Falconia | Kişisel Paylaşım Alanım | Sindella

Bu başlık altında beğendiğim felsefi, edebi, bilimsel, politik ve sanatsal yazıları paylaşıyorum :scroll: :slight_smile:

Ulaşım kolaylığı olsun diye uzun yazıları özet butonu altına sakladım :sunny:

Tartışmak, karşı görüş bildirmek isteyen lütfen çekinmesin :slight_smile: Bu başlık her düşünceye açık. Burada paylaştığım yazıları da bu şekilde düşündüğümden değil, farklı ve ilgi çekici olduklarından paylaşıyorum :slight_smile:

Keyifli okumalar :wine_glass:

Bilgilendirme: Özet butonuna basarak okuyabilirsiniz.

6 Beğeni

Politik

Yahudi soykırımından yola çıkılarak yazılmış bu öğütler bizim için de işlerin pek yolunda gitmediğini gösteriyor :confused: Neredeyse her cümlesi çok değerli ve önemli bence.

Yale Üniversitesi’nde Holokost çalışmaları yürüten Profesör Timothy Synder’in faşizm koşullarına göre nasıl yaşanması gerektiğini anlattığı öğütleri

Özet

1. Öğüt

Otoriterliğin gücünün büyük bir kısmı bizim ona kazandırdığımız bir güçtür: Şimdilerde yaşadığımıza benzer zamanlarda, baskıcı bir hükümetin uygulamaları yüzünden zarar görmekten çekinen insanlar o hükümetin kendilerinden daha neler isteyebileceğini düşünürler. Hükümet bunları talep etmeyi henüz aklına getirmemiş olabileceği veya göze alamadığı halde, insanlar kendilerine uygulanacağını hayal ettikleri baskıya göre hareket etmeye başlarlar.

Öngörüye bağlı itaat, hükümete halka daha fazla ne yapılabileceğini işaret eder ve özgürlüğün kaybını hızlandırır.

Bunu şimdiye kadar yapmış olabilirsiniz, bundan sonra yapmamaya dikkat edin.

2. Öğüt

Elde kalan kurumları savun. Savunulacak kurum bir gazete, bir okul, bir üniversite, bir sivil toplum örgütü, bir dergi, bir sanat kurumu, bir dernek olabilir. O kurumlarda etkin olmaya çalış, hiç olmazsa varlığını hissettir. Bir davayı takip et. Bir gazeteyi satın alarak yaşat. Biz kurumları sahiplenmezsek, onlar için ve onlar adına harekete geçmezsek kurumlar hiçbir zaman bizim olmazlar. Kurumlar kendi kendilerini savunamazlar. Baştan beri sahiplenilip savunulmazlarsa faşizm geldiğinde kurumlar domino taşları gibi düşerler.

Ek: Başkalarıyla mutlu hayat ancak adil kurumlar varsa mümkündür diyor Paul Ricoeur. Kendi hayatına çekilmek, kendini toplumsal olayların akışına teslim etmek sana mutluluk getirmez, çünkü kurumsal adaletin olmadığı yerde mutluluk da yoktur. Mutluluk içte yaşanan bireysel bir ruh haline indirgenemez.

3. Öğüt

“Faşizm koşullarında en büyük devrimcilik, işini iyi yapmaktır.” (W. Benjamin)

Faşist rejimlerde devlet liderleri kötü örnek oluştururlar: Onların muktedir kıldığı bazı kişilerin artık yasaya uymama özgürlüğü vardır. Bazı kişilere, gruplara rant, talan, yalan özgürlüğü verilmiştir; zayıflara da sadece yalanlara inanma, katledilme, tecavüz edilme özgürlüğü kalmıştır.

Böyle zamanlarda, normal halde işler düzgün yürüdüğü için kullanılması pek gerekmeyen meslek ahlakı dilinizi hatırlayın. Meslek ahlakı, adil pratiği savunmaya yarar. Avukatlar işini iyi yaparsa, yargıçlar işini iyi yaparsa bir hukuk devletini yıkmak zorlaşır. Bu diğer kurumlar için de geçerli. Kurumlar insanlar sayesinde vardır. Meslek ahlakı, muktedirin sizden yapmanızı talep ettiği yanlış işleri niye yapamayacağınızı gerekçelendirmeye yarar.

4. Öğüt

Politikacıları dinlerken bazı kelimeleri nasıl kullandıklarına dikkat edin. Bu kelimeleri sorgulamayı öğrenin. “Terörist”, “vatan haini” gibi kelimeler çok geniş bir anlamda kullanılmaktadır. “Olağanüstü hal”, “aciliyet” gibi çok önemli kavramları duyduğunuzda uyumayın.

Olağanüstü halde hükümet yetkililerine göre terör, devletin bekasına karşı olduğuna hükmettikleri tutumların bütünüdür. Küçük bir çocuğun yaptığı yaramazlık, mini etekli bir kadın, öpüşen eşcinsel bir çift, bir popstarın bir mitinge katılma davetini geri çevirmesi, facebook’ta bir haber sitesinde çıkmış bir haberi paylaşmak, barış için verilen bir imza, bir gazeteyi okumak, sembolik dayanışma eylemleri terör ile yan yana getirilebilir. Terör unsuru olarak algılanan şeyler yeri geldiğinde taş, sopa, flama veya bir baret dahi olabilir.

Peki, gerçekte terör nedir? Terörist diye kime denir? Teröristlerin amacı veya hedefi nedir?Terör kelime anlamıyla herhangi bir amaç uğruna, konu ile ilgisi olmayan bireylere yöneltilmiş şiddet eylemlerinin bütünüdür. Terörist siyasal davasını kabul ettirmek için karşı tarafa korku salacak davranışlarda bulunan, eylemler yapan kimsedir. Politikacılar, gazeteciler, yazarlar terörist değildirler.

Yurtsever dil kullanılarak şiddete başvurmayan insanların “terörist” olarak adlandırılıp dışlanmasına veya cezalandırılmasına öfkelenin, öfkenizi uygun bir dille ifade edin.

5. Öğüt

Akıl almaz şeylerle karşılaştığında, örneğin ülkede bir yerde bir canlı bomba patlayıp yüz kişi öldüğünde veya başka bir terör eylemi gerçekleştiğinde sakin ol ve şunu hatırla: tüm otoriter rejimler, iktidarlarını daha da sağlamlaştırmak için böyle saldırılara gerek duyarlar, sivillerin zarar gördüğü böyle olaylara göz yumar, kışkırtır, hatta planlar ve gerçekleştirirler. Bu olaylara tanık olan insanlar korkacak, endişeyle yaşayacak, hayatlarını daraltacak, özgürlüklerini daha az talep edecek, kendiliğinden hareket etme güçlerini, bir araya gelme isteklerini kaybedeceklerdir. Bu duygulara kapılan bir halkın, güvenlik gerekçesiyle özgürlükleri elinden alınsa bile güçlü bir lideri destekleme eğilimi artar. Reichstag yangınını düşün. Hitler bu olayı bahane ederek güçler ayrımını ve dengesini ortadan kaldırmış, çok partili siyasal hayatı sona erdirmiştir. Bu eski bir oyundur, bu oyuna gelme.

