğru yüzmeye başladı. Baygın görünen adam o sırada kendine geldi. Maihar beklemediği anda sertçe aşağı çekilince ciğerlerindeki havayı bırakmak zorunda kaldı. Rüya Şekillendiricisi adamın derdinin ne olduğunu anlamaya çalışıyor bir yandan da çırpınıyordu. Neyse ki rüya sahibi çok su yuttuğundan tekrar bilincini kaybetti.

İkisi yüzeyde belirdiğinde teknedekiler hemen onları yukarı çekti. Herkes küçük bir şok yaşıyor ve Maihar’a övgü yağdırıyordu. O ise henüz kendine gelememişti. Soğuktan dişleri birbirine çarpıyor, nefesi küçük bir sis kümesi oluşturuyordu.

“Kaya kendine geliyor,” diye sevinç içinde haykırdı bir kız.

Dikkatini yerdeki adama verdi Maihar. Kaya, iri yapılıydı ve sert bir görünümü vardı. Birkaç kez öksürdükten sonra kendine uzanan elleri itip Maihar’a doğru yürüdü. Rüya şekillendiricisi de gergin halde ayağa kalktı. İri adamın kin dolu bakışlarına bir anlam veremiyordu. İyice yaklaşan Kaya kulağına doğru eğildi.

“Sana kim Toprak’ın hayatını kurtar dedi? Öldüreceğim seni.”

Maihar’ın gözleri şaşkınlıkla açıldı. Rüyalar istem dışı görülürdü ve Kaya’nın böyle bir şeyden haberdar olması pek mümkün değildi. Elbette, bunun arkasında kimin olduğunu biliyordu.

“Neden söz ettiğini bilmiyorum.”

“Bilmiyorsun ha! Yalan söyleme bana.”

Kaya’nın büyük elleri Maihar’ın boğazını sardı. Kaya’nın bakışlarından öldürme arzusu okunabiliyordu. “Gereksiz öfke ve kibir…” dedi Rüya Şekillendiricisi.

“Dur, Kaya ne yapıyorsun?” dedi telaş içinde yanlarına koşan sarışın bir kadın. “O, senin hayatını kurtardı az önce!”

Herkes Kaya’yı engellemeye çalışınca öfkeli adam bir de onlara hakaret savurdu. Koluna yapışan gözlüklü bir adamı ise karnına vurup kendinden uzaklaştırdı. İki büklüm kalan adam öfkelenmişti. “Delirmişsin sen! Ne halin varsa gör.”

Artık nefes alamayan Maihar Kaya’yı sertçe itti. Adam neredeyse tekrar suları boylayacaktı, son anda kirişe tutundu. Heyecan ve harareti artan Maihar tam karşılık verecekken rüya sona erdi. Sis tabakası içinde gözden kayboldu.

Nefes nefese kalan genç adam acıyan boğazını ovdu. İleri gidip o vahşiye bir zarar verebilirdi. Kızgın olsa da rahatlama hissetti. Nerede olduğunu hatırladığında ise dönüp arkasına baktı. Parkın çok yakınındaydı hâlâ. Maihar rüyalara girdiğinde dünyadaki zamanı kaybetmiyordu. Gerçekte yaşadığı o uzun süreçler bir göz açıp kapamaktan ibaretti. Ama yaşadıkları yüzünden aradan saatler geçmiş gibi hissediyordu. Hafif esintiye karşı yürümeye başladı.

Kısa bir araştırmanın ardından Toprak’ın hangi hastanede yattığını buldu. Bahçe kapısından içeri girip binaya baktı. Hastaneleri sevmezdi. Yine de yaralı kadının bulunduğu odaya çıktı. Kapıda kimse yoktu, sessizce içeriye girdi. Hareketsiz yatan kadının her yanından kablolar çıkıyordu. Yüzünün yarısı gerçekten de bandaj içindeydi. Kötü bir rüya görüyormuş gibi yüzünde hafif bir kasılma oldu. Maihar kadının ter içinde kalan alnına dokundu. “Seni koruyacağım, korkma,” diye mırıldandı.

Kapının dışından gelen ayak seslerini duyunca saklandı. İçeriye giren iki hemşire hastayla ilgilenmeye başladı. Biri serumu değiştirirken diğeri verilecek yeni ilaçları hazırlıyordu.

“Eski eşi ne hale getirmiş kadıncağızı. Yeniden evleneceğini duyunca öldürmeye kalkmış. Kendisi de sebep olduğu kazada ağır yaralandı.”

“Bir gram akıl yok böyle adamlarda. Geberir gider inşallah.”

