İkinci Bir Şans

Merhaba rıhtım sakinleri. Seçkiye yetiştiremediğim başka bir öyküyü daha burada sizlerin beğenisine sunmak isterim. İyi okumalar…

İkinci Bir Şans
“Benimle konuşabilirsin,” dedi öğretmeni. Adı gibi kendisi de Melek gibi görünen kadife sesli bir kadındı. “Bizler size yardımcı olmak için buradayız.”
Konuşabilir miydi gerçekten? Korktuğunu söyleyebilir miydi öğretmenine?
“Hayır!” diye cevapladı kendi kendisine. “O da herkes gibi seninle dalga geçecek.” Melek öğretmen öyle biri değil, diye düşündü. O yapmazdı. Diğerleri gibi onu kırmaz korkularıyla alay etmezdi. Bir an cesaretini toplayıp söylemek istedi; korkuyorum, insanların arasına girmekten korkuyorum, onlarla konuşmaktan korkuyorum, samimiyet kurmaktan ve güvenmekten korkuyorum, başarısız olmaktan korkuyorum, öylece ölüp gitmekten ve unutulmaktan korkuyorum… yalnız kalmaktan korkuyorum… ama bazen, bazen de beni anlayan tek şeyin yalnızlık olduğunu düşünüyorum.
Tam ağzını açmıştı ki bu sefer çevresinden sürekli duyduğu cümleler girdi araya.
“Korkak mısın sen?”
“Cesur ol biraz!”
“Erkek ol, korkma!”
“Korkma, her şeyi gözünden abartma!”
“Boşver onları herkes yaşıyor, yakında geçer.”
“Büyüyünce hatırlamazsın.”
Genç gülümseyerek gözlerindeki yaşları orada tutmayı denedi. Başını hızlıca sağa sola salladı. “Konuşacak bir şey hocam, teşekkür ederim.”
Melek öğretmenin yüzünde aniden beliren hüzün bulutları gülümsemesini dağıttı. “Benimle konuşmazsan sana yardımcı olamam. Lütfen!”
“Gerçekten bir şey yok öğretmenim. Söz veriyorum derslerime daha çok çalışacağım.”


“Buyur, lütfen otur.” Şirketin İnsan Kaynakları müdürü eliyle karşısındaki koltuğu işaret ederken samimi gülücükler saçıyordu. Adam aynı şekilde gülümseyerek içeri girip işaret edilen koltuğa yerleşti. Tek kelime etmeden müdürün önündeki kağıtları incelemeyi bitirmesini bekledi. “Bir şeyler içer misin?”
“Sağolun müdürüm, teşekkür ederim.”
“Pekala,” adam elindeki kağıtları gelişigüzel toplayıp bir kenara fırlattı. “Seni buraya çağırdım çünkü bilmeni istiyoruz ki biz seninle çalışmaktan oldukça memnunuz. Şirketimizde seni uzun yıllar görmek istiyoruz. Şirket içindeki yakın arkadaşlarınla sohbetlerine denk gelen bazı arkadaşlarımız buradan ayrılma isteğine kulak misafiri olmuş. Sebebini öğrenebilir miyim?”
Adam buraya başka bir sebepten çağrıldığını düşündüğü için şaşkınlığını gizleyemedi. Avuçlarını baldırlarına sürtüp derin bir nefes aldı. “Sanıyorum burada yaptığım iş, yapmak istediğim iş değil müdürüm. Ben daha farklı bir yerde çalışmak istiyorum; gerçekten bir şeyler üretebileceğim, kendime katkı sağlayabileceğim, yeni şeyler keşfedebileceğim bir yerde. Burada işimin rahat olduğu bir gerçek bunu inkar edemem. Çok fazla mesaiye de kalmıyoruz, birkaç yıldır çalıştığım için artık her şey rutin olarak kendi kendine ilerliyor diyebilirim. Ama burada aldığım paradan memnun olmadığım da sır değil zaten. Eminim buna da kulak misafiri olmuşsunuzdur.”
