Günlük

Sanırım yine oldu. Yine annemi ve babamı utandırdım. Nasıl yetiştiğimi, nelere eğilimim olduğunu biliyorum. Annemi ve babamı özlüyorum. Karımı. Çocuğum var mıydı hatırlamıyorum. Sanırım, annesini ve babasını utandıran tek kişi ben değildim. Ben olamam. Yoksa herkes böyle mi doğdu? Hayır, bir insan nasıl böyle yetiştirilebilir? Hangi insan, çocuğuna bunların doğru olduğunu söyleyebilir. Doğru. Uzun süredir ağzıma almadığım kelimelerden. Şu anda aklıma gelmiş olması şaşırtıcı. Bugünlerde çok unutkan oldum. Geçen gün nerede uyuduğumu söyleyemem. Zihnim deliklerle dolu. Yeni birisi yaşıyor sanki. Yeni birisi benim soluk borumdan nefes alıyor. Benim ağzımdan yiyor, benim ağzımdan konuşuyor, benim gözlerimden görüyor. Hepsine tahammül edebilirim. Ama… Ama bir şey var. Annemi ve babamı utandırmama sebep olan bir şey. Bu kadar zayıf olduğumu bilmezdim. Hiçbir şeyin beni değiştiremeyeceğini sanırdım. Yatarken bir şey fark ettim. Burnumun kenarlarına yapışan kırmızılık şarap kalıntıları değil. Hayır. Hatırlıyorum. O zaman benim boğazım olmayan şeyden gelen çığlıkları hatırlıyorum. Karşımdaki adamın yüzündeki ifadeyi hatırlıyorum. Nefes alıp verirken içime kanlı havayı soluduğumu hatırlıyorum. Ciğerlerim bile şaşırmış olmalı. Ah, hayır! Üstümdeki kırmızılıkta şarap değil. Kadınları hatırlıyorum, bakışlarını. Benim olmayan boğazdan çıkan zevk çığlıklarıyla yarışan çığlıklarını. Ceketimin cebinde bir mektup buldum. Karıma yazmışım. Onu özlediğimi, kızımızı benim için öpmesini söylediğimi. Bir kızım varmış. Onu gözlerim önüne getiremiyorum. Ellerim uyuşmaya başladı. Henüz benim olan kulaklarım savaş çağrılarını duymaya başladı. Gitmem gerek.

– İsmi belirsiz bir adamın günlüğünden.