DYA | Görevli (Harry Potter Hayran Hikayesi)

Selam millet. Nasılsınız? Bu benim Wattpad’de yarışmaya katılmak amacıyla yazdığım tek bölümlük bir Harry Potter kurgusu. Sizlerle de paylaşma kararı aldım ve yorumlarınızı eksik etmeyeceğinizi umuyorum. Doğaüstü Yakışıklılar Akademisi diye yazdığım kitabımın özel bölümü olarak paylaşmıştım. Umarım beğenirsiniz.

152e866252d34c3f574905101586

Doğaüstü Yakışıklılar Akademisi’nde cezalandırılan ve hayatını bu akademi içinde kalarak sürdüren Sinan Açıkgöz, yıllar sonrasında aldığı bir görev yüzünden kendini Londra’da bulmuştu. O gün en büyük düşmana karşı devam eden savaşta ya kendini feda edip ölecek ya da seherbazları kurtaracak ve Karanlık Lord’un yok olmasını sağlayacaktı. Bu tamamen kendi çabasına ve onlarla yapacağı iş birliğine bağlıydı.

Aynı gün içinde kendisine verilen görevi başarıyla yerine getirmek için yürümeye devam eden ve seherbazların savaşında elementleri kontrol edip onlara elinden geldiğince yardımcı olan bu genç adam, pek çok kez kan aktığını görmüştü ama böylesini görmemişti. Durum tahmin ettiğinden daha kötü görünüyordu. Çevresinde uçan, birbirlerini lanetleyen ve akan kandan dolayı zevk alan o kadar çok seherbaz vardı ki, tiksintiyle yüzünü buruşturmadan yapamadı.

Karanlık Lord, pek çok seherbazı öldürdükten sonra sıradaki kurbanlarının bulunduğu eve doğru ilerleyişe geçmişti. Bu kurbanların bulunduğu aile Potter ailesiydi ve Lily ile James Potter eğer ki kaderleri değiştirilmezse ölecek ve geride oğulları Harry’yi bırakacaklardı. Hiçbir ebeveyn evlatlarına bir şey olmasına izin vermez, daha da önemlisi kendileri olmadan evlatlarının büyümesini istemezlerdi. Bu yüzden Voldemort’a karşı canla, başla savaşacaklardı.

Savaşın devam ettiği bu çetin ve kara günde Voldemort’un Potter ailesine doğru ilerlediği haberi tüm büyücülük dünyasını sarmıştı. Bunu duyan ve görevini layıkıyla yerine getirmek isteyen Sinan, Potter ailesinin evine doğru gidebilmek için harekete geçmişti. Harekete geçmişti geçmesine ama bu ailenin nerede yaşadığını bilmiyordu.

Kimliğini ve görevini gizli tutmaya çalışarak ilerleyen Sinan, çevresinde konuşulan bütün konuşmalara kulak kabartmıştı. Gökyüzünde uçmaya devam eden pek çok baykuşun sesini duyduğunda konuşmaları dinlemeyi bırakıp bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Daha öncesinde hiç baykuş görmeyen bu genç adam, baykuş sayısının bu kadar fazla olmasından dolayı az kalsın küçük dilini yutacaktı. Bazı baykuşların korkuyla uçmaya devam ettiği ve canlarının derdine düştüğü apaçık belliydi.

Bakışlarını gökyüzünden çekip konuşmalarıyla dikkatini çeken iki seherbaza bakışlarını çevirdiğinde üzerlerinde bulunan pelerini gördü. Pelerinler karanlık olan gökyüzünden biraz daha açık bir renkteydi ve hafifçe parlıyorlardı.

Seherbazlardan uzun boylu ve fazlasıyla zayıf olanı elindeki asasını sıkıca tutup burnunu çekerken “Karanlık Lord’un Potter ailesine varmasına çok az kalmış. Onunla savaşmak büyük bir dert ve ben onlara bir şey olmasından korkuyorum. Hogwart’ın en başarılı öğrencilerini öldürmek istemekte fazlasıyla haklı olsa da onlara zarar verip küçük bir çocuğu da yok etmesi büyük bir acımasızlık!” dedi. Sesi fazlasıyla sert çıkmıştı.

