Hayatın Zevkli Noktaları 6. Bölüm: Birkaç Yumruk

Konusu;
Koray ve Burak aynı evde yaşayan iki çocukluk arkadaşıdır. Koray, hayat ve kadınlar konusunda son derece şanslı ve girişkendir, Burak ise tam tersi. Her şeyin öncesinde bir kere evlenip boşanan Koray, kalbini bir başka kadına kaptırmıştır ama o da fazla uzun sürmemiştir. İlişkiler konusunda dikiş tutturamamasının sebebi biraz da kendi karakteridir. Sevgiyle bağlanılan ilişkilerin ona göre olmadığını fark edince kalbini bir fanusa kapatmış ve içindeki boşluğu birçok kadına açmıştır. Aslında yaptığı her şey biraz da hayattan kaçmak içindir. Kız kardeşi Zeynep’e ve dostu Burak’a ise son derece bağlıdır. Bu hikaye yaşadıkları apartmana bir kadının taşınması ile başlıyor. Bir yandan Koray’ın düzensiz ve sevgisiz ilişkilerini okurken, bir yandan da Burak’a verdiği tavsiyeleri okuyacağız.
Bu hikayeyi yazarken önce kendi hayatımdan, ardından hayattan ilham aldım. Hayatta da olduğu gibi bu hikayede de eğlence, dram, seks ve sanat var. Her şey hayattan kaçmak için…

1. Bölüm: Yeni Komşu
“Bu saatte matkap çalıştırmaya hangi eşya sebep olmuş olabilir!”
Burak yatağında yarı uykulu bir şekilde söylenirken göz ucuyla cep telefonundan saate baktı; 11:29’du. Üstündeki yorganı güçsüz bir şekilde yan tarafa attıktan sonra yatakta oturur vaziyete geçti. Sağ eliyle gözlerini ovuşturarak “Tamam, pek erken saat olmayabilir ama bu matkap aşkı nereden çıktı?” kendi kendine söyleniyordu, bir yandan da tavana bakıyordu… Çünkü duvarla beraber uykusunu da delip geçen matkap sesi üst kattan geliyordu. Ellerini dizlerine bastırarak ayağa kalktı. Mutfağa yönelmeden önce karşısındaki odanın kapısına tıklatarak “Koray, uyuyor musun?” diye seslendi. Ses gelmeyince kapı kolunu yavaşça aşağı bastırıp içeri girdi. Sağa sola baktıktan sonra “Lan acaba gece hiç mi gelmedi yoksa sabah erkenden işe mi gitti?” diye sordu kendi kendine, ardından rotasını mutfak olarak belirledi.

Tavayı çok az yağladıktan sonra iki yumurta kırdı. Yağ yetersiz kaldığı için yumurtanın bir kısmı tavaya yapıştı. Şişenin dibindeki yarım bardaklık meyve suyunu da bir bardağa döktükten sonra kahvaltısı hazırdı. İştahla yemeye çalıştığı yumurtanın dibini sıyırmak üzereyken, korkunç matkap sesi tekrar peydah oldu. Burak, son lokmasını da ağzına attıktan sonra “Evi baştan mı inşa ediyorsunuz şerefsizler” deyip ayağa kalktı. Odasına gidip üstüne bir gömlek, altına da bir pantolon geçirdikten sonra hızlıca üst kata çıkmak için daireden ayrıldı. Toplam dokuz dairelik bir apartmandı, her katta üç daire vardı. Burak, sesin geldiği daireyi tespit ettikten sonra kapıya sinirle birkaç kere vurdu. Kapı açıldığında ise sarf edeceği kelimeleri çoktan yutmuş, sinirini ise saklayacak bir yer aramıştı. Karşısında kumral, beyaz tenli, yeşil gözlü, güzel ve yorgun bir kadın duruyordu. Burak henüz ağzını açmadan kadın söze girmişti gülerek…

“Matkap sesi yüzüne geldiniz, değil mi? Kusura bakmayın yeni taşındığım için mutfakta tadilat var.”

“Çok kişi şikayete geldi herhalde”

“Bir iki kişi geldi maalesef”

*Burak ne yapacağını bilemeden elini uzattı…

“Ben alt komşunuz, Burak”

“Ben de Berna, memnun oldum. Yarım saate kadar işler biter… Umarım yani”

Burak üst kata taşınan kadını görünce beyninden vurulmuşa dönmüştü sanki. Kendi evine girdikten sonra hemen telefonu eline alarak Koray’ı aradı.

“Oğlum, üst katımıza ateş gibi bir hatun taşınmış. Galiba ondan hoşlandım.”

“Sen kadınlardan mı hoşlanıyordun? Şüphe etmeye başlamıştım ben senden!”

“Göt göt konuşma. Kuralları baştan yazıyorum: bir; bu kadınla ilgilenmek yok. İki; bu kadın için bana taktik vereceksin.”

“Kardeşim ben o kadınla sabah tanıştım zaten. İsmi… Berna mı Banu mu neydi. Akşam bize yemeğe gelecek”

“Ne yemeği lan”

“Kadının mutfağında tadilat varmış ben de ‘ortalık savaş alanı gibidir, bugün yemek yapmakla uğraşmayın, hoş geldin yemeğine davet edelim sizi’ dedim. Madem sen hoşlandın akşam senin üstüne oynarız”

“Mantıklı ha! Benim niye aklıma gelmedi ki yemeğe davet etmek?”

“Neden yalnızım sorusunun yanına bu soruyu da ekleyip içler dışlar çarpımı yaparak bir sonuca ulaşırsın. Müşteri geldi, akşam görüşürüz… Ha bu arada akşam için birkaç tane güzel ev yemeği sipariş et!”

Burak telefonu kapattıktan hemen sonra evi toplamaya başladı. Öğrenci evinden hallice bir pisliğe sahipti ama bir iki saate biterdi. Burak bir yandan temizlik yapıyor, bir yandan şarkı mırıldanıyordu. Temizliğin yarısında matkap sesi durmuştu… Zaten Burak’ta matkap sesinden rahatsız olmayı unutmuştu…

Burak temizliği bitirdikten sonra kendine sert bir kahve yaptı. Kahvesini içerken de evi… Daha doğrusu şaheserini inceliyordu “Çiçek gibi oldu be” dedi kendi kendine ardından kahvesinden gururlu bir yudum daha aldı.

Saatler, dakikalar hızlıca geçerken hava çoktan kararmıştı. Burak, Koray’ın dediği gibi birkaç çeşit ev yemeği sipariş etmişti; mercimek çorbası, kuru fasulye ve pilav, biraz da salata. Burak cebinden telefonu çıkartıp Koray’ı aradı.

“Söyle”

“Yemekleri falan sipariş ettim, akşam erken gel. Berna gelmeden önce ne yapacağımı falan anlatırsın.”

“Çıkacağım birazdan. Yemek olarak ne sipariş ettin?”

“Mercimek çorbası, kuru fasülye ve pilav… Ha bi de salata”

“Adımız ne olsun peki?”

“Ne adı oğlum?”

“Esnaf lokantamızın kardeşim… Esnaf lokantamızın adı ne olsun?”

“Ne saçmalıyorsun yine sen?”

“Salağa mı yatıyorsun, deli taklidi mi yapıyorsun karar veremedim… Evine bir kadın gelecek ve sen ona mercimek çorbası, kuru fasulye ve pilav mı vereceksin? Bir de masanın üstünde soğan kır!”

“Senin gibi her akşam farklı bir kadınla yemek yemediğim için bilemedim kardeşim, kusura bakma. Bugünü atlatırsak gerisi gelir zaten”

“Yarım saate evdeyim”

34 dakika sonra kapı çalmaya başladı. Burak, kapının yanında asılı duran boy aynasından üstüne başına bakarken, dışardaki kişi “Aynaya bakmayı bırak, ben geldim” dedi. Gelen kişi Koray’dı. Koray içeri girip evin halini görünce şaşkınlıkla güldü.

“Hamaratlığın tutmuş lan. Bıraksam yemeği de sen yapardın herhalde”

“Taşak geçme oğlum! Ne yapacağım sen onu anlat”

“Amacın bu kadınla alelade bir şeyler yaşamak mı yoksa doğru dürüst bir ilişki kurmak mı?”

“Doğru düzgün bir ilişki; düzenli ve düzeydi”

“Tamam. Önce sakin olacaksın. Ben zaten kadınla daha önce tanıştım. Masaya üç kişi oturacağız. Ben sohbet içinde olabildiğince geri planda duracağım, sohbeti sen yöneteceksin… Yalnız bunu kadınla beraber yapacaksın. Flörtöz bir tavrın olsun ama sakın abaza gibi gözükme. Bol bol espri yap ama sakın peş peşe yaparak şaklaban gibi gözükme! Esprilerini sohbetin geneline yayarak konuya uygun bir şekilde yap. Konuşma esnasında seni öveceğim paslar atacağım o pasları çok iyi değerlendir. Madem ciddi bir şeyler yapmayı deneyeceksin bu kadınla o zaman ara sıra beni gömebilirsin… Ama sakın ileri gitme yoksa kadının gözünde ‘bir kadın için arkadaşını satıyor’ damgası yersin. En başta söylemem gerekeni en sona bıraktım; önce kadını tanı, onu konuştur. Kadının belki ilişkisi vardır… Hatta belki de lezbiyendir.”

Burak, Koray’ın ağzından çıkan her cümleyi dikkatle dinledikten sonra derin bir nefes aldı. Çok uzun zamandır herhangi bir kadınla birebir iletişime girmemişti. Yanında Koray olduğu için kendini rahat hissediyordu. Koray birçok kadınla beraber olmuştu ama Burak ile arasındaki dostluk gerçekti. Burak’ın beğendiği hiçbir kadına yan gözle bakmamıştı, elinden geldiğince de Burak’ı cesaretlendirmişti. Koray ve Burak masayı hazırlarken kapı zili duyuldu.

2.Bölüm: Akşam Yemeği
Burak, hızlıca aynada kendine baktı. Sarı saçlarını şekilli bir şekilde dağıttıktan sonra kapıyı açtı. Karşısındaki kadın sabah gördüğü kadındı ama çok daha güzel duruyordu. Dizlerine kadar uzanan siyah etek, siyah kalın külotlu çorap, beyaz gömlek, üstünde de deri ceket vardı; çok hafifte makyaj yapmıştı. Sağ elinde pastane poşeti tutuyordu. Karşısında Burak’ı görmeyi beklemeyen Berna, gülümseyerek “Siz… Yanlış kapıyı çaldım sanırım” dedi. Burak henüz ağzını açamadan, Koray kapı da belirip "Doğru kapıyı çaldınız. Sabah ev arkadaşımla da tanışmışsınız… Buyurun içeri." dedi.
Berna siyah botlarını çıkartıp içeri adım attığında gayri ihtiyari bir şekilde sağına soluna baktı. Evin bu kadar derli toplu olmasına şaşırmış gibi görünüyordu. Evin içinde tatlı bir samimiyetsizlik hakimdi. Burak “Yemekler hazır, isterseniz direkt masaya geçelim” diyerek sessizliği böldü.