“Neyse, elimizi çabuk tutalım. Sırada çok kişi var.”

Hemşireler gidince Maihar iç bunaltıcı odadan çıktı. Şu eski eşi bir görmeliydi. Tahmin ettiği şeyi doğrulaması gerekiyordu. Aşağıya, danışmaya indi.

“Buyrun, nasıl yardımcı olabilirim?” dedi kadın.

“Hastanız Toprak Güvenç’i görmeye gelmiştim. Peki, aynı kazada yaralanan eski eşi de bu hastaneye mi getirildi?”

Kadın sinirli bir şekilde ayağa kalktı. “Üzgünüm beyefendi, onu görmeniz mümkün değil. Toprak’ın akrabaları dünden beri kavga çıkarıp duruyor. O yüzden güvenliği çağırmadan gitseniz iyi olur.”

“Hayır, yanlış anladınız. Öyle bir niyetim yoktu.”

“Hem ziyaret saati değil şu an” diye çıkıştı görevli.

Maihar çıkışa doğru yönelirken kadına döndü. “İyi o halde yarın gelirim. Tamamen dostane bir ziyaret için…” Son cümleyi vurgulu söylediğinden kadın hışımla yerine oturdu ve arkasından bağırmayı ihmal etmedi. “Dostaneymiş, yedim ben de!” Bu sözler üzerine geri döndü Maihar ve usulca kadının yüzüne üfledi. Şaşkına dönen kadın başını masaya dayayıp kısa sürede uykuya daldı. Rüya Şekillendiricisi etrafı kollayıp Kaya’nın odasına girmeyi başardı. Bir süre monitörde yavaşça atan kalp ritimlerini izledi. Sonra bakışları solgun halde yatan adama kaydı. İç organlarının aldığı hasar büyüktü. Maihar onla arasında geçenleri hatırlayınca istemsizce yumruklarını sıktı. Düşündükçe delirecek gibi hissediyordu.

“Canını yaktığın başka insanlar da var mı ha?” Sözler düşük frekansta ama öfkeli şekilde dökülmüştü dudaklarından. Kulağa fısıldamak uzaktan bağırmaktan daha iyi etki yapardı. Yavaşça doğrulmuştı ki yeni bir rüyaya adım attı.
Güneş tüm yakıcılığıyla tepede duruyordu. Uçsuz bucaksız bir çöle daha önce hiç gelmemişti. Sıcak sanki derisini yakıyordu. Kumlar hafif esinti eşliğinde savruluyordu. Maihar’ ın gözleri güneşe alışınca etrafını saran kılıçlı adamları fark etti. Küfür etmemek için zor tuttu kendini. “Yok artık! Nasıl bir bilinçaltınız var anlamıyorum ki.” Kızgın bir çölde uzun bir palto ve çizmeyi neden giymiş olduğunu sorgulamadı bile. Hızla üstünü yokladığında kemerinden sarkan bir kılıç buldu.
“En azından bu işe yarar görünüyor,” dedi kılıcı çıkararak.

“Kimsiniz siz?” dedi yılmış halde adamlara dönerek.

“Görüyon mu Esat bir de bilmiyormuş gibi saf ayağına yatıyor.”

“Korkudan beti benzi atmış zaten,” dedi Esat gülerek.

“Ya sabır. Buraya düştüğüm yetmiyor gibi bir de kimlerle uğraşıyorum,” diye söylendi Rüya Şekillendiricisi.

Adamlar sözlü iletişime bir son verip saldırıya geçti. Maihar hızla savurduğu kılıcıyla kendini korumaya çalışıyordu. Çevik hareketleri sayesinde ölümcül darbelerden kurtulmuş, bir kişiyi de karnından yaralamıştı. Maihar dövüş uzadıkça hafif yaralar almış, yorulmaya başlamıştı. Dikkatsizliği yüzünden omzunda derin bir kesik açıldı. Kılıç sesleri kum diyarında yankılanıyordu. Görünürlerde rüya sahibi de yokken Maihar daha ne kadar dayanabileceğini bilmiyordu. Kan ter içinde dövüşürken rakiplerinden birinin sırtına ok girdi. Adamlar bir bir yere düşerken Maihar şaşkın halde okların geldiği yöne baktı. Yayını germiş, kendinden emin şekilde duran kişi küçük bir çocuktu. Maihar’a el işareti yaptı.

“Hey sen! Bu taraftan…” Maihar’ın çocuğu takip etmekten başka çaresi yoktu. Arkasından koşarken bağırdı.

“Bekle, kimsin sen?”