6. Öğüt

Dile özen göster. Herkesin kullandığı cümleleri kullanmaktan kaçın. Herkesin söylediği bir şeyi söyleyeceksen bile onu nasıl söyleyeceğine kafa yor. Sadece ne dediğin önemli değil, nasıl dediğin de çok önemlidir. Faşizme karşı mücadele faşistlerin kullandığı dili kullanarak yapılamaz. Düşünen, kavramaya çalışan, kavramsallaştıran, sorgulayan, şüphe eden, ötekini dinleyen, duyan, hisseden, hatta konuşturan bir söyleme biçimi edinmeye çalış. Toplumsal olaylar karşısında kitlelerin kapıldığı heyecan, hiçbir ‘şok’ seni bu dilden vazgeçiremesin. Tepki dilini o anda kuramıyorsan tepki verme, daha sonra konuş.

Küfretme: küfrün kadın nefreti, cinsiyet temelli nefret söylemi, erkek iktidarını güçlendiren bir dil olduğunu aklında tut. Küfür, öfkesinin sebeblerini açıklayacak kadar düşünmeye ve konuşmaya vakti olmayanların çaresizliğidir. Lümpen faşistler böyle konuşur. Öfke dilini kullan, öfkeni ifade et, fakat bunu yaparken düşünmeyi bırakma.
Yatmadan önce internete girme. Elektronik aletlerini yatak odası dışında bir yerde şarj et ve oku. Bunun sebebi şu: Sadece sosyal medya okumamalısın. Düşünce dilini inceltmek, geliştirmek için kitap okumalısın. Yaşadıklarımızı daha iyi düşünmek için ne okumalı? Belki Václav Havel’in Güçsüzlerin Gücü’nü, George Orwell’in 1984’ünü, Czesław Milosz’un Tutsak Edilmiş Akıl’ını, Albert Camus’nün Başkaldıran İnsan’ını, Hannah Arendt’ın Totalitarizmin Kaynakları’nı ya da Peter Pomerantsev’in Hiçbir Şey Doğru Değil ve Herşey Mümkün’ünü.

7. Öğüt

İtiraz et. Birileri etmeli. Doğruyu söyle. Birileri doğruyu söylemeyi göze almalı. Bu senin karakterin için de önemli. Ne fazla gözü kara ol ne de çok korkak biri: Cesaret söyleyeceklerini doğru zamanda, uygun bir dille söyleyerek iki uçtan kaçınıp ortayı düşünerek bulmaya denir. Elbette hiçbirimiz kendimizi kolayca ele vermemeli, hapse girmemeye çalışmalıyız. Ama biz bile konuştuğumuz için hapse giriyorsak dışarısı içerisinden çok daha kötü hale gelmiş demektir. İnsan cesurca konuşa konuşa cesur biri olur. Bunu yapamazsak, yavaş yavaş yalanların içinde kendimizi de kaybederiz. Zamanla bizden eser kalmaz. En büyük kayıp hakikatin kaybı, kendiliğin kaybıdır.

Sözde ve davranışta etrafa uyum sağlayarak, sürüden biri gibi davranmaktan vazgeç. Çoğumuza çocukken öne çıkmamayı, göze batmamayı, böylece daha az zarar göreceğimizi öğretmişlerdir. Şimdi farklı bir şey yapmak ya da söylemek insana kendisini garip hissettirebilir. Çoğunluk susarken konuşmak seni tedirgin edebilir. Fakat zaten artık herkes tedirgin değil mi? Tedirginlikle yaşamayı başarıyorsak biraz daha tedirgin olmayı göze alabiliriz.

Aslında içinde bulunduğumuz şartlarda, bu huzursuzluk olmadan özgürlük mümkün değil. Sen bir örnek oluşturduğunda, sessiz çoğunluktan olmanın efsunu ortadan kalkar, korku eşiği daha kolay aşılır, diğerleri de seni takip edip itiraz etmeye başlayacaktır.

8. Öğüt

Doğru ile yanlışın birbirinden ayırt edilebileceğine, gerçeği bulabileceğimize ve doğruyu söyleyebileceğimize inan.

Gerçeğe ulaşma çabanda seni yoran, umutsuzluğa kaptıran, hakikat arayışından vazgeçmene sebep olabilecek bir bilgi kirliliği, siyasi çarpıtma, algı operasyonu, savaş propagandası var. Ülkede medya iktidarın söyleminin dışına çıkamıyor. Farklı düşünen gazetecilerin çoğu hapiste. Gerçeğe savaş açılmış sanki.

Medyaya bakarak savaş bölgelerinde ne olduğuna karar vermek zor. O bölgede çıkarları olan veya bilfiil savaşan devletler kendi amaçları doğrultusunda açıklamalar yapmaktalar. Sivil halktan kişiler kendi deneyimlerini aktarmaya çalıştıklarında onlar da, terörist olmakla suçlanıyor. Sosyal medyada muktedirlerin binlerce trolü dolaşıyor, sırf söyleme aykırı deneyimlerin bize iletilmesini engellesinler, biz gerçeğe ulaşamayalım diye.

Faşizmde yalanın toplumsal olarak örgütlendiğine tanıklık ederiz. Halkın bir kısmının bunu fark ettiğini, kabul ettiğini ve artık hakikatle, gerçekle, olgularla ilgilenmemeye başladığını hissederiz. Normal zamanlarda ahlaksızlık olarak görülen edimler artık kanıksanmaktadır. Muktedirin topluma söyledikleri yalanların, çelişkilerin, tutarsızlıkların, saçmalıkların artık önemi yoktur. Kitleler güçten yana olmayı varoluşunun koşulu gibi görmektedir.

Bu durumda sana da çeşitli söylemler arasında dolaşmak, farklı söylemleri, sözleri, yazıları birbiriyle karşılaştırarak hakikate ulaşmaya çabalamak kalmıştır. Her okuduğuna inanmaman, bağlamı gözden kaçırmaman, satır aralarını okuman, safsataları ayırt etmen, yapılan konuşmaların performatif boyutunu gözden kaçırmaman gerekir.
Dil gerçekliği şekillendiriyor elbette ve bunu yapmaya aday birden fazla dil var. Gerçeğe ulaşma çabanda başkalarının somut deneyimlerine, yaşananın diline öncelik vermeyi ilke edin. Tanıklıkları dinle.

Olgular çıplak değilse bile olgular yoksa özgürlük de yoktur. Eğer hiçbir şey doğru değilse iktidarı da kimse eleştiremez, çünkü eleştirinin bir zemini yoktur. Hiçbir şey gerçek değilse, herşey gösteriden ibarettir. Parası olan düdüğü çalıyor demektir.