“Olur tabii ki… Ha bu arada, elim boş gelmeyeyim diye tatlı almıştım”

“Zahmet etmişsiniz. Burak, sen Berna Hanım ile masaya geç istersen. Ben tabakları falan getiririm.”

Burak ile Berna yemek masasına geçerken, Koray’da mutfağa gitti. Mutfak dar olduğu için yemek masasını bilerek salona hazırlamışlardı. Berna, bir sandalyeye oturduktan sonra etrafını incelemeye başladı. Büyük sayılabilecek bir salondu ama pek eşya yoktu, olan eşyalarda oldukça şık ve ortama uyumluydu. Karşılıklı üçlü koltuk, pencere önünde iki tane tekli koltuk vardı. Yemek masası, salon kapısının sol tarafında kalan duvarın önüne kurulmuştu. Berna evi incelerken, Burak, Berna’yı inceliyordu.

“Üst kat epeydir boştu. Sizi de hiç eşya taşırken falan görmedik”

“Özellikle dayalı döşeli bir ev tuttum, pek eşyam yok… Haftaya birkaç bavulum gelecek sadece”

“Buraya gelmeden önce de İstanbul’da mı yaşıyordunuz?”

“Biraz karışık aslında. Ankara’da doğup büyüdüm ama üniversiteyi İstanbul’da okudum. Üniversiteden mezun olunca tekrar Ankara’ya döndüm. İngilizce öğretmeniyim, burada da özel dersler vermeyi planlıyorum”

“Demek öğretmensiniz, ne güzel”

Berna ve Burak sohbet ederken mutfaktan Koray’ın sesi duyuldu: “Burak, yardıma gelir misin iki dakika kardeşim”
Burak, masadan istemeye istemeye kalkarak mutfağa gitti. Koray, ısıttığı yemekleri tabaklara koyarken “Hazırladığım tabakları götürsene” dedi. Burak tezgahın üstündeki tabakları alırken, Koray fısıltıyla konuşmaya başladı.

“Bu kadın ya sevgilisinden ayrılmış ya da sevgilisinin olduğunu bilmemizi istemiyor”

“Onu nereden çıkardın?”

“Yüzük parmağında iz var, uzun zamandır yüzük takıyormuş ama çıkartmış. Uyumlu kombin yapmaya özen gösteriyor, giydiği her parça birbirini tamamlıyor… Sol bileğine taktığı, takım halinde satılan bileklik ve saat haricinde. Büyük ihtimalle hatırası olan bir hediye ve çıkartmaya karar veremiyor. Kadının kalbi yaralı olabilir. İlişki konularına girersek yarasını fazla deşmeden şefkatli davran”

“Birader sen nesin? Kadınların Sherlock Holmes’ü falan mı?”

“Kadınları incelemeyi seviyorum”

“Peki emin misin?”

“Konu kadınlarsa hiçbir zaman emin olmam! Hadi, tabakları götürelim”

Burak ve Koray elinde tabaklarla salona girdiğinde Berna cep telefonuyla uğraşıyordu. Koray elindekileri masaya bırakırken “Bak görüyor musun, yemekleri getirmekte geç kaldık; yemek siparişi veriyor” dedi gülerek. Berna elindeki telefonu masanın üstüne bırakarak, aynı samimiyetle “O kadar taş kalpli değilim… Ama, yemeklerin lezzetine bağlı olarak sipariş verebilirim” dedi. Koray, masanın diğer ucuna oturarak “O zaman dua edelim de yemekleri sipariş ettiğimiz ustanın eli lezzetli çıksın” dedi. Berna sesli bir şekilde güldü. Koray ve Berna karşılıklı ama masanın büyüklüğü sebebi ile birbirilerine uzaklardı. Burak ise masanın yan tarafında, Berna’ya yakın oturuyordu… Koray, bilerek kendini uzak tutuyordu.

“Ben yemekleri hazırlarken sohbetin başını kaçırdım, ne konuştunuz?”

“Berna ingilizce öğretmeniymiş, burada da özel ders vermeyi düşünüyormuş”

“Ne güzel”

Berna biraz çekinerek, biraz da meraklı bir ses tonuyla; “Patavatsızlık yapmak istemem ama ikinizin de öğrencilik yaşını geçmiş gibisiniz ama aynı evi paylaşıyorsunuz. Epey yakın arkadaşsınız sanırım”
Burak, çorbasından bir iki yudum aldıktan sonra; “Koray kısa bir evlilik yaptı, sonra ayrıldı. Bende çalıştığım yerden ayrılınca iki yalnız ve çocukluk arkadaşı bir süre beraber yaşayalım dedik”
Koray gülerek ve ellerini teslim olur gibi havaya kaldırarak “Anlayacağın, gay bir çift değiliz… Yanlış anlama kardeşim, karakterin iyi ama tipim değilsin”
Berna iki eliyle yüzünü kapatarak güldü. Kısa sürede üç kişinin arasında samimiyet kurulmuştu.

“Peki, ne iş yapıyorsunuz?”

Önce Koray cevap verdi; “Benim bir kitap dükkanım var. Ticaret ile sanatı birleştiriyorum”

“Kitapları severim”

“Öyle mi? Benim dükkana ne zamandır Burak’ta uğramıyor… Bir ara beraber gelin, hem Burak size dükkanın yerini göstermiş olur.”
Koray hızlı bir şekilde başka bir randevu koparmaya çalışıyordu.

“Çok iyi olur. Zaten buralara biraz yabancıyım. Eee sen ne iş yapıyorsun… Daha doğrusu yapıyordun Burak?”

“Reklamcıyım. Bir şirkette reklam senaryoları yazıyordum, şimdi de bir internet sitesinde makaleler yazıyorum”

“Hımm… Yani insanların bilinçaltına işlemekte ustayımdır, diyorsun”

“Ben biraz daha mütevaziyim, mükkemmelliğimi gizliyorum”

Berna tekrar güldü; her güldüğünde etrafa pozitif bir enerji yayıyordu. Üçü de kısa bir süreliğine yemeklerine gömüldükten sonra, Koray;

“Hep biz konuştuk, biraz da siz anlatın”

“Anlatacak bir şeyim yok aslında. Ben genelde iş ile ev arasında hayat yaşayanlardanım… Bir de yakın zamanlarda nişan atma gibi durumlarım oldu, tatsız şeylerle uğraştım”

“Üzüldüm sizin adınıza… Ayrılıklar genelde zordur”

“Bir şeyin bitmesi gerekiyorsa, bitmeli…”

Koray, çaktırmadan Burak’a ‘hadi’ dercesine bir işaret yaptı. Burak, dirseklerini masaya koyup, ellerini de çenesine götürerek;

“Bende epey yakın zamanda nişanlımdan ayrıldım, sizi anlıyorum.”

“Öyle mi? İnsan aslında o kadar emeğinin boşa gittiğine üzülüyor.”

“En azından hayatta bir şeyleri tecrübe etmiş oluyoruz”

Koray araya girdi; “Bir masa da üç tane terk etmiş ya da terk edilmiş insan var… Kalbim bu dramı daha fazla kaldıramayacak! Drama ufak bir tatlı arası veriyorum”

Koray hızlıca mutfağa, tatlıları almaya gitti. Asıl niyeti duygusal bir konunun üstünde Burak ve Berna’yı yalnız bırakmaktı. Tatlıları tabağa koyarken karınca gibi yavaş hareket ediyordu.
Burak’ın kalbi hızlı atmaya başlamıştı. Elleri buz gibi olsa da yüzü alev alev yanıyordu. Tatlı bir gülümseme ile “Bu arada yeni tanıştığımız için hitap şekli karışıyor; bazen isimle, bazen sizli bizli oluyoruz… Direkt ismimle hitap edebilirsiniz” dedi. Berna samimi bir şekilde başını sallayıp “Sen de bana ismimle hitap edebilirsin” diyerek Burak’ı onayladı. Koray, mutfaktan doğru salonu dinlemeye çalışırken ortamın sessizliğe büründüğü fark edince, elinde tatlı tabakları ile salona daldı.

“Sütlü soğuk baklavaları da çok severim, iyi seçim.”

“Afiyet olsun ama ben diyetteyim… Yine de bir tane yiyeyim.”

Tatlılarda hızlı bir şekilde yendikten sonra saat epey ilerlemişti. Berna telefonunun saatine baktıktan sonra “Ben artık kalkayım, her şey için teşekkür ederim.” dedi. Burak, söylemek ile söylememek arasında kaldığı espriyi orta yere bırakmak için ağzını açtı;
“Keşke tatlının yanında kahve de yapsaydık… Birbirimize 40 yıl kitlemiş olurduk”
Berna samimi bir şekilde gülerken, Koray acı acı gülümsüyordu. Üçü de kapının başında beklerken, Berna “Tekrar teşekkür ederim… Umarım bütün komşular sizin gibi hoş sohbettir” dedi ve kapıyı açtıktan sonra dışarı çıktı.
Berna dışarı çıkar çıkmaz Koray, Burak’ın koluna bir yumruk sallayıp
“Salak herif… Mecbur muydun o boktan kahve esprisini yapmaya!”

“Ne var oğlum. Kadın güldü mü güldü”

“Her gülüşe aldanırsan işimiz var ha! Neyse neyse güzel bir akşamdı yine de…”

“Eee ilk yorumların neler?”

“Kadın ciddiyeti seviyor. 30’lu yaşlarında iki adamın aynı evi paylaşmasını garipsedi çünkü bilinçaltında bu yaşlardaki insanlar ‘yuva kurmalı’ düşüncesi yatıyor. Hemen ardından işlerimizi sordu. Tabii sohbet etmek için bunları sorması gerekiyor ama bunu gelişi güzel yapmadı, bir çerçeve oluşturuyor. Sadece özel ilişkisinde ciddiyete önem vermiyor… Normal arkadaşlık ilişkilerinde de buna değer veriyor ve çevresinde olgun insanlar olsun istiyor. Ama şu sıralar kalbi yaralı olduğu için biraz da kafasını dağıtmak istiyor; yeni taşındığı apartmandaki yabancı bir adamın, yemek davetini kabul etti. Bence normal hayattaki karakterine bu çok ters bir durum… Eğer hızlı bir şeyler yaşamak isteseydin, kadının yaralı kalbini kullanabilirdin. Arkadaş seçme konusunda da seçici olduğu, şehirde de yeni olduğu için şu sıralar üniversite zamanında tanıştığı kişilerle görüşüyordur sadece, belki de onlarla da görüşmüyordur…”

“Ben ne yapacağım oğlum sen onu söyle”

“Kalbi yaralı, şu sıralar kafa dağıtmak isteyen, muhtemelen pek arkadaşı olmayan bir kadın profili var karşında… Yapacağın şey gayet açık değil mi? Eğlenebileceği bir yere davet et”

“Pat diye nasıl davet edeyim dışarı? Tamam yemek yerken güldük eğlendik ama yanlış anlar”

“O yüzden zaten ‘benim dükkana ne zamandır Burak’ta gelmiyor, bir gün beraber gelirsiniz’ dedim. Senin yüzünü her gün görmeye doyamadığım için demedim bunu. Önce dükkana geleceksiniz, ardından kadını bir yere davet edeceksin… Hem ‘yanlış anlar’ ne lan? Kadına sakın arkadaş imajı verme, ilgili olduğunu hissetsin”

“Sen olmasan ben bu kadınlar konusunda ne yapardım lan?”