“Evet,” dedi müdür gülümseyerek evet duyduk. “Toplantı da bu konu açıldı. Sana yüzde elli zam yapma kararı aldık. Biz hala burada da kendine katabileceğin şeyler olduğunu düşünüyoruz. Hem bak şunu unutma piyasa çok kötü. Hayallerinin peşinden gitmek istemeni anlayabiliyorum ama üzülerek söylemeliyim ki şu şartlarda risk almak doğru değil. Baksana ülkemizin haline.”
Adam neredeyse bütün arkadaşlarının söylediği şeylerin aynısını söyleyerek kafasını karıştırmaya çalışan müdüre baktı. Yüzde elli zam kötü değildi. Piyasadaki şartlar için hala yetersizdi ama şirket ortalamasının oldukça üstünde sayılırdı. Bir şekilde onu rahatlatmaya yetecekti. Belki bir ya da iki sene daha burada çalışabilirdi.
Müdür gülümseyerek baktı kendisine. “Bak bu kader anı ona göre seçim yap.” Sesli bir kahkaha atarak ortamı daha da yumuşatmaya çalıştı. Belki bir, iki sene daha şansını denemeliydi.


Kahvesini kafaya dikip büyük bir yudum daha aldı. Cesaretini toplaması için yeterli olmadı. Zaten şu an cesaretini toplaması için kesinlikle kahveden daha fazlasına ihtiyacı vardı. Derin derin nefesler alarak birkaç masa önünde oturan kıza kaçamak bakışlar atmaya devam etti. Kendi kendine söz vermişti; eğer bir daha bu kafeye geldiğinde aynı kızı görürse cesaretini toplayacak onunla konuşacaktı. Şimdi konuşmak zorundaydı ve bunu yapmaması için onu ikna etmeye çalışan tarafı elle tutulur argümanlar sunuyordu.
“Kız çok güzel, sana bakmaz.”
“Gitmeliyim,” diye cevap verdi çekingen tarafına. “Bir daha görürsem gideceğim demiştim.”
“Rezil olacaksın. Kız sana gülecek, seni aşagılayacak ve suratına tükürecek.”
“Hayır en fazla kibarca reddedip onu rahatsız etmememi isteyecek. Kötü biri değilim ben iyi niyetle gideceğim yanına.”
“Kız gülmekten bayılacak. Resmini duvarlara astırıp ‘bu herif utanmadan benimle konuşmaya çalışıyor’ diyecek.”
“Bence çok abartıyoruz öyle bir şey olmayacak. Belki o da benden hoşlanacak.”
“Götüme kaş göz çizsem senden daha yakışıklı görünür.”
“Terbiyesizlik yapıyorsun. Hem her şey dış güzellik mi?”
“İlk karşılaşma da evet.”
Biraz sonra kafeye dalan ve rahat tavırlarla sesli, çok konuşan erken grubuyla birlikte tartışma sona erdi. Yakışıklı çocuklardan biri arkadaşlarının espirileri eşliğinde kızın masasına gidip oturdu ve konuşmaya başladılar. Göründüğü kadarıyla kız da çocuğun sohbetin memnundu. Kahvenin parasını ödeyip kafeyi terk etti ve bir daha oraya hiç gitmedi.


Oy pusulasını görevliden alıp perdeli kabinin arkasına geçti. Siyaset ve siyasiler tam olarak ilgilendiği bir alan sayılmazdı.Karşısındaki amblemlere bakıyor ama bir çoğunu tanımıyordu bile. Diğer pusula anlaşılması daha kolaydı çünkü amblemler değil resimler vardı. Son dakikaya kadar kime oy vereceği gerçeğini bile pek umursamamıştı. Çevresinde her görüşten insan vardı ve herkes kendi görüşünün haklı olduğunu savunuyordu. Hayatının tamamında değişimi düşlemişti; her zaman peşinden gitmeye çalışmış ama hiçbir zaman başaramamıştı. Bir şekilde kendi çizdiği sınırların içine geri ittirilmişti. Yine şansını değişimden yana kullanmadı. Artık onun işe yaramadığının farkındaydı. Pusulayı katladı ve zarfı sandığı attıktan sonra okuldan çıkana kadar seçimi unutmuştu bile.


