Furor Turcicus

1919 yılının karlı bir aralık sabahı Beyoğlu’nun karanlık ve çamurlu sokaklarını iğrentiyle adımlamış, eski zaman canavarları gibi yükselen apartmanlarında malihulyaya kapılmış herkes, insanın, Kur’an-ı Kerim’de söylendiği gibi yaratılmışların en şereflisi olmadığını çoktan öğrenmişti bile. Çünkü yaratılmışların en şereflisi, şafak sökün ederken, sırlanmış bir aynanın üstüne heyecanla boca edip altın borularla burnuna çektiği bir avuç beyaz toza tapmazdı, çünkü yaratılmışların en şereflisinin sığınabileceği başka şeyler olurdu. Uyuşmuş, külçeleşmiş bir zevk dalgası, kuyruk sokumundan başlayarak dört bir yanına titremeler yaydığında, ve gözleri fal taşı gibi açıldığında, yaratılmışların en şereflisi, bir dudağı yerde bir dudağı gökte, ifrit suratlı Senegalli askerler perdeleri sonuna kadar açılmış karşı apartmandaki dairede on iki yaşındaki zavallı bir kızın böğüre böğüre, sırayla ırzına geçerken onları kendi evinden keyifle kıkırdayarak seyretmezdi. Ve hepsinden öte, yaratılmışların en şereflisi, şimdi, Zani Bey’in yapmakta olduğu gibi rezil bir biçimde, burnunda kalan tozları parmaklarının boğumlarında toplayıp salyalarını akıtarak parmaklarını yalamaya koyulmazdı.

“Artık yetmez mi, kuzum, Zani? Uyandığından beri o herzeyi onuncu kez burnuna çekişin bu,” demezdi ona, tatlı tatlı öten, hafif bir aksanla Türkçe tekellüm eden bir kadın sesi; ses tonunda, genç adamın kendisine tozdan bu sefer de ikram etmeyeceğini artık tamamen kabullendiğine dair kırgın tınılar bulunmazdı aynı zamanda. Zani Bey, fakfon kutuyu iç cebindeki köstekli saat, parçalanmış mendil, pislik topakları, tülermiş pantolon iplikleri ve kalın tütün damarları deryasının derinliklerine telaşla, bir çırpıda gömmezdi; insan, yaratılmışların en şereflisi olsaydı…

Zani Bey, bir aralık günü, tabancayı karnına boşalttı.

İstanbul göğünde kar, sessizce atıştırıyordu.

Anlatırken iki elini yüzüne kapamıştı Zani Bey. Neden sonra, uykudan dürtülerek uyandırılmış gibi iki yanına şaşkın şaşkın bakacak, Elefteri’nin fotoğrafını arayacaktı, raşitik iskemlenin ardına astığı ceketin iç cebinde, çoktan ölmüş gitmiş Elefteri’nin fotoğrafını, karnını kurşunla doldurarak öldürdüğü Bostanbaşı Kraliçesi Elefteri’nin, giyinikken restez, hevesle soyunup süt renginde bacaklarını ayırdığında avancez deyip ılık ve nemli fısıltısıyla yürek titreten buyruklar savuran Elefteri’nin soluk fotoğrafını…

Yıl bin dokuz yüz on dokuz… Bostanbaşı Kraliçesi Elefteri’nin koca Kostantiniyye’de aklını çelmediği, canını yakmadığı, kalbini kavurmadığı, altın adını bakıra çıkarmadığı, kendine kul köle etmediği delikanlı kalmamış. Bazen Guerlain sürünüyor, Quand Vient L’Ete, bazenleri ise Frimousse d’Or, fakat ekseriya, ille de o kristal Bohemya kaselerine doldurulmuş ağır, yoğun, mor renkli leylak kolonyası. Zani Bey, Matmazel Elefteri’yi tabancayla vurup öldürdüğü o meşum günden sonra, Bekirağa’da tıkıldığı ağır ceza koğuşunda, kaç gece gördüğü kabuslardan ter içinde uyanıp yastığın altına, Elefteri’nin leylak kolonyası sindirilmiş, kadının kokusunu açlıkla emmiş ipek mendiline uzanacak, mendili burnuna götürüp tatlı rayihasını derin derin, yutmak istercesine soluyacaktır, kimi geceler de gözleri puslanırken gırtlağının nah şurasına bir kütle, zehirli, pis bir kütle gelip çörekleniyor, belli ki Matmazel Elefteri’nin hayaleti yine gelip koynuna girecek, rüyasında onunla sevişecek, görülmemiş bir hınç ve gazapla, gün ağarana dek, saydam teni kan revan içinde kalana dek sevişecek…

