Garip Bir Safari Yolculuğu

Merhaba arkadaşlar. Aylık öykü seçkisinin Safari teması için yazmaya başladığım ama bambaşka bir şeye dönüşen öykünün safariyle hiçbir alakası kalmadığı için seçkiye göndermedim. Ama yazarken çok eğlenmiş olmamdan ötürü bir köşede sessiz sedasız oturmasına gönlüm elvermedi. Bu yüzden burada sizlerin beğenisine sunmak istedim. Değerli zamanınızı ayırıp okursanız çok sevinirim. Bir tık uzun olduğu için (3200 Kelime)umuyorum sizleri sıkmadan, güzel vakit geçirmenizi sağlayacaktır.

GARİP BİR SAFARİ YOLCULUĞU
“Evet, herkes araçlara lütfen gezimiz birazdan başlayacaktır. Lütfen biletlerinizin arkasında yazan her kurala harfi harfine uyun. Kurallara uyulmadığı takdirde şoförümüzü ve yolculuk görevlisi ben istediğimiz an durdurma ve iptal etme hakkına sahip olduğumuzu sizlere hatırlatmak isterim. Kuralların dışına çıkmadığınız sürece istediğiniz gibi eğlenmekte özgürsünüz. Unutmayın bu kuralları hem sizleri hem diğer misafirleri hem de dünyamızdaki uzay zaman bütünlüğü korumak için konulmuş oldukça katı kurallardır. Tek birinin bile ihlali, hatta ihlale teşebbüsü tüm gezinin iptaline sebebiyet verebilir. Pekâlâ, eğer anlaşabildiysek artık yerlerinize geçin lütfen.
“Zaman Safarisi birazdan başlamak üzere…”
“Çok heyecanlıyım!” dedi üstü açık aracın en önünde oturan Selen. “Şimdiye kadar ki en güzel gezimiz olacak kesinlikle.
“Ben değilim.” Mert, Selen’in yanındaki koltukta hayatındaki en sıradan hatta en sıkıcı yolculuğa çıkacakmış gibi asık bir suratla oturuyordu.
Selen arkadaşının canlanmasını sağlamak için omzuna vurdu. Heyecandan yerinden duramıyordu. Tüm dünyadan deli gibi talibi olan bu geziye katıldıklarına hala inanamıyordu. Çekiliş biletlerini aldığında çevresindeki herkes onunla dalga geçmiş, kızmış, parasını çöpe attığını söylemişlerdi. Ama işte buradaydı. Tarihin en ilginç anlarını bizzat görme şansına erişmişti.
Biraz sonra araç havalandığında tüm yolcular heyecanla ellerini sallayıp neşeyle gülüşmeye başladılar. En çok sesi çıkan kişinin arkadaşı Mert olduğunu görünce kocaman bir gülümsemeye yayıldı yüzüne. Birkaç saniye sonraysa Mert’in gerçekten çığlık attığını fark etti. Yükseklik korkusu olan arkadaşına safarinin uçan bir araçla yapıldığını söylemişti.
“Uçuyoruz!” diye bağırdı Mert sesi korkmuş ufak bir çocuğun sesinden bile daha cılız çıkıyordu.
“Evet!” diye yanıtladı. “Çok güzel değil mi?”
“Öleceğiz… hepimiz paramparça olup öleceğiz… sallanıyor bu! Düşüyor muyuz?”
Selen arkadaşının elini tutup ona moral vermeye çalıştı. Kocaman gülümseyişle etrafına neşe saçarken havalanan araç önlerinde kocaman daireye doğru hızlandı ve süratle içinden geçti. Dairenin içinden geçtikleri anda etraflarındaki her şey tamamen değişti. Ormanlar sıklaştı, güneş daha parlak bir hale geldi, içlerine çektikleri hava bile sanki daha farklıydı.”
“Değerli yolcular şu andan itibaren görünmezlik sistemi aktif hale gelmiştir. Lütfen sistemin arızalanmasına sebep olacak tüm cihazları kapatın.”
“Normal cep telefonları sıkıntı yapar mı?” diye sordu Mert.
