Kralların Yolu:
Son Issızlık’tan önceki günlerin özlemini çekiyorum.
Elçiler’in bizi terk etmesinden ve Parlayan Şövalyeler’in bize karşı dönmesinden önceki çağın. Dünyada hâlâ büyünün ve insanoğlunun kalbinde de onurun olduğu zamanın…
Dünyayı ele geçirdik ve sonra da onu kaybettik. Görünüşe göre insan ruhu için hiçbir şey zaferin kendisinden daha zorlu değil.
Yoksa o zafer, en başından beri bir aldatmacadan başka bir şey değil miydi? Onlar ne kadar zorlu savaşırsa, direnişimizin de o kadar güçlendiğini mi fark etti düşmanlarımız? Belki de ısı ve çekicin sadece daha kaliteli kılıçları mümkün kıldığını gördüler. Ama çeliği yeteri kadar uzun bir süre boyunca bırakırsan, eninde sonunda paslanıp gider.
İzlediğimiz dört kişi var. Birincisi hekim, tıbbı bir kenara bırakıp içinde bulunduğumuz dönemin en vahşi savaşında bir asker olmaya zorlanmış. İkincisi öldürürken ağlayan bir katil, bir suikastçı. Üçüncüsü yalancı; bir hırsızın kalbi üstüne bir âlimin cübbesini giymiş genç bir kadın. Sonuncusu ise bir yüceprens, yani savaş açlığı tükenirken gözleri geçmişe açılmış olan bir savaş beyi.
Dünya değişebilir. Dalgabağlama ve Kırıkkullanma geri dönebilir; antik çağların büyüleri tekrar bizim olabilir. Bu dört kişi bunun anahtarı. Bir tanesi bizi kurtarabilir. Ve bir tanesi de bizi yok edecek.
“Bir roman yazarının liderlik mekanizmasını ve sevginin insan kalbine nasıl kök saldığını böylesine etkili bir şekilde anlatması sık görülen bir durum değil. Sanderson şaşırtıcı derecede zeki bir adam.”
-Orson Scott Card-“Kitaba bayıldım. Başka bir şey söylemeye gerek var mı?”
-Patrick Rothfuss-The New York Times Çok Satanlar Listesi’nden Rüzgârın Adı’nın yazarı
Parlayan Sözler:
Parlayan Şövalyeler bir kez daha dayanmak zorunda.
Kadim yeminler en sonunda dillendirildi, sprenler geri döndü. Kayıp olanı arıyor herkes; korkarım ki bu arayış sonları olacak. Ama büyünün doğasında var bu. Ne de olsa harap ruhların, içine başka bir şeylerin yer edebileceği defoları olur. Bizzat yaradılışın gücü olan Dalgabağlamalar, harap bir ruhu tamir edebilecekleri gibi derinliklerine sızıp yaralarını da genişletebilirler. Rüzgârkoşucu, intikam ve onurun sınırları arasında dengelenmiş, mahvolmuş bir dünyada kayıp. Yavaş yavaş geçmişi tarafından yok edilmekte olan Işıkören, dönüşmekte olduğu yalanı aramakla meşgul. Kan ve ölümle doğan Bağdökümcü yok edilenleri yeniden var etmeye çabalıyor. İki insanın kaderleri arasında gidip gelen Kâşif ise yavaş bir ölüm ve tüm inandıklarına korkunç bir şekilde ihanet etmek arasında bir seçim yapmak zorunda. Onlar için uyanış zamanı çoktan geldi geçti, çünkü Dinmezfırtına tepelerine binmek üzere. Ayrıca Beyazlı Suikastçı da geldi.
“Her anlamda tam bir başyapıt. Sanderson, farklı farklı karakterleri ve hikâye ilerledikçe adım adım önümüze serilen muazzam tarihiyle capcanlı ve etkileyici bir dünya yaratmış.”
-The Guardian-“Hiç şüphe yok ki, Sanderson da adı Tolkien, Leiber, Moorcock, Jordan ve George R. R. Martin ile birlikte anılacak yazarlardan biri olacak.”
-Sffworld-
Şahsi fikrimi belirtmek gerekirse tek kitap olarak Elantris’i ne kadar seviyorsam seri olarak Fırtınaışığı’nı da o kadar çok seviyorum.
Evet, Sissoylu da çok güzel bir seri ama Fırtınaışığı’nın ayrı bir dokusu var bence, Brandon Sanderson bu seriye ayrı bir özeniyor kanımca.
Roshar görsel olarak bile farklı bir dünya, sprenlerin cirit attığı, bitkilerin hareketlendiği, farklı canlı türlerinin etrafta olduğu bir resim canlanıyor kafamda Roshar’ı düşünürken.
Kitapların fiziksel muazzamlığını bir kenara bırakırsak bu seriyle ilgili ne dersiniz?
Şahsen ben Sanderson’un kendi demeçlerine de bakarak aslında yıllardır Fırtınaışığı arşivi için hazırlandığını düşünüyorum ve Oathbringer’ın çıktığı sıralarda dinlediğim potcasttaki okurlar da aynı şeyi söylüyor. Bu seride yazarın diğer karakterlerinden de yankılar bulacaksınız demişlerdi.
Not: Parlayan Sözler, Parlayanın Sözleri olarak çevrilse hikaye açısından daha uygun bir çeviri olmaz mıydı sizce de? Kafam nedense buna takılıp duruyor bazen.