Acaba doğru mu duydum diye hala televizyona bakıyordu. Biraz önce artık seçim yapılmayacağı açıklanmıştı. Doğrusu zaten yapılmıyordu; göstermelik olsa da gidip oy kullanıyorlardı ama kazanacak aday ve parti zaten herkes tarafından biliniyordu. Herhalde en son yirmi yıl önce gerçekten işe yarar bir oy vermişti ve şimdi fark ettiği üzere onda da yanlış bir tercih yapmıştı. O zamandan beri ülke bir nevi saltanat tarafından yönetilmeye başlanmıştı. Her zaman iktidarda olan partinin genel başkanı kazanıyordu. O da zaten bir önceki genel başkan tarafından belirleniyordu. Yöneten partinin kendi içinde bile bir demokrasi olmadığı için yönettikleri ülkede bunu yapmalarını beklemek zaten pek mantıklı değildi.
Biraz sonra kapı çaldı. Artık yaşlandığı hissettiren bedenine rağmen gidip kapıyı açtığında karşısında kendisine nefretle bakan iki memur gördü. “Bizimle geliyorsun!” dediler sert bir şekilde.
“Neden, neler oluyor?”
“Hakkınızda terör örgütüne üye olma suçu var. Derhal bizimle geliyorsunuz.”
“Terör örgütü mü? benim mi? Ben yıllardır aynı yerde çalışan, evden işe, işten eve gidip gelen yalnız bir adamım. Benim hangi örgütle ne işim olacak?”
“Görünüşe göre birden fazla örgütle işiniz varmış! Derhal gelmezseniz zorla götüreceğiz, çabuk!”
Ülkede o kadar çok terör örgütü vardı ki adam hangisi diye sormaya korktu. Sonuçta hakkını arayan herkes artık terörist olmuştu. Gözlerinden süzülen yaşlarla kaderini kabullendi. Her zaman öyle yapmamış mıydı? Arkasını dönüp evine son bir kez baktı ve memurlarla birlikte araca bindi.
“Ne kötü bir hayat,” diye söylendi. Arka koltukta, süratle giden araçta iki iri adamın arasında sıkışmış bir şekilde yolu izliyordu.
“Ne boktan bir kader…”
“Ne kötü bir kader…”
“Ne acı bir kader…”
“Senin suçun,” dedi sağında oturan adam. Yanındaki pencereden yolu izliyordu. “Bir hikaye vardır. Hazreti Ömer halifeyken şama gider. Girişte onu karşılayanlar dikkatli olmaları gerektiğini ve önlem almasını söyler. İçerde veba salgını var diye anlatırlar. Halife Ömer’de şehre girmeden geri dönme kararı alır. Bunu duyduklarında öfkelenir ve itiraz ederler. ‘Sen ki Allah’ın halifesi olan Ömer, Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?’ diye sorarlar. Hazreti Ömer sakince cevap verir. ‘Evet, Allah’ın kaderinden, Allah’ın kaderine kaçıyorum.’ Kaderi suçlama. Kendini suçla. Kararlarını kendin verdin.”
“Her seferinde mi yanlış kararları verdim?”
“Her seferinde korkunun sana hükmetmesine izin verdiysen evet. Yanlış karar verdin demektir. Belki de tekrar denemelisin.”
Yaşlı adam güldü. Belki de yıllardır hiç atmadığı kadar içten bir kahkaha attı. Arabanın içi kahkahalarıyla inlerken biraz sonra gülümsemesi yerini hıçkırıklar eşliğinde bir ağlamaya bıraktı. Gözlerindeki yaşlar artık süzülmüyor şelale misali üstünü ıslatıyordu.
Belki de tekrar denemelisin…
Ağlaması, arabadaki bütün sesler gibi şoförün çığlığıyla son buldu. Çığlığını bastıran korna sesinin hemen ardından sol taraftan araca çarpan kamyonun her şey karanlığa boğan farı gördüğü son ışık oldu.


“Benimle konuşabilirsin,” dedi Melek öğretmen. Melek yüzlü, kadife sesli öğretmen gördüğü en güzel gülümsemeyle kendisine bakıyordu.