Sinan, bu iki seherbazın aralarında geçen konuşmaya girmek istemese de en sonunda dayanamayıp “Sözünüzü kesiyorum. Kusura bakmayın. Acaba Potter ailesinin evine nasıl ulaşabilirim? Karanlık Lord’un yok olmasında onlara yardımcı olmam gerekiyor,” deyiverdi. Söylediklerini deli saçması bulacaklarını biliyordu ama görev görevdi. Ya ölecek ya da görevini tamamlayıp bu aileyi kurtaracak ve akademiye sağ salim dönecekti.

Genç adamın sesini duyan ve söylediklerinin fazlasıyla saçma olduğunu düşünen iki seherbaz alayla bakışlarını ondan yana çevirdi. “Sen aklını mı kaçırdın genç adam?” diye sordular aynı anda. İri yarı ve kısa boylu olanı Sinan’ı baştan aşağı süzdükten sonra konuşmaya devam etti. “Onunla savaşmayı ve onun karşısında durmayı kimse istemez. Zaten onun karşısında da kimse duramaz. Ne kadar çok kurban verildiğini duymadın galiba. O bu zamana kadar pek çok aileyi yok etti. Senin de canına kıymaktan çekinmeyecektir!”

Sinan, duyduğu sözcüklerin hiçbirine aldırış etmedi. Başını iki yana sallayıp “Ben bunun üstesinden gelebilirim,” dedi. Adamların kendisini Muggle sandığını biliyordu. Seherbaz gibi görünmeyen birisinin Muggle sanılmasın zaten son derece normaldi. Bu yüzden de gücünü onlara göstermeli ve onlardan destek almalıydı.

Seherbazların bakışları eşliğinde ellerini havaya kaldırdı ve parmaklarını hareket ettirdi. O sırada çevrelerini kuvvetli bir rüzgâr sardı. Asaları dışında büyü yapamayan ve rüzgârın başlamasıyla ürken seherbazlar çevrelerine endişeli bir bakış attılar. Düşmanlarının kendilerine yaklaştığını düşünüyorlardı.

Sinan bunu fark etti ve hemen onları rahatlatmak için “Korkmayın,” dedi. “Ben asa olmadan elementleri kontrol edebiliyorum. Hava, su, toprak ve ateşin yönetimini kolaylıkla elime alıyorum.” Elini hareket ettirmeye devam etti ve gökyüzündeki kara bulutlar yok olup yerini parlak yıldızlara bıraktı. Şimdi gökyüzü ışıl ışıl parlıyordu. Bu kara günde bunun olması büyük bir mucizeydi.

Seherbazlar bir yaşlarına daha girmişlerdi. Karanlık lordun bunu yapabildiğini sanmıyorlardı ve ömrü hayatlarında belki de ilk defa bu kadar çok umut içinde bulmuşlardı kendilerini.

Sinan, element kontrolünü gerçekleştirmeye devam ederken pek çok seherbaz daha onu görmüştü ve genç adamın çevresini kısa sürede sarmışlardı. Aralarında gerçekleştirdikleri konuşmalar eğer ki genç adama destek olurlarsa Voldemort’un ölebileceği yönündeydi. Evet, bazıları hayatlarını genç adamı korumak isterken ortaya sermek zorunda kalacaktı ve ölecekti ama olsun. Karanlık Lord ölecek olduktan sonra buna değerdi.

Potter ailesinin yakın komşularından olan ve onların ölecek olmasından endişelenen Bayan Tanja, kalabalığı deli gibi yararcasına harekete geçti ve kendini ön plana attı. Sinan’ın hemen önüne geçtiğinde gözlerinden akan yaşlar göze çarpıyordu. “Yaklaştı!” diye bağırdı büyük bir dehşet içinde. “Potterların evine varmasına çok az kaldı. Eğer ki hızlı bir şekilde hareket etmezsek her şey için çok geç olacak! Bu konuda kesin kararlı. Potter ailesini öldürmek istiyor!”

Sinan, duyduğu sözcüklerin üzerinde yarattığı etkiden sonra irkildi. Bu gece bir ailenin, en önemlisi de kurtarmak zorunda olduğu bu ailenin ölmesine izin vermeyecekti. Çevresindeki kalabalığın endişe içinde konuşmasını elini kaldırıp durdurduktan sonra “Beni oraya götürün,” dedi. “Kanımın son damlasına kadar savaşacak, gerekirse de öleceğim ama onlara bir şey olmasına izin vermeyeceğim.”

