Güneş ve Ay'ın Hikayesi: Bölüm 1-2

Isabelle

Islak kaldırımları ve eski sayılabilecek binaları geçerek sokağın çıkışına doğru yürüdüm. Her sabah bu kaldırımdan geçiyordum, sokağın çıkışındaki beyaz ve hafif tombul kediyle vaktim varsa beş dakika kadar oynuyor ve ardından sonu gelmez kalabalığın içine karışıyordum.

İki ay önce taşındığım bu şehre alışmam tahmin ettiğimden kısa sürmüştü. İnsanların suratında yer etmiş mutsuzluk, umutsuzluk nereye gitsem peşimi bırakmıyor, gittiğim yerde yabancılık çekmemem için uğraşıyordu. Her seferinde gördüğüm bıkkın ifadelerden bunalmış bir şekilde kafamı adımladığım parkelere indirerek yürümeye devam ettim. Dört dörtlük bir hayatım olduğu söylenemezdi, hayata dair fazla tecrübesi olan bir insan da değildim ancak zamanı mutsuz kalmak için uğraşarak harcamamak gerektiğini çoktan idrak etmiştim. Onların yaptığı tam da buydu, ısrarla mutsuzluğa uğraşmak.
Kalabalığın o nahoş uğultusunu duymamak adına, ayağımı bastıkça ıslaklıktan dolayı çıkardığım sese kulak verdim. Yorgundum lakin bunu düşünecek kadar bol vakti olan bir insan değildim. Eğitim için yerleştiğim bu şehir insanı fazlasıyla yoruyordu. Bu gürültüden yazarak uzaklaşmak ise hoşuma gidiyordu. Biraz insan içine karışabilmek, demek istediğim boş kafalı insanların değil de, keyif alabileceğim ve belki de bir şeyler kapabileceğim insanların içine karışabilmek adına çabalıyordum. Derslerden nihayet vakit bulabildiğimde ise, bir süredir irtibatta olduğum amatör bir derginin editörü ile görüşmek için tarif edilen binanın yollarına düşmüştüm.

Yaklaşık on dakikalık bir yürüyüşün ardından tramvay durağından sonra gelen binaya yöneldim. Göze hitap eden, yeşilin güzel bir tonu ile boyanmış kapının önüne geldiğimde derin bir nefes aldım. Belirli aralıklarda üç defa vurup bir adım geri çekildim. Biraz daha beklemeliymiş gibi hissetmem bir olmuştu; sesim çıkmayacakmış gibi hissediyordum, ellerim heyecanımdan dolayı üşümüştü ve onları koyacak yer bulamıyordum. Nasıl durmam gerektiğini düşünürken kapı açıldı ve benden daha uzun boylu, yaşlı sayılabilecek; dağınık, beyaz ve uzun saçlı bir adam karşımda dikildi. David olmalıydı. Sanırım o anda bir şey söylemem gerekiyordu ama gözlerimi kırpıştırmakla yetindim. Gelmeden yaklaşık bir hafta önce yazarlık başvurusu için mail atmıştım, bir haftalık mailleşme süreci ardından -ki benim için oldukça garipti, ilan dışında birçok konudan bahsetmiştik: evren, toplum, Kafka, İngiltere, şiir…- nihayet çalışma ortamını bizzat görmemin uygun olacağını söylemişti. Boş geçen kısa bir sürenin ardından adamın yüzüne sıcak bir gülümseme yayıldı ve içeri geçmem için heyecanla kenara çekildi.

“Ben de seni bekliyor ve de merak ediyordum. Ah, seninle yazışmak bile oldukça zevkliydi Isabelle, sonunda bizzat tanışabildik. Geç bakalım, ‘yuvaya’ hoş geldin.”

4 Beğeni

Yazını okurken acaba yaşadığı bir olayı mı anlatıyor diye düşündüm. Özellikle eğitim için büyükşehire gitmek oldukça yaygın günümüzde. David’den sonra kurgu olduğuna emin oldum. Hayatından izler barındırdığına eminim ama :slight_smile: Güzel yazmışsın, aktı gitti okurken. Bu arada hoş geldin rıhtıma :krs:

2 Beğeni

Çok teşekkür ederim, bu kadar hızlı bir şekilde dönüt alabileceğimi hiç düşünmemiştim doğrusu. Evet bir kurgu ancak elbette benden izler de taşıyor, taşımaması garip olurdu zaten :)) Tekrar teşekkür ederim:’))

2 Beğeni

Hoş geldiniz. Kendinizle beraber öykünüzü de bizlerle tanıştırmış oldunuz bu konu ile. İlerleyen bölümlerde bakalım neler okuyacağız. :slight_smile:

1 Beğeni

Teşekkür ederim, hoş buldum:)))

Foruma hoş geldiniz.

