**İKSİR**
SEWKBOURN
“İnsanların, kısa yoldan para kazanıp zengin olma” arzularını tespit edip, onlara istedikleri vaatler doğru ve zamanında verilirse, ne kadarda hırsa ve kibre kapılmış, ne kadarda hata yapmaya meyilli olduklarını öğrendiği günden beri geçimini böyle sağlıyordu Bay Sewkbourn. Hemen hemen herkes buna dolandırıcılık derdi fakat Bay Sewkbourn bu işi o kadar ustalıkla ve kibarca yapardı ki; insanlar mallarını paralarını hatta bazen de karılarını bile adeta zorla verirlerdi. Henüz yirmi sekizinde olmasına rağmen küçük çaplı bir servete sahipti. Tabi dokuz yaşındayken kimsesiz ve beş parasız kalan birisi için oldukça başarılı bir işti.
Ahşap dış kapının gümbürtüsüyle sıçrayarak uyandı. Yatakta doğrulup etrafına bakındı. Bir an için nerde olduğunu anımsayamadı. Ahşap kapı tekrar gümbürdedi ve kalın tok bir ses duyuldu. “aç kapıyı seni piç kurusu, karnını deşeceğim senin” bir yandan da kapıyı yumrukluyordu. Bay sewkbourn etrafına bakındı, yanında yatmakta olan kumral çıplak kadını görünce anımsadı. Bir yandan da onca gürültüye rağmen kadının hala uyuyor olabilmesine şaşırdı. Kadını dürterek kısık bir sesle “mari uyan çabuk” diye seslendi. Birkaç dürtmeden sonra kadın uyandı. Kapıdaki adam hem kapıyı yumruklayıp hem de bağırıyordu. “Açsana kapıyı dolandırıcı, senin ne mal olduğunu öğrendim, nasılsa çıkacaksın dışarıya, burada bekleyeceğim haberin olsun. Aç kapıyı korkaaaaaak.” Bay sewkbourn pencereye doğru sessizce yürüdü perdeyi hafifçe aralayarak göz ucuyla baktı dışarıya. Adam bir sağa bir sola hızlı hızlı yürüyordu, birkaç kişi daha vardı yanında. Arada sırada da kapıyı yumruklayıp yine bağırıyordu. Adamı görür görmez tanımıştı. Geçen gün barda sarhoş edip kâğıt oynatıp elindeki bütün parayı hatta küçük bir elmas taşı aldığı adamdı. Adını daha o gün unutmuştu. Ama adamın demir işiyle uğraştığını hatırlıyordu. Sağa dola hızlı hızlı volta atan, kızmış bir boğa gibi soluyan adamın elindeki kalın demir adamın mesleğini hatırlamasına yardımcı olmuştu mutlaka. Hemen yatağa döndü, yatağa oturup kadına “ mari beni iyi dinle” kadın dinliyorum dercesine kafasını salladı. “ ben birazdan gideceğim ben gider gitmez üzerine bir şeyler giyip biraz bekle, sonra pencereye gidip aşağıda bağıran ayıya benim burada olmadığımı bu yaptığının yasa dışı olduğunu sinirli bir şekilde söyle, tamam mı mari? İyi anladın mı beni?” “evet” dedi mari. Bay sewkbourn hızlıca giyinip evin arka penceresinden yukarıdaki çatıya tırmandı. Yandaki binanın çatısına atlarken karşı evin penceresindeki yaşlı bir kadınla göz göze geldi. Kadın hemen bir eliyle göstererek haykırdı “çatıda kaçıyoorrr!”. Adam koşarak kadının gösterdiği tarafa geldi çatıya doğru dikti gözlerini bay sewkbourn zorla tutunduğu çatıda doğrulur doğrulmaz adamla göz göze geldiler, adam öfkeyle bağırmaya başladı. “kaçma seni orospu çocuğu, buraya gel, paralarımı geri vereceksin tabi o elması da.” Bay sewkbourn adama aldırış etmeden hızlıca çatıyı tırmanıp diğer tarafına geçti. Adamda onu gözden kaçırmamak için yolda koşarak çatılarda onu takip ediyordu. Birkaç çatıyı hızlıca geçti. Vücudu esnek ve kıvraktı. Bir zamanlar sirkte akrobasi gösterileri yapmıştı, vücudunun esnekliğini çok iyi kullanıyordu. O yüzden hızlıca geçiyordu çatıları. Pelerinini savururken rüzgârda, gün ışığı daha yeni yeni gösteriyordu kendini şehrin üzerinde. Birkaç çatı geçmişti ki arkasında en az 10 ev uzaklıkta iki kişi çatılardan geliyordu. Adam anlaşılan adamlarını göndermişti. Bay sewkbourn biraz telaşa kapıldı. Pelerinindeki paraları ve cebindeki küçük elmas taşı yokladı. Kesinlikle yakalanmamalıydı. Paralar ve elmastan ziyade bir güzel dayak yer üstüne hapis bile yatabilirdi. Gecenin soğuk geçmesi çatıları