“Ben Bulut. O adamlar haftalardır peşimde. Bu korkunç yerde sürekli kaçmak zorundayım.”

“Zor olmalı,” dedi Maihar sızlayan omzunu tutarak ilerlerken.

Sonunda durduklarında çocuk rüya şekillendiricisini süzüp dudak büktü. Görünüşe göre kılığından hoşlanmamıştı. Sanki kendi tercihiydi tüm bunlar.

“Peki, sen ne arıyorsun burada?” dedi Bulut.

“Seni kurtarmak için buradayım.” Çocuk kahkahayı bastı. “Daha kendini kurtaramıyorsun beni nasıl kurtaracaksın?” Rüya şekillendiricisi sıkıntı içinde gözlerini devirdi. “Haklısın tabi, bu asıl benim kâbusum olmalı.”

Maihar sabrının son kırıntılarını harcarken kahkahası kesilmeyen bu çocuğa ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Onu bayıltıp adamların bulamayacağı bir yere saklayabilirdi. Eli çocuğun omzuna gitmişti ki ayaklarının altındaki kum çekilmeye başladı. İkisi birden kuma gömülüyordu. Çocuk ölmemeliydi! Maihar can havliyle belinden tuttuğu çelimsiz çocuğu kaldırıp kenara fırlattı. Kendisi ise hızla battı. Tamamen kumlara gömüldüğünde artık her şeyin sona erdiğini düşündü. Yüzlerce iskelet el tarafından aşağı çekiliyordu. Mezarlığı çoktan hazırlanmıştı. Bakışları yine donuklaşmaya başlamıştı ki bir dal parçasıyla başı dürtüldü. Maihar’ ın çok enerji harcaması gerekti kapıldığı tuzağı aşması için. Sonunda dala tutunduğunda dışarıdan birisi onu çekip çıkardı. Genç adam bir süre kum tükürüp nefes almaya çalıştı.

“Müthişsin baba. Tek seferde çekip kurtardın.”

Çocuk heyecan içinde babası ile övünürken Maihar nasıl bir talihsizlik sonucu yine kurtarılan kişi konumuna düştüğünü kavramaya çalışıyordu. “Kör talih dedikleri bu olsa gerek,” dedi alnındaki teri silerek.

“Seni kurtardığımız için teşekkür edeceğine bir de söyleniyorsun.”

“Sus sen! Büyüklerine laf yetiştirmeyi bırak,” dedi çocuğun babası. “Ama baba.”

Orta yaşlardaki adam Bulut’u azarlayıp kolundan sürüklemeye başladı. “Sana gözümün önünden kaybolma demedim mi?” Bulut mızmızlanmaya başlasa da babasının durmaya niyeti yoktu. Rüya henüz sona ermediğinden Maihar onları takip etmeye başladı.

İkili bir zaman sonra çölün bitip ansızın bir ormanın başladığı sınırdan geçti. Maihar rüyanın neden bu kadar uzadığını, dahası rüya sahibinin hangisi olduğunu merak ediyordu. Baba, bir ağacın dibinde duran torbanın yanına gitti. Eşyaların arasından bir tüfek çıkardı ve oğluna gülümsedi.

“Baban şimdi bir keklik avlayacak, iyi izle.”

“Bir de silahı eline tutuştur istersen,” diye öfkeyle mırıldandı Maihar.

Birkaç el ateş sesi yankılandı ormanda. Bulut hayranlık içinde babasını izliyordu. Kekliklerden biri yere düştüğünde almak için koştu. Çocuk çalıların arasında hızla ilerlerken Maihar da gizlice onu izliyordu. Sonra bir el silah sesi daha duyuldu. Maihar şaşkınlık içinde etrafa bakındı. Bu ses farklı bir silaha aitti. Telaşa düşen baba koşarak oğlunun yanına geldi. Çocuk yere çömelmiş, kulaklarını kapatmıştı. “Baba!”

Silah atışı tekrar başladığında ses bu sefer daha yakından geliyordu. Anlaşılan biri onları vurmaya çalışıyordu. Maihar büyük bir risk almaya karar verdi. Kurşunun geldiği yönü fark edince son anda ileri atıldı. Adamı Bulut’un önüne itip çocuğun yerine babasının vurulmasına neden oldu. Sonra endişeyle gözlerini kapatıp olacakları beklemeye başladı. Rüya sahibi eğer babaysa işler karışacak demekti. Çocuk babasını kanlar içinde yatarken görünce feci halde ağlamaya başladı. Elini adamın karnına bastırmış, kanı durdurmaya çalışıyordu.