Pek çok seherbaz başını salladı ve ellerindeki asayı hareket ettirip “Lumos!” dediler. Şimdi çevreleri daha da aydınlık görünüyordu ve içlerindeki ümit her zamankinden daha da belliydi.

Bu evrene yabancı olan ve söylenen kelimeleri bir türlü anlamayan Sinan, derin bir nefes aldı. Seherbazların kendisini yönlendirmesiyle birlikte Potter ailesinin evine doğru ilerlemeye başladı. Buraya geldiğinde yalnız olacağını düşünürken kendisiyle birlikte hareket eden ve ölümü göze alan pek çok seherbazın olması yanıldığını gösteriyordu.


Bayan Tanja’nın evi Potter ailesinin iki sokak ötesinde yer almaktaydı. Arada sırada onları ziyaret ederdi ve Harry ile birbirinden güzel oyunlar oynardı. Bu oyunların çoğu Harry’ye zarar vermeyecek oyunlardı ve zekâ geliştirecek türden olan seherbaz oyunlarıydı. Aklına onlarla geçirdiği birbirinden güzel anılar geldikçe üzülmeden yapamıyordu. Lily ve James’e, en önemlisi de Harry’ye zarar gelirse onları kurtaramadığı için kendisini suçlayacaktı. En önde yürümeye devam eden Sinan, onun üzüntüsünü fark edip adımlarını yavaşlattı ve yan yana gelmelerinin ardından “Onlarla çok mu yakındınız?” diye sordu.

Bayan Tanja, Sinan’ın bu sorusu üzerine buruk bir şekilde gülümsemeden yapamadı. “Yakınım ya,” dedi. “Eşimi ve çocuğumu kaybettiğim günden beri yanımda olmayı ihmal etmediler. Özellikle ufaklık… Harry… Onun tatlı gülümsemesi beni bu hayata bağlayan en önemli unsurlardan biri. Potter ailesine bir şey olursa ne yapabilirim hiç bilmiyorum.”

Sinan, böyle derin konular hakkında çok konuşulmaması gerektiğini bildiğinden hiçbir şey söylemedi. Bayan Tanja ile birlikte yürümeye devam ederken bir anda çevrelerini yoğun bir sis bulutu sardı. Sis bulutu o kadar kuvvetliydi ki görüşlerini engelliyordu.

Bu sis bulutunun ortaya çıkma sebebi Ruh Emiciler’di. Karanlık Lord’un kontrolünde olan ve ona hizmet eden bu Ruh Emiciler, o kadar hızlı hareket ediyorlardı ki pek çok seherbaz hazırlıksız yakalandığı için kendini koruyamamış ve ruhlarının emilmesinden dolayı hayatlarını kaybetmişlerdi. Bu yaratıkların görünüşü çok ama çok kötüydü. Sinan, daha öncesinde bu kadar korkutucu bir yaratık hiç görmemişti.

Daha öncesinde Ruh Emicilerle karşılaşmayan ve ilk kez karşılaşan Sinan, ne yapacağını daha doğrusu kendisini nasıl koruyacağını bilmiyordu. Endişeli bir şekilde çevresine bakınıp da yardım dilendiği sırada kuvvetli bir bağırış sesi duydu. Bu bağırış sesi Bayan Tanja’dan gelmişti.

“Expecto Patronum!”

Ruh Emicileri uzak tutmak için kullanılan bu kalkan, onlardan korunmak için çok iyi bir tercihti. Bu kalkan kullanıldığında yapılan büyü eğer ki çok kuvvetliyse bütün Ruh Emicilere karşı işe yarardı. Lakin Bayan Tanja çok güçlü olmadığından ancak bir kısmını uzak tutabilmişti.

Hava sıcaklığı geçen her saniye daha da düşerken çevrede bulunan Ruh Emicilerin sayısı daha da artıyordu. Bu artış iyi değildi. Karanlık tarafa karşı verilen savaşta zaten pek çok kurban verilmişken şimdiyse Ruh Emiciler yüzünden ölü sayısı artıyordu.

Sinan, irileşmiş gözleri ile çevresine bakarken az ileride bulunan sokak lambasının yanıp sönmeye başladığını gördü. Sokak lambası birkaç kez daha yanıp söndükten sonra birden bire çevrelerini çok kuvvetli bir ışık kaplayıverdi. Işığın kuvvetinden dolayı hiçbir şey göremiyordu.