“Nasıl?” diye sordu heyecanla karşısındaki kadına bakarak. Hemen ellerine ve ayaklarına baktı, vücudunu kontrol etti. Yaşlı ve yorgun bedeni gitmiş, gençliğinin ilk yıllarındaki enerjik bedeni geri gelmişti.
“İyi misin oğlum?” diye sordu Melek. Yerinden kalkmak için hareketlendi. “Sana yardımcı olmamı ister misin? Lütfen. Benimle konuşabilirsin!” diye tekrar etti.
Şaşkın gözlerle kendisine, etrafına ve hocasına bakmaya devam etti.
“Korkak mısın sen?”
“Cesur ol biraz!”
“Erkek ol…”
“Hayır!” diye bağırdı sertçe.
Melek öğretmen ani tepki karşısında irkilip biraz geri çekildi. “Tamam sakin ol, bağırmana gerek yok. İstersen otur ve öyle konuşalım.”
“Size bağırmadım hocam,” dedi heyecanlı gözlerle. “Size bağıranın Allah binbir belasını versin. Ben o orospu çocuklarına bağırdım.”
Melek öğretmen hiç beklemediği tepki karşısında bir an afalladı. Kocaman açılan gözlerine eşlik eden gülümsemesi daha da büyüdü, yeşerip yüzünün tümüne yayıldı. Eliyle sandalyeyi işaret etti. “Otur oğlum,” dedi gülümseyerek. “Sakin ol… Pekala bana o… o çocuklardan bahsetmek ister misin?”
“İstemem hocam. Hepsi ne hali varsa görsün. Onlarla arkadaşlık yapacağıma bizzat şeytanla kanka olurum daha iyi.”
“Şeytanın iyi bir tercih olduğunu sanmıyorum.”
“Benim çevremdeki insanlardan daha iyi bir tercih hocam. Onlar bana sadece korkuyu öğrettiler. Hayatımın merkezine korkuyu soktular. Şeytan bile günah işletmek için cesarete ihtiyaç duyuyor.”
Melek neşeyle gülümsedi. Gözlerinden süzülen parlak ışıklarla kendi gözlerine baktı. Ciddi olmaya çalışsa da çok başaramadan ama ciddi bir ses tonuyla sordu. “Sana yardımcı olmamı ister misin?”
“İsterim hocam, çok isterim, yemin ediyorum, vallaha billaha isterim. İstemezsem en adi o…”
“Ay, tamam! Tamam yavrum anladım. Pekala anlat bakalım hayatın nasıl gidiyor?”


Şirketin insan kaynakları müdürü içeri girerken samimi gülücükler saçıyordu. Kapıyı çalarken kendisine küfürler ettiğine emin olduğu adama aynı göstermelik samimi gülücüklerle eşlik etti ama onun kadar uzman olmadığı belliydi.
“Buyur otur lütfen, bir şeyler içer misin?”
“Soğuk kahve alayım lütfen. Sütü ve buzu olsun.”
Genelde bu tür sorulara kibarca teşekkür eden personellerle karşılaştığı için biraz şaşırdı müdür. Göstermelik sormuştu ve en fazla iki çay söylerim diye düşünmüştü. Ne yapacağını bilemez bir halde telefonu kaldırıp siparişi verdi.
“Pekala,” adam elindeki kağıtları gelişigüzel toplayıp bir kenara fırlattı. “Seni buraya çağırdım çünkü bilmeni istiyoruz ki biz seninle çalışmaktan oldukça memnunuz. Şirketimizde seni uzun yıllar görmek istiyoruz. Şirket içindeki yakın arkadaşlarınla sohbetlerine denk gelen bazı arkadaşlarımız buradan ayrılma isteğine kulak misafiri olmuş. Sebebini öğrenebilir miyim?”
“Tabii ki de müdürüm. Az maaş, kötü çalışma şartları, birbirinin arkasında iş çeviren sözde çalışma arkadaşları, tenhada bir diğeri hakkında küfürler edip yemek masasında yan yana kahkaha atan müdürler, liyakatsiz yöneticiler. Yeniliğe ve fikirlere kapalı kafa yapısı. Bir de yapmak istediğim işin bu olmadığını fark ettim. Daha doğrusu zaten biliyordum ama buradaki deneyime ihtiyacım vardı. Artık daha ileriye gitmek için hazır olduğumu düşünüyorum.”