“Baba, aç gözlerini! Ne yapacağım şimdi ben?”

Çocuk, babasını uyandırabilme umuduyla haykırıp dururken rüya şekillendiricisi suçluluk hissetti. Bir an önce bu manzaradan uzaklaşmak istiyordu. Sis tabakası etrafını sardığında çocuğun başındaki minik deliği o an fark etti. Kurşunla açılmış yara en başından beri orada olmalıydı. Rüya bittiğinde bile Maihar çocuğun feryadı yüzünden sersemlemiş haldeydi. Kafasını hızla sağa sola salladı. Kaya’nın soğuk suratını görünce nerede olduğunu hatırladı ve hızla hastaneden ayrıldı. Sonrasında yaptığı ilk iş geçmiş haberlere göz atmak oldu. İki ay önce başından vurulan ve komaya giren Bulut adındaki çocuğa rastlayınca hiç şaşırmadı. Kimliği belirsiz suçlu ise henüz bulunamamıştı.

Aradan geçen günler, işleri pek rayına sokmadı. Maihar bir ipucu bulamıyordu. Elindeki tek bilgi rüya sahiplerinin kâbusları yüzünden uyanamadıklarıydı. Ve zaman ilerledikçe enerjileri çekilmeye devam ediyordu.

Evine doğru giderken kendini birden sahil yolunda buldu. Hava sıcaklığı hissedilir derecede düşmüştü. Üstünde kalın bir ceket başında bere vardı. Kar yağıyordu, yerler beyaza bürünmüştü. Dalgalar kıyıya vuruyordu. Denize bakan banklara doğru ilerledi.

Yirmili yaşlarında mavi saçlı bir kız elindeki senaryoyu okuyordu. Giydiği dizine kadar gelen ince elbise yüzünden üşümüştü. Burnunun ucu kızarıktı. Yine de umursamadan bir elini uzatıp avucuna düşen kar tanelerini izledi. Gözlerinin içi gülüyordu adeta. Tekrar okumaya döndüğünde kendini tamamen işine kaptırmıştı. Kar hızlanınca soğuktan titremeye başladı. Maihar kızın sırtına ceketini koydu.

“Burada ne yapıyorsunuz? Hasta olacaksınız.”

“Rolüme hazırlanıyorum.”

Kız o kadar hevesli görünüyordu ki Maihar birkaç soru daha sormadan edemedi. Kısa sohbetin ardından Maihar kızın dublör olduğunu öğrenmişti. Kız ceketi iade edip kalktığında Maihar da ayağa kalktı. Kızın dizleri bakılamayacak derecede harap görünüyordu. Sıyrılan deriden sızan kan ayakkabılarının içine akıyordu. Başında da ezilme ve kesikler vardı, saçlarının bir kısmı kırmızıya boyanmıştı. Gördükleri biraz sarsıcı olsa da Maihar bakışlarını kaçırmamıştı.

Çekim ekibi hazır olunca dublör barınağa girdi. Senaryoya göre bir yangın çıkacaktı. Bahar, yangının içinden koşarak geçecek ve o sırada yıkılan parçalardan kurtulmaya çalışacaktı. Kız büyük rolü kapmak için her şeye katlanmaya hazır görünüyordu. Olayları akışına bırakamayan Maihar, Bahar’ı kolundan tuttuğu gibi arka tarafa bakan açık camdan çıkardı. “Ölmek mi istiyorsun? Hiç bir güvenlik önlemi almamışsınız,” diye Maihar direnen kıza.

“Bırak beni!”

“Yeter ama! Ben sizi kabuslardan uzak tutmaya çalıştıkça siz ona doğru koşuyorsunuz.”

“Ne demek istiyorsun?”

“Boşver.”

Çekim ekibi ikisinin etrafını sardı. Kız sahne kesildiği için Maihar’ı suçlar ve ona vurmaya çalışırken çalışanlar olaya müdahale etti. İşi aksayan yönetmen ise daha da kızgındı, Maihar’ı kovdu. Bir anda sinirler gerilmişti. Rüya şekillendiricisi cevap vermek istese de beliren sis tabakası susmasına neden oldu. Sonunda gidiyordu.

Eve dönünce bilgisayarı açtı ve çalışmaya koyuldu. Kısa bir süre önce film çekimlerinde bir dublör iş kazası geçirmişti. Hastaneye onun da ziyaretine gitti. Yalnız olduğu sırada papatya demeti koydu kızın başucuna. Papatya kokusunun güzel anıları hatırlatabileceğini umuyordu. Eğilip kızın kulağına fısıldadı. “Kış geçti, baharı bekliyor dünya. Uyanmalısın.”