bir hayli nemlendirmişti, o yüzden sık sık kayıyordu, birkaç sefer düşme tehlikesi geçirmişti. Sonra birden iki çatının arası epey açık olan yol kenarına geldi. Düşmemek için ellerini yana açıp sallamaya başladı parmak uçlarında dikildi, ağırlığını geriye doğru atmaya çalıştı. Adam aşağıya gelmişti bile bağırıyordu. Elindeki demir sopayı sallıyordu. Düşerse işi biterdi. Birden sırt üstü çatıya atabildi kendini. Biraz soluklandıktan sonra sola doğru döndü, birkaç çatıyı kolayca geçti. Bu sokakları iyi biliyordu. Kafasında hızlıca canlandırdı. Daha da hızlandı. Çatıları tırmanıyor hızlıca diğer tarafına kayarak kendini bırakıyordu tam ucuna gelmeden hızlıca doğrulup vücudunu bir yay gibi karşıya fırlatıyor, çatıyı da hızlıca tırmanıyordu, sonra birinin balkonuna atlıyor biraz soluklanıp tekrar dolambaçlı yollar çizerek, sağa biraz ileriye sonra sola, sonra ileriye, sonra sola, sonra ileriye. Aşağıdaki adam takip edememişti. Arkasındakilerde gözükmüyordu. Kovalayan herkese izini kaybettirdiğine emin olduğunda atladığı son balkonda biraz soluklandı. Sonra yola inmeye en yakın yola ulaşmak için etrafına bakındı. İleride küçük bir ev, önünde balkonu hemen balkonun önünde de daha küçük bir kulübe çatısı gözüküyordu. Yola inebilmek için iyi bir yoldu. Hemen bir çırpıda balkona geldi, balkondan küçük kulübenin çatısına atladı. Gözlerinin önünden ahşap, tuğla, gökyüzü parçaları hızlı ve anlamsız bir biçimde geçmeye başladı. Ağzının içinde toprak ve kan kokusunu hissettiği anda her şey bir anda kararıp kayboldu…
Sağ bacağındaki korkunç bir ağrıyla inleyerek gözlerini araladı. Küf ve nem kokusu burnunu dolduruyordu. Gördüğü ilk şey çatıda ve ilk katın zemininde açılan iki delikti. Sağına soluna bakındı, evin bodrumuna kadar düşmüştü. Hemen bacağını eliyle yokladı, dokununca hissettiği acıyla istemsizce inledi. Sonra doğrulup oturdu, biraz soluklanırken de etrafına bakındı. Küçük bir bodrumdu, odayı sadece bay Sewkbourn’ un düşerken çatıda açtığı delikten içeriye giren güneş ışığı huzmesi aydınlatıyordu. Sağa sola saçılmış eski püskü kumaşlar, paslı demirler çeşitli hurdalar vardı. Arkasında duvara dayalı boydan boya uzanan eski ahşap bir masa vardı, üzerinde çeşitli alet edevat ve bir sürüde çer çöp vardı. Masanın dayandığı duvarda çatıdan başlayıp masaya kadar uzanan dolaplar vardı. Bazılarının kapağı yoktu bazılarının sadece yarısı vardı. Bay Sewkbourn ayağındaki acı biraz hafifleyince yavaş yavaş ayağa kalktı. Kalktığı anda başının arkasında korkunç bir ağrı ve acı hissetti. Başı döndü, gözeri karardı, sendeledi, eliyle duvara yaslandı tekrar kendine geldi. Elini ensesine doğru götürdü başını yokladı sonra sıcaklığı hissedince kanamış olduğunu anladı. Yavaş yavaş yürüyerek hatta topallayarak masaya geldi. Ellerini masaya koyarak sağa sola bakındı. Ağzının içi kupkuru olmuştu. Bu pis bodrumda su olmayacağını olsa da çok temiz olmayacağını fark edip, buradan nasıl çıkacağını bulmak için bir kapı bakındı. Ama içerisi yeteri kadar aydınlık değildi. Odanın her tarafını rahatlıkla seçemiyordu. Masaya tutunarak yürümeye başladı. Birkaç adımdan sonra köşedeki demir kapıyı fark etti. Kapıya yönelip demir kulpunu tutup asıldı. Ama kapı açılmıyordu. Birkaç sefer daha güçlü denedi. Yine açılmadı. Bağırıp yardım istemeyi düşündüyse de sonradan vazgeçti. Demir sopalı adam ve adamları hala buralarda olabilirdi. Yerini belli etmek istediği en son şeydi. Birkaç sefer daha asıldı kapıyı ama nafile. Diğer tarafından bir kilidi olmalı diye düşündü. Sonra sinirlenip bir tekme attı kapıya. Ayağı acıyınca da istemsizce acı ve sinirle küfretti. Odayı araştırmaya koyuldu, kapıyı açabilecek herhangi bir şey bakındı. Yassı bir demir parçası bulsa arasına