“Hayır seni fakir. Bu o kadar basit bir sistem değil!” dedi görevli. Yani bunu söylemedi ama bunu söylemek ister gibi kibarca gülümseyip başını sağa sola salladı. Mert içinden bunu geçirdiğine yemin edebilirdi.”
“Yolculuğumuzun ilk durağına hoş geldiniz. Şu an Devoniyen olarak adlandırılan dönemin ortalarındayız. Sol taraftan aşağıya bakarsanız sucul yaşamı arkalarında bırakıp karaya çıkmaya başlayan ilk et yüzgeçlileri görebilirsiniz. Bunlar Tetrapodomorpha olarak adlandırılan yeni bir soy hattı oluşturacaklardır. Yani bir bakıma evrimimizin ilk aşamalarını şu an bizzat gözlemliyorsunuz. Ne güzel öyle değil mi? Fotoğraf çekmenin kesinlikle yasak olduğunu hatırlatmak isterim.”
“Peki video çekebilir miyiz?” diye bağırdı en arka sırada oturan gençlerden biri.
Göbekli ve ince bıyıklı görevli adam kibar bir yüz ifadesiyle gülümseyip ağır ağır salladı başını. Mert adamın bildiği bütün küfürleri içinden ettiğini hatta hayal gücünde çocuğu araçtan bin bir farklı yolla attığına yemin edebilirdi.
“Bence ezbere konuşuyor, hatta ne konuştuğunu bile bildiğini sanmıyorum.” Selen inanılmaz derece de mutlu görünüyordu. Gerçekten de hayatının en güzel gezisinde gibiydi.
“Bence Vikipedi’den okuyor…” dedi Mert. Selen gülümsedi. Hafifçe omzuna vurup susmasını işaret etti.
Biraz sonra ikinci delikten geçtiler.
Her şey inanılmaz bir biçimde değişti; üstü açık aracın kenarlarından yükselen camlar tavanda birleşip aracın etrafını örttü, geldikleri yerde gökyüzü mavi değil adeta sarıydı, yeryüzünde tek bir canlı bile görünmüyordu; zaten üstünde durabilecekleri bir yer olduğunu söylemekte zordu. Gözünün görebildiği her yerde volkanlardan boşalan lavlar önüne çıkan her şeyi yutarak ilerleyen bir sel halini almıştı. Gökyüzünde irili ufaklı ateş topları dünyanın kendilerinden çok uzak noktalarına düşüyor ama gözle görülebilecek patlamalar meydana getiriyordu. Eğer aracın üstü kapanmasaydı soludukları havanın bile zehirli olacağını düşünüyordu.
Tüm yolcular nefeslerini tutmuş heyecanla camlara yapışmış çevrelerindeki doğa olayını heyecanla izliyor, birbirlerine sürekli bir şeyleri işaret edip heyecanlarına ortak olmasını istiyorlardı. Selen gördüğü manzaradan fazla etkilenmiş olmalıydı ki Mert’in elini sıkıca tutmuş ona daha fazla sokulmuştu. Mert bile uçmaya karşı olan antipatisini kısa süreliğine tamamen unutmuştu.
“Değerli yolcular şu an dünya tarihinin gördüğü en büyük kitlesel yok oluşa canlı olarak tanıklık ediyorsunuz. 250 milyon yıl önce gerçekleşen bu ‘Büyük Ölüm’ dünya tarihindeki kronolojik olarak gerçekleşen üçüncü kitlesel yok oluştur. Hasar bakımından ise en büyüğü. Bu felaketler dizisi sonrasında tüm deniz türlerini %96’sı yok olmuş karadaki omurgalı türlerin ise %70’inin soyunun tükenmesine sebep olmuştur. Permiyen-Triyas yok oluşu olarak adlandırılan bu olay böceklerde de gözlemlenen tek kitlesel yok oluştur. Tüm böcek cinslerinin de %83’ü yok olmuştur. Bu olay tüm kitlesel yok oluşlarını anası olarak tabir edilir. Şimdi isterseniz sonraki durağımıza doğru ilerleyelim.”
“İnsan oğlu bu dünyayı hak etmiyor, bizler canavarız!” dedi ön sıralardan ağlamaklı bir ses.
“Ne alaka lan?” der gibi açtı ellerini görevli ama sonra derin bir nefes alarak ve içindekileri dile getirmeden ellerini birbirine bağladı.
