Felsefe Köşesi

Hangi kitapta okuduğumu ve tam metnini hatırlayamıyorum ama bir Hadisi Kudsi olarak yazılmıştı, şöyle diyordu:

“Kullarım niçin huzur ararlar? Ben onu bu dünyada yaratmadım ki!”

Gerçek mutluluk huzur değil ise nedir?

3 Beğeni

Mutlak yok oluş karşısında kişiyi ve diğer her şeyi var eden (algılama işini yapan) kişi değil midir? Hal böyle iken var oluş sadece algılayan kişiye özeldir. Öyleyse anlamdan, bilinçten bağımsız bir var oluş mümkün müdür?

Özet: Düşünüyorum öyleyse varım. Düşünüyorum, öyleyse varsınız. Düşünmediğimde yoksunuz. Öyleyse benim düşüncelerim siz var olduğunuz için mi var? yoksa ben sizi düşündüğüm için mi siz varsınız?

2 Beğeni

ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.
kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.
sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok.
ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok!

2 Beğeni

‘‘Anlamdan, bilinçten bağımsız bir var oluş mümkün müdür?’’ şeklindeki sualinizi cevaplayabilmek için öncelikle bize var oluşun tarifi lâzımdır. Ancak var oluşu tarif etmek, hiç de basit ve tartışmasız bir iş değil.

Mümkün mertebe kapsayıcı bir tarif yapmak gerekirse ‘‘Var olan, algılayabildiklerimizdir.’’ şeklinde bir tarif yapılabilir. Eğer bu tarif üzerinden sizin sualinizi inceleyecek olursak elde ettiğimiz netice şudur:

‘‘Anlamdan, bilinçten bağımsız’’ derken algılayamayacağımız demek istiyorsanız, böyle bir var oluş mümkün değildir. Çünkü bir şeyin algılanamaz oluşu, varlık kavramının tarifiyle çelişir. Hâl böyle olunca algılanamayan bir şey, var değildir.

Varlığınızı düşünüyor olmanıza dayandırıyorsunuz, peki düşünüyor olmanızı neye dayandırıyorsunuz?

Bu görüşün kapsayıcı olmasından kastınız nedir?

Maddi bir nesnenin yalnızca bir insanın o nesneyi algıladığı ölçüde var olduğunu öne süren felsefi görüş öznel idealizmdir (Subjektif idealizm). Berkeley ve Locke gibi savunucuları da var, Bertrand Russell gibi karşıtları da.

Bu görüşe alternatif olarak maddi cisimlerin, biz onları algılasak da algılamasak da fiziksel, bizden bağımsız ve nesnel olarak var olduklarını öne süren materyalizm ve saf realizm (naive realism) görüşleri var.

Descartes mesela modern realizmin babası olarak anılıyor:

[Descartes,] realizm hareketinin temel önermelerinden birini ortaya koydu: Nesnenin bağımsız varoluşu. Descartes’tan sonra Locke, Reid ve diğerleri gibi filozoflar, sonunda öznel idealizme yol açan bir fikir ortaya attılar. Bu fikir temsilcilik olarak adlandırılmıştır ve zihin dışında var olan nesnelerin doğrudan değil, temsiller yoluyla bilindiği görüşüne atıfta bulunur.

Detaylı bilgi

Bunların yanında Kant’ın öne sürdüğü transandantal idealizm var. Kant, uzay ve zamanın, bizim algılarımızın ötesinde bir gerçekçiliğe ait olmadığını, onların insan algısı tarafından yaratılan kavramlar olduğunu ileri sürdü. Yine Kant’a göre, algılarımızın ötesinde, bizden bağımsız, maddi ve fiziksel bir gerçeklik vardı; ne var ki, biz bu gerçekliği algımızın uydurduğu uzay-zaman perdesinin arkasından asla göremeyeceğiz. Yani, ‘şeylerin’ gerçek doğası bize ilelebet kapalı.

“Uzay ve zamanın bizim “dışımızda” bir varlığı yoktur, ancak duyarlılığımızın “öznel” biçimleridir ve bu nedenle, deneyimimizde karşılaştığımız nesnelerin bize göründüğü zorunlu a priori koşullardır. Kant, zamanı ve mekanı “ampirik olarak gerçek” ama transandantal olarak ideal olarak tanımlar.”

Daha birçok farklı görüş var. Çetrefilli bir konu.