İlk bölüm çok kısa olduğu için hikâyenin içeriğiyle değil de anlatımla ilgili bir şeyden bahsetmek istiyorum. Öncelikle ilk paragrafınızdaki ikinci cümle bana çok uzun geldi. Bununla birlikte birden fazla aynı bağlacın kullanılması da biraz zorladı. Okumaya devam ettikçe uzun cümlelerin ikinci paragrafta da yer aldığını gördüm. Bilmiyorum ama bunun anlatımı zedelediğini düşünüyorum.

Düzenleme: İkinci bölümü okuduktan sonra da fikrim geçerli. Çok fazla virgül kullanmak yerine cümle bitirilip yeni bir cümleyle başlansa daha iyi olur diye düşümüyorum.

1 Beğeni

Isabelle

Dünya üzerindeki en sıkıcı konu hakkında iki saat boyunca aralıksız bir konuşma yapmaya kalkışsa insanları kendine son saniyeye kadar bağlamayı başarabilirdi. David’in ses tonu bunu sağlayabilecek kadar çekiyordu insanı.

Gülümsedim ve beni yönlendirmesi için müsaade ettim. Dar ve ahşap, biraz da eskimiş parkeleri olan ve ışığı kötü bir koridor sonunda bekleyen geniş bir alana çıktık. Kare şeklinde büyük bir odaya gelmiştik, farklı odalara açılan altı adet kapı vardı. Direkt önümüzde duran ve de diğerlerinden farklı renkle boyanmış hafif aralık kapıdan içeri girdik. Şampanya rengi duvarların her yerinde tablolar vardı, insanı bir süre karmaşaya sokan ama saniyeler aktıkça rahatlatan bir atmosfere sahipti. Her köşesinden sanat fışkıran bir odaydı.

David eski bir çalışma masasının karşısında duran kahverengi, deri koltuğu işaret etti. Hızlı adımlarla koltuğa doğru ilerleyip oturdum. O da masanın arkasındaki sandalyeye yerleşti. Heyecanla ellerini dizlerine sürttü, hiperaktif birine benziyordu doğrusu. Gözlüğünü düzeltti ve yüzündeki gülümsemeyle bana baktı. Bahsettiğim gibi buraya gelmeden bir hafta önce yazışmaya başlamıştık. “Kapı” adındaki bu derginin uzun süren bir yayın hayatı varmış öncesinde lakin henüz bilmediğim birkaç sebepten ötürü 3 senedir yayınlanmıyormuş. Bir hafta boyunca dergi hakkında öğrendiğim tek somut şey bu olmuştu. David’in söylediğine göre asıl amacı dergi için çalışanlarla (kendi deyimi ile öğrencileri ile) bir aile oluşturmak ve onları yetişkin, fikirleri olgunlaşmış, sağlam birer birey olarak, söz gelimi, buradan mezun etmekmiş. Başvuru yapan kişilerin tümü ile aşağı yukarı bir haftalık bir yazışma süreci geçirip uygun olup olmadığını saptıyor, uygun olduğunu ve öğrencisi olmasını istediği, yine onun tabiriyle ışık barındıran kişileri ancak bu süreçten sonra atölyesine davet ediyormuş. “İnsanlar artık yazmayı unuttu Isabelle, kelimelerle oynamak ve onların içinde kaybolmak, onlar için vakit kaybından başka bir şey değil. Ah, Isabelle… bir bilsen ne kadar huzursuz hissettiğimi. Bırak yazmayı, insanlar konuşmuyor bile!” demişti, “Biliyor musun sadece ve sadece on kişi başvuru yaptı, bu da beni huzursuz ediyor. Amatör sayılsak dahi eskiden her yeni ilanda onlarca insan, onları kabul etmem için yalvarırdı. İnanılır gibi değil, inanılır gibi değil hakikaten…”

Bunları söylemişti David yazışmamız sırasında. Parlaklığı sona düşürülmüş, duygu yansıtma kabiliyeti sıfır olan boş ekran karşısında David’in bu yazdıklarını okurken acısını en derinimde hissedebilmiştim.