Araç sonraki delikten geçer geçmez camları tekrar aşağı indi ve herkes heyecanla bağırmaya, neşeyle birbirlerini sarsmaya başladı. Tüm kafalar tekrardan araçtan dışarı uzanmış çevrelerini saran dinozorları kanlı canlı görme yarışını girmişlerdi.
“Araçtan dışarı uzanmak tehlikeli ve yasaktır!” diye hatırlattı görevli.”
“He he!” diye karşılık verdi birisi. Şoför görevliye dönerek yanı başında duran düğmeyi işaret etti. Bastığı takdirde aracın kenarlarına tatlı bir elektrik şoku gönderecekti. Görevli yüzünde sinsi bir sırıtmayla düğmenin başına geldi. Tek bir kere basma kuralına son derece sadık kalarak arka arkaya dört sefer tek bir kere bastı düğmeye. Yolcular ciyaklarayarak koltuklarına geri döndüklerinde görevli gülümsüyordu.
Araç eşsiz gibi görünen onlarca farklı dinozorun üzerinde süzülürken kanatlı hayvanlardan birkaçı onlarla birlikle uçmaya başladı. Yarım düzine uçan dinozor etraflarına dağılmış onlarla birlikte uçarken misafirlerin bir kısmı daha da heyecanlanırken diğerleri de korkuyla görevliye baktı.
“Saldırmazlar değil mi?” diye sordu Selen.
“Hiç merak etmeyin hanım efendi; öncelikle bizi hala göremiyorlar, muhtemelen aracın yaydığı havayı fark ettikleri için bizlere eşlik ediyorlar, yani bir nevi koruma iç güdüsü. Diğer taraftan aracımızın zamanın en gelişmiş güvenlik önlemlerine sahiptir. Sizlerin güvenliği bizim her daim önceliğimizdir.” Görevlinin sözleri korkmuş müşterilere cesaret verdi. Cam kenara daha da yaklaşıp anın tadını çıkarmaya kaldıkları yerden devam ettiler.
Görevli herkesin keyfinin yerine geldiğini görünce biraz daha yumuşadı ve sakince, neşeyle sözlerine devam etti. “Sizlere eşlik eden bu canlılar: Ptrezorlar, uçan sürüngenlerdir ve çok uzun yıllar boyunca gök yüzünün hâkimi olmuşlardır. Bilinen en eski omurgalılar olan bu canlıların en sonuncu üyelerini görüyorsunuz şu an. Eğer gökyüzüne bakarsanız orada diğerlerden çok daha parlak bir nokta olduğunu görebilirsiniz. O bir yıldız değil. Dinozorların sonunu getirecek olan Kretase-Tersiyer yok oluşunu tetikleyen göktaşının ta kendisi. Başka bir değişle efsanevi bir uygarlığın son anlarına şu an tanıklık ediyorsunuz.” Grubun içinden boydan boya uzanan bir ‘aaaa’ dalgası görevlinin işini hakkıyla yaptığına işaret ediyordu. Adam haklı bir gururla duruşunu dikleştirdi, omuzlarını silkti ve kıyafetlerini düzeltti.
“Onlara simit atabilir miyim?” tüm gururu, neşesi, huzuru hatta vücudunu tatlı tatlı ele geçiren egosu bile soruyla geldikleri kadar hızlı gittiler. Görevli kafasını kaldırdığında soruyu soran dangalağın gerçekten bir cevap beklercesine kafasını içe içe geçmiş insan sürüsünün içinden yukarıya kaldırmış dikkatle cevap beklediğini gördü. Sakince arkasını dönüp şoförün koltuğunun yanında beysbol sopası veya levye olup olmadığını düşündü. Şoför adamın gözlerinden sorusunu anlamış olacaktı ki başını sağa sola sallayarak cevapladı adamı.
“Evladım martı değil bunlar. Aracımızdan dışarı herhangi bir şey atmak ve yaşayan türlerle iletişime geçmek kesinlikle yasak olduğu için tabii ki atamazsın.”
“Onlarla temasa geçmeyeceğim sadece simit atacağım. Yani aslında onlarla simit temas kurmuş olacak. Bu kadar basit bir şeyi nasıl anlamadınız ki?”
