Astera Kâşifleri I - Yapay Zekâ Savaşları - Levent Çaşka
Şu an 163. sayfadayım.
Hoş fikirlere ve teknolojik oyuncaklar hususunda ilginç bir evrene sahip. Ama anlatımsal, tasarımsal ve mantıki hatalar ve hikâye işlenişini hususunda yapılan yanlış tercihler, ara sıra can sıkabiliyor.
Örneğin, mizahi sataşmalar hikâyeden kopartıyor. Gizemli uygarlığın kalıntıları arasında kapana kısılmış insanlardan beklenmeyecek rahatlıkta. Karakterler, gizemli ve tehditlerle dolu bir yerde rahat ve umursamazlarken, okur olarak benim de hikâyeyi ciddiye alma girişimim bizzat kendileri tarafınca sabote ediliyor. Durumun yarattığı çaresizliği vurgalayacak biçimde, gerilimli trajikomiklerle mizaha yer verilseymiş, daha uygun olurmuş.
Aklıma takılan ve tuhafıma giden noktalardan bazıları: Kadınların stres altında içe kapanması gibi bir genelleme yapıp, bunun uzay seferlerinde artı bir özellik olarak sunulmasını mantıki bir zemine oturtamadım. Planlarda olmayan gizemli yapıyı keşfe çıkan ekibin kendilerini bu sıra dışı deneyime tam veremediklerini hissettiğim oluyor. Şanel karakterinin, işini bilir, alaycı ve gözüpek kahramanlığı, yabancı alanı keşif hikâyesinin atmosferini baltalayan bir diğer unsur. Enderin adlı robotun deneyimlerinin, aksi iddia edilse de, insan duygularına sahipmiş gibi aktatılması, anlatılan ve anlatım arasında tutarsızlaşma yaratabiliyor.
İyon motorları, antimadde depolamamak için anlık üretimi tercih eden motor sistemi, özel maden patlayıcıları, yapay deri sistemi, yabancı mekandaki ilginç mimari ve teknoloji, yabancı tren sisteminin tasarımı ve güvenlik önlemleri,… vb. tasarımlar hoşuma gitti. Hikâyeleştirme tarafındaki sorunlarsa bu meziyetlerin üstüne gölge düşürmekte.
Bu ve ikinci cildi (Türlerin İttifakı) bitirdikten sonra, kendimce genel bir değerlendirme yapacağım.
O kadar karışık ki…
Suikast sınıfı 4 okuyorum manga olarak. Bitirmek üzereyim son bölümdeyim.
Baharın Peşinde’yi okuyorum çerezlik olarak. Yarısını okudum.
Şamdancı’yı okuyorum, son 10 sayfam kaldı. Bitince Lorenzaccio’ya başlayacağım.
Dergi olarak ise National Geographic ve National Geographic Traveler mayıs sayısını okuyorum.
Suikast sınıfı çok çocukça, vakit geçirmek için okuyorum.
Baharın Peşinde tipik ergen kitabı. Çocukluk arkadaşı bir erkek ve bir kız, çocuk bir hata yapıyor ve senelerce görüşmüyorlar. Sonra bir bakmışsın birbirlerine aşık olmuşlar.
Şamdancı güzel bir tiyatro metni, Jacqueline denen kadının Andres’i aldatmasını ele alıyor.
Özet olarak böyle
Yerli fantazya ve bilimkurguların genel sorunlarını taşıyor diye düşünüyorum. Değindiğiniz noktaları bir kırsak epey gelişeceğiz bence. Ancak dönüp dolaşıp aynı hatalar yapılıyor.
Editörler de bu konuda yetkin değil diye düşünmeye başladım artık. Yerli edebiyatta size değiştirmeniz gereken yerleri söyleyen bir editör hep olur. Bir yerlerde kaçaklar mevcut.
Ne okuyorum:
Uykuyayatanlar
Dorothee Elmiger’in Cesurlara Davet’ini ne kadar beğendiysem bunu da o kadar beğenmedim. Yarım bırakacağım.
Yazarın deneyselliğini seviyorum ama bu defa olmamış gibi. Uygun bir vakitte tekrar şans vereceğim, çünkü okunan zaman da kitabı değerlendirmede büyük bir etkiye sahip.
Kelimesi kelimesine katılıyorum. Hikâye, potansiyeli ve mevcut sınırlarına uygun işlenebilse, sorun çıkmayacak.
Yerli örnekleri okurken, kendimi fahri editör gibi hissedip, usandırıcı “oku-eleştir” sürececine girmemin sebeplerinden biri de bu olsa gerek. Otomatik olarak, “Yazar hariç kimse okumamış mı?” şüphesiyle yorumladığım oluyor.