Işık kuvvetini yavaş yavaş azaltmaya başladığında ellerini gözlerine siper eden Sinan, parmaklarını yavaşça hareket ettirdi. Ellerini yüzünden tamamen çektiği sırada ışığın yanında dikilmekte olan birisini gördü. Bu kişi upuzun beyaz bir sakala ve saçlara sahipti. Üzerinde göz alıcı, dantel detayları ile süslenmiş bir gri cüppe vardı. Burnunun üzerindeki gözlüğü ile yaşı biraz daha genç dursa da genç olmadığı apaçık belliydi. Bu kişi Lord Voldemort’un çok korktuğu ve savaşmaktan çekindiği Albus Dumbledore’du.

Asası olmadan büyü yapabilen yegâne seherbazlardan biri olan Dumbledore, tam zamanında savaş alanına varmıştı. Buraya gelme sebebi ne Lord Voldemort ile savaşmak ne de karanlık tarafta olan seherbazları yok etmekti. O Sinan’ın Potter ailesine varmasına yardımcı olmak istiyordu. Sinan, Potter ailesinin evine vardıktan sonra ya onları kurtarıp yaşamalarını sağlayacak ya da ölecek ve onları kurtaramayacaktı. Bu tamamen kendi çabası ve kullanacağı güce bağlıydı.

Sinan, kendisine yaklaşmaya devam eden Dumbledore’dan gözlerini ayırmıyordu. Buraya geldi geleli onun kadar güçlü bir seherbaz hiç görmemişti ve hayranlığı gözlerinden okunuyordu.

Dumbledore, yaptığı büyülerin ardından Sinan’ın yanına vardığında çevrede çok az Ruh Emici kalmıştı. Ruh Emicilerin çoğu savaş alanından uzaklaşırken Sinan ise hala yaşananların şokunu üzerinden atmaya çalışmakla meşguldü.

İkisi yan yana geldikten sonra Sinan etkilendiğini belli eden sözcükleri döktü dudaklarının arasından. “Vay be. Asası olmadan büyü yapabilen bir sihirbazı ilk kez görüyorum. Siz bu işte oldukça ustasınız!”

Sinan, söylediklerinde yanılmıyordu. Albus Dumbledore, büyücülük dünyasının bu zamana kadar gördüğü en yetenekli ve başarılı seherbazlardan biriydi. Ortalık bu kadar karışmışken Sinan’ı bir tek gitmek istediği yere o ulaştırabilirdi.

Dumbledore bir şey söylemedi bu konu hakkında. Elini Sinan’ın omzuna uzattı. “Daha öncesinde hiç ışınlandın mı?” diye sordu.

Sinan, bu dünyaya ait olmadığı için ve kendi yaşadığı dünyada da ışınlanan bir varlığı görmediği için, ayrıca kendisi de ışınlanmadığı için ne söyleyeceğini bilemiyordu. Başını iki yana salladıktan sonra bir iki kelime edecekti ama Dumbledore ondan önce davrandı. “Anladığım kadarıyla daha önce ışınlanmadın. Dikkatli ol. İlk ışınlanma kusturucu olabilir.”

Sinan daha ne olduğunu anlayamadan kendisini başka bir yerde bulmuştu. Buraya Dumbledore ile gelmişti ve onun da söylediği gibi midesinin fazlasıyla bulandığını hissediyordu. Birkaç saniye sonra ışınlanmanın etkisiyle kendisini kusarken buldu. Midesinde ne var ne yoksa hepsini çıkarıyordu.

Sinan, kendine geldikten sonra Dumbledore’un uzattığı su ile ağzını çalkalayıp tükürdü. Daha sonra cebinden çıkardığı peçete ile ağzını sildi. Kusmaktan nefret ederdi ve bu durum hiç hoşuna gitmemişti.

Dumbledore, Sinan’ın kendisine tekrardan bakmasının ardından “Ev az ileride,” diyerek iki katlı bir binayı gösterdi. Binanın dış yüzeyi beyaza boyanmıştı ve içeriye giriş kapısı aralık duruyordu.

Sinan, derin bir nefes aldıktan sonra binaya dikti gözlerini. “Sen gelmiyor musun?” diye sordu Dumbledore’a. Potter ailesini kurtarmak için beraber gitseler ne de iyi olurdu.