9. Öğüt

Vatansever ol. Muktedirler vatansever bir söylem tutturabilirler fakat gerçekte vatansever olmayabilirler. Vatanseverler öncelikle hem gelecek kuşaklara hem de tüm canlılara yaşanabilecek bir doğa bırakmaya çabalayan kişilerdir. Vatanseverler kentleri kapitalist yağmaya karşı savunanlardır. Doğayı satılacak bir enerji kaynağı olarak gören, kenti zenginlere pazarlayan, kamu tesislerini ve fabrikalarını yabancı şirketlere satan, ahlaki ve siyasi yozlaşmayı önemsemeyen yöneticiler vatansever olamazlar.

Vatansever insanlar ülkede nasıl yeniden bir üretim ekonomisi kurulabileceğini düşünen, kurumları batırmaya çalışmak yerine yaşatmaya çalışan, ülke ekonomisinin batmasından herkesin, en çok da yoksulların zarar göreceğini bilen kişilerdir.

Eğitim çok kötü bir hale gelmiş, üniversiteler yozlaşmış olabilir: Yine de bu kurumları düzeltmek için elimizden geleni yapmalı, mücadele etmeye devam etmeliyiz. Ekonomi krize girmiş olabilir ama bankaların batmasını dilemek bir vatansevere yakışmaz. Halihazırdaki iktidar hepimize zarar veriyor ama zarar gördüğümüz için öfkelenip yaşadığımız yerin yok olmasını dilemek insanın kişisel olarak acılaşmasıdır.

Vatansever olmak evrensel etik değerleri sahiplenmeyi gerektirir. Yabancı düşmanlığını, batı düşmanlığını vatanseverlikle karıştırmamak gerek. Hangi kültürden gelirse gelsin eğer bir davranış doğruysa benimsenmeye değerdir. Hangi kültürde bulunursa bulunsun eğer bir davranış yanlışsa ondan vazgeçmek gerekir. Başkasından öğrenmek ayıp değil bir meziyettir. Gerçek vatanseverlik şovenizmi aşmayı gerektirir.

10. Öğüt

Dışarıya çık, gerçek dünyada siyasete katıl. Toplumsal bir meseleyle ilgili iktidarın benimsediği bir tavıra, şiddet içermeyen bir biçimde tepki gösterilmeye çalışıldığında, buna sadece sanal dünyadan destek verme; fiziken, bedeninle de katılmaya, orada olmaya gayret et.

Siyasi, sanatsal, kültürel olaylar etrafında tanımadığın insanlarla bir araya gel. Bu topluluklara katılmak sana kendini daha güçlü hissettirecek. İnsanlar birbirinden güç alır, bir araya geldikçe daha umutlu olur.

Toplumsal bağlarını sadece sanal dünyada kurma. İktidar, sandalyene çakılı kalmanı, duygularının ekrandan emilip kaybolmasını ister. Sanal dünyanın hayatımızda daha çok yer kaplamasıyla otoriterliğin artması arasında bir ilişki var.

Dışarı çık. Alışık olmadığın yerlerde daha önce tanımadığın kişilerle ol. Yeni arkadaşlar edin, ne düşündüklerini sor, onların deneyimlerini dinle, onlarla yürü.

11. Öğüt

Tek parti devletini engelle. Faşizme geçişin özelliği, çok partili siyasi hayatı ortadan kaldırmak veya demokratik rejimi değiştirmek isteyen bir partinin ortaya çıkmasıdır. Aslında bu parti de demokratik yollarla iktidara gelmiş, bir zamanlar demokrasinin usullerini kabul etmişti.

Demokrasinin paradokslarından biri de, bir siyasi partinin demokrasinin kurallarına göre oynayarak demokrasinin sonunu getirebilmesidir.

Söz konusu parti iktidardayken, tarihsel bir andan faydalanarak demokrasiyi güvence altına alan kurumları yıkmış, ardından da rakiplerinin siyasi varlıklarını ortadan kaldırmıştır.

Önerilen yeni rejim “demokrasi” olarak adlandırılsa bile aslında demokrasi değildir. Güçler ayrılığı, çok partili sistem, demokratik işleyen kurumlar olmadan ve azınlık hakları korunmadan demokrasi olmaz. Faşizmin yolunu çoğunluk demokrasisi açar.

Halkın tek parti devletini onaylaması için referandum yapıldığında oyunu tek parti devletine hayır demek için mutlaka kullan.

12. Öğüt

Bir özel hayatın olsun. Herkese her konuda açıklama yapmak zorunda değilsin. Otoriter rejimlerde muktedirler sana istediklerini yaptırmak veya seni susturmak için açıklarını bulmaya çalışırlar. İş dünyasında isen, cezalarla, kişisel yaşamında ise başka türlü tehdit ve şantajlarla sana boyun eğdirmeyi denerler. Özel hayatının sınırlarını çiz, onu sadece çok güvendiğin arkadaşlarınla paylaş. Sisteme sana karşı kullanacağı malzemeyi vermemeye çalış.

Yine de açık verebilirsin: Kendi yaşamın üzerine düşünür ve savunabileceğin gibi yaşarsan otoriter sistemin senin üzerinde kurmaya çalıştığı baskı da boşa çıkacaktır.

Sosyal medya paylaşımlarında kullandığın dile dikkat et. Söylemek istediğin şeyi söyle fakat sana dava açabilecekleri bir dil kullanma.
Düşündüklerini herkesin anlayacağı bir dille, evrensel değere müracaat ederek ve argümanlar kullanarak savun.

Bilgisayarını kötü yazılımlardan, virüslerden temizle. Hacklenmemek için gerekli dikkati göster. E-postalarının gökyüzüne yazı yazmak olduğunu bil. E-postalarının dikkatli yaz veya mümkün olduğunca az kullan. Önemli konuları yüz yüze konuşarak hallet.

Tüm hukuki sorunlarını çözmeye gayret et. Otoriter rejimler hukuk devleti değil şantaj devletidir. Hukuku bir silah gibi kullanmak için seni takacakları kancayı ararlar. Çok fazla kanca bırakma ortada.

13. Öğüt

Başka ülkelerde yaşayan insanlarla arkadaş ol ve onlardan öğren. Onların deneyimlerinin öğretici olmasının sebebi, tarihsel aktörler farklı olduğu halde, etkisi altında olduğumuz güçlerin benzer olmasıdır. Coğrafyalar bambaşka olsa ve toplumsal yaşam kültürel olarak çok farklı olsa bile, faşizme özgü mantık tek ve tarihsel olarak tanıdıktır. Anti-faşist mücadelenin esasları, uluslararası, kimlikler üstü bir direniş kültüründe ortaklaşmayı gerektirir.

Şu anda yaşadığımız problemler tek bir ülkeye özgü şeyler değil. Genel bir küresel trendin sonuçları. Hiçbir ülke buna tek başına bir çözüm bulamaz.

Şimdiden kendin ve tüm ailen için geçerli pasaport edinmeye çalış. İkinci dünya savaşında başka ülkelerin verdiği geçerli pasaportlara sahip Yahudiler ölümden kurtuldular. Para ve değerli eşyalar insanların hayatını kurtarmaya yetmedi.

Sonuna kadar mücadele etmek çok önemli, fakat hayatta kalmak için ne zaman gideceğini de bilmek lazım.

