Kendisi başlı başına insanlık tarihinin önemli bir tanığı olarak, kitap, dizi, film, her ne tüketiyorsak öznelerinden biri olmuş ve olacak olan 2. Elizabeth bugün 96 yaşında hayata veda etmiş. Oğlu Charles 73 yaşında Kral olma hakkını elde etmiş. Bir süreliğine artık eskiden olduğu gibi “God Save the King” naralarıyla coşacak tribünler, kürsüler.
Tahta oturmak dışında ne yaptığını, ne işe yaradığını bilmediğim bir kadındı
Bence öyle değildi, hani bazı arabalarda yazar ya “Babamın gölgesi yeter” havasındaydı.
Bilmiyorum pana biraz pr ürünü gibi geliyordu.
Anneannem Charles ile yaşıt olduğu için o Diana mevzularına falan aşırı hakim biridir ve şuan evde kardeşini arayıp Diana’yı bu öldürdüyse öbür tarafta çekeceği var falan diye konuşuyorlar.Bu arada Charles ya da yeni ünvanı ile ‘Charles The Third’ İngiliz tarihinin en yaşlı tahta çıkacak kişisi olacak ki o da 90 yaşına falan yaşasa William da 50 lerinde tahta çıkar yani tahta çıkma yaşı torunlara kadar yine pek düşmeyecek.
Kanada, Avustralya ve Norveç gibi ülkelerin de hâlâ Britanya’ya (Kraliçe’ye) bağlı olduğunu ve referandumda bundan memnun olan halkları düşünürsek, pek de PR gibi görünmüyor.
The Crown’da Kraliçe’nin ağzından monarşi kavramı içinde kendi statüsünün gerekliliğini şu şekilde duyarız: Başbakanların güç zehirlenmesine uğramaması adına kendilerinden büyük bir statükonun orada Tanrının elçisi olarak bulunması ve kendisi onay verene kadar görüşmelere ayakta devam etmeleri elzem. Demokrasi ve cumhuriyetin burada ve Amerika’da işleyişini sabaha kadar tartışabiliriz ama yazılı bir anayasası olmayan Britanya’nın köklü geçmişiyle bu sistemi gayet güzel yürüttüğünü söyleyebiliriz.
Popüler kültür içinde rock devlerinden punk müziğe, postmodern ressamlardan ödüllü sinema ve tv yapımlarına kadar, (yoğun olarak) 60’lardan bugüne pek çok sanatçıyı etkilemiş, Hitler’i, Churchill’i, ABD başkanlarını, Monaco Prensesi Grace Kelly’i, Diana’yı gömmüş asırlık bir çınardan bahsediyoruz. Bu yüzyılın en önemli kişisi hiç şüphesiz. Çoğumuzun ailesinden de aynı dönemleri yaşamış insanlar var ama etki gücü olarak kendisiyle yarışacak bir ikinci isim yok 20. yy tarihinde. Severiz, sevmeyiz, bir denge unsuru olarak kendisini tanımak ve kabul etmek lazım.
Birleşik Krallık’taki monarşinin sembolik olduğu, devlet yönetimiyle ilgili bir işlevinin olmadığı, manevi bir otorite olduğu çok sık söylenir. Bu bir bakıma bir doğrudur. Çünkü ülkedeki yasama işlevi parlamento, yürütme işlevi başbakan ve bakanlar kurulu ve yargı işlevi de mahkemeler tarafından sağlanıyor. Monarşinin yetkileri çok ama çok sınırlı. Cromwell Devriminden beri kraliyetin yetkileri günümüze kadar adım adım azaltıldı ve bugünkü hâline geldi.
Bugün Birleşik Krallık’ta da Cumhuriyetçi hareketler var. Hatta onların da başlıca argümanı “halkın vergileri neden hiçbir işe yaramayan bu kraliyet sistemine aktarılıyor” şeklinde.