Maihar sonrasında saatlerce sokaklarda dolaştı. Sabah ezanı okununca vaktin ne kadar hızlı geçtiğine şaşırdı. Yakındaki bir camiye birkaç kişi koşturarak girdi. Maihar onları izlerken gözlerine bambaşka bir manzara indi.

Rüzgâr sertçe esiyor, yapraklar her yöne uçuşuyordu. Kaya karanlık, ıssız sokaklarda telaş içinde koşuyordu. Çıkmaz sokakların birinde koşuşu son bulduğunda etrafını birkaç kişi sardı. Maihar yakınlaşıp onların kim olduğunu görmeye çalıştı. Toprak, Bahar ve Bulut çok öfkeliydi. Kaya’nın üstüne yürürlerken onu öldürmek için nasıl can attıklarını görülüyordu. Herkesin şaşkın bakışları arasında Maihar araya girdi. “Durun! Ne oluyor burada?”

“Bu hayırsız çok çektirdi bana. Dayak yemediğim gün yoktu neredeyse. Sonunda boşandık ama bir rahat vermedi. Birkaç gün sonra biriyle evlenecektim, beni öldürmek istedi. Sonra…”

Kadın makineli tüfek misali sözlerine devam ederken Maihar onu susturdu. “Tamam, senin hikayeni biliyorum. Peki senin bu adamla derdin ne?” dedi çocuğa dönerek.

“Bu adam bir zamanlar babamla ortaktı. Yaptığı sahtekârlıkları fark eden babam işten çekildi. Bir gün avlanmak için ormana gittiğimizde peşimize düşmüş. Başımdan vurdu beni.”

“Vay cani! Bunu da mı yaptın?”

Sinirlenen Bahar adamın üstüne yürüyüp yumruk savurmaya başladı. Kaya’nın saçını yolmaya başladığında Maihar zar zor onu durdurabildi.

“Alkollü şekilde araç kullanırken bizim film setine daldı bu herif. Senin yüzünden kaç metre yüksekten düştüm biliyor musun?” Bahar adama bir tane de tekme savurdu.

“Aman abla, bacağına dikkat et. Feci görünüyor zaten,” dedi Bulut korkulu gözlerle.

“Haklısın çocuk. Ne hale geldim ya! Şimdi filmlerde nasıl oynayacağım?”

“Ah, ahh! Annem çok dedi bu adamla evlenilmeyeceğini. Büyük lafı dinlemezsen olacağı bu.” Toptak söylenirken elini yüzünün yaralı kısmına bastırıyordu. “Aynı acıyı sana yaşatacağım.” Arkasında gizlediği diğer elindeki bıçağı çıkardı. Kaya’nın üstüne atılınca şaşkın haldeki Maihar son anda kadının kolunu yakaladı. Tüm bu olanlara bir anlam vermekte zorlanıyordu.

“Sen de mi onun tarafındasın? Bırak da öldüreyim.”

“Olmaz, izin veremem buna. Sakin olmak zorundasın.”

Maihar o anda elinde bir acı hissedince kadının kolunu bıraktı. Bulut eline ısırmıştı. “Bırak, öldürsün,” dedi çocuk.

“Yoksa ben öldüreceğim,” diye adamı sarsmaya başladı Bahar.

“Bir durun, delireceğim!”

Maihar çileden çıkmışken Kaya yaptıklarının ağırlığı altında eziliyor gibiydi. Ağzını açıp da tek bir laf edememişti. Rüya şekillendiricisi ona döndü. Karşısındaki adamın karanlık rüyaların sorumlusu olduğuna inanamıyordu. “Ziyandan başka bir şey değilsin,” dedi öfkelenerek. Suratına geçirdiği sert bir yumrukla Kaya’yı yere serdi. Sonra diğerlerine döndü. “Üzgünüm ama bu karmaşanın bitmesi gerekiyordu.”

Herkes karşı çıkarken Maihar sisle sarıldı. Hissettiği ürperti ile arkasına dönünce uzaklardaki karaltıyı gördü. Ona meydan okumuştu. Ölümle baş etmenin yolu bu insanları rüyadan uyandırmaktı. Böylece yaşama daha sıkı tutunabileceklerdi. Maihar etrafa bakıp nerede olduğunu anımsamaya çalıştı. Ara sokaktaki caminin önünden geçerken kafasında yeni bir fikir şekillenmeye başlamıştı. Rüyalara bir parça aydınlık bırakacaktı.