Çeviren/Derleyen: Prof. Zeynep Direk - İstanbul Üniversitesi

3 Beğeni

Bilim

Dünya kutuplarının binlerce yıllık periyotlarla yer değiştirdiğini biliyoruz fakat bu periyodun ortalama süresi hakkında internette birbirinden farklı bilgi çöpleri var. Bu konu ideolojik çarpıtma odağı haline gelmiş. Kimi gruplar bu manyetik kutup değişiminin on-yirmi bin yıl gibi kısa bir sürede olduğunu ve kutup değişimi sırasında dünya üzerinde canlı kalamayacağından dolayı evrimin çürüdüğünü savunuyor. Bu sebeple bu çarpıtılmış bilgi karanlığına ışık tutmak istedim.
Kaynak 1
Kaynak 2

Özet

Eğer bundan 800.000 yıl önce hayatta olsaydınız o zaman jeo-manyetik kutup değişimini birebir tecrübe edebilirdiniz. Elinizdeki manyetiğe duyarlı pusula, kuzey olduğundan emin olduğunuz yönü size güney olarak gösterecekti. Bunun nedeni elinizdeki manyetik pusulanın fabrika ayarlarının Dünya’nın kutuplarını baz alarak ayarlanmış olmasıdır. Yani şu anda Dünya’nın jeolojik kuzey kutbuyla, manyetik kuzey kutbu aynı yöndedir. Manyetik kutupların değişimi gerçekleşirse pusulanın kuzey-güney işareti 180 derece hata payına sahip olacak. Yeni pusulalara ihtiyaç olacağı için bu durumdan belki de en çok pusula üreticileri fayda sağlayacak…

Bilim insanları Dünya’nın kuzey-güney manyetik kutup yer değişiminin ortalama 200.000 ila 300.000 yılda bir gerçekleştiğini, okyanus tabanlarından alınan tortu çekirdekleri sayesinde tespit edebiliyorlar. Yalnız aynı veriler bu değişimlerin rastgele görünen aralıklarla da meydana geldiğini işaret ediyor. Örneğin, en son meydana gelen Brunhes-Matuyama olarak isimlendirilen jeo-manyetik yer değişim yaklaşık 780.000 yıl önce gerçekleşmiş.

Anlaşılan o ki bu değişim oldukça doğal bir jeolojik oluşum ve bazı haberlerde spekülasyon yapıldığı gibi Dünya’nın sonunu getirmeyecek! Peki bu değişimin bazı dramatik etkileri olabilir mi? Örneğin en çok sorulan sorulardan biri de “Değişim esnasında manyetik zırh hala Dünya’yı Güneş’in zararlı ışınlarından koruyabilecek mi?”

Manyetik kutupların değişimi esnasında manyetik alan sıfır olmayacak, fakat daha zayıf ve daha karmaşık olacaktır. Örneğin ekvator bölgesinde manyetik kutuplara sahip olunabileceği gibi “kuzey” ve “güney” manyetik kutbun eşzamanlı varlığı da söz konusu olabilir. Ayrıca, geçici ve tamamlanmamış değişimler de olabilir; örneğin manyetik kutuplar coğrafi kutuplardan – hatta ekvatordan geçip – uzaklaşabilir ve sonra eski yerine geri gelebilir. En son geçici (tamamlanmamış) değişim, Laschamp olayı, yaklaşık 41.000 yıl önce meydana gelmiştir. Tüm bu değişimler esnasında zayıflayan ve karmaşıklaşan manyetik alan tabi ki Dünya yüzeyinde ve üzerinde güneşten kaynaklanan radyasyon seviyelerinin artmasına neden olacaktır. Fakat bizi hayatı anlamda endişelendirecek bir durum olmayacak. Zayıflatılmış bir manyetik kalkanla nelerin olabileceğini, anormal derecede büyük güneş enerjisi patlamalarının manyetik alanımızla etkileşimine dayalı olarak hareket eden jeomanyetik fırtınaların etkilerinden anlayabiliriz. 2003 yılında güneşte gerçekleşen şiddetli patlamaların sonucu Dünya atmosferine normalin çok üzerinde radyasyon parçacıkları girmiştir. Ekim ayının sonunda gerçekleşen bu olay bir nevi Cadılar bayramına hazırlık gibi olduğundan bu jeomanyetik güneş fırtınası Cadılar Bayramı Fırtınası olarak kayıtlara geçti. Cadılar Bayramı Fırtınası İsveç’te yerel elektrik ağ kesintilerine yol açmış, uydu tabanlı iletişim cihazlarına ve sistemlerine zarar vermiş ve uçakların kutuplara yakın yüksek enlemlerden kaçınmaları gerektiği uyarısı yapılmıştır. Tüm bunların yanı sıra bu fırtına (kutup ışıkları) ile olağanüstü görsel bir şölen sunmuştur.

Peki bir sonraki jeomanyetik değişim ne zaman?

Gerçek olan şu ki bu değişim hızlanıyor ama çok yakın zamanda değil! Dünya’nın manyetik alanı ile ilgili yapılan gözlemler sonucunda bilim insanları yirminci yüzyılın başlarında yılda ortalama 10 mil yer değiştiren manyetik alanın şu anda yaklaşık yılda 40 mil yer değiştirdiğini tespit ettiler. Tüm bu verileri göz önünde bulundurarak yaklaşık 2000 yıl içinde bu değişimin gerçekleşebileceğini ön görüyorlar. Fakat kesin olarak bir tarih verebilmek (en azından şimdilik) oldukça zor gözüküyor.

Dünya’nın manyetik alanı, gezegenimizin sıvı çekirdeğinde, ergimiş demirin yavaş yavaş hareket etmesine bağlı olarak meydana gelir. Atmosfer ve okyanuslar gibi, bu sıvı demirin hareketi de fizik yasalarına tabidir. Bu nedenle, atmosfer ve okyanusa bakarak meteoroloji tahminlerini gerçekleştirebildiğimiz gibi, bu sıvı demirin hareketini izleyerek de “çekirdeğin durumunu” da tahmin edebiliyor olmamız gerekir. Atmosferi okyanusları direk gözlemleyebilmemize rağmen birkaç gün sonrası için hava tahminlerini tutturmakta zorlanmaktayız. Düşünün ki 3000km yerin altında olan direk gözlem alamadığımız fiziksel bir olayla ilgili tahmin yapmamız gerekiyor !

En azından şu anda öncesine göre elimizde daha çok veri var. Uydular sayesinde manyetik alandaki değişimleri tespit edebiliyor olup bu da yerin derinliklerindeki sıvı çekirdeğin hareketi ile ilgili bilgi çıkarımlarında bulunmamıza yardımcı oluyor. Bir nevi bu veriler bizim yeraltı gözlüklerimiz oluyor. Yakın zamanda yapılan çekirdekteki [jet-akımları keşfi]

Çok yakın zamanda çekirdek içinde jet akışının keşfedilmesi, aslında çekirdeğin dinamiklerini anlamamız yolunda ne kadar yol katettiğimizin oldukça güçlü bir göstergesi. Sayısal simülasyonlarla laboratuvar ortamında gerçekleştirilen deneyler birlikte analiz edildiğinde bu alandaki anlayışımız ivme kazanıyor. Belki de yer çekirdeği dolayısıyla manyetik değişim ile ilgili doğru tahminler yapabilmek düşündüğümüzden çok daha yakın !