Görevli koşar adım sürücünün yanına gitti ve görünmezlik kalkanın kaldıracak olan tuşa uzandı. Şoför son anda adamın üstüne atladı kısa süren mücadeleyi kazanan “Abi değmez abi, vallahi değmez abi boş ver sen onları!” nidaları atan şoför oldu. Bir sonraki sefere yanında levye getirmesi şartıyla düğmeye basmaktan vazgeçti görevli.
“Çok güzel öyle değil mi Mert?” dedi Selen. Kız büyülenmiş gibi camdan dışarıya bakıyordu. Bu sırada elleri hala Mert’in ellerini sıkı sıkı tutuyordu.
“Evet, gerçekten çok güzeller…” dedi Mert, Selen aksine aracın dışını değil. Selen’i izliyordu. Eğer araçtan dışarı bakıp bu kadar yüksekte garip canlılarla birlikte uçtuğunu görseydi muhtemelen kusacağı için bu riske girmiyordu.
Şoför sonraki deliğe gitmek üzere yol alırken aşağıdan gelen gürültü öfkeli gürleme ve sarsıntılar tüm müşterilerin dikkatini çekti araç hızla ilerlerken tüm kafalar tekrardan kenarlardan uzandı. Aşağıda birbirine meydan okuyarak diğerinin etrafında dönen iki tane Tyrannosaurus Rex öfkeyle birbirine bakıyordu. İkisi de aynı anda harekete geçti ve diğerinin üstüne atladı. Araç hızla oradan uzaklaşıp sonraki deliğe ulaştı.
“Değerli yolcular artık devasa yırtıcıları ve tarih öncesi canlıları geride bırakıp kendi türümüze odaklanma vakti geldi. Ne dersiniz?” Hadi bakalım o zaman… işte karşınızda ilk Neandertal insanları. O meşhur mağara adamlarını sol tarafımızdaki ve sağ tarafımızdaki mağaralardan görebilirsiniz. Araçtan fazla eğilmek yasak olduğu için önünüzdeki veya şoför koltuğunun üstündeki ekranlardan da görebilirisiniz. Kameralarımız sizin için yakın çekim yapacaktır.”
“Neden dinozorlarda kameralar kullanmadık. Daha rahat göremez miydik onları?”
“Çünkü daha önceki gezilerde başımıza ilginç bir olay geldi. Araç kameralarının en ufak hareketlerinin bile uçan yırtıcılar tarafından fark edildiğini ve dikkatlerini gereksiz bir şekilde üstümüze topladığını gördük sizlerin güvenliği için o zamandan beri dinozorları kamera ile görüntülemeye izin verilmiyor. Mağara adamlarıysa bizden yeterince uzakta olduğu için isteyenler onları kameralar aracılığıyla izleyebiliyorlar.”
“Neden mağara adamı?” diye atladı orta sıralardan oturan aşırı heyecanlı bir kız. Sanki hakaret yemiş gibi burnundan soluyordu. “Bu son derece cinsiyetçi bir yaklaşım. Neden mağara insanı değil de mağara adamı. Ataerkil düzene hizmet ettiğinizin farkında mısınız?”
Görevli heyecanla etrafına bakarak kızın kendisine mi yoksa başkasına mı seslendiğini anlamaya çalışıyordu. Yani en azından diğerleri öyle görüyor olabilirdi ama Mert adamın kızın kafasına fırlatabileceği bir şey aradığından emindi. Mert vatandaşlık görevini yaparak çıkarıp eski model telefonunu görevliye uzattı. Adam titreyen elini telefona uzattı. Kısa bir kararsızlık anından sonra derin bir nefes alıp elini geri çekerek Mert’e başıyla teşekkür etti. “Değerli yolcumuz inanın ataerkil düzen ile hiçbir alakam yok. Ben sadece bilimsel çevrelerde yaygın olarak kullanılan ve zamanla topluma mal olmuş kelimeleri tercih ediyorum.”
