Edebi Metinlerde Hoşlanmadığınız Unsurlar?

Edebi metinlerde edepsizlik

1 Beğeni

Sayılır mı bilmiyorum ama bahsi geçen metnin bir “köy anlatısı” olması beni hemen uzaklaştıran bir unsur. Edebiyatımızın da içinden bir türlü çıkamadığı bir konu. Köy, köylü okumaktan gına geliyor. Hem bunu yazan edebiyatçıya söylemek lazım, bahsettiğiniz köylüler
o kitabınızı hiçbir zaman okumayacak. Bu yüzden köylüler üzerinden yapılan tespitler hedefine hiçbir zaman ulaşamayacak.

Klasikleşmiş taşra romanlarını ayrı tutuyorum.

2 Beğeni

Olayların çarçabuk anlatılması beni aşırı rahatsız eder

1 Beğeni

Oradaki köy ve köylü tasvirlerinin şehirliye hitaben, Yeşilçamvari bakış açısı zaten. Şehirlinin arayış içerisinde sığınacağı, kendi hayatı adına ders alacağı ya da korku hikâyelerindeki gibi başına belalar geleceği farazi dünyalar. Özellikle gümüz Türk sinemasında köy kullanımının yapaylığı usandırmaya başlamıştı. Çocukluğu köyde kasabada geçenler köy anlatılarını fazla şehirli bulduklarını söylüyordular. Günümüz köy hayatı ve kültürü de şehirinkine eklemlenmişken, köy algısını yenilemek şart.

3 Beğeni

Köyde büyümüş biri olmamama rağmen bu tip romanlar hep bir fantastik gelmiştir bana, o açıdan haklısınız. Dediğiniz gibi köy ve köylü kavramları yavaş yavaş anlamını yitirmeye başladı, en azından daha modern ülkeler bakımından. Çoğumuz şehirliyiz. Bunu köy hayatı yaşamış kişileri yermek için söylemiyorum tabii ki.

Bu sığlıktan kurtulup daha cesur anlatılara yelken açmak gerek kanımca. Edebiyatçıya ne yapmasını söylemek haddime değil lakim ben böyle düşünüyorum. “Sadece Türk kültürünü yazmana izin var.” diye hede hödö de yapmam ama orası başka konu tahmin edebileceğiniz üzere.

Gözlem gücü, farkındalığı vs. güçlü olanlar elbet o klişelerden bile harika işler çıkartırlar da, yaratım sürecinde prototiplerden, belli başlı kalıplardan çok uzaklaşmamanın verdiği bir “güven” hissi var. Eh, hem yeni hem de tanıdık bir şeyler gelecekse, açık sularda açılmaya cesaret edenlerden gelir.

3 Beğeni

Karakter isimleri, olayların geçtiği mekanlar ve işlenen konuların yabancı kültürlerden olması.
Sadece bizi anlatacakları diye bir kural yok. İlgi alanıysa, yazarlarımız Slav, Hint vb. halkların mitlerinden, mekanlarından yararlansın( bunun adı kültür çeşitliliğidir.) Ama gidip de isimleri James, Chloe yapıp olayları Batı Avrupa şövalyeleri hakkında yazmasını( bunun adı da tembellik ve popüler olana kaçmaktır).

1 Beğeni

Yazması en zor, en çok vakit alan zımbırtı yumağı. Aynı zamanda da okuyucuyu tatmin etmesi en zor olan kısımlardan biri. Bir nevi, “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.” paradoksu.

1 Beğeni

Cinselliğe gereksiz anlam yüklenmesi ve abartılı anlatılmasından hoşlanmıyorum. Latin amerikalı yazarlar da sık sık cinselliğe kitaplarında değiniyorlar(ki hayatın bir parçası zaten) ama rahatsız etmemeyi başarıyorlar. Fakat örneğin şibumi kitabındaki anlatım bana çok tuhaf gelmişti. Yine parfümün dansında cinselliğe abartılı bir yaklaşım vardı ve yadırgamıştım okurken. Heves kaçıran ipucu vermemek için açıklayamıyorum ama cinselliğe gereksiz anlam yüklenmesi ve abartılı anlatımlar beni rahatsız ediyor açıkçası.