Sabahın erken saatlerinde dışarı çıktı Toprak. Fidan dikmek için toplanan kalabalığın arasına karıştı. Herkes heyecanlı görünüyordu. Üstünde ince, beyaz bir gömlek olmasına rağmen Maihar sıcaktan bunalmıştı. Bir süre etkinliği izledi. Ardından işini bitiren Toprak’ın yanına gitti. Kadına küçük bir çam fidesi uzattı.

“Sanırım bunları size vermeliyim. Bitkilere çok bağlı görünüyorsunuz. Belki bahçenize dikmek istersiniz.”

Kadın bir gülümseme eşliğinde kabul etti. “Bu civarlarda mı yaşıyorsunuz? Daha önce sizi görmüştüm.”

“Ben rüyalarda yaşarım.” Kadın şaşkın halde bakınca şaka yapmışçasına güldü. “Kusuruma bakmayın siz, burada yeniyim. Bu arada şu kulübeyi görüyor musunuz? Orada sizin için yeni bir başlangıç var. Kâbuslardan kurtulmak için bir göz atın derim.”

Maihar veda edip uzaklaştı. Kadın kafası karışmış halde bir süre dikildi. Adamın ne kastettiğini merak ediyordu. İçine bir sıkıntı düşünce ağır adımlarla tepedeki kulübeye doğru yürüdü. Bir süre kapıda dikildi, endişesini yenememişti. Aniden birkaç vahşi hayvan etrafını sardı. Kulübe ise huzurlu kollarını açmış, adeta onu çağırıyordu. Kadın telaş içinde kapıyı açıp kulübeye girdiğinde parlak gün ışığı gözlerini aldı. Toprak hastanede gözlerini açmıştı. Yakınları sonunda uyandığı için sevinç gözyaşları döküyordu. Maihar manzarayı koridordan izlerken mutlu hissediyordu. Sıra bir sonraki rüyayı beklemeye gelmişti. Yaslandığı duvardan uzaklaşıp merdivenlerden aşağı indi.

Bulut, luna parkta eğleniyordu. Dönme dolapta otururken aşağıdakileri izlemek keyif vericiydi. Bir süre çarpışan arabaların da keyfini çıkardı. Vakit su gibi geçiyordu, çok acıkmıştı. Ne yiyeceğine karar vermeye çalışırken simitçinin ilerisindeki bir giriş çarptı gözüne. Üstünde italik yazılarla Hayal Labirenti yazıyordu. Çocuk oraya ilerlerken Maihar çıktı karşısına, pamuklu şeker uzattı: “Eğlenmek için güzel bir yer. Önemli olan kısılıp kaldığında detayları görüp çıkışa ulaşabilmektir.”

Bulut sözlere anlam veremese de şekeri alıp adama teşekkür etti. Adam tanıdık geliyordu ama çoktan şekere odaklandığı için üstünde durmadı, şekeri yiyerek labirente girdi. Bir süre sonra sağanak yağmur başladı ve sırılsıklam oldu. Üşümüştü, hemen çıkışa ulaşmak istiyordu. Ne yöne koşsa soğuk, sert duvarlarla karşılaşıyordu. Geri de dönemezdi artık, kaybolmuştu. Zeminde hızla biriken su Bulut’u korkutuyordu. Çok bağırsa da sesini duyuramadı kimseye. Maihar sessizce duvarın üstünde yürürken çocuğu gözden kaybetmemeye çalışıyordu. Ancak duyduğu sesle irkildi.

“Ne yapmaya çalıştığını biliyorum.”

Ses iç titreticiydi, adeta kulaklarında basınç oluşturuyordu. Sanki bir şeyler kopup gitmişti benliğinden. Yavaşça arkasına döndü. Ölümün dostu Elmevt karşısındaydı. Etrafa buz gibi hava yayılıyordu.

“Onların ölmesine göz yumamazdım. Sürekli bir kâbusa uyanmak nedir bilir misin? Sen sadece ölüme hazırlarken insanı ben her biriyle bağ kuruyorum. Onları korumak, uyandırmak benim görevim.”

Elmevt kemikleşmeye yüz tutmuş elini uzattı. Daha çok kendi elini inceliyor gibiydi. Siyah dumanı andıran bedeninin etrafında uçuşan küller vardı. Maihar’ın onun gözlerine doğrudan bakma cesareti yoktu. Söylentilere göre akıl kaybettirecek kadar tesirli, karanlığa çekecek kadar derin gözlere sahipti. Acıtan, soğuk ses bir kez daha yankılandı.