“Peçete stoklarında ciddi bir düşüş yaşanırdı herhalde… Neyse, ben biraz turlamaya çıkacağım”

“Bulaşık sırası sendeydi”

“Bilmeden de olsa beğendiğin kadınla yemek ayarladım, işine yarayacak taktikler verdim ve sen bana bulaşık diyorsun! Bu hareketler yakışıyor mu sana?”

“Tamam birader tamam! Nereye gidiyorsan git!”

“Bu arada, şu ‘bende nişanlımdan yeni ayrıldım’ yalanını sevdim. Bu konu da sakın açık verme! Hadi ben kaçtım”

Koray evden ayrıldığında Burak masayı toplamaya başladı…

3.Bölüm: Derinlik
Soğuktu hava… Karanlıkla beraber kuru soğuk çökmüştü sokaklara. Koray’ın üstünde kalın bir siyah kazak ve deri ceket vardı. Soğuk havalara yabancı değildi, soğuğu hissetmeyi seviyordu. Nereye gideceğini bilmiyordu; bilmekte istemiyordu. Bazı akşamlar gelişi güzel yürürdü, nereye varacağını bilmeden yürürdü; bir yere varmak istediğine de emin değildi. İnsanlarla dertleşmek yerine kendi içinde, kendi benliğiyle konuşmayı daha rahatlatıcı buluyordu. Soğuk havalarda yürümek kendi benliğine açılan bir kapı gibiydi. Karanlık, sessizlik ve soğuğa rağmen, şehir canlı canlı nefes alıp veriyordu. Koray, ne zaman iç sesinin onu rahatsız ettiğini hissetse, kalabalığın arasına karışıp iç sesini susturuyordu. Bazen tüm gayesi kendinden kaçmaktı.

Güzel ve yalnız yürüyen kadınlara denk geliyordu. Mutlu çiftlere bakıyordu. Üstüne ucuz parfüm boca eden, burnunu yakan erkeklerin yanından geçiyordu. Bazen kavga eden çiftleri izliyordu; bir kadının en çirkin olduğu, bir erkeğin en saygısız olduğu anlardan biriydi bu. Gördüğü her şeye bir anlam yüklemeye çalışsa da, attığı her adımla birçok şey anlamını yitiriyordu. Bir kadınla bir erkeğin arasındaki dinamik genelde para ve seksten oluşuyordu. Pahalı bir hediye kavgaları bitiren, sekse giden bir yol olabilir… Her zaman bu yolu kullanan insanlar, bir süre sonra tutku ve sadakatin yolundan saparlar. Güzel bir sekste kavgaları bastırırdı ama asla unutturmazdı!

Koray’ın ilişki inancı basitti; 'Benimle sevişmekten keyif alıyorsan, gittiği yere kadar devam edelim, istediklerini bende bulamıyorsan, gitmekte özgürsün!"

Kimseyi sahiplenme derdinde değildi, kimsenin de onu sahiplenmesini istemiyordu. Kıskançlık duygusuna sahip olsa da, onun esareti altına girmiyordu. Belki de bu yüzden hiç aldatmadı ve aldatılmadı. Her şeyden önce dürüsttü. Bir kadını sırf onu elde tutmak ve seks yapabilmek için pahalı hediyelere sığınmıyordu. Bunu yapamayacağından değil, yapmak istemediğindendi…
Pahalı hediyelere sahip, kalbi kırık birçok kadına denk gelmişti; tutkudan uzak sevişmeler yüzüne, ruhları deforme olmuş kadınlar… Bazıları henüz sevgililik sürecinde, bazıları ise evli. Bir çoğunun tek ortak noktası; pahalı hediyeler ve kırık kalpler. Koray onlarla beraber olmak için özel çaba göstermezdi, sadece kendi olurdu. Rol yapmazdı, bir kadının kalbini çalmak için masanın üstüne araba anahtarı koymazdı. Bir kadının derinliğini hisseder, ruhlarını beslemek isterdi. Beraber olduğu kadınlar, basit kadınlar olduğu için onunla olmazdı, pahalı hediyelerin altında kalan kadınlıklarını hissettirdiği için onunla beraber olurlardı.

Eski eşi Özden’de bu dürüstlüğüne tav olmuştu. Üç yıllık evliliğin ardından, Koray’ın ruhundaki boşlukları hissetmeye başlayınca gitmekte tereddüt etmemişti. Koray’dan nefret etmiyordu, pek kavga da etmemişlerdi. Sevişmeleri de tutku doluydu. Kırdığı kalbi onarmak için değil, içinden geldiği için hediyeler alırdı Koray. Belki de parmakla gösterilecek bir ilişkiye sahiplerdi ama bazı insanların boşluğu asla dolmaz. Koray, bir kere bile eşini aldatmamıştı… Diğer kadınlara ilgi dahi göstermiyordu ama bir şey her zaman eksikti. Özden’in gitmek istemesini anlayışla karşılamıştı. Bu yüzden belki de kavgasız gürültüsüz bir şekilde ayrılıp arkadaş kalabilmişlerdi.
Koray, ayrıldıktan sonra birçok kadınla beraber olmuştu. Bazıları belli bir uzunlukta, bazıları birkaç günlük. Birçok gece ‘kadınlar konusunda bu kadar şanslı olmak yerine keşke tek bir kadın da şanslı olsaydım’ diye düşünmüştü. Bir günlüğüne tanıdığı kadın dahi bir başka hayattı, bir başka dünyaydı ve kendine çok fazla ders veriyordu. Belki de bu yüzden içindeki boşluk giderek genişlemişti. Sevgi ve sadakatin bir illüzyon olduğuna inanıyordu. Asıl gerçek olanı ise henüz bilmiyordu, bilseydi, ona bunu öğreten bir kadın çıksaydı karşısına… Belki de aşık olurdu. Koray kaybettiğini hissetmiyordu; kendine yetecek parası, bağlandığı birkaç insan ve birçok kadın vardı. Kaybettiğini hissettiği tek şey, kendiydi; onu da her zaman hissetmezdi.

Hava iyice sertleşmişti; nefes almak bile insanın içini soğukla dolduruyordu. Sokaklarda giderek boşalıyor, mekanlar doluyordu. Yaklaşık bir saat kadar yürümüştü Koray, bu kadarı yeterliydi. Eve dönmeye karar verdiğinde saat; 01:56’ydı. Güzel bir akşam yemeğini ve kendini dinlediği yürüyüşü güzel bir uykuya taçlandırmak istiyordu…

4.Bölüm: Dörtlü Buluşma
Koray, geç yatar erken uyanırdı ve kendini gayet dinç hissederdi. Çocukluğundan beri değişmeyen yegane huylarından birisi buydu. Pazar günleri biraz daha geç uyanır, dükkanı da biraz geç açardı; bazen hiç açmazdı. Bu pazar pekte geç uyanmamıştı; 10’u birkaç dakika geçiyordu sadece. Bu pazar erken uyanan sadece kendisi değildi… Mutfakta Burak’ın çıkardığı tıkırtı seslerini duyabiliyordu. Yatakta kollarını ve bacaklarını kasarak gerinip “Sen niye erken uyandın lan!” diye bağırdı. Tıkırtı sesleri bir anda durdu, 10 saniye sonra odanın kapısı açıldı. Burak elinde bir kahve kupası ile içeri girip “Bağırma lan! Artık üst katımız da bir hanımefendi oturuyor, sesinle rahatsız etme” dedi gülerek. Koray yatağın içinden kalkmadan, yorgana da iyice sarılarak; “Genç bir erkeğin odasına böyle bodoslama girilir mi? Ya uygunsuz bir görüntüyle karşılaşsaydın!”

Burak, sağına soluna bakarak; “Genç? Hani nerede lan genç erkek? Kendinden bahsetmiyorsun herhalde…”

“Kahvaltı ne yapsak? Sucuk kaldı mı acaba”

“Sen bu kardeşinle uğraşmaya devam et! Az evvel çay demledim, gittim bir de simit poğaça falan aldım”

“Aptal aşık moduna erken mi girdin, yoksa mağarada sıkılıp insanlığa ilk adımı atmaya mı karar verdin?”

“Sana aldığım simitleri gidip martılara atsam en azından sevaba girerdim… Piç herif!”

“Şşşt lan küfür etme… Berna Hanım falan duyar, sonra arkandan ‘amma ağzı bozuk bir bey’ der.”

Burak, Koray’ın bu esprisine içten bir şekilde gülüp, elini ‘hadi kalk’ der gibi sallayıp odadan çıktı. Koray yatakta biraz daha sağa sola dönüp, gerindikten sonra bir anda ayağa fırladı. Kahverengi gözlerinin önüne düşen saçları arkaya doğru attıktan sonra, hızlıca odadan çıkıp mutfağa gitti. Mutfak lavabosunda ellerini biraz ıslatıp gözlerini ovuşturdu. Kendine bir bardak çay doldurduktan sonra hemen kendini bir sandalyeye bıraktı. Önünde sıcacık simitler ve poğaçalar duruyordu. Uyanır uyanmaz yemek yemeyi sevmezdi ama bu görüntü iştahını açmaya yetmişti. Önündeki kaşar peynirli poğaçadan bir ısırık alıp ağzına bir dilim de salam tıkıştırdı; lokmalarını yumuşatmak için bir iki yudum da çay içti. Burak, Koray’ın iştahla yemek yemesini hayretle izliyordu.