Bir de balzac tarzı, aşırı betimlemeler, konunun ağır akışı falan da hoşuma gitmiyor. Klasik okumayı seven birisi olarak, balzac ve flaubert’i sırf bu nedenle okuyamıyorum.

Gerçekten öyle. Sanırım bu yüzden diyalog yazmak, yazıma katmaya sevdiğim en güzel şeylerden. Üzerinde çalışmak da öyle. Oyun gibi geliyor bana, ayrıca oyunlarda da en çok diyalogları okumaktan hoşlanırım.

Ama olsun, hata yapmak başarmaktan eğiticidir.

@Orhan_Kolibandi Ben de bir ara öyle düşünürdüm, şimdilerde düşünmeyi bıraktım açıkçası. Diğer yabancı yazarlar kendilerine yabancı halklardan ve milletlerden / mitlerden esinlenerek yazdıkları eser doğrultusunda yadırganmazken ve bazıları çok satarken, bizim yazarlarımıza karşı bu tutumumuz biraz tuhaf. Kim neyden keyif alıyorsa, neyle alıp veremediği varsa o konuda yazmalı. Batı Avrupalı bir şovalye romanı yazan Ayşe Hikmet (sallıyorum ismi) belki bunu kotarmıştır (bir ihtimal diyorum), eğer kotaramamışsa bu konuya aşina olmuş kişiler bu çiğliği hemen göreceklerdir zaten. Yazar önceden çalışmasını yapar muhtemelen.

Okumadığım ama incelediğim için yanlış örnek olabilir ama aklıma bir parça Dune geliyor. Yanlış düşünüyorsam lütfen düzeltin.

1 Beğeni

Diyalog konusunda elbette birçok iyi örnek verilebilir. Ancak ben bu hususta Dr. House diyaloglarının üst seviye olduğunu düşünüyorum. Ne zaman bir diyalog yazarken tam anlamıyla tıkansam rastgele bir bölümünü açıp “nasıl yaptıklarına” bakıyorum. Ders olarak okutulası diyalog metinleri var. “Anlatma, göster.” özdeyişinin vücut bulmuş hali.

1 Beğeni

-Asıl konuya, sayfalarca gereksiz detaylardan dolayı bir türlü geçiş yapılmaması. Cidden en sinir olduğum olay bu. Bu yüzden önsözler de ağırlık gibi geliyor, önsözü çok uzun diye birçok kitabı okumayı bırakmışlığım var.

-Uzuuun uzuuuuun, noktası virgülü belli olmayan betimlemeler.

-Karakterlerin ruhani durumlarının çok derin yazılmasını sevmiyorum, olay odaklı kitapları tercih ediyorum.

-Bunalım temalı metinler benim de içimi bunaltıyor.

3 Beğeni

Çoğu kitapların başlangıç bölümlerinde çok fazla betimleme oluyor. Bu betimlemeler yüzünden kitabı okumayı bırakasım geliyor. Tabi bu betimlemelerin bitişiyle kitap açılıyor ve olayların içine adım attığımda bu kitabı daha önce neden okumadım diyorum sonunda. Kitapların böyle bir kronik sorunu var sanırım(bana göre)

1 Beğeni

Özellikle yeni nesil yazar adaylarında gördüğüm beni benden alan mevzu da şudur.

-Hıçkırarak tıksıran
-Hönkürerek kahkaha atan
-Karnı ağzından çıkan
-Gözleri masaya düşen vs vs vs karakterler yazıyı da yazarı da daha etkileyici yapmıyor. Şu abartılı ruh hallerini abuk subuk duygu durumlarına yedirerek metne sıkıştırmaya çalışmaları gerçekten beni bunaltıyor, daraltıyor.

1 Beğeni