“Bu senin tek şansın. İyi değerlendiremezsen kalanlar ölecek. İkimiz tamamen farklı sularda yüzüyoruz. Rakip değiliz, anla bunu. Sonuçta bir gün hepsi ölecek. Sen sadece süreci etkiliyorsun. Yine de saygı duymaktan başka yapacağım şey yok. Dikkatli ol, hile yapmaya kalkarsan sonsuz karanlığımda kaybolup gidersin.”

Maihar’ın beti benzi atmıştı. Sözleri biten Elmevt ortadan kaybolduğu halde sarsıntısı geçmemişti. Kendini toparlamaya çalıştı. Su iyice yükselmişken Maihar gözden kaybolan çocuğun peşine düştü. Bulut’un ne yapıp edip kurtulacağına inanıyordu. Çocuk her seferinde yolunun yüksek duvarlarla kesilmesinden yorulmuştu. Su neredeyse boğazına geliyordu. Vakit geçtikçe telaşı artıyor, çaresizce çırpınıyordu.

“Anne! Yardım edin!”

Maihar sesi takip edip onu buldu. Her ne kadar çocuğa acısa da çıkışı kendisi bulmalıydı. Son ana kadar bekleyecekti. Kalbi gümbür gümbür atan Bulut durdu, sırtını duvara yasladı. Labirente girmeden önce karşılaştığı adamın sözleri aklına geldi. Kelimelerdeki manayı anlamak için sakinleşmeye çalıştı. O anda duvarlardaki minik çıkıntılar dikkatini çekti. Aradan geçen zamanda su boyunu aşmıştı. Kısa bir an bekleyen Maihar artık müdahale etmesi gerektiğinin farkındaydı. Çocuk nefesini tutarken son anda butonlardan birine bastı. Yana doğru açılan duvar çocuğu suyla birlikte dışarı fırlattı. Maihar’ın tedirgin bakışları ışıltıyla kaplandı. Bulut hastane ışıkları altında gözlerini açtı. İlk hareketi elini başındaki yaraya götürmek oldu.

Geriye iki kişi kalmıştı. Ertesi gün Maihar Bahar’ın çalıştığı seti ziyaret etti. Kızın nasıl bir ortamda, kimlerle çalıştığını öğrenmek işine yarayabilirdi. Çekimler sürüyordu. Alan yeniden düzenlenmiş, villada düğün hazırlıkları başlamıştı. Kıyafet, makyaj ve saçların kusursuz görünmesi için herkes dört dönüyordu. Başroldeki iki kişi tüm ihtişamıyla göz kamaştırıyordu. Canı sıkkın halde tüm olan biteni izleyen Maihar villanın karşısındaki binanın çatısına baktı. Bahar oradan düşmüştü ve yerdeki kalıntılar çoktan temizlenmişti. Sanki herkes o anı unutmuş gibi bir heyecan içindeydi.

Maihar kendisini gösterişli bir davetin ortasında, Bahar’ın rüyasında buldu. Üzerinde şık, gri bir takım elbise vardı. Herkes bir şeyler yiyip içiyor, kahkahalar havada uçuşuyordu. Daveti veren hanımefendi zarifçe salona girip konuşmasını yapmaya başladı. Herkes onu alkışlarken Maihar şok olmuştu. Bu, Bahar’dan başkası değildi. Gördüğü kişinin şimdiki hali ve konumuyla gerçekteki arasında dağlar kadar fark vardı. Bu da gösteriyordu ki Bahar filmlerdeki öyle bir hayata imreniyordu. Konuşmasının ardından Bahar misafirleriyle tek tek ilgilenip tüm dikkatleri üzerine çekti. Üzerindeki beyaz, şifon elbise yere kadar uzanıyor, boynundaki pırlanta kolye olabildiğince ışıldıyordu.

Sonunda Maihar’ın yanına gelip onu selamladı. Oldukça neşeli görünüyordu. Maihar onun aksine düşüncelere dalmıştı.

“Hayranlık uyandıracak ışıltılı bir dünya her an sönecek bir yıldızdan farklı değildir. Geç olmadan gerçeğe açılan kapıdan geçmek gerekir.”

“Ne demek istiyorsunuz?” dedi Bahar rahatsız bir şekilde.

“Takip ediniz efendim, gönül izlerinizi.”

Kısa, tatsız konuşmanın ardından Maihar üst kata çıkıp olacakları izlemeye başladı. Parlak ışıklar altında sahte eğlence devam ederken ansızın deprem başladı. Herkes korku içinde koşturuyordu. Yalnız kalan Bahar bir an öylece bekledi. Sanki insanlar kendisinden kaçıyordu.