“Sen iyi ki her zaman böyle yemek yemiyorsun lan… Kilo alıp bütün karizman giderdi”

“Lokmalarımı sayma”

“Sayamıyorum ki zaten birader”

İki dost bir yandan kahvaltı ederken, bir yandan birbirilerine sataşıyorlardı. Koray, simitten de bir ısırık alacağı sırada kapının zili çaldı. Burak “Sen yemeğine davet, ben açarım” deyip ayağa kalktı. Burak kapıyı açtıktan yaklaşık 15 saniye sonra “Koray, bir gelsene” diye bağırdı. Koray ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra, karşısında kimi göreceğini de bilmediği için, üstünü başını düzeltti. Kapının diğer ucunda Berna’yı görünce şaşırdı. Burak, sağ kaşının üstünü kaşıyarak konuşmaya başladı;

“Berna bir kız arkadaşıyla kafeye gidecekmiş de, buralarda güzel bir kafe var mı yok mu diye soruyor. Seninle arada gittiğimiz kafeyi tarif ettim ama bildiğin başka bir yer var mı?”

“Birkaç kafe daha var ama o bizim gittiğimiz kafe aralarındaki en iyisi. Aslında… Bizde bugün ne yapsak diye düşünüyorduk; size de uygunsa beraber gidebiliriz”

Berna kısa bir düşüncenin ardından “Bizde öyle sohbet muhabbet etmek için buluşacaktık… Olabilir”

Burak lafa karışarak “Ne zaman çıkacaksınız?” diye sordu.

“Kız arkadaşım bir saat içinde burada olacak. O gelince bende çıkacağım”

“Tamam o zaman, çıkarken bizim kapıyı da tıklatırsın”

Berna kendi dairesine çıkarken, Burak evin içinde çocuk coşkusuyla zıplıyordu. Koray, Burak’ın bu hallerini neredeyse utanarak izlerken, bir yandan da gülüyordu. Burak, coşkulu sevincinin arasında yarı ciddi bir ses tonuyla “Oğlum, yırtık dondan fırlar gibi niye ‘beraber gidebiliriz’ diye soruyorsun?” dedi. Koray, tekrar kahvaltı masasına dönüp, ılımış çayından bir yudum aldıktan sonra konuşmaya başladı;

“Dün akşam, yeni tanıştığı iki adamla yemek yiyen ve halinden de keyif aldığı belli olan bir kadın, bugün ‘arkadaşımla kafeye gideceğiz, bildiğiniz düzgün yer var mı?’ diye soruyor. Büyük ihtimalle arkadaşı buraları bilen biri… Zaten internet çağında yaşıyoruz; tek tuşla her şeye ulaşırsın. Bilerek bize sormak istedi. Ya ikimizi de önce arkadaşça yakından tanımak istiyor, ya da sadece birimizi yakından tanımak istiyor. Yanına bir eküri daha bularak bize pas attı… Kadınların birçoğu bu konularda net bir adım atmasa da, karşısındaki kişiye o cesareti verecek yolu açar…”

“Hangimizi daha yakından tanımak istiyordur sence?”

*“O kadar şeyi bilebilsem zaten gider şans oyunu oynarım… Konuşma tarzından, mimiklerinden, sorduğu sorulardan hangimizi daha yakından tanımak istediğini anlarız”

“Nasıl davranayım?”

“İnsanlar dar bir alanı paylaşacaksa, genelde flört ettiği kişinin karşısında olmak isterler. Böylelikle onunla daha çok göz göze gelirler ve etkileşim içine girerler. Onlardan önce biz yan yana oturacağız, sonra karşımıza kimlerin oturduğuna bakacağız. Bu kesinlikle ama kesinlikle net bir sonuç değildir ama ufak bir belirleyici olabilir. Ellerin genelde masanın altında değil, üstünde olsun; konuşurken el hareketlerini kullanırsan hem daha kendinden emin gözükürsün, hem de bir insan konuşurken genelde beğendiği kişiye dokunmak ister. Berna, konuşma sırasında sana ufak ufak dokunuşlar yaparsa bu da bazı şeyleri belirleyici kılabilir.”

“Şu kadını bir tavlarsam var ya söz veriyorum bütün bulaşıkları ben yıkayacağım… Neyse, ben hazırlanayım. Sen hazırlanmayacak mısın?”

“Benim kimseyi etkileme derdim yok. Bir gömlek, bir pantolon giyip çıkarım. Umarım arkadaşı güzel bir kadındır”

“Güzeldir herhalde”

Burak hazırlanmaya gittiğinde, Koray kendine bir bardak daha çay doldurdu. Burak’ın şuan yaşadığı heyecanı en son ne zaman yaşamıştı hatırlamıyordu bile. Bir kadınla buluşmak, onu etkilemeye çalışmak heyecanlı ve insanın içini kıpır kıpır eden bir duyguydu. Koray bu duygularını kaybedeli epey oluyordu… Biri olmazsa, bir başkası olur diye düşünüyordu. Genelde de öyle oluyordu. Koray çayını bitirdikten sonra masanın üstündeki kahvaltılıkları buzdolabının içine koydu. İçi boş poğaça ve simit kese kağıtlarını da buruşturup çöp kutusuna salladı… Bardak ve tabakları da yıkayıp, mutfaktaki işlerini bitirince, odasına gitti.
Üstüne beyaz bir gömlek, altına da düz siyah bir pantolon giydi. Siyah bir şişenin içinde, bitmek üzere olan parfümünden bir iki fıs sıkmaya çalıştı boynuna. İşaret parmağına da alyans benzeri, gümüş renkli, düz halka bir yüzük taktığında hazırdı. Sadece evden çıkarken üstüne bir deri ceket alacaktı. Burak, hışımla Koray’ın odasına girip “Nasılım lan” diye sordu yüksek sesle. Koray, Burak’ı incelemeye başladı;

Siyah boğazlı kazak, koyu gri kot pantolon… Üstünde de pantolonundan biraz daha koyu gri kaban. Koray, Burak’ın görüntüsünü beğenmişti.

“Senin pijamalar dışında kıyafetin var mıydı lan?”

“Varmış demek ki! Nasıl olmuşum, iyi miyim?”

“İyisin iyi” Koray eline parfüm şişesini alarak, babacan bir ses tonuyla “Parfüm falan sıktın, değil mi?”

“Sıktım kardeşim, eyvallah”

“Güzel… Çünkü ben sıkamadım, seninkinden sıkarım”

“Sen beleşçi bir şeytansın ya!”

Burak biraz daha kendini incelerken kapının zili tekrar duyuldu. Burak kapıyı açmaya giderken, Koray’da üstüne deri ceketini almaya gitmişti… Ceketini giyip kapıya gittiğinde karşısında Berna’yı gördü ama Berna’nın yanında kimseyi göremedi.

“Yalnız mısın?” diye sordu Koray

“Arkadaşım aşağı da bekliyor”

Burak ve Koray ayakkabılarını giydikten sonra evden çıktılar, üç kişi olarak aşağıya inmeye başladılar. Apartmanın önünde siyah deri taytlı, beyaz kazaklı, siyah trençkotlu kadını gördüler. Koray, kadını süzerken, Berna kadının yanına gülerek koşup sarıldı. Berna önce Burak’ın gösterip “Burak Bey” dedi, ardından Koray’ı gösterip “Koray Bey” dedi. Ardından sağ elini kız arkadaşının omzuna koyup “Beyler, bu da arkadaşım Sinem” dedi. Koray hafif bir tebessümle “Sadece Koray, sonunda bey yok… Tanıştığımıza memnun oldum” dedi. Burak ellerini kabanının ceplerine sokarak “Kafe yakında; yürüyelim mi, yoksa arabayla mı gidelim?” diye sordu. İki kadın da aynı anda “Yürüyelim” dediler.

Sokakta oldukça şık dört kişi yürümeye başladılar. Tanışma serüvenini biraz daha pekiştirmek için birbirilerine ufak tefek laflar atıp gülüşüyorlardı. Dört kişinin arasındaki kimya epey uyumluydu. Kafeye doğru bir yandan şakalışırken, bir yandan da Burak ve Koray rehber edasıyla sağı solu tanıtıyorlardı. Yaklaşık 25 dakikalık bir yürüyüş ardından siyah tabelalı bir kafenin önünde durmuşlardı. İçerisi dolu sayılırdı ama hemen hemen 7-8 masa boştu. Genelde çiftlerin oluşturduğu bir kafeydi. Masalar eskitilmiş ahşap görünümüme sahipti, koltuklarda siyah ve kırmızı renklerden oluşan yumuşak bir dokuya sahipti. Dört kişilik bir masa bulunca oturmaya karar verdiler. Önce Burak ve Koray yan yana oturdular. Burak, cam kenarına oturdu; Koray, koridor tarafına. Kadınlar otururken, Burak’ın yüzünde meraklı bir ifade vardı. Sinem, Koray’ın karşısına… Berna, Burak’ın karşısına oturdu. Burak çaktırmadan, hafifçe Koray’ın ayağına vurdu. Koray, bu vuruşun altında yatan ‘Karşıma oturdu lan, karşıma oturdu!’ sevinç cümlelerini duyabiliyordu.

Garson kız elindeki dört menüyü teker teker önlerine bırakırken, Koray “Bana menü bırakmanıza gerek yok; sade soda getirseniz yeterli” dedi. Garson kız elinde bir menüyle geri dönerken, Burak gülerek “Çok yedin sabah” dedi. Koray sadece ‘evet’ dercesine başını salladı. Garson kız tepsiyle beraber bir şişe soda ve bardak getirdiğinde diğerleri de siparişlerini söylemişti. Koray, sodasından bir yudum aldıktan sonra, Sinem’e bakarak konuşmaya başladı;
“Sen de İstanbul’un yabancısı mısın, Sinem?”

“Yok değilim; doğuma büyüme İstabul’dayım. Neden ki?”

“Bilmem, sormak için sordum. Her şeyin nedenini merak eder misin?”

“Etmeli miyim?”

“Bazen…”

Koray ve Sinem konuşurken, Berna’da Burak’a dönüp konuşmaya başladı;

“Pizza sipariş ettiğine göre sen bu sabah kahvaltı etmedin herhalde”

“Çok az yedim. Hem bana diyene bak, sen de direkt tatlı söyledin”
“Bugün canım epey tatlı istiyor”

Koray, Burak’a dönerek “Birader sen hobi olarak milletin yediklerinin çetelesini mi tutuyorsun?” diye sordu gülerek. Burak, Koray’ın az önceki halini taklit ederek, ses tonunu da değiştirip “Bazen…” dedi. Masadaki herkes Burak’ın bu haline gülmeye başladı. Sinem gülerken yanlışlıkla eli Koray’ın eline değdi… İkisi de pek oraları olmadı. Gülüşmeler eşliğinde edilen sohbet, garson kızın siparişleri getirmesi ile bölündü. Garson kız herkesin önüne siparişleri bıraktıktan sonra, Koray’a “Beyefendi, siz başka bir şey ister misiniz?” diye sordu. Koray, soda şişesini uzatarak “Sütlü kahve getirirsen süper olur” dedi. Sonra tekrar sohbet etmeye başladılar. Berna, Burak’a “Ne zamandan beri blog yazıyorsun?” diye sordu. Burak, ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra “Neredeyse dört ay olacak. Home ofis çalışabileceğim işte arıyorum bir yandan” dedi. Sinem “Ne blogu?” diye sordu, ardından “Sen ne iş yapıyorsun Koray?” diyerek sorusunu genişletti. Konuşmaya önce Burak cevap verdi.