Çeviriyi matematiksel.org sitesindeki Selime Gürol Senoner’in yazısından aldım.

2 Beğeni

Bilim

Panspermia, yaşamın dünyaya dış gezegenlerden geldiğini savunan teoridir. Dr. Neil DeGrasse Tyson’ın garip görüşü. Okuduğumda aklıma bilim kurgu kitapları geldi :smiley: Yazının sonunda zekayla ilgili görüşü burda okumam beni şaşırttı çünkü ben de hep böyle düşünüyordum. Umarım yanlış bir teoridir de hayallerimiz yıkılmaz.

Hepimiz Mars’lıyız; Panspermia

Özet

Evrenin Element Zenginliği

Tamam sadece bir düşünce. Birisi son derece kozmik, diğeri ise büyüleyici ve huzur bozucu. Bence kararını siz verin. Son 60 yılda öne çıkan birkaç belli başlı gerçeği ele alalım. Eğer 50 yıl önce kimya öğretmeninize sınıfta asılı olan o gizemli kutucuklarla dolu tabloya (Elementlerin Periyodik Tablosu) bakıpta sorsaydınız, “Bu elementler nereden geldi” kimya öğretmeninizin size verebilecek bir cevabı olmazdı. Derdi ki “işte topraktan kazıyorlar” hayır geldikleri yer orası değil. Kimyasal elementlerin kaynaklarını Modern Astrofizik sayesinde tespit edebildik. Yıldızları inceledik, merkezlerinde ne olduğunu biliyoruz, inflak ediyorlar, içeriklerini açığa çıkarıyorlar ve keşfettikki, bu periyodik tablodaki elementler -aynı zamanda bizler de bu elementlerden yapıldık- yıldızların bu hareketlerinden elde ediliyor. Bu yıldızlar elementleri ürettiler, inflak ettiler, bu zengin içeriklerini galaksi boyunca saçtılar, etraflarındaki gaz bulutlarını kirlettiler, daha doğrusu zenginleştirdiler ve daha sonra yeni nesil yıldızları oluşturdular.

İnsan Özel Değildir

Etraflarına yerleşmiş gezegenler, muhtemelen yaşam ve evrenin içindeki elementlere baktığınızda 1 numaralı bileşen Hidrojen, bir sonraki Oksijen ve bir sonraki Karbon. Bunlar evrendeki başlıca elementler. Derlerki; “Tamam bu ilgi çekici ve dünyaya bakarız (çünkü bizim “özel” olduğumuzu düşünmeyi severiz, ve deriz ki ‘Hey biz özeliz, ee bizlerin hammaddeleri ne?” Vücutlarımızdaki bir numaralı molekül nedir? Su? Ee suyun hammaddesi nedir? H2O. Hidrojen ve oksijen. Hmm. Aslında eğer insan vücudundaki elementleri sıralarsak, kimyasal olarak etkisiz olan Helyum hariç, insan vücudundaki 1 numara Hidrojen, evren ile uyuşuyor. İki numura Oksijen, evren ile uyuşuyor. Üç numara Karbon, evren ile uyuşuyor. Dört numara Nitrojen, evren ile uyuşuyor. Geçtiğimiz 50 yıl içinde öğrendik ki, bizler bu evrenin bünyesinde yer alıyoruz ancak aynı zamanda evren de bizlerin bir parçası. Eğer Bizmutun nadir bir izotopundan meydana geliyor olsaydık o zaman “biz özeliz” düşüncesini savunabilirdiniz. Ancak bu fikir bazı insanları üzüyor. Diyorlar ki “yani bu özel olmadığımız anlamınamı geliyor?” Bence özeliz ancak başka şekilde. Gece gökyüzüne baktığınız zaman sadece biz buradakiler ve onlar olarak değil de, aslında biz oradakilerin bir parçasıyız. Öğrendiklerimiz sayesinde gece gökyüzüne bakmak ve bir ait olma hissi bulmak.

Evrende bulunan yıldız sayısı, dünyadaki bütün sahillerdeki kum tanelerinin toplamından daha fazla. Hayır henüz dünya dışında yaşam bulamadık, araştırıyoruz, fazla uzağa bakamadık. Ama araştırıyoruz. Peki dünya üzerindeki yaşamın oluşması neden zor olsun ki? Bizim bir laboratuarda oluşturamıyor olmamız doğanın da sıkıntı yaşadığı anlamına gelmez. Bu bilgiyle beraber, her yerde bulunabilen doğru malzemeler ile belki de yaşam kaçınılmazdır? Kompleks kimyanın kaçınılmaz bir sonucu… Eğer öyleyse, kendi güneş sistemimize bakıyoruz, Mars’a bakıyoruz. Oradaki tüm kanıtlar gösteriyor ki Mars bir zamanlar ıslak, verimli bir yerdi. Bir vaha. Kurumuş ırmak yatakları var, taşkın ovaları, nehir deltaları, menderesler… Hepsi köküne kadar kurumuş. Mars’ta kötü birşeyler olmuş. Onun ortamında birşeyler ters gitmiş ve şu anki haline dönüşmüş. Venüs’te de bazı şeyler ters gitmiş (Sera Etkisi) Venüs’de 900 fahrenhayt derece. Birşeyler Venüs’te de ters gitmiş. Venüs bizim güneş sistemimizdeki kötüye giden gezegenlerin en iyi örneği.

Öğrendikki bir göktaşı çarptığında, etrafa kaya parçaları saçabiliyor. Uzaya doğru, kaçış hızıyla. Yani fırlatıldığı gezegene geri dönmemek üzere. Eğer Mars bulgularında doğruladığı gibi dünyadan daha önce ıslak ve verimli bir yer ise (ki kanıtlar öyle söylüyor) ve eğer Mars Dünya’dan önce yaşam barındırıyorsa, bu uzaya fırlatılan kaya parçalarının çatlaklarının çatlaklarında bazı kaçak bakterilerin bulunması muhtemeldir. Zaten Dünya’da bildiğimiz bazı dirençli bakteriler var. İnanılmaz sıcaklıklarda, basınç altında, kupkuru donmuş ortamda, radyasyonda bile hayatta kalabiliyorlar. Uzaydaki ölümcül ortam bu bakterilerin bazılarına dokunmaz bile. Belkide Dünya’daki hayatın tohumları bu Mars’tan gelen kaya parçasındaki kaçak bakteriler tarafından ekildi? İşte bu “Panspermi” denen akla yatkın bir senaryodur. Yaşamın bir gezegenden diğerine transfer olması. Eğer böyle olduysa bu hepimizin atalarının Mars’lılar olduğu anlamına gelir.

