Gezenkalem

Milyonlarca spermin ve yumurtanın arasından talihsiz bir tesadüfle döllenen ben, kendimi seçilmiş biri mi yoksa itilmiş biri mi olarak tanımlamalıydım? Yaşam denilen, ödül mü yoksa ceza mıydı? Cennet mi yoksa cehennem mi? Ruhum bu etten kafese tıkılmış, türlü türlü işkenceler altında sınanırken beynim alev almış, cayır cayır yanıyordu. Tam ensemin üst kısmından başlayan bu ateş, görünmez ellerin ölümcül parmaklarıyla başımı kavrayıp sıkıştırıyor, büyük bir basınçla yangınımı körüklüyordu. Uykusuz ve yorgun gözlerime kan oturmuş, tüm eklemlerim haftalardır hareketsiz durduğum o çalışma masasında paslanmış, kireç tutmuştu. “Daha kötü günlerin oldu, dayan!” dedim kendime. Beterin beteri var tesellilerine kadar düşmüştü artık umutsuzluğum. Ayakta kalabilmek için, başımdan geçen en yıkıcı olayları hatırlatıyordum kendime. Sokakları, evsizliği, çaresizliği, her şeyi tek tek düşünüp bugünüme şükretmeye zorluyordum beni ama bu isyan benlik bir şey de değildi. Vücudum sinyal veriyordu. Bangır bangır geliyordu elim sonum, hissediyordum!

Sınırdaydım. Erken tükenmiştim, hedeflerime varamamıştım henüz. Az daha direnmeliydim, biraz daha. Dayanağı olmayan cılız ve hastalıklı bir fidan gibi, yeterince kök salamamıştım, tutunamamıştım yeryüzüne. Üfleseler, uçup gidecektim sanki… Kimsesizdim. Tüm çabalarım, çektiğim acılar, verdiğim emek ve ödünler hiç olacaktı! Ziyan olacaktı! Işığa çıkma umuduyla kararmaktaydı dünyam! Bir ihtimalin peşinde eskitmiştim kaderimi. Hayat yanmalı sancılardan, batmalı zonklamalardan, tutulma ve kireçlenmelerden ibaret olmuştu. Tutsak ruhuma inat fani bedenim özgürlüğüne koşuyordu. Bangır bangır geliyordu elim sonum, hissediyordum!

İnsanlar türlü türlü evrelerden geçerken, her evrenin ve herkesin sınavı farklı oluyordu mutlaka. Hiç kimse sorunsuz bir hayat yaşamıyordu. Kendi yükü altında ezilenlerle doluydu hayat. Bu yüzden zaman zaman abartılı bir tavır gibi algılanıyordu durumum. Algılanıyor, sorgulanıyor, eleştiriliyordum. Strese dayanıksız oluşum ve eskiden de benzer şartlarda daha mutlu kalabilişimle kıyaslanırken, kimse bardağın damlayarak dolduğundan ve o son damlaların bardağı taşırmak üzere olduğundan bahsetmiyordu.

Sistematik hatalarla süregiden yaşantım, uzun vadede çözümsüzlük ve kaybolmuşluk duygusuna dönmüştü. Hayatın bir anlamı var mıydı bilemiyor, aynı döngünün içinde sürekli aynı zorluklarla mücadele ediyor ve her defasında kaybediyordum. Öğrenilmiş çaresizlikti çöreklenen üzerime. İşte bu yüzdendi eskiye oranla benzer şartlarda daha bitkin ve umutsuz oluşum. Mücadele gücüm ve hevesim yerini teslimiyete bırakmış, bedenimse ağır yükler altında yıpranmış ve hastalanmıştı.

Şu yalan dünyadaki tüm çabalarım Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin ikinci basamağına kadar çıkabilmiş, sevgiden yoksun, değersiz ruhum kendini gerçekleştirme arzusuyla yanıp tutuşmuştu. İçimi döktüğüm satırlar anlardı hâlimi bir tek. Açmazlarımı, çıkmazlarımı hep o bilirdi. Uykusuz gecelerimi, bitmeyen telaşlarımı, kalp çarpıntılarımı duyar, derdimi bir tek o sorardı “Neyin var?” diye.

Bilmezler oyunun zorluğunu, kuralına göre oynamanın ne demek olduğunu! Sineye çektiklerini, bırakıp gittiklerini, sustuklarını-kustuklarını bilmezler!

                                                            Ayşen GENCER – 46’LIK DERGİ

fazlasını okumak için