“Reklamcıyım. Bir şirkette reklam senaryoları yazıyordum, işten ayrıldım. Bir süredir de bir blog sitesinde reklamcılık üzerine makaleler yazıyorum”

“Benim bir kitap dükkanım var.”

“Hiç esnaf tipin yok. Sanki buradan çıkınca bir bara gidecek gibisin”

“Sen beni bir de dükkan önünde tavla oynarken izle”

“Dükkan önünde tavla oynama devri bitmedi mi hala?”

“İlgini çekti galiba…”

Koray ve Sinem birbiriyle biraz esprili, biraz göndermeli konuşurken… Masalarına sarışın dalgalı saçlı bir kadın geldi. Görüntü anlamında Berna ve Sinem’den daha gösterişliydi. Elini, Koray’a uzatıp “Koray, ne güzel bir tesadüf bu” dedi. Koray, havada ona doğru uzatılmış eli tutarak tokalaştı. Yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirip “Yerim yurdum belli, sen uğramıyorsun” dedi. Kadın, masadaki diğer kişilere “Çok hayırsız bir adam ya…” dedi, gülerek… Ardından “Neyse, rahatsız ettiğim için kusura bakmayın; Koray’ı görünce selam vermek istedim” deyip bir iki masa arkaya oturdu. Masadakiler kadını süzerken kim olduğunu sormadılar ama hepsi kadının güzelliğine hayret etmişlerdi. Koray, az öncekinin aksine daha samimi bir gülümseme ile *“Eski bir arkadaş”- dedi. Burak havayı dağıtmak için “Sinem, sen ne iş yapıyordun?” diye sordu. Sinem, Burak’ın sorusuna cevap verirken bir yandan da çaktırmadan arka masalara geçen kadını kesiyordu;
“Moda tasarım okudum ama şuan işsizim. Annemim butik dükkanına yardıma gidiyorum çoğu zaman”

Koray, gülerek “Hiçte esnaf tipin yok aslında” dedi.

“Sen beni bir de dükkan önünde tavla oynarken gör”

“Senin gibi güzel bir hanımefendi oynarken eminim tavla oyunu anlam kazanıyordur”

Berna, Koray’ın verdiği bu cevaptan sonra, Burak’ın elini hafifte dürterek “Senin bu arkadaşın millete hep böyle iltifat eder mi?” diye sordu. Burak, Berna’nın temas ettiği ele hızlıca bakıp bakışını kaçırdı. Burak, Berna’ya gülümseyerek bakıp; “Ne yapacağı belli olmuyor, iki gündür bana da iltifat ediyor” dedi. Sinem gülerek ama biraz sitemkar bir ses tonuyla “Yani iltifatlarının bir anlamı olmuyor” dedi. Koray, masadakilere bakıp “Farkındaysanız hakkında konuştuğunuz kişi hala burada… Ama tuvalete gitmem lazım, arkamdan daha rahat konuşabilirsiniz” dedi içten bir şekilde gülerek.

Koray tuvalet bölümüne doğru giderken az önce ona selam veren kadın da ayağa kalkıp tuvalet bölümüne yöneldi. Masadakiler de bunu fark edince ‘tesadüftür’ diye düşündüler. Koray, erkekler tuvaletine gireceği sırada kadının sesini duydu.

“Önce seviş, sonra ne ara ne sor… Oh ne güzel dünya!”

“Yasemin, ne demek istiyorsun?”

“Diyorum ki; şerefsizsin! Beraber olduğun kadını insan bir arar sorar”

"Seninle sevişmek için yalvardım mı? Seninle zorla mı seviştim?

Seviştikten sonra düzenli olarak arayacağım diye söz verdim mi?"

“Hayır ama…”

“Aması yok! Geçmiş geçmişte kalır. Görüşürüz.”

Koray, Yasemin’in tekrar konuşmasına izin vermeden tuvalete girdi. Yasemin’de kadınlar bölümüne girdi. Koray, beş dakika tuvalette oyalandıktan sonra elini yüzünü yıkayıp tuvaletten çıktı. Masasına doğru giderken, Yasemin’in çoktan tuvaletten döndüğünü ve kendi masasına geçtiğini gördü. Koray yerine oturduktan sonra “Ne konuşuyorsunuz bu kadar hararetli?” diye sordu. Sinem, kumral saçlarını arkaya doğru atarak “İlişkiler falan filan” dedi. Burak önce Sinem’e, ardından Koray’a bakarak “Sinem kimseye bağlanamıyormuş” dedi. Koray, gayri ihtiyari bir şekilde ve gayet içten bir ses tonuyla “Ne güzel” dedi. Burak ve Berna sessizlikle Koray’a bakınca, Koray “Yani güzel derken… İnsanın kendini bilmesi güzel bir şey” diyerek kendini düzeltti. Berna ‘kesin öyledir’ dercesine başını sallayıp, Burak’a döndü. Sohbet oldukça samimi bir şekilde devam ederken, Yasemin’de kafeden ayrılmıştı. Sinem gülerek ama gayet meraklı bir şekilde “Şu kadın… Eski sevgilin falan mıydı?” diye sordu. Koray, kafenin camından Yasemin’in gidişini izlerken “Değil. Dediğim gibi, eski bir arkadaş” dedi.
Koray bir yandan sohbet ederken bir yandan da Burak ve Berna’yı inceliyordu. Kendisinin ve Sinem’in aslında bir çeşit piyon olduğunu anlamıştı. Berna genelde Burak’a sorular soruyordu, Koray’a ara sıra laf atıyordu. Ara sıra kurulan fiziksel temasları da fark ediyordu. Sinem, Berna’ya nazaran daha girişkendi. Koray, önündeki çaya uzanırken telefonu çaldı…

“Efendim abi?”

“Koray, bir müşteri geldi. Geçenlerde epey kitap sipariş etmiş… Kitaplar geldiyse almak istiyormuş”

“Acelesi neymiş; pazar günü kitapları almak istiyormuş?”

“Ne bileyim ben. Sen müsait misin? Gelebilir misin?”

“Yarım saate gelmiş olurum oraya”

“İyi, tamam o zaman”

Koray, telefonu kapattıktan sonra merakla bakan gözlere denk gelince “Benim dükkanın orada aktarcılık yapan Necmi abi aradı. Benim müşterilerden biri getirttiği kitapları alacakmış… Ben kalkayım. Arada tekrarlayalım bunu” dedi. Koray, kalkmaya hazırlanırken, Sinem’de “Annem dükkanda temizlik yapacaktı, benim de onun yanına gitmem lazım… Beraber kalkalım o zaman” dedi. Burak bu duruma en sevinmiş hem de gerilmişti. Koray’a dönerek “Hesabı biz hallederiz, siz gidin madem” dedi. Koray, Burak’ın omzuna ‘sağ ol’ dercesine vurup çıkışa doğru yürümeye başladı, Sinem’le beraber. Kasanın önünden geçerken durdu.

“Bakar mısın kardeşim. Şu masanın toplam borcu ne kadar?”

“Ooo, Koray Abi… Hangi masa, 23 numara mı?”

“Numarasını bilsem parmağımla işaret eder miyim sence kardeşim?”

“Haklısın abi. Tamam, 23 numara…”

Koray, cüzdanını çıkarken, Sinem “Olmaz öyle şey, ben de ortak olacağım o zaman” dedi. Koray, kasadaki adamın söylediği rakamın üstünde bir para vererek “Burak’la bir kız arkadaşı var masa da, başka bir şey sipariş ederlerse diye biraz fazla veriyorum… Para üstü kalırsa şu işe yeni girmiş garson kıza bahşiş olarak verirsin”

“Tamamdır abi. Eyvallah.”

Sık sık bu kafeye geldikleri için hemen hemen birçok çalışan Koray ve Burak’ı tanıyordu. Kafeden çıktıktan sonra, Sinem “Ayıp ettin ama! Niye hepsini sen ödedin?” diye sordu. Koray düşünmeden cevap verdi;
“Burak’a borcum vardı, o yüzden…”

“Burak’a borcun varsa neden Berna ve benim hesabımı da ödüyorsun?”

“Her şeyin nedenini merak eder misin?”

“Bazen… Yalnız kaldılar, ayıp olmamıştır umarım”

“İnsanların bazen yalnız kalmaları gerekir”

Koray ve Sinem bir yandan konuşup bir yandan yürürken, Koray “Benim dükkan pek uzakta değil. Eğer biraz vaktin varsa uğrayabilirsin… Hem kitapları falan incelemiş olursun.” dedi. Sinem cep telefonunu çıkartıp annesini aradı; kısa bir telefon görüşmesinden sonra “O da daha temizliğe başlamamış… 1-2 saat daha vaktim var gibi” dedi. Böylelikle Sinem’in de rotası dükkan olmuştu.

5.Bölüm: İki Piyon Birbirini Yedi
Tatlı bir sohbet eşliğinde yaklaşık yarım saatlik yürüyüşün ardından, karşılıklı dükkanların olduğu kapalı bir caddeye girdiler. Biraz ilerledikten sonra Koray, deri ceketini sağ cebinden çıkardığı bir kumandanın düğmesine bastı; köşede kalan bir dükkanın otomatik kepenkleri yukarı kalkmaya başladı. Caddenin köşesinde kalan, dikkat çekici bir dükkandı. Kapıda “Dertlerinizi dışarıda bırakın. Hoş geldiniz” yazıyordu. Sinem daha dükkanın içine girmeden dükkanı beğenmişti. Koray, kapı kilidini açıp “Geç bakalım” dedi. Sinem içeri girer girmez etrafı incelemeye koyuldu. Sağ ve sol duvarlarda boydan boya raflar vardı; hepsi de kitap doluydu. Dükkanın ortasında da belli bir uzunlukta raf vardı. Genelde beyaz ve ahşap renk kullanılmıştı; eski ile modern zamanın birleşimi gibiydi. Ortadaki rafı geçince tam karşıda, dükkanın diğer ucunda bir masa duruyordu. Masanın üstünde bir bilgisayar ve birkaç kitap duruyordu; masanın tam önünde de iki tane tekli deri koltuk vardı. Sinem, sağına soluna bakarak yürüdükten sonra kendini deri koltuklardan birine bıraktı. Koray’da masanın diğer tarafındaki döner sandalyesine oturdu.