Şimdi, size rahatsız edici bir fikir daha vereyim ve orada bırakayım. Genetik olarak insanlara en yakın akrabalarımıza, Şempanzelere bakarsak %98’in üzerinde özdeş DNA’yı paylaşıyoruz. Şempanzelerden zekiyiz. İnsanları özgün kılacak bir zekilik ölçüsü icat edelim ve diyelimki, zekilik; şiir ve senfoni yazabilmek, sanat yapabilmek, matematik ve bilim yapabilmek olsun. Bunu zekiliğin anlamı olarak kabul edelim (şimdilik)

Şempanzeler bunların hiçbirini yapamıyor. Yine de onlarla DNA’larımız %98 oranında ortak. Yaşamıi en zeki Şempanze belki biraz işaret dili yapabiliyordu. Bizim bebeklerimiz de bunu yapabilir. Bebekler…

Beni derinden endişelendiren şey şu: Bizi Şempanzelerden ayıran herşey DNA’larımızdaki %1 farktan doğuyor. Öyle olmak zorunda çünkü fark bu kadar. Hubble teleskobunun icadı bile o %1 DNA farkının içinde. Belkide bizlerde olupta Şempanzelerde olmayan herşey, şempanzerele göre düşündüğümüz kadar da zekice değil? Belki de bir şempanzenin işaret dili olarak iki parmak hareketi yapabilmesi arasındaki fark, belki de aradaki bu fark o kadar da büyük değil? Biz büyük olduğunu düşünüyoruz. Bu farkın çok olduğunu düşünüyoruz ama belki de neredeyse hiç yok? Buna nasıl karar verebiliriz?

Başka bir yaşam biçimi düşleyin. Bizlerden DNA olarak %1 farkı olan. Bizim Şempanzeler ile olan farkımız ile aynı yönde. DNA olarak bizlerden %1 oranında daha ileride. Düşleyin. Biz %1 fark oranı ile hubble teleskobunu inşa ediyoruz. %1 daha ilerleyin. Biz onlara göre neyiz? Onların yanında belki de salyalar akıtan birer aptal gibi görünürdük. Evet aynen böyle olurduk.

Stephen Hawking’i alır ve araştırmacı öğrencilerinin önlerine geçirip; “bu onların arasında en parlak olanı çünkü astrofiziğe benzer birşeyler yapabiliyor”

– ay çok tatlı, bizim ufak çocuk da yapabiliyor. hatta bizimki geçenlerde yapmıştı, bunu ilkokulda yapmıştı.

Bir hayal edin, ne kadar zeki olurlardı? Kuantum mekaniği onların bebekleri için içgüdüsel olurdu. Çocukları senfoniler yazabilirdi.

Zeki bir yaşam formu bulacağız ve onlarla iletişim kuracağız düşüncesi… En son ne zaman durup bir solucan ile muhabbet ettiniz? Ya da bir kuş ile? Tamam belki yapmışsınızdır ama bir cevap beklediğinizi düşünmüyorum. Dünya’da ortak DNA’larımız %98 olan bir canlı türü ile iletişim kuramıyoruz ve bir zeki yaşam biçiminin bizimle iletişim kuracak kadar ilgilendiğine inanıyoruz.

Hubble teleskobuna bakıp diyecekler ki; “Aa bak ne yapıyorlar, ne kadar ilginç değil mi?"

Çeviri Kaynak

4 Beğeni

Genel

Öğretici (pragmatik) Tarih Yazıcılığı

Başka bir konu başlığında tartışmak istemiştim fakat pek ilgi olmadı. Ben de kendi düşüncelerimi yazayım.

Tarih, sadece güvenilir kaynaklardan (arkeolojik kazılarda bulunanlar, o dönemin yazılı ve yazısız bilgi kaynakları) edinilen bilgilerle oluşturulan bir sistemdir. Pragmatik tarih yazıcılığı, tarihten ders çıkarma ve bu dersler ışığıyla gelecek konusunda doğru kararlar almayı amaçlar. Yani bu da nesnel verilerden öznel dersler çıkarmak oluyor. Thukydides bu tarih yazıcılığı türünde her ne kadar gerçeklerin ortaya konmasını istemiş olsa da işe öznelliği bulaştırmış oldu. Öznellikle birlikte herkesin kendi düşüncesine göre bazı olayları ön plana çıkarttığı, bazı olayları görmezden geldiği çarpıtılmış bir tarih yazıcılığı türü oluştu. Bu öznellik barındıran tarih anlayışıyla birlikte özellikle ulus devletler kendi tarihini kendileri yazarak milliyetçiliğin ağır bastığı tarih yazınları ortaya çıkardı. Bu yazınları halka eğitim aracılığıyla empoze eden devletler kendilerini kahraman bir ırk zanneden, milliyetçi kitleler ortaya çıkardı. Yöneticiler de tarihi yazınlara yön vererek bu tarih yazıcılığıyla halkı kendi ideolojilerine uydurma, bu sayede yönetme ve kendilerini kahramanlaştırma konusunda yararlandı. Winston Churchill şöyle demiştir: Tarih bana karşı nazik olacaktır çünkü onu yazmayı planlıyorum.
Çarpıtılan ve genellikle milliyetçi ve dini düşüncelerin etkisiyle yazılan bu tarihin tamamen objektifmiş gibi eğitimde kullanılması halkı yönlendirme ve yönetme amacıyladır. Kendi düşünce yapısı oluşmamış çocuklara bir görüşü kakalamak da iğrenç bir şey bence. Bir görüşe ne kadar inanırsak inanalım bu görüşü kimseye baskıyla kabul ettirme hakkımız yok. Tarihi tamamen objektif bir şekle sokmadıktan sonra kendi ülkemizde de Araplar ve Türklerin kardeş olduğuna ve tarih boyunca hep birbirlerini kolladıklarına inananların sayısı azalmayacak. Hükümete gelen, kendi kafasına göre tarihle oynamaya devam edecek. Buna en güncel örnek ortaokul ve lise ders kitaplarına 15 Temmuz’un eklenmesi. Üstelik bu olay tarihi nitelik taşımıyor bile. Her millet kendini yüce ırk zannedecek bu da toplumları ayrımcılık, şiddet ve savaşa sürükleyecek.
Objektif olalım, özellikle tarih konusunda. Kim ne düşünecekse kendi araştırsın, öğrensin ve kabul etsin.

4 Beğeni

:smiley: ahahaha zeka ile ilgili kısma tamamen katılıyorum çünkü evrende daha bir sürü canlı formu var henüz tanışmadığımız ve elbette bizden çok daha zeki olabilirler ya da geri.

4 Beğeni

Bizlerle hâlâ irtabata geçmemiş olmaları bence üstün zekalarına delalettir.

3 Beğeni

Kesinlikle katılıyorum, mesela bir yerde duymuştum bunu, şöyle diyordu; “Siz bir karıncayla iletişim kuruyormusunuz ya da onlara alet kullanmayı öğretmeyi deniyor musunuz?”

2 Beğeni

2 Beğeni

Sanat

images%20(14)
Malevich’in “White on white” isimli tablosu
Değeri 60 milyon dolar Teyit

İlk gördüğümde tepkim “Cidden mi…” oldu. Yani bu bildiğin beyaz kağıt üzerinde başka bir beyaz kağıt resmi. Tamam çizimdir tablodur deriz ama 60 milyon dolar da fazla değil mi?