Seyahat bir süre sessizce devam etti. Yaklaşık beş dakikadır kimse konuşmadığı ve saçma sapan bir soru almadığı için görevli sessizce göz yaşı döküyor, ellerini açmış dua ediyordu. O kadar mutluydu ki safari bittiği zaman kurban keseceğini bile söyledi. Aşağıda bir grup mağara adamı elindeki kısa mızraklara benzeyen sivri uçlu sopalarla bir ayının çevresini sarmıştı ki araç hızlanarak yükseldi, onlarca mağaranın içinde yaşam mücadelesi veren insanların en eski atalarından bazıları sanki onları görmüş gibi kafalarını kaldırmış gökyüzüne bakarken araç sonraki delikten geçmek üzere farklı manzaralar eşliğinde yoluna devam etti.
Araç uzun bir süre Mezopotamya ve Anadolu’nun farklı bölgelerini gezerek yolcuları ilk medeniyetlere doğru yola çıkardı. Sümerler, Pers İmparatorluğu, Hititler, Lidyalılar ve Babillerin antik yaşam yerlerinin, görsel zenginliklerle süslü şehirlerinin üstünden uçup gittiler. Yolcular gördükleri güzelliklerin heyecanına kapılıp görevliyi unutmuş ve seyahati daha çekilir bir hale getirmişlerdi.
Tabii birkaç ufak pürüzde yok değildi. Dinozorlara mantı atmak isteyen dangalak Lidya medeniyetlerini gezerken elini cüzdanına atmıştı ki görevliyle göz göze geldi. Yine salakça bir hareket peşinde olduğunu anlayan görevli başını ağır ağır iki yana sallamış eliyle oturması işaret ederek sakin sakin tehlikeyi bertaraf etmişti. “Sakın!” demişti gözleriyle… “Sakın yapma… her ne yapmaya niyetliysen derhal son ver!” Çocuk ağır ağır elini cüzdanından çekip tekrardan koltuğunu oturunca görevli takdir ede bir şekilde dudaklarını birbirine bastırıp başını aşağı eğdi. Çocukta yumruk yaptığı elini üst kısmını iki kere sol göğsüne vurarak karşılık verdi adama. Pers medeniyetlerini gezdikleri sırada da yine bir yolcu “Ya bunlar hiç üç yüz spartadaki gibi değiller!” diye feryat edince görevli yine dangalağa döndü ama çocuk ben masumum der gibi ellerini havaya kaldırmıştı. Gerçekten soruyu o değil. Üç sıra ötesindeki çok bilmiş görünen salak sormuştu. “Üç yüz spartalı fantastik bir filmdir beyefendi gerçeklerle alakası yoktur.”
“Ya saçmala müdür o film tarihi bir film. Üç yüz Spartalı gerçekten de vardı. Git biraz araştır ben çok okudum bunları. Leonidas falan gerçek hep. Üç yüz kişi üç milyon askeri yendi.”
“Bahsettiğiniz savaş Thermopylae savaşıdır. Gerçekten etkileyici bir savaş olmak birlikte tarihi gerçekler gösterir ki düşman milyonlarca değil en fazla İki yüz bin kişiden oluşuyordu. Buna karşın Leonidas’ın üç yüz Spartalı askerinin yanında az olmak birlikte bin kadar farklı şehirlerden de askerleri vardır. Diğer bir yandan film de bile gösterildiği üzere spartalılar o savaşı kaybetmiştir.”
Görevlinin sabırlı açıklamaları ve ayakları yere basan gerçekçi, mantık çerçevesindeki cevaplarına çocuk kendi mantığı çevresinde eşsiz bir karşı fikir sunarak tartışmayı sonlandırdı: “Yok sen yanlış biliyon.”
Görevli artık bir numaraya yerleşmiş olan dangalağa kocaman bir gülümseme gönderdi. Cevap vermedi. Arkasını dönüp şoföre baktı ve onunla yer değiştirmek için çok geç olup olmadığını düşündü. Daha önce hiç uçan araç sürmemişti ama ne kadar zor olabilirdi ki. Ya da en fazla ne olurdu; aracı muhtemelen bir yere çarpar ve içindeki herkesle birlikte kendi sonunu da getirirdi. Birkaç kişiye gerçekten de yazık olsa da aslında insanoğluna bir iyilik yapmış olduğunu bile düşünebilirdi. Ama tarihin akışını değiştirip her şeyi tehlikeye atmak gibi ufak bir risk olduğu için bunu aklından çabucak sildi.