“Dükkanının epey güzelmiş. Birazdan tek tek bakacağım kitaplara…”

“Tek tek bakacaksan en az bir hafta dükkanda sabahlaman lazım”

“O zaman bende ara sıra uğrar bakarım”

*“Neden olmasın… Bu arada kahve falan içer misin?” *

“Olur, içerim”

“O zaman ben alt kata ineyim…”

Koray sağ tarafında kalan merdivenlere yürüdü. Koray alt kata inince, Sinem’de tekrar ayağa kalkıp kitapları incelemeye başladı. Eline aldığı her kitabın arka kapak yazısını okudu. Seçtiği birkaç tane kitapla tekrar yerine oturdu. Beş dakika sonra Koray elinde iki kahve kupasıyla yukarı çıktığında, Sinem’i elindeki kitaplarla gördü.

“Edgar Allan Poe, Charles Bukowski, Arthur Conan Doyle, Albert Camus. İlginç bir sentez… Kafan karışık olabilir mi?” Koray, bunu sorarken bir yandan da gülüyordu.

“Çocukken Sherlock Holmes hikayelerine bayılırdım. Lise zamanlarımda da Camus okumaya başladım… Poe ve Bukowski’ye yeni yeni merak sardım”

“Giderken hatırlat sana bir hediye vereyim”

“Hatırlatayım mı? İstersen bir de hediye ver diye yalvarayım”

“Kahveni soğutma”

Sinem, kahvesinden bir yudum aldıktan sonra “Alt katı depo olarak mı kullanıyorsun?” diye sordu.

“Yok. Alt kat ufak bir ev odası gibi. Bilgisayar, masa, kettle falan var”

“Hadi ya, merak ettim”

“İkinci kahveleri alt katta içeriz”

“Olur”

Koray ve Sinem sohbet ederken dükkanın kapısı açıldı. 50’li yaşlarında, kır saçlı, yaşını belli etmeyen ama babacan tavırlı bir adam içeri girdi. Kapı girişinden sadece Koray gözüküyordu, ortadaki raf Sinem’i gizliyordu. İçeri giren adam “Koray, evlat… Dediğin gibi zamanında aradım mı seni? Olmayan müşterinin yalanını da söylettin ya bana… Vallahi helal olsun” dedi. Koray hafif bir tebessümle Sinem’e bakış atıp, adama döndü. Adam biraz daha ilerleyip Sinem’i görünce “Kusura bakmayın. Koray, misafirin olduğunu bilmiyordum” dedi. Koray gayet içten bir şekilde gülümseyip konuşmaya başladı…
“Sıkıntı yok, Necmi abi. Tam zamanında aradın… Teşekkür ederim”

“Sen yeter ki iste… Ben gideyim. Tekrar kusura bakmayın”

Necmi dükkandan çıkar çıkmaz, Sinem bir kahkaha attı.
“Sen var ya sen… Bilerek arattın kendini, Burak’ı tek bırakmak için. Ya ben kalkmasaydım da onlar yalnız kalamasaydı”

“Kabul edelim, Berna’nın ısrarları ile bugün buluştunuz. Büyük ihtimalle sana ‘dün akşam iki kişiyle tanıştım, fena kişilere benzemiyorlar’ diyerek bizden de bahsetti. Dürüst olmak gerekirse onun amacı ikimizden birini yakından tanımaktı; seni de yanına eküri olarak seçti. Senin de o masadan kalkacağını umarak… Ya da senin de masada kalkacağın hissederek kalktım. Ama sadece ben kalkmış olsaydım ve Burak’ı orada ikinizle yalnız bıraksaydım büyük ihtimalle sağlam bir küfür yerdim.”

“Peki ya Berna’nın asıl amacı seni tanımaksa?”

“Görünen köy kılavuz istemez. Bana doğru düzgün soru bile sormadı. Ben kalkınca sen de kalktın, çünkü kendini o masada yalnız hissedeceğini düşündün… En azından bilinçaltın bu mesajı verdi. Kabul edelim; ikimiz de bugün piyonuz”

“Anlaşıldı… Sherlock Holmes hikayelerini seven sadece ben değilmişim”

“Sherlock Holmes karakterini severim ama ben Edgar Allan Poe’nun yarattığı Auguste Dupin karakteri olmayı tercih ederim”

“Maalesef onu tanımıyorum.”

Koray ayağa kalktı. Raflar arasında kısa bir gezintinin ardından eline ince bir kitap alıp Sinem’e uzatıp tekrar yerine oturdu. Sinem kitabın adını sesli bir şekilde okudu “Morgue Sokağı Cinayetleri”

“Sana hediyem bu olsun. Dupin karakterini tanımış olursun.”

“Teşekkür ederim… Bir şey daha soracağım: az önceki abi, doğru zamanda arayacağını nereden biliyordu?”

“Tuvalete gittiğimde aradım”

“Anladım. Senin peşinden o sarışın kadın da tuvalete gitti”

“Biliyorum, konuştuk”

“Doğruyu söyle; eski sevgilin miydi?”

“Kafede de söylediğim gibi; eski bir arkadaşım sadece”

Sinem, önünde duran boş kahve kupasını eline alarak “Kahve stoğun bitti herhalde!” dedi gülerek. Koray’da kendi kupasını eline alarak ayağa kalktı “İkinci kahveleri alt katta içecektik” dedi. Dar merdivenlerden aşağıya önce Koray inmeye başladı, bir basamak ardında da Sinem vardı. Birkaç sandalye, bir masa ve bir bilgisayardan oluşan, depodan hallice bir yer beklerken, gördüğü görüntü onu şaşırtmıştı. Üst kata göre küçüktü ama iki kişinin gayet rahat hareket edebilirdi. Merdivenlerin sol tarafında duvara dayalı şık bir çekyat duruyordu. Sağ duvarın dibinde ahşap renkli bir masa, masanın üstünde de birkaç kitap ve iki tane bilgisayar vardı. Masanın hemen arkasında, sadece oturanın kendini görebileceği büyüklükte bir ayna vardı… O masanın hemen yanında, merdivenlere kadar uzanan iki masa daha vardı. Birinin üstünde kahve malzemeleri, diğer masanın üstünde iki adet 10 kiloluk dambıl duruyordu. Duvarlarda da çeşitli filmlerin posterleri, küçük kağıtlara yapılan çizimler yapıştırılmıştı. Koray suyun kaynamasını beklerken, Sinem “Burası daha güzelmiş” dedi. Koray hızlıca sağına soluna bakarak “Yani fena değil. Çoğu zaman vaktimi burada geçiriyorum” dedi. Sinem’in kendini çekyatın üstüne bırakmasıyla, suyun kaynadığını söyleyen ‘tık’ sesi aynı ana denk gelmişti. Koray, dibinde kahve tozları olan kırmızı kupalara kaynar suyu döküp karıştırdı; bir tanesini Sinem’in yanındaki küçük sandalyeye, diğerini de bilgisayarların olduğu masaya koydu.
Sinem çekyatta, Koray masanın önündeki sandalye de oturuyordu. Aralarında bir buçuk metre ya vardı ya da yoktu. Sinem kahvesinden bir yudum aldıktan sonra, biraz da cilveli bir ses tonuyla konuşmaya başladı…

“Senin var ya kesin çok fazla sevgilin olmuştur.”

“İki tane sevgilim oldu bu zamana kadar. Birisiyle olmadı ayrıldık, diğeriyle evlendik ayrıldık”

“İki tane olduğuna kesinlikle inanmam”

Koray, Sinem’in cilveli bir oyun oynadığını fark edince oyununa ortak olmaya karar verdi.

“Takıldığım her kadını sevgiliden sayamam sonuçta”

“Şu sarışın kadın da takıldıklarındandı yani”

“Öyle. Sen bu kadını niye bu kadar kafaya taktın ki?”

“Bence çok güzel bir kadındı… Belki biraz kıskanmış olabilirim güzelliğini”

Koray konuşurken bir yandan da Sinem’i inceliyordu. Siyah deri taytı, botları, onları tamamlayan trençkotu, kumral saçları ve yüzündeki çok az makyajla hem çok sade, bir o kadar da çekici görünüyordu. Koray genelde karşısındaki kadının gözlerinin içine bakarak konuşurdu, yine aynısını yapıyordu.

“Birkaç güzel kıyafet ve doğru makyajla herkes çok güzel zaten… Ama gecenin sonunda herkes biraz çirkindir. Senin ise duru bir güzelliğin var; kıskanma başkasını” Koray, iltifat etmek için iltifat etmemişti. Gerçekten de Sinem’in duru bir güzelliğe sahip olduğunu düşünüyordu.

“Demek o yüzden iki saattir beni inceliyorsun”

Koray, saatine bakarak “İki saat değil; hemen hemen 15 dakika”
İkilinin arasında bir cinsel gerilim oluşmuştu, birisi hamle yapsa diğeri devamı getirecek gibiydi. Koray buna benzer birçok sahneyle baş başa kaldığından alışkındı. Böyle bir durumda genelde kadınlar bir bahane ile biraz daha yakınlaşırdı ve Koray, devamının geleceğini bildiği hamleyi yapardı. Sinem’in bir bahaneyle yakınlaşmasına gerek yoktu; konuşma şekliyle, oturmasıyla, etrafına yaydığı enerjiyle ‘ben buradayım’ diyordu. Koray’ın kalp ritmi normalin biraz üstüne çıkmıştı, vücudu yanıyordu ama elleri buz gibiydi… Bünyesinin ona gönderdiği mesajı almıştı. Kahvesinden epey büyük bir yudum içtikten sonra “Yalnız galiba benin gözlerim biraz bozuk. Şu duru güzelliğe biraz yakından bakayım” deyip ayağa kalktı. Sinem’de gülerek, yanına doğru gelen Koray’a baktı. Koray, Sinem’in tam dibine oturdu. Sinem’in kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu, Koray’da sanki bu sesi duyuyordu.
Koray tereddüt etmeden Sinem’in dudaklarına yaklaştı. Önce karşılıklı bir iki öpücüğün ardından dilini Sinem’in ağzının içine soktu. Diller birbiri ile savaş verirken, Koray deri ceketinin cebindeki kumandaya basınca kepengin sesi duyuldu. Sinem’de trençkotun önündeki bağı çözüyordu. Trençkotun önü açılınca, Koray sol eliyle Sinem’in sağ memesini avuçladı kazağın üstünden. Bunu yaparken ne fazla sertti ne de fazla yumuşak. Sinem bir yandan ağzının içindeki dili yenmek ister gibi mücadele ederken, bir yandan da trençkotunu çıkartıyordu. Koray pes eder gibi kendini geri çekince, Sinem derin bir nefes aldı. Koray, karşısında saçı başı dağılmış, nefes nefese kalmış güzel kadının kazağını tek hamlede çıkardı. İçi epeyce dolu olan dantelli toz pembe sütyen, Koray’ı daha çok yükseltmişti. Sinem sadece sütyenle kalınca, az evvel yarı da bırakılan dil savaşının rövanşına geçmişlerdi. Bu sefer dil hareketlerinde üstünlük Koray’daydı. Koray öpüşürken bir yandan da deri ceketini çıkarmıştı. İkisinin de kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Koray sarılır pozisyonda ellerini arkaya doğru atıp sütyenin kopçasını çözdü. İki yumuşak doku özgürlüğünü ilan etmişti. Sonra her şey oldukça hızlı ve ateşli gelişti. İkisi de saniyeler içinde çıplak kaldı ve birkaç pozisyonla yarım saat sürecek mutluluk yoluna girdiler.