Fakat görünenin aksine monarşi sistemi o kadar etkisiz ve sembolik değil. Evet kraliçe (ya da şimdi kral) siyasi olaylara müdahale etmez, siyasi tartışmalara katılmaz, hatta oy kullanma hakkı olmasına rağmen tarafsız olabilmek adına bu hakkı kullanmaz. Kanun yapmaz, kararname imzalamaz. Olsa olsa gelen kanunu onaylayıp yürürlüğe sokar.
Peki sembolik denilen monarşi neden aslında o kadar da sembolik değil ve ülkenin mevcut sisteminde çok önemli? Çünkü Birleşik Krallık’ta sistem zaten maneviyat üzerine kurulur ve onunla ayakta tutulur. Bunu birkaç şekilde yapar.
- Ülkenin adı Birleşik Krallık’tır. Yani kral sadece İngiltere’nin değil İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’nın da devlet başkanıdır. Kraliyet ailesinin üyeleri İskoçya ve Galler gibi yerlerde ünvanlara sahiptir. Hatta daha yüksek düzeyde sembolik olarak buna başka ülkeler de eklenebilir. Ülkede bir cumhuriyet rejimine geçilmesi, İngiltere dışındaki ülkelerin ayrılma isteğini körükleyebileceğinden muhafazakârlar tarafından karşı çıkılır.
- Ülkenin kralı aynı zamanda dinî bir otoritedir. Birleşik Krallık birkaç yüz yıl önce Katolik Kilisesi’nden ayrılıp kendi kilisesi olan Anglikan Kilisesi’ni kurdu. Böylece tüm Avrupa’dan dinî olarak bağımsızlığını kazandı. Bu, ülke tarihini şekillendiren kritik bir olay. İngiltere Kralı (ya da Kraliçesi) bu kilisenin başıdır. Yani ülkeyi dinî olarak da bir arada tutmaktadır.
- Birleşik Krallık’ta monarşi, demokrasiyle çelişen bir kurum olarak ele alınmaz. Ülkenin kralı, demokrasiyi korumakla da görevlendirilmiştir. Seçim sonucunu tasdik eder, seçimi kazanan partinin liderini başbakan tayin eder, halkın demokratik tercihlerini reddetmez. Yetkisini aşıp böyle şeyler yaptığı zaman da ciddi buhranlar yaşanır. Zaman zaman Kraliçe 2. Elizabeth’in yetkisini de aştığı ve başbakanlarla sorunlar yaşadığı da oldu. Öte yandan Crown dizisinde kendisinin bir darbeye engel olduğu gösterildi.
- Kraliyetin halk üzerinde moral veren bir etkisi olması beklenir. Bir felaket mi yaşandı kraliyet ailesinden birileri oraya gider. Kraliyet ailesinin üyeleri açılışlara katılır, konuşmalar yapar, hayır işleri düzenler, savaş çıkarsa halka moral ve çağrısında bulunur vs. Halkın sevgisini kazanır ve halkın sisteme inancının yüksek tutulmasını sağlar.
- Son olarak, kral ya da kraliçe sıradan vatandaşlardan çok farklı bir pozisyondadır. Birleşik Krallık’ta aslında mülk sahibi olmazsınız, evet satın aldığınız ev ve araziyi kendi mülkünüz gibi kullanır ve mirasçılarınıza bırakırsınız ama hukuksal olarak bütün ülke kraliyetin mülküdür. Sembolik olarak kral, yetkileri kısıtlanmış olsa dahi tüm ülkenin sahibidir.
İngiliz monarşisinin tamamen etkisiz denilebileceği yerler ancak Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda gibi ülkelerdir. İngiliz hükümdarı o ülkelerin de sembolik hükümdarıdır.
Özetle, sembolik denilen kraliyet aslında İngiltere’ye derinlemesine nüfuz etmiştir ve kral ya da kraliçe ülke yönetimine hiç müdahale etmiyor görünse bile aslında ülkenin tutkalı olarak çok fazla şey yapmaktadır.
Bu sistem size mantıklı gelmeyebilir, ben de bu sistemi savunmak için yazmadım yukarıdakileri. Sadece sistemin ne olduğunu açıklamak istedim. Ki sadece İngiltere değil sembolik monarşilerin olduğu diğer pek çok ülkede de durum benzer. Ülkemizde böyle bir sistem olsaydı buna tereddütsüz karşı çıkardım.
