En zayıf olduğumuz yerde

İyi okumalar dilerim, yorumlarınızı eksik etmeyin.

Kara şekiller, bacaklarının sürdüremeyeceği bir tempoda koşuyorlardı. Aydınlık havaya ne zıtlık… Uçları katlanmış bir dünya üzerinde koşuyormuş gibi, bir sonraki ağacın az önce geçtiği yere çıkacağını bilerek koşmaya devam etti. Neyden kaçtığını tam olarak bilmiyordu, fakat kaçması gerektiğini biliyordu. Yakaladığında o bedenin içinde kalmaktansa… “Hayır!” Baldırları alev alev yanıyordu. Yol ayrımı gelmişti, fakat sağ ile solun bir farkı olmadığını anlayacak kadar koşmuştu. İki yol, aralarına başka bir yolun sığacağı kadar kenara kaydı ve hem hiç yoktan bitmiş hem de hep orada var olmuş gibi görünen yol çıktı ortaya. Adam duraksamadan devam etti. Göz ucuyla takip edebildiği şekiller arayı asla açmıyor, her bir adımda daha fazla yaklaşıyorlardı. Hava ne kadar da güneşli öyle. Yolun sonu bir çıkmaza, koskocaman bir duvara, kendi baş yapıtına, açıldı. Adam çabaladı. Göz kasları seğirdi, suratı ekşidi, midesi taklalar attı. Beyni, var olan gerçekliği bükemedi. Sonunda durmak zorunda kaldı.

Bitkin omuzları, göğsü kadar hızla inip kalkıyordu.

Döndü. Kara şekiller ne çok uzak ne çok yakında durdular. Adam başını salladı. “Ya. Demek sendin. Uzun zaman oldu, değil mi?”

Gökyüzü, kapkara bulutlarca kuşatılmıştı.

Kara şekillerden biri, kibir, bastırılmış görüntüsünden kurtuldu, büyüdü, dev gibi oldu ve sahibine doğru atıldı.

Yatağının içine sığmayacakmış gibi görünen adamın bedeni huzursuzca seğiriyordu.

1 Beğeni