Mert ilginç bir şekilde uçmaya karşı olan korkusunun yavaş yavaş kaybolduğunu düşünmeye başladı. Ya da etrafında gördüğü onlarca manzara eşliğinde kendi korkusuna pek odaklanamıyordu. Her durumda güzel zaman geçirdiği için bunu pek umursamadı.
Yolculuk tüm ihtişamıyla devam etti. Safari aracı onlarca güzel noktayı daha ziyaret etti. İnsanların artık yürümeye, yazmaya, konuşmaya ve pek tabii ki savaşmaya başladığı dönemlere geldiği için bu ilginç kafilenin de tepkilerinin normalleşeceğini ümit etti zavallı görevli.
Yanıldığını fark etmesi çok sürmedi. Araç Çin seddini geçen Mete ve beraberindeki Hun Türklerini ziyaret ettiğinde bir grup yolcunun zıplayarak “Tanrı Türkü Korusun!” nidaları atmasıyla görevli yolcuların hiçbir zaman kendisine rahat vermeyeceğini anlamış oldu. Sonraki durakları İskender ve Darius’un büyük çarpışmalarının gerçekleştiği Assos muharebesi oldu. Görevli İskeder’in Adana, Darius’un ise Antakya üzerinden geldiğini ve ikilinin İssos ovasında buluştuğunu söylemek ve söylememek arasında ciddi bir ikilem yaşasa da görevine duyduğu sorumluluk gereği bu bilgiyi paylaşmaya karar verdi.
“Ne alakası var kardeşim?” dedi Sparta bilgini dangalak. “İskerdermiş, Darmış, Marmış onlar Osmanlı’ya saldırmazdı ki Fatih, Yavuz, Kanuni falan hepsini kılıçtan geçirirdi.”
Görevli dangalağın gözünün içine bakarak saydığı üç padişahın hüküm süreleri bile arasında yıllar olduğunu, Kanuni’nin Fatih ile hiç tanışmadığını hatta o isimlerle İskender ve Darius arasında bin yıldan fazla olduğunu kibarca ve son derece sakin bir şekilde açıkladı.
Özgüven patlaması yaşayan dangalaksa kendinden emin bir şekilde devam etti. “Tamam abi olsun Osman Bey vardı, Ertuğrul Bey vardı; adam Moğolları yenmiş, İskerder kim, aç biraz oku, dizisinin bile izledim ben baştan sona üç kere. İzle sende Osmanlı Torunlarını yanlış bilgilendirme.”
Görevli bildiği bütün duaları ederek adamdan uzaklaştı. Araç Kleopatra dönemi Mısır’ın semalarında süzülüp Sezar’ın Roma’sını boydan boya gezerken ilginçtir ki kimse abuk sabuk bir yorumda bulunmadı. Yolcular tarihi kentlerin tadını çıkarmayı tercih ettiler. Görevli sessizce gözyaşı döktü. İstanbul’un fethinden önceki dönemler ise nispeten sakin geçti. Çeşitli Avrupa şehirleri, yüzyıl savaşları, Büyük Kıtlık ve Kara Ölümü gösterirken yolcular sakince görevliyi dinleyip etrafı izlediler. İstanbul’un fethiyse haklı olarak insanların dikkatini fazlasıyla çekti. Çok bilmiş dangalaktan ötürü ünvanını kaybeden, artık dinozorlara simit fırlatmak isteyen arkadaş olarak görevlinin tanıdığı yolcu yanına gelerek bir kâğıdı gösterdi. “Abicim burada Fatih’in İstanbul’a almak için kullandığı taktikler var bak izin ver bunu padişaha atalım. Hem şehir daha çabuk düşer. Hem gereksiz ölümlerin önüne geçeriz. İstanbul’da çok hasar görmemiş olur. Benim memleketim sonuçta.” Görevli çocuğu anlından öptü. Tarihin akışını değiştirmek yasak olduğundan bunu yapamayacağını söyleyip çocuğu kibarca yerine gönderdi. Duyarlı kişiliğinden ötürü teşekkür edip Fatih’e güvenmesini istedi.