Zani Bey, tütününü Hatıraizafer kağıdına sarmış, duman, tüller halinde yükselerek odaya çöküyor, Mekteb-i Sultani’den arkadaşı Mazhar Bey’e anlatıyor hadisatı, küf bağlamış ince belli çay bardaklarının dibinde pudramsı bir rakı tortusu, Yüzbaşı Cevdet Bey, nikotinden sapsarı kesilmiş parmaklarında Ahali cıgarası, gözleri kan çanağı, ara sıra bardaklara boştaki eliyle sıkıca kavradığı karafakiden rakı dolduruyor, dokunsan tuzla buz olacak sefil karafakinin kararmış ağzı, rakı, bardaklara karafakinin yüzeyinden cam kırıntılarını sökerek akıyor, dışarıda köpeklerin canhıraş iniltileri, gece işgal İstanbul’unun üzerine inmekte. Anadolu’dan birkaç haftadır haber alınamıyor. Yunan ordusu Bursa’ya girecek diyorlar, ötesindeki uçsuz bucaksız, güneşin kavurduğu topraklar fokur fokur kaynasa da neler olduğuna dair henüz bir malumat ulaşmadı, Kara Kemal, İsmail Canbulat ve birkaç İttihatçı daha, yanlarına Sarı Paşa’yı da katıp ihtilal yapacaklarmış, milliciler taşrada toplanıyormuş, Enver, Lenin’le görüşmüş, ordu devşirip Kafkaslardan dönecek, “halaskar” olacakmış… Gavurun hükmü tasdik edilirse fena, Mazhar ve Cevdet Beyler kodeste çürüyecek, ondan sonra da kim bilir, belki Kaf Dağı’nın ardına, belki Malta’ya sürülecekler, belki de boyunlarına yağlı urgan geçirilecek, af dersen mafiş. Sarı Paşa ihtilali kotarsın ki post delinmesin, kuyruk titremesin… Mazhar ve Cevdet… İkisi de sıkı, isimlerinin yanına kararlı birer mim koyulmuş İttihatçılardandır.

Matmazel Elefteri esvabını sıyırıp üryan kaldığında tecennün edermiş, Zani, ahbaplarına öyle diyor. Gözleri kayarak pırıl pırıl kalaylanır, akı görünürmüş de dişleri çatır çatır çatırdamaya başlarmış. Solukları fırtınaya dönermiş. Yüzünde esrarlı bir ışık kaynaşarak parlar, aşıklarının kollarında feryat figan çırpınırken “Sen bana aitsin, ölünceye dek benimsin!” diye haykırırmış. Bir hışımla altın saçlarını savurup döker, korkunç bir nöbete tutulmuş gibi, aygırsayan bir kısrak gibi biteviye sarsılırmış, hizmetçisi Naciye, aşıklarını yolcu ederken onlara mabudelerini hiç unutmasınlar, hatırlarından bir an olsun çıkarmasınlar diye hanımının bu vaziyetteyken alınmış çıplak fotografilerini dağıtırmış.

Matmazel Elefteri kokain kullanırdı. Öldürüldüğü gün, haftalardan beri yaptığı şekilde yine bakışlarını tabancasına dikmiş, Zani’ye bitmek tükenmek bilmez bir inatla yakarmıştı, beni vur demişti. Hiç bir şeyi vurdun mu Zani? Bir hayvanı… Peki, ya bir insanı vurdun mu? Kaç kişiyi hakladın, saklama benden Zani. Hiç kadın öldürdün mü Zani? Yalan söylediğini anlarsam vallahi darılırım sana… Nasıl oldu? Neden oldu? Nerede oldu? Gündüz müydü, gece miydi? Kar yağıyor muydu? Ona kaç el silah attın? Ayaklarına kapandı mı? Çok korktu mu? Ağladı mı? Vurduğun kadın hırıldayarak can çekişirken nefsin uyandı mı?