İnsan kaynakları müdürü bu kadar dürüstlüğü de hazır değildi. “Sana yüzde elli zam yapma kararı aldığımızı söyleyecektim ama sanırım bunu umursamayacaksın değil mi?”
“Kesinlikle müdürüm. Bir kere para karşılığında hayallerimi sattım çünkü korkak bir aptaldım ve sik gibi bir hayatım oldu. Bir daha olsun istemiyorum.”
“Pekala,” dedi müdür ne yapacağını bilemez bir halde. “O zaman hayırlısı olsun, ne diyebilirim ki başka? Gidebilirsin.”
“Kahveyi bekleseydim. Onu alıp öyle giderim.”
“Olur… olur… Tabii ki buyur bekle.”


Kahvesinden bir yudum alıp ayağa kalktı, derin bir nefes aldı ve yürümeye başladı. Neredeyse bütün vücudu titriyor. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Korkuyordu ama geri çekilmeye de niyeti yoktu. “Korkuyorsan yapma, yapıyorsan korkma!” diye hatırlattı kendine Cengiz Hanın sözünü. Tarih ve özellikle de ünlü komutanlar sevdiği bir alandı. Yürümeye devam etti. Zihni sürekli olabilecek en kötü şeyleri gözlerinin önüne getirip daha da çok korkmasına sebep oluyordu. “Sonunu düşünen kahraman olamaz.” Bu seferde Şeyh Şamilden yardım aldı. Birkaç adım sonra kızın masasının yanına ulaşmıştı.
İlk kez açıkça bir kızın karşısına dikilmişti ve ne söyleyebileceği hakkında hiçbir fikri yoktu.
“Afedersiniz,” dedi, kız önündeki kitaptan başını kaldırıp kendisine baktığında çok daha heyecanlandı. Doğrudan gözlerine bakıp konuşmak çok daha zordu ama buraya kadar gelmişti ve artık devam etmeliydi. “Şey, gördüğüm kadarıyla yalnızsınız size eşlik edebilir miyim diye soracaktım?”
Daha önce bir yerde kızların özgüvenli erkekleri çekici bulduğuna dair bir şeyler okumuştu. Eğer o doğruysa karşısındaki kızın şu an kendisinden iğreniyor olması lazımdı çünkü ulaşabileceği en özgüvensiz noktadaydı ve sesi, hatta tüm vücut dili bunu açıkça belli ediyordu.
“Yani size arkadaşlık edebilir miyim? Zaten ben de yalnız oturuyorum. Sohbet etmek için.”
Kızın parlak gözleriyle gülümsedi ve ama bu mutlu bir gülümseme değildi. Daha çok mahcubiyetini gizlemek için gülümsemek gibiydi. “Ah, ben üzgünüm. Bir arkadaşımı bekliyorum. Onunla buluşacağım. Gerçekten üzgünüm.”
Buraya gelen kadar zihninde binbir türlü şekilde rezil olduğu için basit bir red cevabı hem üzülmesine hem de biraz rahatlamasına sebep oldu.
“Özür dilerim, bilmiyordum. O zaman iyi günler.” Ne yapacağını bilemez halde kendi masasına geri yöneldi. Acaba konuşmasına şahit olan kimse var mıydı etrafında. “Aptala bak! kız nasıl da terslediği dangalağı…” diye arkasından konuşuyorlar mıdır?
Hiçbirini umursamamaya çalışarak kendi masasına ulaştı. Kendisini koltuğuna atıp dipsiz bir çukura düşüyormuş gibi kendini koltuğa gömdü.
“Hayır!”
Ortalama standartlardaki bir erkek olarak güzel bir kızdan gayet kibarca ret yemek çokta utanılacak bir durum değildi. Ortalama bir erkek olarak bir kafenin ortasında hayır diye bağırmak ise hayvan gibi utanılacak bir durumdu ki vücudu çok hızlı bir şekilde kızıla dönse de umursamadı. “Hayır!” dedi tekrardan sertçe ama bağırmadan ve kahvesinden büyük bir yudum aldı. Bir daha asla bir yere gömülüp kendini gizlemeyecekti. Kendisine bakan gözleri umursamadan kahvesini içmeye devam etti. Kızın merakla biraz da şaşkınlık kendisine baktığını görünce selam verir gibi kahvesini ona doğru kaldırıp gülümsedi ve etrafını izlemeye devam etti.