“Hayır. Ben gelmeyeceğim. Bunu senin yapman gerekiyor.”

Sinan’a verdiği yanıtın ardından ortadan kayboldu Dumbledore. Çevresine baktığında kimseyi göremeyen ve yapayalnız olduğunu anlayan genç adam ise endişeli bir şekilde solumadan yapamadı. Savaş henüz devam ediyordu ve eğer dikkatli olmazsa Potter ailesinin yanına varmadan canından olabilirdi.

Boğazında biriken yumruyu yok ettikten sonra yürümeye başladı. Eve varabilmek için birkaç adım daha atması yeterli olacaktı. İçeri girmeden önce çok dikkatli olması gerekiyordu. Karanlık Lord her an karşısına çıkabilir ve onu beklemediği bir anda yakalayıp ölmesine sebep olabilirdi.

Korkma, dedi içindeki ses. Sen ondan daha güçlüsün. İyilik, kötülüğün karşısında her daim bir adım öndedir ve öyle de olmaya devam edecek.

Sahi, gerçekten öyle olacak mıydı? Karanlık Lord’dan, Voldemort’tan daha güçlü olup onu kalbindeki iyiliğin de verdiği güç ile yok edebilecek miydi? Bunun merakıyla kavrula kavrula yürümeyi sürdürdü.

Binanın önüne vardığında elini uzattı ve hava kontrolünü sağlayarak kapının geriye doğru çekilmesine sebep oldu. Kapının açılmasının ardından karşısına çıkan koyu ve ürkütücü bir karanlıktı. Kapalı alanlardaki karanlığın hep uğursuz olduğunu düşünmüştü. Ne zaman ki böyle bir yerde karanlık ile karşılaşsa içgüdüsü kendisini hemen koruma altına alması gerektiğini söylerdi.

Kendini koruyabilmek için birkaç tedbir aldı ve aldığı bu tedbirler sonrasında binanın içine girdi. Üst kattan ürkütücü bir ses geliyordu. Ürkütücü bir insan sesi. Büyük ihtimalle konuşan kişi Lord Voldemort’tu. Öyle olmalıydı. Böylesine ürkütücü ve rahatsız edici bir ses ancak ona ait olabilirdi.

“Biz sana asla hizmet etmeyeceğiz! Asla ve asla karanlık tarafta olmayacağız. Bunun olmasındansa ölmeyi tercih ederiz!”

Karanlık Lord’un bulunduğu odaya giren ve ailesini korumak için ölümü bile göze alan James Potter, büyük bir cesaret ve dik bir duruş ile konuşmasını sürdürüyordu. Ne eşi Lily ne de kendisi bunu yapmayacaktı. Karanlık tarafa geçip seherbazların ve Muggle’ların ölmesine sebep olmayacaktı.

Acıma duygusu olmayan, zalimliği yüreğine iyice hapsetmiş bir varlığın James Potter’ı anlaması beklenemezdi. Tek yaptığı öldürmek olan ve akan her kandan büyük bir zevk alan bu varlık eğer ki onları anlarsa zaten ortada var olan bir kötülükten söz edilemezdi.

James Potter böylesine korkusuz olup onun karşısında dimdik dururken, Sinan’ın kendisini geriye çekmesi olmazdı. Merdivene varıp üst kata çıkmak için basamakları tırmandıktan sonra kendisini gizlemek için hemen duvara yaslanıverdi. Karanlık Lord, onun geldiğini duymamıştı. Normalde gözü ve kulağı dört bir yandayken bunun olması fazlasıyla şaşırtıcıydı.

Lord Voldemort, karşısında dik duruş sergilemeye devam eden James Potter’a alaycı bir gülüş fırlatıverdi. Gözlerinde iyiliğe dair en ufak bir iz dahi yoktu.

Lily Potter, oğlunun odasındaydı ve ona bir şey olmaması için bildiği tüm koruma büyülerini yapıyordu. Evlat, bir anne için en değerli varlıktı ve bütün anneler çocuklarına bir şey olmasındansa ölmeyi göze alırlardı.