sokup açabilirdi belki. Sonra dolaplara yöneldi. Teker teker açtı. İçlerinde kavanozlar, kitaplar, boş şişeler bir sürü ıvır zıvır vardı. Teker teker bütün dolaplara baktı işe yarar hiç bir şey bulamamıştı. Ellerini masaya koyup oflayıp puflarken ne yapacağını düşünmeye başladı. Sonra gözüne karşısında duran dolapta bir ışıltı takıldı. Hemen doğrulup boş şişeleri ıvırı zıvırı kenara çekip arkasında duran ışıltılı kutuya uzandı. Üzeri tozdan görünmüyordu. Eliyle silip üfleyince ahşap kutunun üzerine kazınmış bazı işaretler gördü. Dikkatlice inceledi ve bir yazı olduğunu fark etmesi uzun sürmedi. Tavandaki deliğin altına doğru gitti tekrar baktı kutuya. Yazı yabancı bir dille yazılmıştı ya da bazı yerleri silinmiş okunmuyordu. Çünkü bazı harflerin yarısı var yarsı yok gibiydi. Kutunun önünde yuvarlak bir mekanizma vardı. Tutup sağa sola döndürmeye çalıştı. Kutudan tık diye bir ses duyuldu. Bay Sewkbourn dikkatlice kutunun kapağını kaldırdı. Kutunun içi kırmızı kadife bir kumaşla kaplıydı. Ve ortasında alttan yukarıya doğru incelen üzerinde kutunun dışındaki aynı yazıdan bulunan bir şişe oturtulmuştu. Yarısına kadar kırmızı renkte bir sıvıyla doluydu. Eskiden şarap koleksiyoncuları çok değerli şarapları böyle özenle ve böyle şatafatlı kutularda saklarlardı. Sonra şişeyi olduğu yerden çıkardı. Kutuyu yere bırakıp şişenin kapağına asıldı. Sonra şişenin kapağına sarılmış bir kâğıt olduğunu fark etti. Dikkatlice kâğıdı çıkardı. Kâğıdın başında kocaman kutudaki ve şişenin üzerindeki harfler yazılıydı. Ama altındaki küçük yazılar tanıdıktı.
"Ruhlarımız karışsın birbirine,
Elindeki şişe dudaklarına değdiğinde.
Bütün dertlerin son bulur,
Sonsuz bir huzur senin olur.
Korkma sakın ruhum içine işlediğinde,
Susuzluğunu gidersin ruhumun şarabı istediğinde!..”
Saygılarımla, KROSTEEN
“bu ne kadar saçma ve kötü bir şiir” diye kendi kendine söylendi bay Sewkbourn. Sonra tekrar okudu. Birisine hediye olarak gönderilmiş ve bu kötü şiir yüzünden bodruma atılmış güzel bir şarap diye düşündü. Sonra kapağını açıp kokladı o ekşi ve keskin kokusu ne kadar kaliteli olduğunu haykırıyordu adeta. Şişeyi dudaklarına götürüp bir dikişte bitirdi küçük şişeyi. Elinin tersiyle ağzını silip yerdeki kutuyu almaya eğildiği anda midesine korkunç bir ağrı saplandı. Elindeki şişeyi bırakıp elleriyle karnını tuttu. Sanki midesine demir bir top atılmış ve orda duruyor gittikçe ağırlaşıyordu. Birazdan vücudunu delip çıkacakmış gibi hissetti. Acıdan kıpırdayamıyordu. Sonra birden kesildi ama şimdide beyni karıncalanıyor ve üşüyordu. İçtiği bir zehir miydi yoksa. Aklına tuhaf çocukluk anıları geliyordu. Seslerini bile duyuyordu. Babasının elinden tutup yürüdüğü yapraklı yolu anımsadı. Sonra annesinin naif sesini. Düşünceleri anıları beyninin içindeki her şey bir çorbaya dönmüştü. Beyni çalkalanıyordu. Sonra belirgin bir erkek sesi duydu beyninin içinden “teşekkürler” anlam vermeye bile çalışamıyordu. Hatırlayabildiği yaşından itibaren bütün anıları beyninde dolanıyordu. Sesleri görüntüleri hepsini görüyor, duyuyordu. Birden yavaş yavaş silinmeye başladı anıları. Vücudunda hiç acı kalmadı. Anılar teker teker siliniyor, silindikçe hafifliyor gibiydi bay Sewkbourn. Hiç hatırlamadığı görüntüler sesler, kılıçlar, ateşler, kan, ölen insanlar doluyordu beynine. Kendi anılarını tutamıyordu beyninde. Hepsi yavaş yavaş siliniyordu. Her şeyi unutmaya başladı, zihni boşalıyordu sanki yavaş yavaş ağır ağır ne varsa, acı, korku, zevk, panik, mutluluk, huzur hiçbir şey. Zihni tamamen boşaldığında artık hiçbir şey yoktu bay Sewkbourn bile. Bedenin yeni sahibi şişeyi yerden alıp doğruldu. Şişeyi öpüp, çatıdan süzülen ışık huzmesinin altında “ Teşekkürler bay Sewkbourn. Ben Krosteen” dedi.