Biraz sonra yakışıklı grup geldi. Arkadaşlarının esprileri eşliğinde kızın masasına giden çocuk sohbete başladı ama bu sefer oradan ayrılmak yerine oturdu. Burayı seviyordu ve buradan ayrılmak gibi bir niyeti yoktu. Hatta buraya daha sık gelmesi gerektiğini düşünüyordu. Biraz sonra kız ve yakışıklı çocuk kalkıp gittiler.
Geçen sefer yaptığı hatayı yapmadı. Kahveye küsmedi. Gerçekten de daha sık gitmeye başladı. Artık yanında bilgisayarıyla gidiyor. Kahve içip, tatlı yerken işini yapıyor bazen ise oyun oynuyordu. Oyun oynarken bazen fazla stresli olup sağa sola küfür edebildiği için onu kafe sakinken yapmayı tercih ediyordu. Şimdi de destansı bir mücadelenin ortasındaydı; sağ eli fareyi kavramış masada deli gibi dört bir yana hareket ederken. parmakları durmadan klavyenin tuşlarını dövüyordu. Karşısında oyun tarihinin en zorlu bosslardan biri vardı ve iki haftadır kendisine hayatı dar eden bu yaratığı öldürmeye hiç bu kadar yaklaşmamıştı. Artık işler muazzam bir noktaydı. Kılıcıyla bossun üzerine atıldı. Canı doluydu ve yedek can iksirleri çok fazlaydı. Ama tek bir hatasında bunların önemi kalmazdı, rakibi çok güçlüydü. Düşman son saldırısını yapıyordu. Bundan kaçabilirse boss bir anlık afallayacak kılıcını ciğerlerine sokacaktı. Neyse ki bu kaçınması en kolay hareketti.
Kaçamadı; bir el omzuna dokundu. Yanlış tuşa bastı, yanlış tarafa atladı ve boss can barını sülük gibi emip “YOU DİED” yazısını hem ekranın hem de kalbinin orta yerine sapladı. Titreyen elleriyle kulaklığı kafasından çıkarıp omzuna dokunan elin olduğu tarafa döndü.
“Ne var Allah’ın belası insanlık düşmanı, ne var yolunu, yordamını, soyunu, sopunu, a… Merhaba.” Karşısında güzel kızı görünce bünyesi tüm fizik kanunlarını alt eden muazzam bir hızla değişime ayak uydurdu.
“Yani ben beraber kahve içebilir miyiz diyecektim ama gideyim istersin?”
“Hayır, hayır otur lütfen, tabii ki, buyur otur.”
“Emin misin? Daha önce kahve içme teklifinde bulunduğum kimse bana bela okuyup küfür etmemişti.”
“Hayır canım ne bela okuması. Küfür falan çok ayıp şeyler ben asla tasvip etmem böyle şeyleri günlük hayatımda küfür ettiğimi duyamazsın benim.”
“Bir fincan daha kahve ister misiniz?” diye sordu yanında biten garson.
“Kardeşim siktir git lütfen bir şey konuşuyoruz!”
Kız gülümseyerek kendisine bakınca en başta ne olduğunu anlamadı. Sonra yapmacık bir şekilde gülümsedi. “O küfür değil ya, temenni. Bir dakika.” Hızlıca gidip garsondan özür diledi hatta gaza gelip sarıldı ve alnından öpüp masaya döndüğünde kız gülme krizlerine girmiş kırmızının her bir tonunu sırayla suratına geçiriyordu.
“O günden sonra hiç gelmedin bir daha masaya, birkaç kez denk geldik burada yine. Sen gelmeyince ben geleyim dedim.”
“Sen arkadaşım var dediğin için rahatsız etmem hoş olmazdı.”
