Paylaştığınız yazı, savunduğunuz görüşlerin ahlaken tartışmaya fazlasıyla açık olduğunu ve kontrol edilemez değişkenler sebebiyle beyhude çabalar olduğunu savunuyor. Yani görüşlerini kanıtlar niyetiyle sunmuş olduğunuz metin, ahlaken temel aldığınız görüşlerinizin tam aksini savunmakta; "öjeni"nin insanlar arasında herhangi bir üstünlük veya aşağılılık durumu yaratamayacağı vurgulanmış.
Yazıda, tarih boyunca genetik arilik üzerine teşebbüsler olduğuna değiniliyor ama bunlar tarafsız bir biçimde “uygulanmıştır” etiketiyle aktarılıyor. Yazıda bahsi geçen “öjeni” uygulanmıştır, doğru. Lakin günümüzde o uygulama büyük bir hata olarak anılmakta. Genetik üstünlük teorisine dayanarak, şimdi utançla anılan abuk iddialar ve uygulamalar olmuştur. Örneğin, yoksulluğun ve zenginliğin genetiksel kader olduğu savı; sosyal bağlar, yönetim yapısı, ekonomi gibi unsurlar dikkate alınmadan, bu ayrım genetiksel kadere bağlanmaya çalışılmıştır. Bugün “ırk ayrımı” olarak tanımladığımız kavramın kökeni bile genetikle alakasız, tamamen tarihi, sosyo-ekonomik süreçteki değişimlere dayalı. Teknolojik ve yaptırım gücü yüksek toplumların, yaşadıkları coğrafyanın imkanları gereği o kapasiteye çıkmamış topluluklar üzerinde üstünlük elde etmesinin zaman içerisinde "Onlar öyle çünkü, kanlarının (genetik yapılarının) doğaları bu."ya getirilerek, bazı şeyler aklanmaya çalışılmıştır.
Üstüne üstlük yazı şöyle bitiyor:
“Üstün ırk” gibi farazi emelleri hedef koymaktansa, elimizde halihazırda bulunan zekamızı ve insani değerlerimizi kullanarak kendimizi geliştirmeliyiz. Çünkü şu anda bile, insanlık olarak esasında olabileceğimiz noktadan çok uzağız. Çünkü birbirimizi yemekle ve bu tip anlamsız ve işe yaramaz hayaller peşinde yüz yıllardır koşmaktayız.
Bunları aşıp, bilimsel bir olgunluğa erişmenin vakti çoktan geçiyor.
Son cümledeki "bilimsel bir olgunluğa"dan kasıt, hayata dair düşünsel ve sosyal becerilerimiz üzerinden yöntemsel ve eylemsel gelişimler göstermemiz gerektiği. Örneğin, sorunlar karşısında hemen ilk akla gelene/duyumsanana değil, sorunu inceleyerek, o soruna özel çözümler getirme alışkanlığı kazanılması gibi. Yani yazı, genetiksel değil, sosyolojik atılımları savunmakta. Yani değişmesi gereken zihinler, denilmekte.
Genetiğin dünyasıysa başka konularda canlıların hayatını etkilemektedir. Ama bunlar tam olarak sizin farz ettiğiniz sonuçlara götüren etkiler değil. Genetik, canlıyı devamlı değişebilen dış etkenler karşısında hayatta kalmasını ve soyunu devam edebilmesini sağlayan özellikler verir. Bunlar da beslenmek, çoğalmak, varlığını devam ettirmek gibi pek çok değişkeni kapsayan üst başlıkları içerir. Bu temelde, genetik seçilimle ideal görülen genleri taşıyan bireylerin dünyaya gelmesini sağlamak, her zaman avantaj sağlamamaktadır. Çünkü bir yönden kişiye avantaj sağlayan gen için başka bir genden vazgeçmek, ileriki zamanlarda vazgeçilen genin sağlayabileceği avantajdan da vazgeçmek demektir. Şartlar değiştiğinde hangi genin canlıya avantaj sağlayacağı bilinemez. Zaten yazıda bahsi geçen “öjeni” uygulaması bu tür dertlerle uygulanmamıştır. Verdiğim örneklerdeki gibi insan tasarımı sosyo-ekonomik düzenleri ilelebet sürdürmek ya da rakiplerine karşı üstünlük elde edebilme niyetiyle insan genetiğinde rastlanılan bazı şeyleri “değişmez doğa kanunu”, “genetiğe işlenmiş kader” gibi sunma çabasının ürünüdür. Bilimin ve akılcılığın amacından saptırılarak bambaşka emellerle kullanılmaya çalışılma hadisesi, yani.
Tekrar altını çiziyorum, paylaştığınız yazı genetiksel üstünlüğü savunmamakta. Tarih boyunca soysal arilik üzerine uygulamaların olduğu değinilmiş sadece. Hem zaten, o uygulamalar gerçekten insanlığı muazzam yerlere taşımış olsalardı, şimdi bunun tartışmasına gerek bile duyulmayacaktı.