Bir de, yetkinlik harici, “ilgi” de önemli. Hani, kendini okur yerine koyarak metni sorgulamaya imkân tanıyan bir ilgi. Hikâye, “Daha iyi nasıl olabilir, anlatılabilir?” itkisiyle değerlendirilince, çözüm önerileri de peşinden geliyor zaten. Basılmasına karar kılınmış kitaplar için, yazar kadar editöründe metnin üzerine eğilmesi büyük ihtiyaç. Tabii bunun anlamı, ek zaman ve çaba demek. Netice itibariyle yaratım ve tamamlama süreci ister istemez uzayacak; kaçarı yok.
Sözün özü: Kurtuluş, ilgili ve sağlıklı iş birliğinden geçiyor
Son okuduğum kitap Jo Nesbo’nun “Yarasa” adlı romanı oluyor.
Yarasa, Dedektif Harry Hole serisinin ilk romanı oluyor ve seriyi sırayla okumak istiyorum. Her ne kadar serinin yayınlanma sırasına göre eksik dişleri bulunsa da yazarın anlatı sanatındaki değişimini merak ediyorum. Zira serideki kitaplar ilerledikçe Amerikan polisiyesi tarzından Iskandinav polisiyesine doğru kaydığı söyleniyor.
Kitap hakkındaki yorumuma geçmeden önce 221B dergisinin son sayısında yer alan Wolfgang Schorlau’nun “Polisiye Roman Nedir?” yazısından bir pasaj paylaşmak istiyorum.
Modern Polisiye= Toplumsal Roman
Hikâyelerin inanırlığı için yazarların inanılmaz bir ön araştırma yapması gerekiyor. Eğer Meksika’daki uyuşturucu savaşları hakkkında bir şeyler öğrenmek istiyorsanız Don Winslow okursunuz. Amerikan adalet sistemi hakkında bilgilenmek isterseniz size John Grisham öneririm. İsveç toplumu ve isveç toplumu üzerine okuyacaksanız adres, Wallander kitaplarıdır. Benim kahramanım olan Georg Dengler ise size gerçek Alman toplumunu anlatacaktır. Kısacası modern polisiyenin günümüzün toplumsal romanı haline geldiğini söyleyebiliriz…
Yorumuma gelince Avustralya’da geçen bu Harry Hole hikâyesi, Avustralya toplumu hakkında güzel ve ayrıntılı bilgiler içerdiğini söyleyebilirim. Tabii ki bilgilerin ne kadarı doğru ne kadarı yanlış olduğunu öğrenmenin yolu araştırmadan geçiyor. Ancak bir ilk romana göre yeterli düzeyde keyif verdiğini düşünüyorum.
Serininin diğer kitaplarını okuduktan sonra- liste şöyle- “Macbeth” yeniden yazımına geçmeyi planlıyorum ki hepsini okumam epey zamanımı alacak gibi gözüküyor.
Bilimkurgu klasiklerininden Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri’ ni okudum.Gerçektende öyle. 28 yazardan 27 keyifli öykü.3 döneme ayırmış editör.Altın çağ, Yeni Dalga, Medya Jenerasyonu .Altın Çağ kesinlikle efsane, yeni dalga muhteşem, medya jenerasyonu süperdi diyebilirim.
Marslı’yı okuyorum. Daha ortalarına dahi gelemedim yalniz sanırım sıkılmaya başladım.
Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan’ını okuyorum. Tek kelimeyle mükemmel. @magicalbronze bir zamanlar bana İçimizdeki Şeytan ve Kürk Mantolu Madonna hakkında “sanatın doruk noktası” demişti. O zamanlar ikisini de okumamıştım. Şimdi bakıyorum da kendisi haklıymış. Gerçekten mükemmel kitaplar.
Stanislaw Lem - Yenilmez
Giderek artan bir beklenti oluşuyor insanda kitabı okurken. Yazarın okuyor olduğum ilk kitabı. Bakalım sonu nasıl olacak. Şuana kadar harika gidiyor diyebilirim son olarak.
Kralların Yolu- Brandon Sanderson
Kitabı ilk çıktığı gün alıp kütüphaneme koymuştum. En azından 2. Kitap çıkmadan başlamaya niyetliydim ve öyle oldu. Geöenlerde Sissoylu serisini bitirip hemen buna başladım. Brandon Sandorson’ ın tüm kitapları gibi kendine has hemen seni içine çeken muhteşem bir esere adım attığımı biliyorum. 900 sayfalık bri kitapta daha ilk 160 sayfayı okumuşken ve elde henüz çok birşey yokken bile kendine bağlıyor.
Ursula K. Le Guin - En Uzak Sahil
Yerdeniz’in 3. kitabı. Bir eleştirim yok, çok güzel
Camus’nün Veba’sını okuyorum. Şimdiye kadar okuduğum kadarını çok beğendim. Belki bilimkurgu dışında bir eser okumanın getirdiği tebdili mekân hissidir.