Horlanmak Elefteri’ye haz verirdi. Sövgü işitmek, kendini dövdürmek… Ha, dövdüğünde de öyle iki sille savurup sonra soluklanmaya koyulmayacaksın, bedeninin her tarafı sızlayıncaya kadar yemyeşil kesilecek, örselenip çürüyecek… Matmazel Elefteri maslahatgüzar kızıymış, 917’de İspanyol gribinden cartayı çeken ve leşi kefensiz mefensiz, it ölüsü gibi Beşiktaş sırtlarındaki metruk meşatlıkta açılan bir kuyuya alelacele gömülüveren müteveffa nişanlısı da Osmanlı Bankası’nda müdür. Bu olaydan sonradır ki, Matmazel Elefteri, Bostanbaşı Kraliçesi oluyor, Beyoğlu apartmanlarında, Nişantaşı konaklarında kasıklarını hırsla ovalayıp şehvetle ürüyen devrin hovarda gençleri, onun uğruna gözlerini kırpmadan cehennem külhanlarının derinliklerine atılacak, can verecek hale geliyorlar. Matmazel Elefteri, kara budunun müptelası olduğu esrara, haşhaşa filan iltifat buyurmuyorlar, yatak odasında yorgan altına girip eter kokluyorlar, aynanın üstüne döke saça kar yağdırarak kokain çekiyorlar, sonraları morfin iptilaları da başlayacaktır. Tamburu Cemil Bey’i bile aşan bir maharetle çalıyor, kokain sanki mızrabını görünmez bir kuş gibi göğsünde büyüterek kanatlandırıyor, Matmazel Elefteri, Dersaadet’in, aşığına en güzel işret sofrası kuran orospusu, ama alkol, geleneklere riayet etmek içindir, asıl keyif, sofradan kalkınca, yatağa geçmeden çekilen kokainde…

O aralık sabahı Zani, burnunun kanatlarını üç çizgi kokainle doldurup bir çimdiğiyle de dişlerini iyice sıvadıktan birkaç dakika sonra kafasına bir kurşun sıkmayı düşünmeye başlayacaktır, paşa babalardan dedelerden kalan altınlar suyunu çekip çiftlikler, konaklar ve yalılar birer birer satılınca, kokain damarlarını ve beynini yavaş yavaş kemirip ciğerlerini söndürmeyi sürdürürken, Zani’nin de, Elefteri’nin de kolları morfin iğnelerinin izinden delik deşik, gömgök kesilince, ikisi de kıvrana kıvrana çürümeye başlayınca, Elefteri ürpererek uyanacak ve Zani’nin elinde tuttuğu revolveri görecektir.

“Mon chéri, ayol, nedir o elindeki? Beni mi öldüreceksin yoksa? Öldür, öldür öyleyse… Oui… Alors s’il vous plait, tuez moi, maintenant. Yaşayacağım da ne olacak sanki?”

Kol kola generallerin birahane garsonluğu, konteslerin aptesane bekçiliği yaptığı, grandüklerin işportada madalyalarını, hilatlarını, mücevher kakılmış kılıç kınlarını sattığı Pera sokaklarında gezinmişler, Serkldoryan’da, Papağan Bar’da ve Rubin Oteli’nin altındaki kafede oturmuşlar, neşeyle yiyip içmişler, Bi-Ba-Bo’nun uğursuz kapıcısı Salomonoff’tan üç liraya cam şişede kokain satın almışlar, sonrasında meşhur Kit-Kat Bar’a gidip masif tezgahın üzerine sinerek rom eşliğinde birlikte son defa kokain çekmişler, Skating Palace’daki odadan bozma bir sahnede canlı bir ayıyla şakır şakır düzüşen Madam Vera’nın tuhaf temaşasını seyretmişler, Zani Bey bir araba çevirmiş, Harbiye üzerinden Nişantaşı’na çıkıyorlar, köşke. Gece çöküyor, ay ışığı çamların incecik iğneli yapraklarına ipekten hışırtılarla sürtünerek gökte gümüş bir ırmak misali akıyor, uzaklardan işgalci subaylarla kırıştıran Ermeni kızlarının, Rum dilberlerinin billur kanatlarını gere gere uçuşan kahkahaları, çatal kaşık şıkırtıları, kadeh çınlamaları, taverna gürültüleri, ut, kemençe ve yaylı tamburların gevrek nağmeleri, geceyi birdenbire yaran nal şakırtısı, piştov gümbürtüsü. Elefteri’nin canı sevişmeyi özlüyor. Zani evvela gözünün yaşına bakmadan, Elefteri’yi bayıltana kadar dövüyor, bağrışmalar ve küfürler eşliğinde hoyratça seviştikten sonra vücuduna dolanan ıslanmış çarşaftan kurtuluyor, doğrulup revolverini kadının kan, ter, salya ve salgıyla takdis edilen karnına boşaltıyor.

Kodeste, koğuştaki herkes yattıktan, dışarıdan sızan ezan, ayak sesleri, bekçi sopası tıkırtıları söndükten sonra uyuyamayacak, gırtlağına yine koca bir kütle gelip çöreklenecek, hıçkıra hıçkıra leylak kokulu mendile uzanıp yüzüne hırsla bastıracak, Elefteri’yi, öldürdüğü sevgilisini unutamıyor…

2 Beğeni

Diyecek bir şey bulamıyorum. Muazzam. Büyük bir keyifle okudum ve kıskandım. Ellerinize sağlık.

1 Beğeni

Yapmayın yahu, bu sizin nezaketinizden. :slight_smile:

1 Beğeni