Kurmacasal olarak tarihsel bağlamında “genetik üstünlük” kavramı ve sonuçları, Star Trek evreninde şöyle eleştirilir. O alternatif evrende, dünya genetiksel olarak üstün insanların kumandanlık ettiği savaşlar neticesinde yok oluşun eşiğine gelmiştir. Felaket sonrasında insanlar genetik üstünlük sevdasını bırakırlar. Çünkü, bedenin potansiyelini arttırmak ve onun güdüsel taleplerini karşılamak için zihni ve bilişsel yetenekleri emrine amade etmek, bireyi de toplumu da bireysel veya kitlesel çapta felaketlere sürüklemektedir. Örneğin, karşılaştırarak “şeyleri” (canlı veya cansız her şey) birbirlerinden ayırma becerisi; bu, farkında olduğumuz veya olmadığımız pek çok duygu ve düşüncemizi etkileyen başat faktörlerden biridir. O beceri, nesnelerin biçimini ve konumunu kavramamızı da sağlar; kalabalık içerisinde tanıdıklarımızı seçebilmemize de olanak tanır; alışveriş sepetimize benzer ambalajı yüzünden yanlış ürünü atmamıza da sebep olabilir; aklımızda yer etmiş kültürel kodlarımızı (bu, aile içi davranış tiplerinden, semtten semte değişen davranış kalıplarından, ülkeleri birbirinden ayıran, kapsam alanı değişkenlik gösteren ve belli bir popülasyonca benimsenmiş ortak işaretler) taşımayan biriyle karşılaşınca ister istemez kendisine karşı yabancılaşmaya, her hareketi sorgulatmaya varabilir. Bu temel, türlü türlü alanda türlü türlü olumlu ve olumsuz şeye vesile olarak hayatımızı şekillendirir. Genetiğimize kazınmış ve davranışlarımızı kökünden etkileyen bu hayati özelliği sırf istenmeyen yan etkilerden dolayı değiştirmemiz imkansızdır. Genetik vasıtasıyla zeka kapasitesi ve bedensel dayanıklığı arttırılmış insanlar da bu değiştirilemez etken sebebiyle hatalı karar ve eylemlerde pekala bulunabilir. Eylemlerini, bilişsel yeteneklerine, zihinsel kapasitesine ve insanlık tarihi boyunca birikmiş bilgi birikimiyle gerçekleştirmek, eylemin kısa, orta ve/veya uzun vadede olumlu sonuçlar getirmesini garantilemez. Çünkü genetiksel üstünlükler/geliştirmeler, insanı insan yapan genetiksel özleri değiştirmeye yönelik değildir. Örneğin, rakip tarafla nasıl birlikte yaşarım felsefesi yerine eldeki imkânları kullanarak onu nasıl yok ederim felsefesini benimseyen biri var diyelim; bu kişi, elindeki imkanları ve kapasitesini kullanırken sonu kimse için hayırlı bitmeyen kararlara imza atabilir. Kapasitesi arttırılmış bireyi, her sorunu şiddetle çözülebileceği fikriyle yetiştirirseniz, kapasitesini ve eylemlerini o fikri temel alarak seferber edecektir, haliyle.
Star Trek’teki insanlığın benimsediği felsefe de kendi doğanın sana oynadığı oyunları dikkate alarak yaşamaya çalışmak. Üstünlüğe somut şeylere (örneğin, bedensel üstünlük) bağlanarak değil, hayatını yönlendirmede büyük etkileri olan soyut şeylere (örneğin, yabancılarla birlikte uyum içerisinde yaşayabilmek için nelere dikkat edilmeli) özen göstermeli. O yüzden her zaman kendimizi ve etrafındaki dünyayı anlamaya çalışmalı ve bunun için çaba sarf etmeli, önerisini getirir.
Eh, insanlık tarihine bakınca, soy üstünlüğü fikrinin ve uygulamalarının bizleri pek de hoş yerlere götürmediği ortada.
Örnek gösterdiğiniz memleketleri geliştiren şey genetik üstünkük değil; sosyolojik, ekonomik, politik, coğrafi, tarihi pek çok sürecin deneyimlenip yoğrulmasıyla şekillenen ve şekillenmeye devam eden sistemler ve o sistemleri yaşayarak hem sürdüren hem de değiştiren bireylerin çabasıdır.
Siz, sizi sonsuz mutluluğa ve huzura kavuşturacak cinsten kesin cevaplar peşindesiniz. Lakin arzu ettiğiniz türden cevaplar yok. Olsaydılar, çoktan keşfedilirler ve hepimiz de o keşiften faydalanırdırk zaten. Kabul, hepimiz öyle cevaplar olmasını gerçekten arzu ederdi ama yok işte. O yüzden teoride kuşku uyandıran pratikte de kimseye faysa sağlamayan veya da belli bir zümreye fayda sağlayabilen fikirlere kendinizi hemen kaptırmayın, lütfen. Bilgiyi iyice irdeleyip kavramaya çalışın, sorgulayın. Kendinizi resmen bilgi zehirlenmesinin içine atıyorsunuz. Bunun sonu hiç ama hiç iyi değil