Yeah, who cares who lives or dies in prison? We read the names in the morning paper and they mean nothing to us.They’re faceless. The truth is we don’t wanna put a face on them. We don’t wanna know who they really are, because then it might too close to home, and home it’s all about, right? Making a home no matter where you are. No matter who you are. At the end of the day everybody wants some to rest, somewhere to lay their bones, even if it’s in the land called Oz. Yeah, like Dorothy says when she wakes up in her own bed back at Aunt Em’s, “There is no place like home.” There’s no fucking place like home.
-Augustus Hill
Türkçe çeviri;
- Evet, hapishanede kimin yaşayıp kimin öldüğünü kim umursar? İsimlerini sabah gazetesinde okuruz ve bize bir şey ifade etmez. Yüzleri yoktur. İşin aslı onların yüzünü düşünmek istemeyiz. Gerçekte kim olduklarını bilmek istemeyiz. Eğer düşünürsek evimize çok yakın vurulmuş olurlar ve her şey evimiz için değil midir? Nerde olduğun fark etmeden kim olduğun fark etmeden bir ev. Günün sonunda herkes dinlenmek ister, bacaklarını uzatabileceği bir yer, hatta evin ismi Oz olsa bile. Evet, Dorothy’nin dediği gibi, Em Teyzesinin evinde kendi yatağında uyandığı zamanki gibi, “Evim gibi bir yer yok.” evim gibi kahrolası bir yer yok.(çeviri:vikisöz)
Ah be Üzeyir abi
Şimdi burda olsaydın
Ne güzel susardık seninle
Etrafta boş konuşan onca hıyar
Ama ölüp gidiyor yanında susabildiğimiz adamlar
[Yılmaz Erdoğan]
Sadakati para ile alınan bir adamdan daha güveniliri yoktur.
Dokuzuncu Kapı.
Cennetle savaşıp yenik düşen Beyaz Şeytan, neden hala buralarda dolanıyor? Her şeyini göklere kaybeden şeytan, neden hala dişlerini çıkarıyor? Anlamış olmalıydın bağırabilirsiniz, çığlık atabilirsiniz, fakat sesiniz asla cennete ulaşmayacak. Ne de hıçkırıklarınız.
1995 yılı yapımı “Se7en” filminde, başrol oyuncusu olan Morgan Freeman’ın bir repliği şöyledir:
Ernest Hemingway bir yazısında şöyle der: “Dünya güzel bir yer ve uğrunda savaşmaya değer”
Ben cümlenin ikinci kısmına katılıyorum.
Senaryosu Woody Allen tarafından yazılan, 1980 yılı yapımı “Stardust Memories” adlı filmde, Woody Allen tarafından canlandırılan Sandy Bates karakteri, bir sahnede bir yabancıdan tavsiye istemektedir. Diyalog şöyle:
SANDY: Sence artık film çekmeyi bırakıp, körlere yardım etmek ya da misyoner olmak falan gibi anlamlı bir şeyler yapsam daha iyi olmaz mı?
YABANCI: Şunu hemen söyleyeyim ki, sende misyoner tipi yok. Asla sürdüremezsin o işi. Ayrıca Superman falan da değilsin. Komedyensin sen! İnsanlığa gerçekten hizmet etmek mi istiyorsun? O zaman daha komik espriler yap!!
Ulan, eskiden ne güzel Love Story çekerlerdi. “Vur Kaç Hikayesi” diye yolumuza bakardık. Godfather çekerlerdi, “Baba’nın Piyade Tüfeği” diye çekerdik filmini. deyyuslar, verdiler teknolojiye kendilerini. Bak şimdi yeşille, iple, halatla uğraşıyorum Onur. Halbuki uğraşmamam lazım. Benim uzmanlığım iple değil trambolinle. Ben nasıl Avatar’ı çekeyim lan? Mavi bulsam ben kendim…!
Şahin K’nın İşler Güçler’de çektiği sinema filmi sırasında Boomcuk Onur’a gelişen teknoloji konusunda yandığı dert. Yıllardır hiç aklımdan çıkmadı ok.
“Dolunay yarın sanırım ama ben ayın bu zamanını daha çok seviyorum. Dolunay ertesi gün küçülmeye başlıyor ancak 14. geceki ayda yarın var. Yarın denilen umut var.” (Sennen Joyu)
İstemem Eksik Olsun
Replik değil tirat. Bu tiradı asıl ölümsüz kılan Rüştü Asyalı’nın orjinalinden güzel olan seslendirme ve ses kullanımı.
Özür dilerim ama Sabri Esat Siyavuşgil’in mısraları daha hoş geliyor kulağıma…
Binalar yanar, insanlar ölür; ama gerçek aşk, ölümsüzdür.
Efsane dizi "Bir Demet Tiyatro"da, Mükremin ve uzatmalı sevgilisi Asuman arasında geçen bir konuşma:
Asuman: Senin beni eskisi kadar sevmediğin, her halinden anlaşılıyor zaten.
Mükremin: Nerden anlaşılıyor?
Asuman: Elini tutuyorum elimi bırakıyorsun, gözüne bakıyorum gözüme bakmıyorsun.
Mükremin: Bilmiyorum Asuman, bilmiyorum yani. Kalbimin eski çarpıntısını kaybettiği, aramalara rağmen bulunamadığı inkar edilebilir bir gerçek olsa, niçin inkar edilmesin öyle değil mi? O ki inkar edilebilir, edersin gider yani. Yok böyle bir şey dersin, gider yani.
Asuman: Bak ağzınla söyledin, söyledin işte sonunda.
Mükremin: Ya ben konuşmak için en müsait yer ağız diye şey ettim ama.
Asuman: Eee… Artık beni sevmiyorsun, öyle mi?
Mükremin: Ya seni seviyorum da, seni sevmeyi eskisi kadar sevemiyorum. Hani eskiden, seni sevmenin, birbirimizi sevmenin, değişik, gevrek bir tadı vardı. Seni güldürmenin lezzeti damağıma yerleşir, orada mutlu mesut yaşardı. Yani bir şey olduğu vakit, koşayım gideyim bunu ilk Asuman’a söyleyeyim tarzında bir haberci telaşı olurdu.
Asuman: Şimdi ne oldu peki?
Mükremin: Bilmiyorum Asuman, bilmiyorum… Kalbim, bir kuyunun dibindeki bir suyun içinde nefes almaya çalışan bir gariban. Yukarı tırmanmaya çalışıyor ama ne yapsın? Kuyunun duvarları düz… Kuyunun duvarları ıslak…
Adam sırf nane kaynatabiliyo diye modern tıbba savaş açtı ya la.
İşler Güçler-Murat Cemşir
Janice Tony’nin evine girer ve Meadow’un anasının evinde partilemesinden dolayı esip gürler.
Janice Soprano: It’s like a freakin shooting gallery. It smells urine, there’s puke all over the hardwood floors. bla bla bla bla
Tony Soprano: Sounds like your apartmant in Venice.
Tony: I see some guy walking down the street, you know with a clear head. You know the type. He’s always fucking whistling like “The Happy fucking Wanderer.” and i just want to go up to him, and i just want to rip his throat open. I want to fucking grab him and pummel him right there, for no reason.