Birden fazla karakteri konulduğu, her birinin farklı olay yaşadığı ve bunların organik biçimde geliştiği bir yapıt. Okuması müthiş keyif verici. Ve vebanın da eserdeki bir karaktere dönüşümü hoş bir fikirmiş. Okuduktan sonra da burayı doldurmayı umuyorum :3
Uzaktan Kumandalı Kızı okudum.Güzel ve sıkmayan bir kitap.Reklamların yasak olduğu bir distopyada geçiyor.Kısa ama çok şey anlatıyor kitap.Günümüzden de kesitler bulabilirsiniz.
Yakma Zevki’ni okuyorum. Mükemmel bir eser. Ray gerçekten de kendisinin ne kadar mükemmel bir yazar olduğunu gözler önüne seriyor.
Ben de şu sıralar Fernando Pessoa’dan Huzursuzluğun Kitabı’nı okuyorum. Henüz %20’sine ancak geldiğim için hakkında kapsamlı şeyler dile getiremeyeceğim ancak bütün kitabın altını bir anda çizebilecek bir teknolojiye ihtiyacim olacak sanırım. Biraz otobiyografik biraz da Pessoa’nın hayalinde yarattığı baş kahraman üzerinden kimlik, varoluş, bunalım ve tabii ki huzursuzluk hakimdi kitabın su ana kadar okuduğum sayfalarına. Ayrıca yazarın kozmik cikarimlari ve paralel evrenlerle ilgili beyin fırtınası yaptığı kısımlar, kelimelerin anlamlarını bozup onlara kendi gerçekliklerini yukleyip size de bunu mutlak gerçekliklermiş gibi aktarması ziyadesiyle zevk veriyor okurken. Biraz kurgu dışı sayıldığı biraz da fazla buhranlı havası ve biraz da uzunluğu kıtabı sindire sindire okumanızı talep ediyor ve şimdiden bunu söylemek ne derece doğru bilemiyorum ancak batırdığı onca igneye rağmen inanılmaz keyif verici bir okuma deneyimi sunuyor.
Herkese iyi okumalar.
En son bu kitabı okudum.Kitabı şimdiye kadar okuduğum anı ve seyahatnamelerden en büyük farkı yazarının kadın olması. Arkeolog eşiyle Anadolu’yu özellikle İç Ege kısımlarını gezen A.D Ramsey’in döneminin şehir tasvirlerinin aksine köyler,köyde yaşam ve kadınlar üzerine gözlem ve anıları bu kitabı farklı kılmış. Kitap sayesinde ülkemizden kaçırılan bir yazıttan daha haberdar oldum ilk dönem Hıristiyanlığında önemli bir yer tutan Hieropolis’li(Denizli) Abercius yazıtını bir hamamda buluyorlar eşiyle.Hamam da bulunca yazıtı kızamıyorsun da adamların ülkeden kaçırmalarına. İnternette Abercius of Hieropolis yazdığımda ne yazik ki Türkçe bir kaynak bulunmuyor.Yazıtın şu an Vatikan müzesinde oldukça önemli bir eser konumunda sergilendiği anlaşılmakta.
İthaki’nin yeni serisi Karanlık Kitaplıktan Uykulu Kuytu Söylencesini okudum.
Çok fazla korku öyküsü/romanı okumamıştım bugüne kadar ama bu kitaba bayıldım. Yazarın tasvirlerini ve dilini çok beğendim. 7 tane öyküden (2 tanesi epey kısa) oluşan bir kitap. Normalde 1 günde bitebilecek bir kitap fakat ben 4 günde okudum bazı aksiliklerden dolayı. Bu kitabı alıp okuduktan sonra gotik öyküler adlı kitabı da sipariş ettim. Yeni temamı buldum sanırım. Bilim kurgu ve fantastik edebiyattan sonra korku temalı kitapları da kütüphaneme eklemeye karar verdim.
Michael Moorcock - İşte İnsan
Bu kitaba ne kadar bilimkurgu denebilir bilemiyorum Çünkü kitaptaki bilimkurgu öğeleri, toplamda 1-2 sayfa bile yer tutmayan zaman makinesi betimlemesinden ibaret. Kitap aslında inanç, kimlik, kader gibi öğeler ile insan psikolojisini de irdeleyen Tarihi Kurgu (Historical Fiction) türünde. Boş bir gününüzde okuyup bitirebileceğiniz kadar kısa.
Kitabın arkasında yazdığı gibi M.S. 28 yılına İsa Peygamberin çarmıha gerilmesini görebilmek için test aşamasındaki bir zaman makinesine binmeye gönüllü olan Karl Glogauer’ın hikayesini anlatıyor. Kitap boyunca hem Karl’ın çocukluğundan yetişkinliğine kadar olan hayatını hemde geçmişe gittiğinde yaşadıklarını iki koldan okuyoruz.
Hikaye genç yaştaki okuyuculara uygun olmadığı gibi hassas yetişkinler için dahi fazlasıyla rahatsız edici olabilir.
Sissoylu 2. Kitap
Kitabın ebatı okumayı zora sokuyor bence. Kocaman yahu ilk kitabı okuyalı da iki sene oldu biraz hevessizlik var içimde sanırım sebebini bilemediğim.