İkisi de nefes nefese kalmış ama rahatlamış bir vaziyette, açmadıkları çekyatın üstünde kucak kucağa yatıyorlardı. Sinem yere düşen çantasına uzanarak içinden sigara paketini çıkardı; içinde tek bir sigara çıkardıktan sonra Koray’a da uzattı. “Sigara kullanmıyorum” yanıtını duyunca şaşırdı. Koray biraz daha doğrularak ve gayet içten gülerek “Ne oldu şimdi… İki piyon birbirini mi yedi?” dedi. Sinem gülmekten sigarasını yakamadı. Sigarasından bir iki duman çektikten sonra “Bizimkiler ne yaptı acaba?” diye sordu, Sinem.

*“Herhalde hala kafede bir şeyler sipariş veriyorlardır”

“Biz ne yapıyoruz peki?”

Koray, masanın üstündeki kahve kupasını işaret ederek “Kahve içiyoruz… İçiyorduk”

“Her kahve içtiğin kadınla böyle efor sarf ediyorsan sağlam kondisyon lazım sana”

“Sen nasıl buldun kondisyonumu?”

“Ritmik ve sert”

İkisi de güldü. Sinem çantasının içinden telefonunu çıkartıp saate baktı; 16:56’ydı. Annesinden gelen bir sürü de cevapsız arama vardı. Sinem hızlıca üstünü başını giyip, biraz da kendine çeki düzen verip “Ben gitsem sana ayıp olmaz değil mi? Annem mahvedecek beni” dedi. Koray’da bir yandan giyinmişti. Az önce çıplak gördüğü bu güzel kadını tekrar incelerken “Saçmalama… Ama bunu tekrarlarsak fena olmaz” dedi. Sinem telefonun rehber bölümünü açarak “Numaranı söylesene” dedi. Birbirilerine numaralarını verdikten sonra Koray, kepenk kumandasına bastı. Sinem gittikten sonra Koray kendini kuş gibi hissediyordu. Bir kahve daha içtikten sonra dükkandan çıkıp eve doğru yol aldı.

6.Bölüm: Birkaç Yumruk
Koray, Burak’ın eve henüz gelmediğini düşünerek kapıyı anahtarla açtı; ama Burak’ın evde olduğunu gördü. İkisinin de yüzü gülüyordu. Koray üstündeki deri ceketi çıkartırken “Yüzün gülüyor, hayırdır?” diye sordu. Burak sanki aklına bir şey gelmiş gibi yüzündeki tebessümle ama biraz daha ciddi şekilde "Hayır, hayır da… Sen niye tüm hesabı ödüyorsun?" dedi. İkisi de kendilerini salondaki tekli koltuklara bırakmışlardı.

“Kardeşimize bir kıyak yapayım dedim”
“Eyvallah ama gerek yoktu be oğlum… Ama harbiden teşekkür ederim”
“Tamam tamam, uzatma. Ne oldu, ne yaptını?”
“Kardeşin hızlı çıktı. İkinci buluşmayı ayarladım… Başbaşa”
“Helal lan sanai harbiden çok hızlısın”
“Yalnız sana bir şey diyeyim mi, bence Sinem’de senden hoşlandı”
“Yok be oğlum. Hem nereden anladın?”
“Nasıl nereden anladın oğlum. Sözde bu işlerde uzman olan kişi sensin! Görmedin mi kız seninle konuşmaya çalıştı hep”

Koray ciddi durup gülmemeye çalışarak “O zaman kardeşine bir kıyak yapıp Berna’dan telefon numarasını istersin. Ya da dur bir saniye…” deyip elini pantolonun cebine sokup telefonunu çıkardı; rehber kısmını açıp “Sinem” ismine tıklayıp, telefonu Burak’a uzattı.

“Tesadüfe bak, kızın numarası benim telefona kaydolmuş”
“Ne ara yaptın, nasıl yaptın lan?”
“Boş ver, boş ver! Aç mısın? Yemek falan söylesek mi?”
“Fikret Abi’den iki tane dürüm söyleyelim”
“Sen söyle ben de bir elimi yüzümü yıkayayım”

Koray banyoya doğru giderken, Burak’ta yemek sipariş etmek için numaraları çevirmeye başladı. Günün yorgunluğunu birer dürümle atlatmayı planlıyorlardı. Evin içinde ikisinin de hissedebileceği tatlı bir huzur vardı. Koray için ekstra bir durum söz konusu değildi ama Burak uzun zamandır yalnızdı… Belli bir sürenin ardından ilk defa böyle hafiflemiş hissediyordu. Koray elini yüzünü yıkarken salondan telefonun sesini duydu “Burak, kim arıyor?” diye seslendi. Burak’ın soğuk bir ses tonuyla, sadece “Özden” diye cevap verdiğini duydu. Hızlıca elini yüzünü kurulayıp salona gitti. Burak’ın elinde ısrarla çalan telefonu aldı, derin bir nefes alarak telefonu açtı.

“Efendim?”
“Koray, müsait misin?”

Koray, Özden’in ses tonunu oldukça tedirgin buldu. Olabildiğince sakin bir ses tonuyla konuşmaya karar verdi…

“Müsaitim, Özden. Bir sorun yoktur umarım.”
“Aslında… Eğer uygunsan sana gelebilir miyim?”
“Tamam, gel”

Tüm konuşma bundan ibaretti. Burak meraklı gözlerle Koray’a bakarak “Bir şey mi?” olmuş diye sordu. Koray, dudaklarını büzerek “Bilmiyorum” dedi, kendini koltuğa attıktan sonra “Gelebilir miyim? diye sordu sadece” diye devam etti. Burak, Koray’ın önünde sağa sola yürüyerek “Umarım kötü bir şey olmamıştır. Özden iyi bir kadın” dedi. İkisi de derin bir sessizliğe gömülmüştü. Kapının zili çalınca, Burak, koşar adımlarla kapıya gitti. Karşısında az evvel söyledikleri dürümleri görmeyi beklemediği için yüzünü buruşturdu. Elinde dürüm poşetini sallayarak salona girip “Dürümlermiş” dedi. Yemek yemekten ve beklemekten başka yapacak bir şeyleri yoktu.

Yemeklerini bitirdikten ve bir hayli mayıştıktan sonra kapının zili tekrar çaldı. Burak yine aynı koşar adımlarla kapıya gitti. Karşısında sarışın bir kadını görünce bu sefer yüzünü buruşturmadı. Gayet samimi bir tavırla “Hoş geldin, Özden” dedi. Özden yüzüne yarı gerçek, yarı zoraki bir tebessüm yerleştirerek “Hoş buldum, Burak. Koray içerdi mi?” diye sordu. Burak, başını sallayıp “Salonda” deyip kenara çekildi. Özden salona giderken, Burak kendi odasına doğru ilerledi. Özden salona girdiğinde Koray oturuyordu; Özden’i görünce ayağa kalktı. Birbirini çok iyi tanıyan iki yabancı gibilerdi. Koray olağanca samimiyetiyle “Hoş geldin, geç otur” deyip, yanındaki tekli koltuğu işaret etti. Özden, boynuna çapraz şekilde astığı siyah renkli çantasını çıkarttıktan sonra oturdu.

“Kusura bakma bu saatte rahatsız ettim”
Koray, Özden’i dikkatli bir şekilde inceliyordu. Sarı saçlarına, mavi gözlerine, beyaz tenine ve bunları gururla taşıyan bedenini… Güzelliğinin altında bir hüzün taşıdığı her halinden belliydi. Koray iyice arkasına yaslanarak, rahatlatıcı bir ses tonuyla ağzını açtı.

“Özden, rahatla… Düşman değiliz ve bana rahatsızlık vermezsin”
“Düşman değiliz ama… Ne bileyim böyle eski eşinin evine gelmek falan”
“Eskiden evliydik, bize göre olmadığını anlayınca ayrıldık. Bir şey var söyle”
“Nasıl söyleyeceğimi tam bilmiyorum… Yani eski eşle bunu konuşmak”
“Özden, duygusal anlamda sen bana bir şey hissetmiyorsun, bende sana… Seni yakından tanıyan bir arkadaşla dertleşiyor gibi düşün”

Özden derin bir nefes aldı. Bir yandan da parmaklarını çıtlatıyordu. Konuşmaya nasıl başlayacağını bilmiyordu… Neden Koray’ın yanına geldiğini de bilmiyordu. Büyük bir tedirginlikle konuşmaya başladı.

“Senden sonra hayatıma bir iki kişi girdi çıktı. Yanlış anlama gönül eğlendirme gibi değil, gerçekten bir şeyler hissettiğim kişilerdi. Ama bir şeyler hissetmek tek başına yeterli olmuyor… 4 ay önce Selim diye biriyle tanıştım. Her şey ilk zamanlar çok güzeldi ama zamanla değişmeye başladı. İşleri kötü gitmeye başlayınca sinirli bir adam oldu. Her gün kavga etmeye başladık. İşi için 1 yıllığına, belki daha uzun bir süreliğine şehir dışına gitmesi gerekiyor. Benim de gelmemi istedi ama o kavgalarımız yüzüne ondan soğumuştum. Gelemem deyince de, o zaman uzak mesafe ilişki olacak, dedi. Onunla bir bağım olsun istemediğim için kabul etmedim. Deliye döndü, bağırdı çağırdı. Dün evime geldi… Yine bağırdı çağırdı. Ne olsa yakında gidecek diye alttan alıyordum ama bu sefer daha da ileri giderek bir tokat attı, koluma da vurdu. Polis çağırmakla tehdit edince gitti. Yarın temelli gidiyor ama bugün yine aradı, eve geleceğini söyledi. Yarın gideceği için en azından bugün onu görmemek için kendimi dışarı attım. Dalgın dalgın yürürken de kendimi senin evinin yakınlarında buldum”

Koray sakindi. Özden’i can kulağıyla dinliyordu. Ne kıskançlık duyuyordu ne de öfke… Sadece “Sana vurdu mu?” diye sordu.