Görevli gözlerini çok bilmişe dikti. Havale geçirmesine sebep olacak yorumu ondan bekliyordu. Gelmedi. Adam ellerini açmış İstanbul’a doğru okuyup üflemekle meşguldü.
“Yeter artık!” Aracın ön tarafından ciyaklayan ses neredeyse aşağıdaki savaşın gürültüsünü bile bastıracaktı. “Yeter, yeter, yeter nede böyle!” diye bağırdı genç kadın görevliye.
“Nasıl?” diye sordu görevli kaşlarını kaldırarak.
“Niye bu dünya da sadece beyazlar var. Hepiniz ırkçısınız. Bize sadece beyazları gösteriyorsunuz. Siyahların yaşamaya hakkı yok mu? İçinizdeki faşistlik dışınıza vurmuş. Biraz dürüst olsaydınız, bazılarını siyahlardan seçerdiniz.”
Görevlinin hızla yükselen tansiyonu beyin damarlarını tüm gücüyle hücum ederken görevli derin derin nefesler alıyordu. “Kimin bazılarını çocuğum, biz kimseyi seçmedik?”
“Bakın Netflix, Amazon gibi platformlara. Orada ırk çeşitliliği var. Bir de buraya bakın sadece beyazlar, her yerde beyaz insanlar, size göre siyahların yaşama hakkı yok mu? Ha yok mu?”
Görevli o an yemin etti. Ya bu seyahatten sonra istifa edecek ya da bir sonraki yolculuğa yanında silah getirecekti.
“Sizin kalpleriniz kara!” diye haykırdı kız.
Bana ırkçı diyene bak, diye düşündü görevli. “Çocuğum burası bir platform değil ki dizi izlemiyorsun burada. Bunlar gerçek olaylar. Olmuş şeyler yani ve sen onlara bizzat tanıklık ediyorsun. Tarihi nasıl değiştireyim ben, mantıklı olur musun lütfen?”
“Ne yani sizin mantığınız siyahlardan arındırılmış bir ülkemi… ırkçısınız, faşistsiniz, canisiniz.”
“Tamam.” Görevli derin bir nefes aldı. “Şikayetlerinizi yönetime bizzat dile getireceğim söz.”
“Size inanmıyorum!”
“Lan otur yerine!” Görevlinin artık sınırına ulaştığını düşünen şoför aracı otomatik pilota alıp adamın yanına geldi. Mert’te koltuğundan kalmış görevliyi sakinleştiriyordu. Simit severde yanlarına gelmiş ve sakinleşmesi için görevliye simit uzatıyordu.
Birkaç dakika boyunca en öndeki koltukta derin derin nefesler alarak simit yiyen görevli sakinleşmeye başlamıştı. Simit ve limonata güzel bir ikili olmuştu gerçekten de. Şoför de gezinin yeterince uzadığına karar verip durakları hızlıca geçmeye başladı. Kendi favorisi olan Rönesans döneminde diğerlerinden biraz daha uzun kaldı. Görevli tekrar sahneye çıktığında seyahat sona ermek üzereydi. Ayağa kalkmasının sebebi de biraz saygıdan ötürüydü çünkü sonraki durak İzmir’di. 9 Eylül 1922…
“Değerli yolcular, karşınızda bir ülkenin dönüm noktası. Aşağıda Türk ordusunun İzmir sokaklarına akın ettiğini görebilirsiniz. Kurtuluş savaşının heyecan verici sonuna bizzat tanıklık etmenin haklı gurunu yaşadığına inanarak bu güzel anı sözlerimle bölmek yerine sessizce izlemenizi istiyorum.”
Aşağıda tüm dünyaya direnmiş, tüm ihtimalleri yıkıp geçmiş, başarılamaz denilen bir olayı başarmış bir ordu vardı; vatanı, halkı, canı ve hepsinden öte istikbali için destan yazan bir ordu dünyanın en güçlü ülkeleri tarafından desteklenen Yunan ordusunu mağlup ederek kanlı bir işgale son verirken bir çok yolcu gözyaşlarına hakim alamıyor, saygıyla ve minnetle sanki aşağıdakileri onları görebilecekmiş gibi el sallıyorlar, bağırıyorlar, neşeyle ve ruhlarını doldurup taşan bir sevinçle haykırıyorlardı.