Şu siteden bu tabloyla ilgili bir yazı buldum. Yorumlarınıza bırakıyorum.

Özet

Malevich’in sıradışı eseri “Beyaz Üzerine Beyaz” modernizmin sınırlarını zorlayan ve sanata yeni bir boyut getiren çarpıcı bir başyapıttır. Eserde Malevich beyazın keskin bir tonundaki kareyi daha büyük ölçülerde ve hemen hemen benzer tonda bir başka beyaz karenin içine çapraz biçimde yerleştirmiştir.

Seyirciye ilk bakışta anlaşılması zor bir görünüm sunan eser, klasik sanata hakim olan ikonografi (simgelerle çeşitli kavramların anlatılması) ve anlatı gibi yöntemleri içermemektedir. Sanatta soyutlamayı eşi görülmemiş bir seviyeye taşıyan Malevich, eserde görsel yöntemi en aza indirgeyerek derinlik, ışık-gölge ve hacim gibi ögeleri kullanmamıştır. Bunun yanı sıra resim sanatının son önemli ögesi olan renk de esere dahil edilmemiştir. Eserde geriye kalan tek öge beyaz geriplan üzerindeki geometrik şekildir, ki onun da sınırları geriplandaki beyaz renkten güçlükle ayırt edilmektedir. Öte yandan çapraz biçimde yerleştirilmiş bu kare merkeze verev konumu ile eserde hareketlilik hissi yaratır.

Malevich eserini temel sanat ögelerinden soyutlarken resmin alışılmış yöntemi ile yalnızca bir bağı korumuştur: malzeme. Yağlı boya kullanılarak üretilmiş eser, klasik sanat malzemesine bağlı kalmış ve yüzey dokusu sayesinde “malzeme”yi bir sanat ögesi olarak öne çıkarmıştır. Eserdeki zengin doku, incelikli fırça darbeleri ve beyazın tonlamasındaki ufak farklılıklar ressamın elini eserde görünür kılar. Bu sayede Malevich’in eseri basitliğine rağmen özgünlüğünü korur ve ressama aidiyetini pekiştirir.

Geleneksel resimle tüm bağları koparmayı hedefleyen Malevich bunu önderliğini ettiği Yücecilik (Süprematizm) akımı ile gerçekleştirmiştir. Yücecilik geometrik şekilleri farklı renkler ve boyutlarla kullanarak sanatı soyutlamaya dayanır ve temel formları Malevich’in tasarladığı elemanların (Siyah Kare, Siyah Daire ve Siyah Haç) türevleri üzerine kurulmuştur.

Malevich, akımın temeli olan estetik teorisini “katıksız hislerin ve algının yüceliği” olarak tanımlamıştır. Ressam, dönemini büyük ölçüde etkileyen Rus Devrimi’nin yeni bir toplumun temellerini attığına ve maddeciliğin toplumu ruhsal özgürlüğe yönlendireceğine inanmıştır; dolayısıyla da algıyı ve hisleri sanatında ön planda tutmuştur. Beyaz Malevich için sonsuzluğun ve yüce duyguların rengidir, bu yüzden de eserde Yücecilik ile hedeflenen amaca son derece uygundur.

Malevich’e göre, saf şekillerden oluşan ve yüce duyguları açığa çıkaran bir ütopik dünya ancak sanatın nesnelerle olan bağını kopararak yaratılabilir. Doğa ile hiçbir ortak noktası kalmayan resim seyirciye evrensel bir dil sunarak onu maddesel dünyadan bağımsız hale getirir.

Yücecilik aynı zamanda kökenlerini Kübizm ve Gelecekçilik gibi akımlardan alır. Hem Kübizm hem de Gelecekçilik, sanatın görsel limitlerini zorlayan ve sıradışı eserler veren akımlar olmalarına rağmen ikonografi ve anlatı gibi temel ögelere bağlı kalmış, çoğu zaman da eserlerin isimleri ile seyirciyi yönlendiren yapıtlar sunmuştur. Oysa Malevich’in Yücecilik’i bu iki akımın da bir adım ötesine giderek bu ögeleri de tamamen reddetmiş ve sanatı tam anlamıyla sınırlamalardan (obje, biçim, renk, ışıklandırma, derinlik vb dahil) özgür kılmıştır. Bu yüzden Beyaz Üzerine Beyaz seyircinin ilk bakışta tutunabileceği herhangi bir referans noktası bırakmaz.

Malevich akımının düşünce sistemi ve yöntemi ile Batı Sanatı’nın 500 yıllık sanat geleneğini ortadan kaldırır ve sanatın temel ilkelerini – gözle görülen deneyimin betimlenmesi, görüleni doğru yansıtmak adına gerçekçiliğin kullanılması ve perspektifsel derinlik sistemleri ile kesinlik hissi yaratılması – devre dışı bırakır.

Eserdeki radikallik yalnızca estetik amaçlı değil, aynı zamanda da sosyopolitiktir. Malevich’in eserin ilk sergisinde yayınladığı manifesto şu sözleri içermektedir: “Gökyüzünü renklerle bezemenin üstesinden geldim… Beyaz boşlukta yüzün, sonsuzluk karşınızda.”

Konum: Modern Sanat Müzesi


images%20(2)
Robert Rauschenberg - White Painting

Robert Ryman - White Paint
Değeri: 15 milyon $

Sanat müzesinde beyaz tablolar önünde oturup ne düşünüyorlar acaba :thinking: evde A4 kağıdına bakarak bir şeyler düşünmeye çalıştım fakat olmadı.
Şöyle bir video buldum modern sanatla ilgili:

(Türkçe altyazısı var :slight_smile: )

2 Beğeni

Modern sanat denince aklıma hemen şu gelir:

2 Beğeni

Bilim

Aphantasia - Hayal Kuramama Durumu

Hayal kurarak eğlenebilen bir insan olarak bu durum benim başıma gelseydi yaşam zevkim yarıya inebilirdi :smiley: Okuduğum kitaplarla da tam olarak bütünleşemezdim.

“Tek bir hayal, binlerce gerçeklikten daha güçlüdür…” Tolkien

Hayal gücü yaratıcılık için olmazsa olmazlardan biri ancak bazı insanlar ne kadar uğraşsa da hayal gücü yeterince çalışmaz, olayları, şekilleri akıllarında canlandıramazlar yani diğer bir deyişle zihinleri kördür.

Gerçekte bu bir fenomen değil ve literatürde bir karşılığı var: Aphantasia

Aphantasia bir hastalık değil; sadece belleği farklı bir yoldan deneyimleme. Uzmanların açıklamalarına göre her 50 kişiden birisi bu durumda olabilir.

Özet

Bu sendromun farklı şekillerde yaşandığı vakalar var. Kimi hastalar geçmişi görsel olarak canlandıramazken, kimileri de yüzleri hatırlayamıyor. Bu kişiler her şeyi hatırladıklarını fakat görüntüleri hayal edemediklerini belirtiyorlar.