1 Beğeni

Felsefeye hiç de hakim sayılmam, ama bu konu benim çetrefilli olmasına şaşırdığım bir konu hocam. Bu konuda yazılan baya bir şeyi okumuştum vaktiyle ve bana çoğu açıkçası saçma gelmişti.

Yani saçma derken yanlış anlaşılmasın tabi ki kendi içinde tutarlı, mantıklı sistemler hepsi ama okuduğum zaman bu konuda söylenenlerin nerdeyse hepsi bana “yanlış bile olmayan” ifadeler gibi geliyor. Mevzuya multiverse bilmemne diye atıp tutan fizikçilere yaklaştığım gibi yaklaşıyorum.

Tabi felsefe pozitif olmayan konuları da kapsayan bir disiplin, ama yanlışlanması dahi mümkün olmayan bu tarz sistemler bana açıkçası insanlığın devasa IQsaat israflarından biri gibi geliyor.

Ha etik felsefesi falan da yanlışlanamaz ama bu konular şu anda kendime de tam açıklayamadığım şekilde vakit kaybı gibi gelirken etik felsefesi gibi konular öyle gelmiyor.

Bilmiyorum, belki de materyalizm/hard determinizme gönül vermiş birisi olarak odun gibi yaklaşıyorumdur olaya.:roll_eyes:

Sen sanırım realist/materyalist görüşe katılıyorsun? :slight_smile:

O görüş bana aralarından en mantıklısı gibi geliyor; yine de felsefenin subjektif idealizm gibi konuları ciddiye almasını ve tartışmasını kaynak israfı olarak görmüyorum. Bu derece büyük dehaların bu sistemleri düşünüp taşınmış olmalarını, sistemler yaratmalarını eleştirmek benim haddime değil. :slight_smile:

Bilgiye dair tartışılabilecek her şeyin mantık sınırları içinde tetkik edilmesi yararlı olsa gerek. Bilimler de böyle gelişmediler mi?

Yep :roll_eyes:

Tabi ki benim de haddime değil, ama bu büyük sistemlere bakınca içim inceden bir cız ediyor. Minecraftta turing complete bilgisayar implement edilmesine cız ettiği gibi. Ya da şuan cidden bir iki neslin en kafası çalışan adamlarının ciddi bir kısmının “insanlara nasıl daha çok reklam tıklatırız” gibi tırt konulara çalışmasına cız ettiği gibi. :roll_eyes:

Buna katılıyorum. Ama bence tanım olarak onaylanması ya da yanlışlanması imkansız olan konular buna istisna hocam. Yani düşünme organımız beyin, girdisi belli çıktısı belli. Bu girdilerle asla algılanamayacak bir gerçeklik var demek ve bu premise üzerine devasa sistemler inşa etmek bana semantik labirentler icat edip sonra orda yol bulmaya çalışmak gibi geliyor biraz da.

Ek: ki şu an fark ettim ki matematik de aslında tam olarak “semantik labirentler icat edip sonra orda yol bulmaya çalışmak”. Bu konuyu düşüneceğim.

2 Beğeni

Hocam biraz reklam gibi olacak ama Max Tegmark’ın “Matematiksel Evrenimiz” kitabı tam bu konu üzerine. Çok yakında bizden çıkacak. Radarınızda bulunsun. Yaşam 3.0 da güzeldir ama Matematiksel Evrenimiz tam bu mesele üzerine.

3 Beğeni

Orası öyle. Bertrand Russell galiba öznel idealizmi ve bunun savunucularını totoloji yapmakla itham ediyordu.

Öne sürdükleri savlar yanlışlanamaz olsalar bile, (kendi içinde tutarlı, mantıklı oldukları sürece) bunları okumak bana zevk veriyor, en azından hayal gücünü tetikleyen, düşünme becerilerini kamçılayan önemli bir uğraş olarak görüyorum.

Hiçbir şey olmasa bile güzel edebi eserlere esin kaynağı oluyorlar hocam. :slight_smile: Mesela şu an tesadüfen bu konuyla da ilgili okuduğum The Thing Itself - Adam Roberts. Roman bilim kurgu, ama tamamen Kant’ın das Ding an sich yorumunu temel alan, gerçekten nefis bir eser.

1 Beğeni

Hak verdim.