Ki zaten Osmanlı Devleti’nde de son 50-60 yılda böyle sisteme geçilmeye çalışıldı ama başarılamadı. En sonunda Cumhuriyet’in kuruluşuyla süreç sona erdi.
İngiltere’de de monarşinin geleceği hep tartışılmıştır. Prens Charles’ın tahta oturmasıyla atacağı adımlara, yapacağı konuşmalara, ülkenin siyasi ekonomik ve toplumsal durumuna bağlı olarak bu sistem sık sık tartışılacaktır.
Bildiğim kadarıyla Norveç, Britanya’ya sembolik dahi olsa bağlı değil. Onların da kendi kraliyeti var.
Allah affetsin ama rahmetli çok yaşamıştı zaten
Büyükbabaannemin 105 ine kadar yaşadığını düşününce 96 bana çok büyük gelemiyor gözüme ya
96 diyorlar da bence daha fazladır
Hatta belki ölmemiş bile olabilir kim bilir
Gerçekten gömdüğüne eminim ama ispatlayamam. Eceliyle ölmedi bence. Diana ile ilgili birkaç belgesel izledim, hakkında yazılanları okudum. Büyük bir haksızlık yapılmış kendisine. Sadece Kraliçe değil, kraliyet ailesi ve çalışanları kadına eziyet için ellerinden geleni yapmışlar.
Irkçılığın ve sömürgeciliğin simgesiydi bu arada Elizabeth. Öldüğüne üzülmedim doğrusu. Charles onu aratır tabi Prens Harry ve eşi Westminster Abbey’de gerçekleşecek cenazeye katılacaklar mı acaba?
+1 /2020202202020202
- Yüzyılda monarşi aşırı saçma gelse de İngiliz kraliyet üyelerine ait haberleri, skandalları vs takip etmeyi seven biriyim :d
Kraliçeyi rahmetli babaanneme çok benzetirdim bu yüzden sempatik geliyordu bana. The Crown izlememin de sempatik bulmamda etkisi var gerçi.
Babaannemden 3 yaş büyük biri olarak ondan 1 yıl sonra öldü. Üzüldüm diyemeyeceğim ama garip bir şekilde etkileyici bir olay, hiç ölmeyecek gibi gelen sembol olmuş tarihi bir isim sonuçta.
Neyse RIP diyelim kendisine
O değil de consort da olsa Camilla kraliçe olacak ya🙄
Bilgilendirme için teşekkür ederim, bilmediğim bir çok yeni şey öğrendim.
Tahta oturmaktan başka bir şey yapmadı derken bunu kastetmiştim. Sadece iyi bir kraliçeydi ve uzun yaşadı.
Biz “özgürlük” kavramı peşinde koşup 5 yılda bir yönetim ve bazen de sadece yönetim değil devletin ideolojisini değiştirelim İngiltere gibi devletler de demokrasiyi dünyada haykırıp kendi içlerinde monarşiyi yaşatsınlar. İstediğiniz kadar kısıtlanmış deyin ancak kraliyet ailesi her zaman İngiltere’de demokrasinin kontrol edicisidir. Şimdi İngiltere için kendilerinin onaylamadığı bir şeyi hükümet yaparsa “e halkımız böyle takdir etmişler” diyerek kenara çekileceklerini düşünmüyorsunuz değil mi? Bizde 5 yılda bir bütün bir sistemi ve yapılan yatırımları bile değiştirebilecek düzeyde bir yönetim değişikliği yaşanırken İngiltere’nin hiç değişmeyen bir hükümeti her zaman var. Biz modern kavramları havada kapıp “özgürlük” “demokrasi” diye tutturmaya devam edelim. Böylece halk bölünmeye ve başa geçenler de seçim odaklı iş yapmaya devam etsin. İşler kavramlar kadar basit değil.