Lily Potter’ın sesini duydu Sinan ve yaslanmaya devam ettiği duvarın hemen sağından başını ileriye doğru uzattı. Kapalı olan beyaz kapı gözüne çarptı. Kapının ardından Lily Potter’ın sesi gelmeye devam ediyordu. Hemen kendini ileriye attı ve sessiz bir şekilde kapıya doğru koştu. Kapının önüne geldiğinde elini kapı koluna uzattı ve kapı kolunu aşağıya doğru bastırdı. Lily Potter, oğlunu koruyabilmek için artık nasıl bir büyü yaptıysa içeri giremiyordu. Hatta kapı kolu bir anda elinden kayıp gitmiş ve odaya giriş kapısı ortadan kaybolmuştu.

Lily Potter ve Harry’nin yanında olamayacak olan Sinan, önce sağına sonra soluna baktı. Başka bir çaresi kalmadığının farkındaydı. Ağır ve sessiz bir şekilde yürüyüp James Potter’ın yanında olacak ve Karanlık Lord’u yok etmek için onunla birlikte savaşacaktı.

Oysa genç adamın tahmin etmediği bir şey gerçekleşmişti o anda. İki oda ileriden yükselen çığlık sesi tüylerinin diken diken olmasına sebep olmuştu. Karanlık Lord’dan çıktığını düşündüğü “Avada Kedavra!” sözleri hiç hoşuna gitmemişti. Odadan yükselen kuvvetli ses ve parlak yeşil ışık gözlerini almıştı.

Sinan’ın duyduğu bu sözler karanlık sanatlar içinde yer alan, affedilemez lanetlerden birine aitti. Canlı bir insana veya yaratığa yapıldığında acısız bir ölüme sebep oluyordu. Ölen canlının üzerinde hiçbir şiddet izi görünmezdi. Sinan da diğer Muggle’larda olduğu gibi James Potter’ın cansız bedenini gördüğünde neden öldüğünü anlayamayacak ve en ufak bir şiddet izi göremeyeceği için kafası karışacaktı. Tabii, orada olmasaydı ve bütün bu olanlara sonradan rastlasaydı böyle olurdu. Sinan, olay yerinde olduğu ve James Potter’ın öldürüldüğünü bildiğinden bu durumu asla garipsemeyecekti.

Sinan, Karanlık Lord’un karşısında durabilmek için derin bir nefes aldı. Gözlerini ışığın yükseldiği odadan çekmedi ve gücünü kullanarak hava kontrolünü sağladı. Diğer element kontrollerinden ziyade bunda daha başarılıydı ve en çok bunu kullanacak gibi görünüyordu.

James Potter’ı öldürmesinin ardından elindeki asa ile odadan çıkan Voldemort, Sinan’ı görmeyi hiç beklemiyordu. Hemen asasını hareket ettirdi. Voldemort’un ne kadar kötü bir seherbaz olduğunu anlayan ve kendisini ondan korumak için hava kontrolünü daha güçlü bir şekilde sağlayan Sinan, çevrede yarattığı sis bulutunun ardından kendisini hemen gizlemek üzere harekete geçti. Karanlık Lord, bu küçük oyuna kanmayacak kadar akıllıydı. Yapmış olduğu bir büyü ile sis bulutunun dağılmasını sağladı.

Sinan, Karanlık Lord karşısında bir şansı olacağını düşünmüştü ama göreve gönderilirken kendisine onun hakkında yeterli bir bilgi verilmediğinden bu düşüncesinden an itibariyle vazgeçmişti. Ne yapacağını, nasıl hareket edeceğini ve ona karşı durmak için hangi element kontrolünü yapması gerektiğini bilmiyordu. Gerçi element kontrolü yapacak olsa da ona karşı dayanıp dayanamayacağını bile bilmiyordu.

“Benden kaçabileceğini mi sanıyorsun!” diye kükrediğinde Karanlık Lord, Sinan dişlerini gıcırdatmadan yapamadı. Gözlerini devirip içinden söylendi. Tekrardan ellerini hareket ettirip güçlü bir hortum oluşturmasının ardından “Tanrım yardımcım ol,” diyerek dua etmeye başladı. Gerçekten de Tanrı’nın yardımına ihtiyacı vardı ve tek başına bu zalim adam karşısında hayatta kalma şansı yoktu.