Zihin körlüğünün tam tersi de mevcut! “Hyperphantasia” olarak anılan bu durumda zihnindeki görüntüleri çok çabuk canlandırabilen insanların bunu çizim veya cümle olarak kağıda aktarması daha da kolay oluyor.

İlk kez tıbbi bir terim olarak 1880’de ortaya atılan ancak 2010 yılına kadar resmi olarak isimlendirilmeyen Aphantasia, Exeter Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden bilişsel nörolog Adam Zeman’ın çalışmalarıyla literatüre girdi. Aphantasia, aslında phantasia yokluğu, phantasia’nın olmaması anlamına geliyor Yunanca bir kelime olan phantasia’yı ise Aristo “insanın görsel hafızayı yeniden anımsama yeteneği” şeklinde tanımlamıştı.

Peki aphantasia’dan muzdarip olan kişiler nasıl hissediyor, nasıl yaşıyor?

1. Aphantasia, zihin gözünün kör olması gibidir

Aphantasia’nın ne olduğunu kavramak aslında sanıldığı kadar kolay değil. Örneğin Homer Simpson’ı düşünün. Göbeği, mavi pantolonu, beyaz gömleği, siyah ayakkabıları, kocaman kafası, zikzak şeklindeki sarı saçları, yuvarlak burnu ve kirli sakalı birçoğumuzun gözlerinin önüne geliyor. Normal bir insan Homer Simpson’ın görüntüsünü gözünde canlandırabilirken, Aphantasia’lı biri için bu tarif sadece kafasının içindeki kelimelerden ibaret bir paragrafı ifade ediyor. Üstelik bu sadece görsel şeyler için geçerli değil. Aphantasia’lı birçok kişi, duymadığı sürece hiçbir müziği veya şarkıyı hayalinde canlandıramıyor. Aphantasia’lılar deneyimledikleri şeyleri görsel, ses, duygu veya tat olarak hatırlayamıyor, kafasının içinde canlandıramıyor.

2. Hafıza sorunları yaşanabilir

Bilim insanları insan hafızasının nasıl çalıştığını hala tam olarak açıklayabilmiş değil. Ancak, araştırmalar insan hafızasının daha çok görsel hafızaya dayandığını gösteriyor. Bunu düşününce Aphantasia’lı olan kişilerin hafıza konusunda ne kadar çok sorun yaşayabileceğini kestirmek mümkün. Sonuçta yön bulma, yüzleri anımsama gibi durumlar direk olarak görsel hafıza ile alakalı durumlar.

3. Hayal gücü olmadan yalan söylemek zor olabilir

Amerikalı yazar Mark Twain, “Gerçeği söylediğiniz zaman, hiçbir şeyi hatırlamak zorunda kalmazsınız” der. Bunun tam tersini de düşünmek mümkün. Eğer hiçbir şey hatırlamıyorsanız, doğruyu söylemek zorundasınızdır.

Peki Aphantasia’lı bir kişi, gerçek olmayan hiçbir şey görmüyor mu? Görüyor, en önemlisi de rüyalar. Ancak onlar gerçek olmayan, hayali olarak gördükleri tek şey rüyalar olduğu için bunun gerçek mi değil mi olduğunu algılamakta zorlanabiliyorlar.

4. Bir aphantasia’lı için en kötüsünü düşünmek neredeyse imkanız

Birçok Aphantasia’lı gelecekte yaşanabilecek olumlu veya olumsuz hiçbir şeyi gözünde canlandıramadığı ve hissedemediği için birçoğumuzun başına gelen sıradan olaylar onlar için katlanılması çok daha zor tecrübelere dönüşebiliyor.

5. Aynı şeyden her seferinde aynı keyfi almak mümkün

Aphantasia’lı olmak, aslında çok da sıkıcı bir şeye dönüşmek zorunda değil. Aynı kitabı, aynı filmi, aynı müziği sıkılmadan her seferinde aynı keyifle takip etmeleri mümkün olabilir. Aphantasia’lı bir kişi, travma sonrası sendrom gibi psikolojik sorunlarla da mücadele etmek zorunda kalmıyor çünkü onlar travmanın yarattığı duygusal yıkıntıya tutunup kalmıyor.

Kaynak

Çeviri Kaynak

1 Beğeni

@Howl
Ben neyse ki bu yazıdaki kadar kötü durumda değilim, en azından zihnimde canlandırabiliyorum fakat sonrasında mantık hataları bulmaya başlıyorum ve film orada kopuyor sanki.:grinning:

Bence bunlar harika, çok daha bile fazla ederler, almayı çok isterdim. :smiley: Bakınca bile gözümde neler canlanıyor var ya, odamda olsa neler yazarım.

1 Beğeni

Ben Affleck’in Hesaplaşma - The Accountant diye bir filmi var. Orada belki bu modern sanat resimlerinin ne amaçla kullanıldığını görünce biraz daha anlamlı gelebilir olaylar :))

images

2 Beğeni

Bilim

Güneş ne renk?

Kısa cevap: beyaz

Özet

Gökyüzünde bizleri her gün sıcak sarı tonuyla karşılayan Güneş, aslında bizim onu gördüğümüz renkte değil. Eğer sarı renkte gördüğümüz için sarı olduğu mantığı doğru olsaydı, uzayın koyu mavi bir tonda, yıldızların da hepsinin ışıltılı renklerde olması gerekirdi. Güneş bize bu renkte görünüyor çünkü onu, Dünya atmosferini bir filtre gibi kullanarak izliyoruz. Atmosferimiz Güneş’ten gelen bazı dalga boylarındaki ışımayı absorbe ediyor, bazılarını yansıtıyor. Yani yüzey ısısı 6000 derece civarında olan Güneş’in gerçek rengini göremiyoruz. Eğer ona uygun bir uzay filtresiyle, bir başka deyişle; atmosferik renk değişimlerini ortadan kaldırabilecek bir filtreyle bakabilseydik tamamen beyaz olduğunu görebilirdik. Aslında Güneş’in bir rengi yok. Güneşin beyaz ışığı, tüm renklerin karışımını içeriyor.

Güneş ışınları, içinde mor, mavi, kırmızı, sarı, turuncu ve yeşili barındırır. Işınlar atmosferden geçerken, mor ışıklar kırmızıya oranla daha fazla dağılırlar. Mavi renk de yeryüzüne kırılarak yansır. Bu durumda gökyüzünü mavi tonlarında, Güneş’i de sarı renkte görürüz. Atmosfer olmasaydı, onu parlak beyaz bir Güneş olarak görürdük. Fakat o zaman gökyüzü, tıpkı geceleri olduğu gibi daima karanlık olurdu.

Kaynak

4 Beğeni

Senin konun aklıma geldi ve şunu eklemek istedim:

“Bilim, klasik görüşün iddia ettiği gibi, düzgün bir doğru boyunca ilerlemez, birikimsel bir süreç izlemez. Bilimde sapmalar, zigzaglar ve geri dönüşler söz konusudur. Hatta değişimler devrim niteliği bile taşıyabilecek kadar kesin ve ani olabilmektedir.”

2 Beğeni