Zaman ayırıp okuduğunuz ve fikrinizi belirttiğiniz için çok teşekkür ederim. Söylemem gerekir ki daha önce hiçbir ortamda yazılarımı paylaşmamıştım. Dolayısıyla eleştirilmiyor oluşumun verdiği eksikliği hissediyordum. Eleştirilmek umudu ile buraya geldim ve iyi ki de gelmişim. Tekrar teşekkür ederim, hikayeyi söylediklerinize dikkat ederek tekrar okuyacağım. :slight_smile:

1 Beğeni

Bu cümlede “o da” anlatım bozukluğuna sebep oluyor. “O da masanın arkasındaki sandalyeye oturdu” diyebilmemiz için başka birinin bir eylem yapması veya başka birinin sandalyeye oturması lazım. Yani “o da” yı cümleden çıkarırsak düzelebilir.

Bu cümlede de bir bozukluk var gibi. “buraya gelmemin bir hafta öncesinde” veya “buraya gelmeden bir hafta önce” şeklinde düzelebilir.

Bunların dışında nokta olması gereken bazı yerlerde virgül koymuşsunuz. Bu sebeple bazı cümleleriniz çok uzun. Anlamak için birkaç kez okuduklarım oldu.
Tabii bunlar benim düşüncelerim. Hikayeye aynı konudan devam etmen de çok iyi olmuş. Bu şekilde daha rahat okunabilir bence. 3.bölümü merakla bekliyorum :yum:

1 Beğeni

Baştan okuyunca haklı olduğunuzu gördüm. Cümlelerimin uzunluğu biraz da şundan kaynaklanıyor yayınladığım iki bölümde de Isabelle’in düşüncelerini aktardım. Bir insanın zihninden geçenleri geçebileceği şekilde direkt olarak yazıya dökmeyi amaçladım diyebiliriz. Cümlelere bölersem sanki Isabelle’in düşünceleri kesintiye uğrayacakmış gibi bir his vermişti. Tabi yine de haklı olabilirsiniz

Teşekkür ediyorum, bazı anlatım bozukluklarının olduğunu ikinci okuyuşumda ben de farkettim. Bahsettiğin yerleri ve birkaç yeri daha müsait olduğum bir zamanda düzelteceğim. :slight_smile:

1 Beğeni

Isabelle

Bir insanın kendini ve içine sığdıramadıklarını nasıl ustalıkla anlatabildiğine şahit olmuştum David ile konuşurken. Burada olacağım süre boyunca çok şey öğreneceğimi ve göreceğimi şimdiden hissedebiliyordum.

"Aslında başvuruyu ilk yaptığım zamanlarda karşılaşacağımı tahmin ettiğim durum çok farklıydı. Daha önce de bir iki dergiye başvuru yapmışlığım veya edebiyatla haşır neşir olan insanlarla sohbet etmişliğim var ancak ben hiçbirinden bu kadar etkilenmemiştim. İşin aslı şu ki David, konuşmamızın bir kısmından sonra artık konuşmuyor gibiydim. Kendimi keşfetmek için bir yola girmiş gibi hissediyordum daha çok. Sorduğun sorular, benimle paylaştığın düşüncelerin… Bir haftaya tüm bunları sığdırmayı inan beklemiyordum. Bırak kabul için yapılan görüşme sonrasını, atölyeden ayrıldığım zaman bile bu seviyeye gelebileceğimi düşünmüyordum. İnanması sahiden zor.

Kaba olsun istemem David, işini nasıl bir ciddiyetle yaptığını elbette biliyorum. Yine de sorduğun sorular veya konuştuğumuz herhangi bir konu bile fazla derindi, anlıyor musun? Merak ediyorum, burada çalışmak için uygun olduğumu nasıl anladın? Buraya gelmeye hak kazanmak için ne söylemiş olabilirim?"

"Öncelikle söylemeliyim ki, kelimeleri kullanma kabiliyetin gerçekten çok etkileyici. İleride çok iyi bir yazar olacağına hiç şüphem yok. İnsanları o kadar kolay ve derinden etkileyebiliyorsun ki! Bunu anlamam çok da zor olmadı. Seni şu veya bu sözünden dolayı buraya çağırdığımı söylemem yanlış olur. Düşüncelerin paylaşılmaya değer şeyler ve konuşurken buna kanaat getirdim. Hepimizin senden öğrenmesi gereken ve benim de sana öğretmek istediğim şeyler var. Bu yüzden buradasın.”