“Evet o gün bir arkadaşımı bekliyordum gerçekten. Kız olan bir arkadaşımı, biraz utangaç yanımızda birisi olmasını istemez.”
“Ama başka bir çocukla çıktın kafeden.”
“Arkadaşım işi uzadığı için ona yakın bir yere gittim. Çocuk öyle oturdu, kendince ısrarcı olmaya çalıştı o kadar. Bir süre peşimden gelmeye çalıştı ama sonra vazgeçti zaten. Sonrasında hep tektim yani kafanı bilgisayaradan kaldırsan görürdün.”
Konusu bilgisayara gelince dikkati tekrar ekranın üstündeki ‘YOU DİED’ yazısına kaydı. Gözlerinden süzülmeye çalışan birkaç damla yaşı zoraki tuttu. “İnan bana şu an seninle konuşmak için nelerden vazgeçtiğimi tahmin bile edemezsin.”


Oy pusulasını alıp perdeli kabinin arkasına geçti. Geçen sefer oy verdiği adama yanlışlıkla basmamak için eliyle üstünü kapattı. Bu sefer şansını değişimden yana kullandı. Sol elindeki nişan yüzüğünü görünce istemsiz bir şekilde yine gülümsedi.Oy pusulasını dikkatlice katlamak için harcadığı iki buçuk dakika sonra nişanlısının yanına döndü.


Evinin bahçesinde oturmuş bilgisayarından son eserinin düzeltmeleriyle boğuşuyordu. Normalde bu işi karısı yapardı. Kadının ne kadar büyük bir mücadele verdiğinin yeni farkında varıyordu. Özellikle bazı yazım hataları o kadar kötüydü ki bu yaşından sonra klavye eğitimi almasını gerektiğini düşünüyordu. Karısı ve çocukları bir arkadaşının doğum gününde güzel bir hafta sonu geçirirken o da boş oturmak yerine hayat arkadaşının gönüllü işinden biraz sorumluluğu almak istemişti ama muhtelemen onun onda biri kadar hızlı çalışabiliyordu. Bir noktada kendisine küfürler edip bırakmayı bile düşünmüştü ama yapacak daha iyi bir işi yoktu.
Biraz sonra kapı çaldığında kurtarıcısının geri döndüğünü düşünerek kapıya koştu. Heyecanla açtığında karşısında iki genç polis memuru duruyordu. Adamlar kendisini gülümseyerek selamladılar. Kapısında polis görmeye pek alışık olmadığı için biraz telaşlanmıştı.
“Merhaba bayım, rahatsız ettiğimiz için üzgünüz. Bize yardımcı olabileceğiniz düşündüğümüz bir konu var. Kendi otelini kaybetmiş genç bir turistle karşılaştık. Oteline götürmek istedik ama kabul etmedi, sadece sizden bahsediyor ve sizinle görüşmeden hiçbir şey yapmayacağını söylüyor. Kitaplarınızın çok büyük hayranı olduğunu söylüyor. Rica etsem onunla kısa bir süre görüşüp bize yardımcı olabilir misiniz?”
Adam gülümsedi. “Tabii ki, elimden ne gelirse.”
Biraz sonra turist karşısındaydı. İnanılmaz mutlu bir şekilde gülümsüyor ama kendisinin ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Geçen sefer tekrar denemesini isteyen adam bu sefer turist olarak karşısındaydı.
“Başardın!” dedi kusursuz bir Türkçeyle
“Başardım, demek istiyor muhtemelen.” diye tercüme etti polis. “Sonunda sizinle görüştü ya hani.”
“Evet, evet,” diye geçiştirdi polisi.
“Sadece sizi görmeye geldim bu kadar. Çok teşekkür ederim.”
“Hayır,” dedi adam. “Ben teşekkür ederim. Tüm desteklerin için.”
“Artık gidebiliriz,” dedi polislere dönüp. Polisler şaşkınlıkla bir kendisine bir de turiste bakıyordu.
Adam hepsini başıyla selamladı. Giden aracı izlerken hiç olmadığı kadar mutlu hissediyordu.
İkinci şansında gerçekten de başarmıştı. Artık mutlu ve ümitliydi.

2 Beğeni