Tam herkes içindeki coşkuyu boşaltıp yavaşça sessizliğe gömülürken duymak istemediği sesi duydu görevli. Cehaletin elle tutulabilecek kadar yoğun olduğu bir ruh haliyle yüzünü buruşturan Sparta bilgini dangalak ağzını açıp konuşmaya başladı. “Bunların hepsi oyun, hepsi İngilizlerin planı gerçek değil…”
Görevli o an karar verdi. Bu son gezisi olacaktı. Aklında oldukça yaratıcı bir istifa yöntemi vardı. İleri bir adım atmıştı ki Mert isimli yolcunun ayağa kalkıp önüne geçtiğini gördü. Hayır, dedi genç adam gözleriyle. Bunu ben hallederim.
Ama Mert bile geç kalmıştı. Dangalak daha ağzındaki kelimeleri bitirememiştken harekete geçmişti dinozorlara martı muamelesi yapan genç. Koşarken görevliyle göz göze gelmiş ve elini tekrar yumruk yapıp göğsüne vurmuştu. Elindeki simiti sımsıkı kavramış bacaklarından güç alarak yükselmiş ve sol bacağını hedef vücudundan önce varması için ileri uzatmış diğer bacağını da diz kapağından kırıp altına doğru çekmişti. Adete bir martı gibi uçtu havada yükseldi, süzüldü, süzüldü ve tekmesini yaradana sığınarak dangalağın suratının tam ortasına geçirdi. Dangalak geriye doğru sendeleyerek araçtan aşağı düşerken en arkadaki topluluktan hep bir ağızdan oley çekti.
“Neler oluyor?” diye sordu Selen.
“İnsanlar doğanın düşmanı!” dedi bir yolcu.
“Siyahlar burada da yok…” dedi başka bir yolcu.
“Ya bir kadına vursaydınız!” diye sitem etti birisi.
“Nasıl bir öykü lan bu!” dedi okuyucu.
“Hepiniz hayvan düşmanısınız!” diye araya girdi başkası.
“Ayağına sağlık lan!” diye bağırdı şoför.
“On numara hareketti birader…” diye tebrik etti Mert.
Görevliyse konuşmak yerine koşarak martıya dönüşen çocuğa sarıldı.
İki gün sonra görevlinin savunmasını okuyan İnsan Kaynakları müdürü, ak sakallı kel ve gözlüklü bir adamdı. Görevliye son günlerde ilginç bir malzeme kullanıp kullanmadığını sormak istedi ama şoförün raporunu söylediği her şeyi onaylıyordu. Masasın sol tarafındaki kitapta öyle. “Kurtuluş Savaşının Mucizeleri: Gökten Düşen İnsanlar.”
Müdür önündeki dosyanın kapağını kapatıp elini ileri uzattı. “Bu konuyu hiç yaşanmamış sayalım sen de görevine devam et.”
“Yanımda silah taşımama izin verirseniz olur.”
“Tabanca falan olmaz ama levyeye ona veririz.”
“Tamamdır.” Görevli neşeyle ofisten çıkarak bir sonraki safari ne kadar kaldığını görmek için saatine baktı. Yeterince vakti olduğunu görünce gülerek bir hırdavat dükkanına doğru yürümeye başladı.

2 Beğeni

Keyifli bir öyküydü. Dışarıda olmasam bazı yerlerde kahkaha atardım. Yolcular aptalca davrandı ama şaşkınlığın doğal etkisi bence, eğer orada olsaydım dinozor yavrusu evlat edinmek için izin almaya çalıştığımda görevli de bana aptalmışım gibi bakardı. :joy: Hayalim olan türden bir yolculuğu yazmışsınız. Kaleminize sağlık.

1 Beğeni

Yorumunuzu yeni gördüm kusura bakmayın, bir süredir uzaktayım forumdan. Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim beğenmenize çok sevindim. :slightly_smiling_face: Dinozor yavrusu evlat edinme fikriyse gerçekten çok hoşuma gitti. Görevli sanıyorum araçtaki dinozordan hallice bireylerden birini evlat edinmenizi söyleyebilirdi size. :smile:

1 Beğeni