Sinan, yapmış olduğu hortumun ardından Karanlık Lord’un dikkatinin dağılmasını umarken onun ölmesini isteyen seherbazlar Potter ailesinin evine varmak üzereydiler. Aralarında Bayan Tanja da vardı ve vücudunda ufak da olsa yaralar vardı. Neyse ki bu yaralar onu öldürmezdi. Yapacağı ufak tefek büyüler yardımıyla kendini tedavi edebilirdi ama bunun için zamanı yoktu.

Bayan Tanja, Potter ailesinin evinin önüne varmasının ardından hiç düşünmeden kendini içeri atıverdi. Üst kata çıkan merdivenleri tırmandı ve evin içini saran hortumu gördü. Bu hortumu yapan Voldemort muydu yoksa Sinan mıydı? Merakı daha da artarken yürümeye devam etti. Hortumun çevresinde gözden kaybolurken yukarıdan gelen sesler daha da artmıştı.

Sinan, yapmış olduğu hortumun Karanlık Lord tarafından yok edilmesinin ardından titremeden yapamadı. Voldemort’un kendisine yaklaştığını duyuyordu ve ne yapacağını kara kara düşünmeye başlamıştı. Tam o anda imdadına Bayan Tanja yetişti.

“Sersemlet!”

Voldemort bu hamleyi beklemiyordu ve bedeni birkaç metre uzağa uçmuştu. Bu durum daha da sinirlenmesine sebep oldu. Zaten Potter ailesini katletmek isterken eve aniden gelen ve fazlasıyla vakit kaybetmesine neden olan bu Muggle parçası canını çok sıkmıştı ve onu öldürmek isterken öldürememişti.

Yapacağı büyüler ile onu alt etmeyi planlarken bu kadının ortaya çıkması hiç de iyi olmamıştı. Karanlık Lord, normalde çok hızlı hareket eder ve kurbanları çok çabuk öldürebilirdi ama bu defa olmamıştı, yapamamıştı. Çarptığı duvar yüzünden biraz olsun sersemlese de hemen kendini toparladı ve ayağa kalktı. Kendisine yeniden saldırma hazırlığında olan kadını gördüğünde hemen asasını salladı ve dudaklarından karanlık kelimeleri döktü. “Cruciatus!” Bayan Tanja, Voldemort’un yaptığı bu lanetten kurtulma fırsatı elde edememişti. Lanet bedenine isabet ettiğinde sağa, sola doğru yuvarlanmaya başladı. Vücudu kasılıyordu. Kemiklerindeki acı o kadar kuvvetliydi ki, her bir kemiğin kasılmış olduğunu hissediyordu. En sonunda gözleri yuvalarında dönmeye başladığında lanetin etkisi daha da artar hale gelmişti.

Yaptığı lanetten son derece keyif alan Karanlık Lord, son derece çirkin ve kulakları sağır edecek kadar güçlü bir kahkaha patlattı. Sinan, kahkahanın çirkinliği yüzünden kulaklarını kapatmadan yapamadı. Bu korkunç sesin sahibini yok edemediği ve Bayan Tanja’nın acı çekmesine sebep olduğu için kendine kızdı. Neden hızla hareket edip onu kurtaramamıştı ki? İşe yaramaz bir element kontrolcüsünden başka biri değildi. Daha bu kadını kurtarmayı beceremiyorken ondan Potter ailesini kurtarmasını bekliyorlardı.

Sinan, gözlerinin dolduğunu hissetmeye başladığında vakit her zamankinden daha hızlı ilerler olmuştu. Kendisini fazlasıyla güçsüz ve değersiz hisseden genç adam, saklanmaya devam ettiği yerden çıkmaya cesaret edemiyordu. Olduğu yere daha da büzüşüp dizlerini göğsüne doğru çekerken “Korkuyorum…” diye fısıldadı. Fısıltısı o kadar güçsüzdü ki, kendi sesini bile zor duyar olmuştu.

Karanlık Lord kendisine daha da yaklaşıp en sonunda ayakta dikilerek ona baktığında, bakışlarını ondan yana çevirmeye cesaret edemedi. “Bana karşı durup beni öldürebileceğini mi sanıyorsun?” diye sorduğunu duydu. “Hiç kimse, hiçbir seherbaz bana karşı gelemezken sen bu aptal güçlerinle beni mi engelleyecektin?”

