Fok Yersiniz

Kahramanı olmayan bir öykü düşünülemez mi? Yazdığım son öykülerime gelen eleştirilerin çoğu şunlardan ibaretti;
“Kahraman, evrene derinlik katar. Kahraman’ın olmaksızın evrenine gerçekçilik kılamazsın. ”
“Kahraman, okuyucunun öykü ile bağ kurmasını sağlar. O olmadan okuyucu anlattıklarına sadece, bir bakıp çıkacaktır.”
“Öyküdeki ilerleyişi kahraman yönlendirmektedir, kahramanı olmayan bir öykü sadece samimiyetsiz mucizelerle ilerletilebilir.”

Bunların hepsi saçmalık. İnsanlar sanki öyküler kahramanlar için yazılıyorlarmış sanıyor. Oysaki o kahramanlar öykünün evrenini, insanlarını ve kurallarını açıklamak için kullanılan bir araçtır. Ya ben artık bu aracı kullanmak istemiyorsam! Sırt çantamda her zaman bir açacakta taşırım, bu sebeple sodamı betona sıyırarak açtığım zaman beni yine hatalı mı bulacaksınız? Ne haliniz varsa görün!
Kapitalin en iyi yazarı olmak gibi bir derdim yok, hatta bu canlandırma yarışında kendime bir yer edinme isteğim bile yok. Siz körleşmiş insanlara bir şey sunmak istemiyorum artık… Zaten sizin de öyle bir talebiniz yoktur benden.
Eski dünyanın muhteşem kurgucuları ve onların kuyruğundan ayrılmayan yeni neslin iz sürücülerinin yarattığı evrenler, kurallar ve arkadaş sizlere, beni çoktan unutturmuştur.
Yanlış anlaşılmak istemiyorum bu yüzden açıklayacağım, ama çok umurumda da değil aslında. Sadece size küfredemediğim için açıklayacağım bunu, yoksa ellerim yakanızda, yüzünüze karşı salyalar savurarak geçirmek istediğim bu öfke nöbetim tam anlamıyla içimde patlayacak.
İşte açıklama; ben kahramanlara karşı değilim, aksine benimde günlerimi birlikte geçirmekten zevk aldığım onlarca kahraman var. Örneğin Don Quixote, kendisi benim favori arkadaşımdır. Dreamcase’in çalışma prensibi gereği sistemi her yeniden açışımda beni unutur, ancak kendimi o dünyaya soktuğum her seferinde cılız atının üzerinde paslı kılıcını havaya savurarak “bir ifrit misin yoksa bir gulyabani mi, ne olursan ol La Mancha’nın Yetenekli Beyefendisi Sir Don Quixote’un karşısında diz çök!” diye bağırır pörsümüş sesiyle. Kafası bulanık birisi olmasına rağmen temiz ve sıcak kalplidir kendisi. Eğer oyununa katılırsan sayısız maceralara sürekler sizi ama ona karşı gelirsen de dünyanın son çizgisine kadar, paslı zırhını gıcırdatmaya başlayarak kovalar seni, kılıcını böğrüne saplamak için. Kısacası, severim kendisini.
Ayrıca Dorian Gray’in Portresin‘den Lord Henry’i ve Faust’tan Mefistotales’i de severim. Lord Henry, çokbilmiş, zevk düşkünü ve saatlerce konuşmaktan haz duyan bir boş boğaz iken Mefistotales, sessiz, kurnaz ve korkusuz birer arkadaştır.

Anlıyorsunuz ya, bende kahramanları ve onlarla vakit geçirmeyi seviyorum ama ben aynı zamanda, o evrenlerde onlarsız takılmayı da seviyorum. Don Quixote’un evrenine gidip taverna kenarlarında çelimsiz asalakları ezmek, Lord Henry’nin evrenine gidip göstermelik beyefendiler arasında yerimi almak ve Mefistotales’in evrenine gidip tanrının huzurunda, melekleriyle poker oynamak istiyorum.
Eminim!
Eminim ki bunu sizlerde yaptınız. İstediğiniz kitabın evrenine girerek orada gönlünüzce eğlendiniz, ama bunu yaparken hep onu düşündünüz değil m? O kahramanı. Sürekli olarak “acaba o burada olsa ne yapardı?” ya da “ o bunu kesinlikle yapmazdı, acaba şimdi neler olacak” gibi sorularla deneyimliyorsunuz o evreni. Size bir gerçekten bahsetmeme izin verin, bu sizin deneyiminiz değil!
Yapay gerçeklik alanında, yüzyıla aşkın süredir yapılan çalışmalar sonucunda, Kapital’deki bütün yaşam alanlarına girmiş olan şu mucizevi teknolojinin yarattığı, neredeyse sonsuz sayıdaki, evrenleri nasıl da sadece, bir kahraman ve kahramanın tepkilerinden ibaretmiş gibi düşünebilirsiniz.
Sizler, sizler… Medeniyetin geldiği noktaya tüküreyim, ağız tadıyla küfür bile edemiyoruz artık. Alın o ahlak çiplerinizi… Çantalarınıza sokun! Hayalleri süsleyen bir teknoloji ve cehennemin yedinci katına yakışır bir insanlık.
Ben gidiyorum. Sizlerin beğenmediğiniz saf, huzurlu ve kahramansız evrenime yerleşiyorum. Umarım hepinizi güneş çarpar, umarım uzaylılar ortaya çıkıp hepiniz köle yapar, umarım hepiniz İlahi Komedya’nın ilk cildinin içerisine çekilirsiniz ve umarım hepiniz… Fok yersiniz.

Kahramanı biz yarattık ve varlığını başımıza çıkardık. Ama sen kendi dünyanın gerçekliğinde, akan zamanın durdurulmazlığına karşın kahramanlığını nereye kadar gizleyeceksin . Bundan bir vakit sonra öyküleri sen değil sadece başka bir hayalin kahramanı okumuş ve yaşamış olacak.

Güzel ve yerinde bir düşünce, ancak her kendini bilmez huysuz bireyin diretmeye devam edeceği gibi bu öykünün yazarı da diretecek sana;
Kahrolsun zaman! Kagrolsun kahramanlar! Ben asla bir kahraman olmayacağım ve benim hikayelerimin kahramanı olabileceğini düşünenler var ise, o zaman her biri kendi foklarını yesinler!