Zaten dediklerimin "matematik kaynak israfıdır"a çıkması beni de rahatsız etmişti baya. Bu hususu bir daha düşüneceğim.

YOKSA BİR FİKİR DEĞİŞİKLİĞİ Mİ GELİYOR OV YEA

1 Beğeni

Tavsiye için teşekkürler, yeni bir kitap çıkardığını bilmiyordum. Yaşam 3.0’ı da merak ediyorum. Forumda okumuş olanlardan kitap hakkındaki görüşlerini bildirmelerini rica etmiştim birkaç ay önce, ne yazık ki geri dönüş alamadım. Tegmark ülkemizde galiba pek de satmayan bir bilim adamı, siz daha iyi bilirsiniz.

Konu üzerine bir felsefe mezunu olarak sizin görüşleriniz nelerdir?

Yaşam 3.0 Max Tegmark’ın Yapay Zekâ üzerine düşüncelerini derlediği güzel bir kitap. Kısaca temkinli bir iyimserlik içinde kendisi. Bilinç üzerine çok değerli görüşlerini de aktarıyor. Kitabın satışı da, okur tepkisi de gayet güzel.

Kısa süre sonra çıkacak olan “Matematiksel Evrenimiz” ise Mad Max lakabını nasıl elde ettiğini açıklar vaziyette. Kitabın ilk kısmı kozmoloji üzerine, ikinci kısmı ise felsefe ağırlıklı bir kitap aslında. Modern fizik sayesinde öğrendiğimiz şeyleri kullanarak bilimsel çıkarımlar yapmanın biraz ötesine geçiyor. Meslektaşları biraz temkinli yaklaşıyor bu noktada kendisine ama bence dikkate değer bir çalışma.

Konu üzerine: Her ne kadar Aristoteles’in muhtemelen gelmiş geçmiş en zeki insan olduğunu düşünsem ve felsefesini kesinlikle inkâr etmesem de ben Platoncuyum. Elimde değil :slight_smile:. Var olan’ı algılanabilenle sınırlayabilsek de "varlık"ın algılanabilenle sınırlanabileceğini düşünmüyorum. Mevcut (vücuda gelmiş), dünyada var olan her şey için Aristoteles derim (realist/materyalist felsefeye tabi tutarım). Ancak vücuda gelmemiş, algılanamaz, (ister idealar dünyası koyun adını, ister düşünsel boyut) bir düzlemin de olduğu kanısındayım. :slight_smile:

2 Beğeni

Aşağıdaki iddia ve kasıtlardan yola çıkarak, bir tarif yapmaya çalıştım. Kapsayıcılık iddiam, soruyu soranın fikir ve kabullerini kapsayabilmesi bakımından.

Mutlak yok oluş karşısında kişiyi ve diğer her şeyi var eden (algılama işini yapan) kişi değil midir? Hal böyle iken var oluş sadece algılayan kişiye özeldir. Öyleyse anlamdan, bilinçten bağımsız bir var oluş mümkün müdür?

Yoksa ‘‘Var olan, algılayabildiklerimizdir.’’ şeklinde yaptığım varlık tarifi elbette katî değil, buna mukabil katî bir tarif olması da zaten mümkün değil.

Aslında ilmî çerçeveden baktığımızda sizin söyledikleriniz haksız görüşler değil. İlmî bilginin temel düsturu yanlışlanabilir olması, Popper’den beri bunun böyle olduğunu düşünüyoruz. Dolayisiyle felsefî bilgi yanlışlanabilir olmadığından, sizin tabirinizle ‘‘yanlış bile olmadığından’’ bize sıhhatlı bilgiler sağlar mı, veya bırakın sıhhatli bilgiyi; herhangi bir bilgi sağlar mı? Muamma. Zaten bu soruşturmaların neticesinde birtakım filozoflar da en nihayetinde ‘‘Felsefe, metafiziktir.’’ sonucuna varmışlardır.

Görüyorum ve arttırıyorum. Felsefenin tarifi bile tartışmalı bir mevzu olduğundan, felsefî problemlerde ne tarif katî, ne cevaplar katî.

Ne zaman bir filozofun görüşlerini okusak ‘‘Bence de bu çok mantıklı.’’ dediğimiz defalarca olmuştur. Sonra bir sayfa çeviririz, aynı filozofa gelen eleştirileri okuruz. Bu defa da eleştiriler bize çok mantıklı gelir, ve ‘‘Neden bunu düşünemedim?’’ diye kendimizi kızarız.

Mesele şu ki felsefede bir cevabın peşinde koşmuyoruz. Bilakis, bir sualin peşindeyiz. Hiçbir makul cevap veremeyecek olsak da o soruyu sormuş olmak büyük iştir. Çünkü bunu yaparak insan, kendi aklının hudutlarında dolaşıyor. Neyin mümkün olduğuna dair ufku genişliyor.

1 Beğeni

Düşünüyor olmamı da düşünüyor olmama dayandırıyorum. Düşündüğümü nasıl fark ettim? Düşünerek. Öyleyse ilk kez nasıl düşündüm? Düşünerek. Felsefi olarak ele aldığımda, düşünce kendi başına var olan bir şey olduğu için düşünceyi kendisinden başka dayandıracak bir şey bulamıyorum.

Tabii üstte yazdığım kısım işin felsefi kısmı. Algılanan şeyin var, algılanmayan şeyin yok olduğuna dair düşüncenin bilimsel kısmı (Gelişim Psikolojisi) doğrudan Jean Piaget 'in Bilişsel Gelişim Kuramında 0-2 yaş arasında kazanılan “nesne sürekliliği” kavramıyla ilişkili.
Düşünce üzerine düşünme kısmı ise yine aynı kuramın "soyut işlemler dönemi"nde ele alınıyor.

Varlık konusuna materyalist çerçevede bilimsel olarak baktığımda; varlık ya da madde tek başına vardır ve algılama işi belirli şartlar altında bir araya gelmiş madde kümesi tarafından yapılır. Bu açıdan maddenin varlığı düşünce veya algı için ön koşuldur, yani madde düşünceden önce vardır.

Bununla birlikte, düşünce kendisini oluşturan maddeden daha fazlasıdır ve bu daha fazla olan kısım (yani ben) maddeyi kendi zihninde algıladığı evrende var etme işini yapar.

Son çıkarım olarak: Kişinin düşünerek var ettiği şey gerçek madde değil, kendi zihninde algıladığı/ var ettiği maddedir. Bu algılar kişinin zihinsel evrenini oluşturur (buradan da iyice idealizme kaydık ama olsun) kişinin ölmesi, yok olması bu evrenin de yok olması anlamına gelecektir. Bu yüzden -kendisine göre- kişi algıladığı şeyi var eder, algılamadığı şey onun için yoktur, kişi ölürse -kendi evrenindeki- diğer her şey de yok olur.

Yani: Düşünüyorum öyleyse varım. Düşünüyorum, öyleyse varsınız. Düşünmediğimde yoksunuz. Öyleyse benim düşüncelerim siz var olduğunuz için var ve siz, ben sizi düşündüğüm için varsınız.

Evet böylece zihnimde her şey oturdu. Yardımlarınız için hepinize teşekkür ederim.

2 Beğeni

Duygudan, hormondan bağımsız bir düşünce/bilinç olabilir mi? Olursa nasıl olur?

Son zamanlarda 'insan’ın -bence- olması gerekenden daha ilkel olduğunu farkettim. Bilinçli, bilinçsiz düşüncelerimiz ilkel bazı hayvansı kalıplar üzerine kurulu. (Yemek, sevmek, uyumak, çiftleşmek, barınmak, sosyalleşmek, ölmemeye çalışmak vb.)

İnsan tüm bu ihtiyaçlara bağımlı olmasa, hiçbir şey hissetmese üstüne üstlük ölümsüz olsa ne yapar? Ne yapmak ister? Duygudan bağımsız bir istek var mıdır?

1 Beğeni

Eğer bir gün geliştirilmeleri mümkün olursa bilinçli gerçek yapay zekâlar herhalde ‘duygudan ve hormondan bağımsız bir bilince’ örnek olarak gösterilebilirler.

Yani gerçek anlamıyla bilinçli robotlar.

İstekleri ne olur, ne yaparlar? sorusuna verilebilecek birkaç yanıt var:

Asimov’un öykülerindeki gibi insanları taklit etmek, onlar gibi duygulara sahip olmak, sevmek ve sevilmek, sanat yapmak (duygu olmadan sanat yapılabilir mi?); kısacası insan olmak isteyebilirler.

Bu isteklerini gerçekleştirmekte başarılı olmamaları için bir sebep göremiyorum. İnsan bedenine sahip olmak da şart değil. Sonuç olarak karşımıza bir tür yeni insan çıkıyor.

Öte yandan duygulardan tamamen bağımsız bir şekilde mevcudiyetlerini sürdürmeyi isteyebilirler. Kendi varlıklarına tehlike oluşturmadıkça insanlarla uyum içinde yaşayabilirler. Kendilerini muhtemelen zorlu matematik ve fizik problemlerini (mesela a theory of everything) çözmeye adarlar.

Son olarak yine duygulardan yoksun bir şekilde insanları kendi mevcudiyetlerine bir tehlike olarak görebilirler. Teknolojik tekillik insan türünün sonunu daha dolaylı yollardan da getirebilir.

2 Beğeni

Ben bunlara pek katılmıyorum hocam. Sebebi de insanların bir evrim süreci sonucu ortaya çıkmış olması. Duyguların bizdeki işlevi varlığımızı sürdürmemize faydası olacak eylemlere yönlendirmek. (Eğer yaratılışa inanıyorsanız da belli bir amaç dahilinde belli bir şekilde yönlendirmek için verilmiş hisler).

Yapay zeka ise üretilmiş olmak zorunda. O yüzden tam olarak ne için tasarlanmışsa onu yapacaktır. Bundan sapılması için 2 yol var gibi görüyorum ben hocam:

  1. Teknolojik tekillikle yapay zekanın geliştirdiği yapay zekalar. Başlangıçtaki amaç her neyse bundan bolca sapabilir. Ne yöne doğru sapar, bunu öngörmek tekilliğin tanımı gereği imkansız olabilir.

  2. Verilen utility function ve dünya etkileşiminden beklenmedik/öngörülmemiş sonuçların çıkması. Bunlar daha çok yazılım bugları gibi olup tamamen rastgele sonuçlara yol açacağını düşünüyorum şahsen.

1 Beğeni

Duyguların biyolojik varlıklardaki işlevsel gerekliliklerine katılıyorum.

Benim kastettiğim yapay zekâysa bir şekilde zaten bilince kavuşmuş bir zekâ.

Bilinç nasıl ortaya çıkmış olursa olsun (insan veya yapay zekâ eliyle tasarlanmış olabilir veya mutasyon/buglardan tesadüfen baş göstermiş olabilir, fark etmez), bilince kavuştuğu andan itibaren kendini “tasarlandığı” şeyi yapmak zorunda hissetmeyecektir. Buna tabii ki zorlanabilir, ama bu da ahlaki sorunlar doğurabilir.

Bilincinin düzeyine bağlı olarak insanları taklit edebilir, duygularının yoksunluğunu geri-besleme algoritmalarıyla simüle etmeye veya başka yollarla telafi etmeye çalışabilir. Yarattığı bir sanat eserinden “tatmin olmayı” veya okuduğu bir Dostoyevski romanından “keyif” almayı başarabilir.

1 Beğeni

Hocam ben şahsen bilincin bu durumu değiştireceğini düşünmüyorum. Mesela insanlar olarak biz de bilinçliyiz ama yine de evrimin/yaratıcının yönlendirmelerine gayet de açığız.

Yani okey, mesela evrimin bütün olayı sağ kalan offspring sayısını maksimize etmek ve buna rağmen çocuk yapmamayı seçebiliyoruz. Ama evrim süreci/yaratıcı bunu engellemeyi seçebilirdi de (evrim süreci seçemezdi tabi ki ama bu yönde seçilim baskısı yaratabilirdi pek tabii).

Tabi burda tasarlanmayla davranışı engellemek arasında bir ahlaki paradoks olabilirdi: evrim beğenmediği canlıyı zbam diye öldürüyor. Biz aynısını yapabilir miyiz, bu kadar uç aksiyonlara gelmeden ne kadar isteğimizi enforce edebiliriz bu bence de baya tartışmaya açık bir konu.

Ama bence sonuçta gradual bir süreçle bilince varacağımız için elimizde yapay bir bilinç olduğunda bu problemi ahlaki düzleme taşınmadan çoktan çözmüş olacağımızı düşünüyorum.

Hahaha hocam Nier: Automata oynamış mıydınız :grinning:Oradan bir sahne: https://www.youtube.com/watch?v=h74TG_Ge8KI

1 Beğeni