Kraliçeye üzülmedim. Kendisini ve başımda olduğu devleti zaten seven birisi değilim. Sonuçta başta Hindistan olmak üzere Avrupa’nın diğer devletlerinin yaptığı gibi dünya üzerinde birçok ülkenin kanını emerek güçlendiler.
Benim de anlatmaya çalıştığım şey buydu. Oradaki monarşinin, sanıldığı kadar sembolik olmadığını, sistemin derinlerine nüfuz ettiğini söylüyordum.
Düşünmüyorum. 2. Elizabeth döneminde ve hatta önceki hükümdarlar döneminde bunlar yaşandı da. Ve her seferinde ülkede büyük veya küçük bir siyasi kriz yaşandı.
Ben yukarıda Birleşik Krallık’taki sistemin ne olduğunu dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştım. O sistemi beğendiğimi söylemedim. Hatta Türkiye’de böyle bir sistem olsa ona tereddütsüz karşı çıkacağımı da söyledim. Ayrıca bir İngiliz vatandaşı olsam orada da monarşiye karşı olurdum. 21. yüzyılda böyle Orta Çağ kurumlarının, yetkileri ne kadar kısıtlanmış olursa olsun varlığına karşıyım.
Evet, Danimarka gibi. Norveç AB referandumunu reddetmişti, yemeğe giderayak yazarken ikisi karışmış.
Yazdıklarımı genişletmişsiniz, sistem kısmında VIII. Henry’nin uçkuru sebebiyle dinsel reformdan bahsetmek aklımdayken giremeyişe istinaden Anglikan’dan bahsedilmişken onu da yazın isterseniz. Thomas More, Catherine Howard, Anne Boleyn, Mary Tudor (Queen of Scots), Elizabeth I…
Ben İngiliz sistemini buraya yeğleyenlerdenim zira Almanya, İtalya, …, Türkiye, hepsi bu güç zehirlenmesiyle aynı noktaya geldiler. Biz şu an yaşıyoruz. ABD bile “ne oluyor” dedi Trump döneminde, sözümona cumhuriyet sisteminde demokrasi elden gidiyordu. Krallığın köklü geleneklerle sürdüğü Kuzey ülkelerinde de bir sıkıntı yok, iş sistemde değil köklü geleneklerde. Biz ne dünü ne yarını, sadece bugünü düşünen, tüketimini de yatırımını da ona göre yapan bir milletiz. 5 yıllık kalkınma planımız bile iki elin parmağını bulmamışken adamların yüz yıl sonrasını düşünen devlet politikalarıyla kıyas sunmamız düşünülemez bir ütopya. “Burada istemiyorum” denilen sistemler zaten istesek de gelmez. Machiavelli’nin “toplum kendisine yalan söylenmesini ister” kabilinden lafları maalesef en çok bizim coğrafya için geçerli.
Ayrıca sosyal medyada gördüğüm kadarıyla, şu yüzyılın en önemli tarihsel figürünü tanımaktan aciz herkes. Saçmasapan alaylar, geyikler… Burada kitap okuyan, hele de tarihsel yapıtları kitaplığına, bünyesine katan bir kesim varken daha ciddi yorumlar görmeyi isterim şahsen.
Bizim ülkemizin şöyle bir sıkıntısı var sahip olduğumuz ortak noktalarımız artık yok ya da yok edilmiş mi desem bilmiyorum. İngiltere’de köklü bir gelenek var ve bu gelenek temelinde olaylar değerlendirilebiliyor. Bizde ise kabul edilen gelenek 100 yıldan geriye gidemiyor. Herkesin -ya da en azından ezici çoğunluğun- kabul ettiği bir ortak noktamız olmadığı için bizim için demokrasi denilen şey daha da zararlı hale geliyor. Gelen kişi diğerleri dedikleri kesime engel olmadan iş yapabilir mi Türkiye’de? Pek sanmıyorum. Bir uzlaşı ve bu yönde bir çaba yok. Bu yüzden ülkemizin ilk kazanması gereken ortak bir kabuldür. Bunun ne olacağına zamanla insanlar karar verecek.