Sinan, bu kadar korkak ve güçsüz olduğu için kendinden nefret ettiğini hissetti. Yine de son bir cesaretle başını yasladığı dizlerinden çekip bakışlarını Karanlık Lord’a çevirdi. Baktığı gözlerde gördüğü ifade tüm benliğini rahatsız etmişti.

Karanlık Lord, ismini bilmediği bu genç adamın kendisine bakma cesareti karşısında biraz olsun hayran olmadan yapamadı. Elindeki asasını sıkıca kavrayıp onu öldürmek için harekete geçeceği sırada evin içinde hareket eden ve görünmez olan Lily Potter, ondan önce davrandı. Asasını hızlıca savurup Absorpe Protegrus dedi. Bu büyü sayesinde en güçlü kalkanı yapmış ve Karanlık Lord’un hem kendisine, hem Sinan’a hem de oğlu Harry’ye saldırmasını engellemişti.

Karanlık Lord, bu kalkan yüzünden Albus Dumbledore’dan oldukça korkuyordu ve onunla çarpışmaya hiçbir zaman cesaret edememişti. Lily Potter’ın, daha doğrusu göremediği seherbazın bu büyüyü yaptığını anladığı zaman titremeden yapamamıştı. Lily, bu durumun farkına varında aradaki zaman aralığını uzatmayıp “Imperio!” diye bağırdı. Bu büyünün isabet etmesinin ardından kendi bedeni ve zihni üzerinde kontrolünü tamamen kaybeden Voldemort, aklı karışmış bir şekilde çevresine bakmaya başladı.

Lily, üzerindeki görünmezlik pelerinini çıkarıp kenara fırlattıktan sonra gözlerini Lord Voldemort’un üzerinden çekmedi. “Eşimi öldürdün!” dedi nefret dolu bir sesle. “Beni, oğlumu ve bu genç adamı öldürmeye kalktın. Üstelik senin yüzünden Bayan Tanja da lanetlendi. Çok yanlış yaptın. Benim bu kadar güçlü olduğumu, sevginin, iyiliğe dair olan inancın her şeyden üstün olduğunu hiçbir zaman anlayamayacaksın. Şimdi tüm sihirbazlık ve muggle dünyasının iyiliği adına kendini öldürmeni istiyorum. Sen ölürsen ancak bu dünya eski haline döner ve güzelliklerle yaşamaya devam ederiz.”

Voldemort, bu güçlü lanetin etkisi altında olduğu için kendisine söylenen şeyi yapmak üzere harekete geçti. Elinde tutmaya devam ettiği asayı bedenine yöneltip “Kendimi nasıl öldürmemi istiyorsun?” diye sordu.

Lily Potter, hiç düşünmeden yanıt verdi. “Kendini en çok kullandığın lanetle lanetle. Senin gibi bir sefile ancak bu şekilde bir ölüm yakışır.”

Karanlık Lord, Lily’nin bahsettiği laneti anlamıştı ve hemen doğru kelimeleri dudakları arasından döktü. “Avada Kedavra!”

Lily Potter, doğru zamanda ve doğru yerde harekete geçtiği için kendisiyle gurur duyuyordu. Karanlık Lord’un kendisine uyguladığı bu lanetin ardından ölmesi üzerine derin ve rahat bir nefes aldı. Artık dünya hiçbir şekilde karanlığa dönmeyecekti. Onun yandaşları güçsüz kaldıkları için kaçacak, bir daha ortaya çıkmayacak ve iyiliğin hüküm sürmesine sebep olacaklardı. Genç kadın kendisini bu kadar geliştirdiği ve doğru büyüleri yapıp hem seherbazları hem de Muggle’ları kurtardığı için kendisiyle gurur duydu. Bakışlarını bu kötülüğün sahibinin cansız bedeninden çekip Sinan’a çevirdikten sonra elini uzattı ve “İyi misin?” diye sordu.

Sinan, gördüklerinin etkisinden uzunca bir süre çıkabilecek gibi görünmüyordu. Elleri titremeye devam ederken “İyi miyim bilmiyorum,” dedi. “Umarım iyi olurum.”

Lily Potter, oğlu Harry ve Sinan ile birlikte evden çıkarken gökyüzü daha öncesinde olmadığı kadar aydınlık hale gelmişti. Güneş çok güçlü bir şekilde parlıyordu ve geleceğin aydınlık geçeceğinin en büyük habercisiydi.

1 Beğeni