“Gitmeyin! Beni geride bırakmayın,” diye bağırdı.
Terk edilmişlik hissi büyürken deprem şiddetini artırınca kendine geldi. Üst katta çökme meydana gelince Maihar kendini zor kurtardı. Sadece ayağı burkulmuştu. Yine de Bahar’ın uzağında kalmamaya dikkat ediyordu.

Işıklar söndü, bağrışlar salonu sardı. Eşyalar devriliyor, herkes birbirini eziyordu. Bahar o kısa anda gerçek hayallerini, mutlu geçmişini hatırladı. Uzun bir aradan sonra yeni uyanmışçasına hafif bir sarsıntı geçiriyordu. Ne zaman böyle savrulmuştu, yıkılmıştı? Oysa ki ilkbahar kadar hayat doluydu. Yerde fosforlu ayak izleri belirdi ve hiç düşümeden onları takip etti. Balkon kapısından geçtiği anda hayata yeniden gülümsemeye başlamıştı. Uyandığını fark eden hemşire yanına koştu.

Maihar son sınavını vermeye hazırdı. Hastane odasında hareketsiz halde yatan Kaya’yı izlerken aklından çok şey geçiyordu. Onun sebep olduğu acı, yıkım fazlaydı. Üç kişinin hayatını ölüm sınırına yaklaştırmıştı. Maihar elini aralarındaki cama attı. Tırnaklarını cama bastırarak elini aşağı doğru kaydırdı. Daha fazla kişinin canını yakmasına izin veremezdi. Öfkeli bakışları, koyu renk gözleri ve sert yüz hatlarıyla korkutucu görünüyordu. Gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalıştı. İnsanların acımasız dünyasını bir türlü kabullenemiyordu.

O anda serinletici bir geceye gözlerini açtı rüya şekillendiricisi. Olabildiğince geniş, trafiğe kapalı caddede bir arabanın içindeydi. Herkes ölümcül yarışı izlemek için toplanmıştı. İlk duran kişi kaybedecekti. Kaya’ya tezahürat edenler kavgacı, ayyaş, gürültücü topluluktan ibaretti. Maihar’ın direksiyonu saran parmakları kasıldı. Birkaç yüz metre ilerisinde bulunan ve tam karşıdaki araçta Kaya vardı. Maihar içinde bulunduğu durumu düşünürken kalabalığın arkasında bir yerde Elmevt’i görünce kaşları çatıldı. Onun, eserinin sonuçlarını görmek için sabırsızlandığına emindi. Maihar’ın dudakları sessizce kımıldadı. “Şimdi izle beni.”

O sırada işaret verildi, yarış başladı. Kaya asfaltta hızla ilerlerken Maihar da gaza bastı. Alandaki coşku tavan yapmıştı. Gözlerini bile kırpmayan rüya şekillendiricisi tüm hislerinden arınmış gibiydi. İki aracın çarpışmasına ramak kala Kaya’nın gözlerindeki dehşeti gördü. Ölüm korkusu Kaya’ya son anda direksiyonu kırdırtsa da Maihar onun üzerine sürdü. Çarpışma çok şiddetli oldu. Hastanenin birinde kalp atışları duran bir adam hayata veda etmişti.

Maihar nefes alamıyordu. Tüm bedenini saran acının şokunu yaşıyordu. İçinde bir parça yine de doğru şeyi yaptığını söylüyordu. Birkaç saniye içinde hastane odasının önünde yere yığıldı. Kaya’nın odasına koşan sağlık görevlilerinden biri onu fark etti. Yardım için yanına gidip adamı yokladı. “Ölmüş,” diye mırıldandı şaşkınlık içinde.

Maihar gözlerini araladığında rengarenk çiçeklerle dolu bir diyardaydı. Yerde sırtüstü yatıyordu. Bir kelebek uçarak burnunun dibinden geçti. Güneşin parıltısı içini ısıtıyor, gözlerini kamaştırıyordu. Yavaşça doğrulup ayağa kalktı. Çiçek kokuları içine dolarken tüm dertlerden arınmış gibi hissediyordu. Geçmişi sanki çok uzaklaşmıştı, her şeyi hayal meyal hatırlıyordu. Mor renkli, mis kokulu bir çiçeği kopardı, kulağının arkasına taktı. Ağır adımlarla yeni geleceğine doğru yürüdü. Şimdi ait olduğu yerdeydi, huzur dolu sonsuz rüya aleminde. Veda ettiği dünya, insanlar geride kalmıştı.

~Son~

2 Beğeni