“E… Evet”
“Şimdi o adamı arayıp bu sokağın adresini veriyorsun”
“Koray, saçmalama!”
“Saçmalamıyorum, Özden”
Özden, Koray’a bakıyordu. Ne bir kıskançlık görebiliyordu ne de en ufak bir öfke… Söyledikleri ile görüntüsü birbibirinin zıttıydı. Koray tüm sakinliği ile yeniden konuşmaya başladı
“O adamı ara, bu sokağın adresini ver sadece… Söz veriyorum bir şey yapmayacağım”
“Söz mü?”
“Söz”

Özden kucağında duran çantasının içinden telefonunu çıkartıp Selim’i aradı. Selim, Özden’in kendi evinin dışında bir yerde olmasını sorgulasa da verilen adrese gelecekti. Koray ve Özden arasında derin bir sessizlik oluşunca Burak’ta merak edip salona geldi. İkisinin sessiz sessiz oturduğunu görünce “İyi misiniz?” diye sordu. İkisi de sadece kafalarını ‘evet’ dercesine salladı. Burak tekrar odasına döndüğünde, Özden “Bir şey yapmayacaksın bak, söz verdin” dedi. Koray gülerek “Kızım, bir şey yapmayacağım” dedi.
Yaklaşık yarım saatlik bekleyişin ardından Özden’in telefonu çaldı. Özden korku ve heyecanla telefonu cevapladı.

"Alo…
“Özden, geldim ben. Neredesin?”

Özden telefonu omzuna götürerek Koray’a “Gelmiş. Ne diyeyim?” diye sordu. Koray sakinliğini koruyarak ayağa kalkıp “Konuşmaya devam et. Evden çıkma, beni bekle” dedi… Ardından hızlıca evden çıkıp sokağa indi. Apartman kapısının önünde sağına soluna baktı; sol tarafında, yaklaşık 20 metre uzağında bir adamın telefonda konuştuğunu gördü. Adama doğru sakin ama hızlı adımlarla yürüyüp tam önünde durdu. Sadece “Selim?” dedi. Karşısındaki adam “Evet” diye cevap verdi. Koray bu cevabı alınca sağ elinin kemiklerini Selim’in sol elmacık kemiği ile tanıştırdı. Selim böyle bir yumruk beklemediği için anında yere düştü. Ayağa kalkmaya çalışırken bir yandan küfür ediyor, bir yandan da “Kimsin lan sen?” diye soruyordu. Koray, Selim’in ayağa kalkmasına izin vermeden üstüne eğilip bu sefer de sol yumruğunu yüzüne indirdi. Özden pencereden olanı biteni izlerken sesini çıkarmamaya çalışıyordu. Çevredeki evlerin pencerelerinden de birçok kafa dışarı çıkmıştı. Koray yerde yatan adamın yakasını var gücüyle tutarak “Bana bak lan!” deyip adamı biraz daha sarstı, ardından konuşmaya devam etti “Bu yüze iyi bak! Bir daha bırak Özden’e vurmayı, yanlışlıkla telefonunu çaldırsan dahi bu yüzü hatırla! Özden senin yüzüne bir daha rahatsız olursa bundan daha beter bir hale sokarım seni!” Koray bir yandan konuşup, bir yandan adamı hırpalarken, Burak nefes nefese kalmış bir vaziyette araya girip “Koray, kendine gel” diye bağırıp, Koray’ı kenara çekti; ardından yerde yatan adama dönerek “Sen de kalk git” dedi. Selim ağzından ve burnundan gelen kanlarla koşar adımlarla oradan uzaklaşırken Burak, Koray’ın koluna girip apartmana doğru çekiştiriyordu. Burak, apartmanın girişinde meraklı gözlerle Berna’nın durduğunu görünce “Yarın konuşuruz” demişti sadece…

Koray ve Burak eve girdiğinde, Özden ağlayarak “Hani bir şey yapmayacaktın!” diye bağırdı. Koray hafif bir tebessümle “Bir şey yapmadım ki… Altı üstü iki tane yumruk salladım onun da yere düşesi varmış” dedi. Burak hem ortalığı sakinleştirmek hem de merakını gidermek için “Kimdi o adam ve senin gibi bir herifi nasıl sinirlendirdi? Her şeyden öte… Madem adam dövmeye gidiyorsun, neden beni çağırmıyorsun?” dedi.

*“Kardeşim yarın daha detaylı konuşuruz. Bu arada Berna’da senin için endişeliydi ha”
“Dedik oğlum sana işi ilerlettik diye”

Koray ve Burak’ın konuşmasını gözyaşlarıyla dinleyen Özden, sitemkar bir ses tonuyla “Az önce eski eşinin, eski sevgilisi ile kavga ettin şimdi de arkadaşınla erkek muhabbeti mi yapıyorsun?” diye sordu. Burak duyduğuna şaşırarak “Lan, dövdüğün herif Özden’in sevgilisini mi? Maço musun lan sen!” dedi. Özden araya girerek “Eski sevgili” diyerek Burak’ı düzeltti. Koray’da ciddi bir şekilde “Özden’e vurmuş” diyebilmişti sadece… Üçü de birbirine bakarken bir anda sinirleri boşaldı ve hep beraber gülmeye başladılar. Burak birkaç daha laf ettikten sonra odasına gitti.

Koray “Bugün eve gitmezsin. Sen benim yatakta yat, ben salonda yatarım”
“Olmaz. Sen yatağında yat, ben salonda yatarım”
“Sen eskiden de böyle laftan anlamazdın! Yat işte benim yatakta”
“Olmaz, o senin yatağın”
“Hayda… Çocuk gibi yer kavgası mı edeceğiz? Tamam o zaman ikimiz de benim yatakta yatalım”
Özden içten bir şekilde gülüp “Bunu diyeceğini biliyordum”
“Benim uykum var”
“Benim de”

Koray ve Özden beraber uyumaya gittiler…

Koray kendi işinin patronu olduğu için pazartesi sendromu yaşamıyordu, erken kalkma zorunluluğu da yoktu. Yine der erken uyanmayı seviyordu. Yorucu bir pazar gününün ardından gözlerini pazartesi sabahına açmıştı. Tek başına uyumamıştı ama tek başına uyanmıştı. Yanında Özden’i göremeyince garip bir boşluk yaşasa da, herkesin kendi gibi esnek çalışma saatlerinin olmadığını fark etmesi uzun sürmemişti. Yatağın içinde pek oyalanmadan kalktı. Her sabah yaptığı gibi önce üstünü giydi ardından banyoya elini yüzünü yıkamaya gitti. Burak henüz uyanmamıştı. Sabahları kahvaltı yapmayı pek sevmezdi, günün ilk kahvesini de dükkanda içerdi. Elini yüzünü yıkayıp saçlarını arkaya doğru attıktan sonra evden çıkmak için hazırdı. Pazartesi günlerini sevmemesinin tek sebebi insanların gereğinden fazla gergin ve aceleci olmasıydı. Pazartesi de hafta içinin diğer günleri gibi sıradan bir gündü ama herkes bugün işe geç kalmış gibi hızlı hareket ediyordu. Koray bu telaşlı insanların arasında kendi dükkanına doğru yürürken “İnsanların bunca telaşı ne uğruna?” diye düşünürdü. Yine dükkanına doğru giderken aynısını düşünüyordu ve yine bir cevap bulamıyordu.

Yarım saatlik bir yürüyüşün ardından hem dükkana hem kendine gelmişti. Dükkandan içeri girince sağ elinde bir acı hissetti. Dün attığı yumrukların acısı şimdi çıkıyordu. Hemen kahve suyu koymak için alt kata indi. Sinem’in kokusu hala duruyordu. Sinem’in kokusunu alınca dünü anımsadı… Öğle saatlerinde yeni tanıdığı bir kadınla sevişmiş, akşamında da eski eşinin eski sevgilisini dövmüştü. Kaynayan suyu kupaya dökerken kendi kendine gülüp “Hayat neden hem bu kadar zevkli hem de bu kadar dertli” dedi. Kahvesini yaptıktan sonra kupayla beraber üst kata çıktı. Masasının başına geçip bilgisayarın düğmesine bastığında telefonu çalmaya başladı. Arayan kişi Özden’di. Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra telefonu açtı.

“Efendim”
“Uyandırmadım, değil mi?”
“Yok. Dükkandayım, kahve içiyorum”
“Dün için tekrar teşekkür ederim. Sabahta işe gelmek için erken çıktım, tahmin etmişsindir”
“Tahmin ettim, sorun yok. Aradı mı o kişi?”
“Yok aramadı ama mesaj atmış. Özür dilemiş, helallik istemiş… Bu sabahta yola çıkmış”
“İyi bakalım o zaman. Arayıp sormak içinde illa başının derde girmesine gerek yok”
“Biliyorum, sağ ol”
“Bir şey değil. O zaman şimdilik görüşmek üzere, kendi dikkat et”
“Sen de dikkat”

Kısa bir konuşmanın ardından telefonu kapatmışlardı. Koray bir yandan kahvesini yudumlarken, bir yandan da yeni kitap siparişleri veriyordu internetten. Sipariş işlerini hallettikten sonra da yarım bıraktığı dizinin bir bölümünü açtı…
Bölümün son saniyesiyle, buz gibi olmuş kahvenin son yudumunu alması aynı anda olmuştu. Bir dükkanı işletiyor olmanın tek sıkıntısı müşteri gelene kadar vakit öldürecek şeylerin sınırlı olmasıydı. Bazen kitapları düzenliyor, bazen bir şeyler izliyordu. Ama bir şekilde bu sabahı da öğlene bağlamayı başarmıştı. Saatlerin ardından da dükkanın kapısı açılmıştı. Koray sinirle içeri giren orta yaşlı bir adamla yanında duran 18’li yaşlarında gözüken ve anımsar gibi olduğu kıza baktı. Koray bir terslik olduğunu hissetmişti. Henüz “Hoş geldiniz” diyemeden, adam öfkeyle “Sen ne biçim herifsin ulan şerefsiz!” demişti…

3 Beğeni

Bu hikayeyi epey uzun soluklu tasarladım, her gün bir bölüm paylaşmayı düşünüyorum. Tamamen hayata dair bir hikaye olmasını amaçlıyorum; dram, eğlence, ilişkiler, aile gibi konular ekseninde şekillenecek. Hikayeye başlamış birileri varsa yorum olarak düşüncelerini belirtirse sevinirim…

3 Beğeni
  1. Bölümü paylaştım. Bu bölümde bahsettiğim sıcak anların yaşandığı dükkanın alt katını, kendi dükkanımın alt katından ilham alarak yazdım. Görsel bir etki için bu bölüme özel bir fotoğraf bırakayım;

Not: biraz dağınık olabilir…:joy: