Felsefe Köşesi

Aslında Rıhtım Kamarası var fakat bu başlık oradan ayrılmalı ve karışmamalı.

Bunu aklımıza sorular geldikçe cevap aradığımız kısır döngüye girdiğimizde, burada da paylaşarak fikir alışverişinde bulunabilmemiz için açtım.

Kurallar da şöyle olsun:

Özet

-Herhangi bir soru sorulduktan sonra, soran kişi sorusuna cevap(yorum) alamamışsa 48 saat içerisinde yeni bir soru girdisi yapılamaz.

(Neden: Soran kişinin sorusunun havada kalmaması için.)

-Sorular cevaplarla ilerlemedikçe uzun ve detaya kaçmadan, az ve öz biçimde sorulmalıdır.

(Neden: Anlaşılır olması önemli çünkü anlaşılır olmayan sorular tartışmaya yolaçabilir.)

-Cevaplar soru soran kişiye “Cevapla butonu” kullanılarak atılmalıdır.

(Neden: Karışıklığı önlemek için.)

İlk soruyu izninizle paylaşıyorum:

Başa indirilen sert bir darbe, hem zihni hem bilinci yok edebiliyorken, bilinç ve zihin ne kadar “gerçek”tir?

8 Beğeni

Bu sanki insanın varoluşundaki madde ve mana birlikteliğyle ilgili. Gözle görülebilen ve görülemeyenlerin birbiriyle olan zorunlu ilişkisi gibi. Biri olmadan diğeri de olamıyor veya birine zarar geldi mi diğeri de bozulmaya uğruyor gibi bir şey olsa gerek. İlk aklıma gelenler bunlar.

3 Beğeni

Bu kısım Gürpınar’ın Gulyabani kitabının başlangıcından. Schopenhauer’ın felsefesi daha iyi nasıl anlatılırdı, bilmiyorum. Ben Say Yayınları’ndan çıkan ilk on beş kitabını okuduktan sonra, dünyaya aşırı derecede karamsar baktığımı fark edip bırakmış; hatta öyle ki kitaplığımda görmeye bile dayanamadığım için hepsini satmıştım. Kadın düşmanı olması da etkiliydi tabi.

6 Beğeni

Üzerinden zaman geçmiş hala cevap veriliyor mu bilemedim ama başka soru yok o yüzden sanırım verebilirim.
Sizin sorunuz aklıma şöyle bir düşünceler dizisi getirdi:
-Bir şey eğer gerçekse yok edilebilir mi?
-Cevap hayır ise içinde bulunduğumuz dünya da sanırsam gerçek denilecek pek az şey var. Çünkü bu cevaba göre gerçek yok edildiği anda varlığı da ortadan kalkıyor ve dolayısıyla gerçek dışı oluyor.
-Gene hayır cevabına göre insanların hiçbiri gerçek değildir. Çünkü öldüklerinde bu dünyadan yok olduklarını varsayabiliriz. (Dini konulara pek girmek istemiyorum. Ruhen yaşar, ahiret falan. O yüzden bu dünyayı ele alıyorum sadece.)
Bu düşünceler sonucunda da aklıma şöyle bir şey geldi. Ölen kişinin bedeni zaman içinde toprağa karışır. Toprağa karışan bu karbon, hidrojen, oksijen ve azot atomları bitkiler tarafından kullanılır. Sonra bitkiyi başka canlı yer falan falan sürüp gidiyor. O yüzden de aslında insanlar yok olmuyor sadece form değiştiriyor diyebiliriz. Ama burada gerçek olan insanın bedenidir.
Sizin sorunuzda ise zihinle ilgili pek emin değilim ama bilinç için de buna benzer bir açıklama sanırım getirilebilir. Bir insan bilinci yok olmadan önce sahip olduğu bilinç ile bir şeyler düşünür, fikir üretir ve bunları birileriyle paylaşır belki birilerine bir şeyler öğretir. Bu öğretilen paylaşılan fikirler de o diğer kişinin bilincinin bir parçası olmuştur artık. Tıpkı bitkiye geçen karbonlar oksijenler gibi. Bu sebepten kişinin bilinci yok olsa bile o bilince ait şeyler başka bilinçte varlığını sürdürmeye devam eder. Bu yüzden de aslında bir bilinç yok olmasından bahsedilemez. O yüzden gerçek olduğunu söyleyebiliriz.
Öyleyse bir soru da benden.
Bu durumda dereler kuruyabileceği için gerçek değildir. Kağıt yanabileceği için gerçek değildir. Öyleyse gerçek olan şey kağıt ve dere değil bunların bizim bilinçlerimizdeki bilgisi midir? Çünkü bir dere kurusa bile biz dere diye bir şeyin var olduğunu biliyoruz. Sanırım bir felsefeci buna benzer bir şey sorup cevabını da vermişti lisedeki felsefe dersinden hatırlar gibiyim.

Valla sorunuz güzel ama ben işin içinden çıkamadım. Anca bu kadar. :joy: Umarım çok konuşup kafanızı şişirmedim.

6 Beğeni

Kendi yaşamımızı kendimiz kuracağımıza, başkalarının kurgulayıp bize dayattıkları yaşamları sürdüğümüz için…

4 Beğeni

Kimse ölümü düşünmüyor. Öleceğini düşünerek yaşamak çok sağlam sinir isteyen bir şey. Ölmeyecekmiş gibi davranınca hayatın kıymetini bilmek de zorlaşıyor ve bomboş işler için canımızı sıkıp başkalarının ne düşüneceğinden çekinerek yaşıyoruz.

6 Beğeni

Öleceğini düşünerek yaşamak kişiye korku dolu bir yaşam sunar. Sonuçta kısa bir an içinde öleceğiz. Ortalama yetmiş yıllık bir yaşamı o kısa an’ın korkusuyla doldurursak, içinde bulunacağımız öteki an’ları bir yana bırakıp sürekli olarak o kısa an’ı yaşamış oluruz.

İyisi mi boş verelim… Ne demiş ozan:

İç bade, güzel sev, varsa aklın şuurun
Dünya ha var imiş, ha yok imiş ne umurun

:wink:

2 Beğeni

‘Dilediğimiz gibi yaşamak’ ne derece mümkün aslında? Dilediği gibi yaşamak deyince, herkesin dilediği farklı olabilir. Örneğin ben genel bir hayale uyarak işi gücü bırakıp bir sahil kasabasına yerleşeyim desem, ki diyorum ben de bir çok kişi gibi. Ama ne mümkün, hemen peşinden üşüşen bir sürü soru, ne yiyecek bu çocuklar, nerede okuyacaklar, e pişman olursam? ya beceremezsem, e geri de dönemem vs vs . O nedende akşamları ‘ah be bir sahil kasabasında yaşamak ne güzel olurdu’ diyerek kadeh tokuşturup, sabah hiç bir şey olmamış gibi işe gitmek en güvenli ve daha doğrusu en bildiğim şey. Zira babası emekli bir öğretmen (devlet memuru) olan benim damarlarımda aşırı doz sağlamcılık dolaşıyor. Yani nereye dileği gibi yaşamak nereye ben…üstelik herşey bu kadar paraya endeksliyken.

Ve konu dönüp dolaşıyor, ne kadar özgürüz meselesine takılıyor. Özgür beyinler yetiştirecek toplumların kurulması meselesi tamda bu nedenle bir klişe değil. Çok önemli. Bugün dilediğini yaşadığını, yaptığını zanneden sevgili arkadaşlarımızın bile aslında bir dayatılmışlığı yaşadığını görüyoruz.

Diğer verdiğin örnekler; hepsi de bağımsız başlıklar bana göre.

Önemsiz insanların söylediklerine takılmak; o kısmı tam anlamadım. Önemsiz insan kim? söyledikleri ne? söyledikleri mi önemsiz? kime göre? Başkalarının söylediklerine aldırmama mı kast ediliyor?

Beğenilme kaygısı taşımak; - dozunda olduğu sürece sempatik aslında. Doz ne sorusu gelir burada da? - Doğduğumuz günden buyana pompalanan şey bu. Güzel görünmeliyiz, bu markayı giymeliyiz, şu an moda bu, estetik cerrahinin şu an tavan yapması vs vs. Yani tüm bunlarla birlikte düşünmeliyiz, bu toprakların çocuklarıyız, buradan besleniyoruz. Zehir bulaştı bir kez. Sıyrılmak mümkün değil mi? Mümkün tabi. Ama zor. Şu an oğlum benden marka ismi vererek oyuncak istiyor, kıyafet istiyor, ışıklı ayakkabı istiyor. Işıklı ayakkabı ne lan! istiyor da istiyor. Almıyorsun beyninin etini diyor. Ahmetsu’da görüyor, Mehmetcan da görüyor istiyor :slight_smile: Alıyorsun, mutlu oluyor 5 dakika, sonra başka bir şey buluyor isteyecek. Yönetmezsek çok tehlikeli. 6 yaşında tüketim manyağı oluyor. Hadi sıyrılıp, dilediğimiz gibi yaşayalım. Yani ölüm meselesine gelene kadar çok engel var, kafa bi dünya oluyor. Çok karıştırmışız hayatı. Çok teferruat var. Her şeyi şova dönüştürüyoruz. Akşam yediği yemeği, geziyi, evinde yaptığı dolmayı, yeni aldığı çorabı paylaşıyor insanlar sosyal platformlarda. Yapıyor paylaşıyor, paylaşmak için yapıyor. Yani bu paylaşma işi olmadan önce ne yapılıyordu gerçekten bilmiyorum. Bizim Nesibe teyze vardı, 75 yaş civarı tahminen, kadın turşu yapmış, ama yıllardır yapar yani, Nesibe teyze instagramdan yaptığı turşuyu paylaşmış.
Tövbeeeler olsun.
Neyse bu da böyle bir dönemdir, bir dönüşümdür, yani bir şeye dönüşüyoruzdur ve aslında bu o kadar kötü değildir ama içinden gerçeken anlayamıyoruzdur. Nesibe teyze bunun çok belirgin bir işareti. Bilemiyorum.
Umutsuz değilim, daha sade bir yaşam kurmak mümkün. Özgür ve düşünen beyinlerin yapamayacağı hiçbir şey yok. Soru bu beyinleri nasıl elde edeceğiz.
Oğlum diyor ki kreşe gitmek istemediği için, anne beni bir kavanoza koyup okyanusa fırlatır mısın? Ben de istiyorum aynısından :slight_smile:

Teşekkürler :beers:

3 Beğeni

Çocuğunuzdaki vizyon beni benden aldı😅 Eh en azından bedavaya seyahat etmiş olur. Ben de şöyle temiz bir portal, karadelik falan bulsam atlayacağım içine.

1 Beğeni

Okumuşken ben de size sorayım? Kitapları Neden Bitirelim? Ne dersiniz?

Öncelikle bu başlığın felsefe üzerine genel bir başlık haline getirilebileceğini düşünüyorum. Aradığım kadarıyla forumda böyle bir başlık yok. Burada yapılacak fikir-bilgi alışverişi ve tartışmalar, insanlara çok şey katabilir.

Soruya gelecek olursam, açıkçası ara sıra benim de kendime sorduğum bir soru bu. Ancak bariz bir şekilde kötü/ucuz/popülist bir yazıma ve söylemlere sahip olduğu olduğu ortada olan kitaplardan bahsetmiyorum. Bunlara başlayıp bir şans tanımanın dahi gereksiz olduğunu düşünüyorum. Makul kalite eşiğini geçtiği belli olan kitaplara dönecek olursak. Aslında biraz kitabın türüyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Roman/hikaye/öykü türünde kitaplarda baştan sona tasarlanan bir olay örgüsü ve bütünlük arz eden bir akış olduğundan, bu tür kitapları bitirmeden onlar hakkında çok da emin yorumlar yapılamayacağını düşünüyorum. En basitindena Zweig’ın eserleri. Birçoğu hakkında asıl fikrim ve hissiyatım, son birkaç sayfada şekillendi. Ne önceki sayfaları okumadan o son birkaç sayfayı okumak yeterli olurdu, ne de o son birkaç sayfa hariç bütün kitabı okumak. Yani kurgu türünde eserlerin bitirilmeden çok da iyi anlaşılabileceğini ve eleştirilebileceğini düşünmüyorum.

Ancak kurgu dışı kitaplar için düşüncem farklı yönde. Özellikle bilgi ağırlıklı olan bilimsel kitapları (pozitif bilimler, tarih, coğrafya, ekonomi, vs.) bir kenara bırakıyorum çünkü onların baştan sona okunmasına, bitirilmesine yönelik bir anlayış olmadığı zaten ortada. Bu tür kitaplar, işinize yarayacak yahut öğrenmek istediğiniz kısımları okunarak üzerinde çalışılacak türden kitaplardır. Tabii ki üzerinde çalışacağınız kısmın gerektirdiği altyapıya sahip olmanız şartıyla. Ancak iş daha düşünsel kitaplara (özellikle de felsefeye) geldiğinde, soruyu yanıtlamakta oldukça zorlanıyorum. Felsefe kitapları kurgu olmasa da, genellikle düşüncelerin bir bütünlük içerdiği ve birbirini tamamladığı kitaplardır. Bu kitapların bilgi içeriği ağırlıkta olan kitaplar kadar parça parça veya yarım okunabileceğini düşünmüyorum. Özellikle üniversitelerde felsefe derslerinde, filozofların kitaplarından seçme pasajlar okutulur ve onlar tartışılır. Ancak o bütünlüğü yakalayamama riskinden dolayı bu yöntemin ne denli sağlıklı olduğu da tartışmaya açık bence.

2 Beğeni

(Gerçek) mutluluk nedir sizce?

4 Beğeni

Insanın kendini tam anlamıyla çözmesi bence. Fiziksel ve psikolojik olarak sorunlarını aşabilmesi, kusurlarını kabul edip yaşamaya devam etmesi ve kusurlarının aslında bir güzellik olduğunu anlayıp birey olduğunu fark ederek yola devam etmesi.
Bence gerçek mutluluk bu :relieved:

4 Beğeni

Metni çok beğendim bu yüzden sonunu okumadım.

1 Beğeni

Vicdanını rahatsız eden bir pişmanlık olmadan, olmak istediğin yerde ve olmak istediğin kişilerle olmak :national_park:

5 Beğeni

Gününün çoğunu üreterek geçirebilecek zamana sahip olmak, maddi ve manevi (belki) kaygılar olmadan.

3 Beğeni

Maddi ve manevi kaygı olmadan üretim nasıl olacak?

1 Beğeni

Koşullara göre mutluluğun tanımı değişir. Herkesi kapsayan bir mutluluk, tüm insanlığın hayrına olan işlerle mümkün olabilir fakat bu da çoğu insanın tercihi olmayacak kadar uzak bir ihtimaldir çünkü menfaatler söz konusu olunca her şey lafta kalır.

Kendi adıma söyleyecek olursam da hayatımdaki tüm mecburiyetleri en aza indirmekle işe başladım ve her geçen gün daha sade yaşamaya odaklanıyorum. Geçmişe göre daha mutlu ve özgür hissediyor, kimin neyi nasıl yaptığı ile ilgilenmiyorum. Tüm dayatmaları yaşamımdan uzak tutuyor, kendi yolumu çizmeye çabalıyorum. Çevremdeki çoğu insandan daha huzurluyum en azından.

3 Beğeni

Thomas More’un Utopia’sındaki gibi. Hehe çok Polyannayım ^^ Ama bu fikrimi çok da desteklemiyorum aslında kapitalizmi geliştirme düşüncelerine daha sıcak bakıyorum.

Belki mutluluğu ‘‘her şeyin başı sağlık’’ şeklinde özetleyebilirim kendimce. :slight_smile: