İKSİR ( Kısa hikaye denemem. Eleştirilerinizi bekliyorum. Umarım beğenirsiniz

                                                                         **İKSİR**

                                                                     SEWKBOURN

“İnsanların, kısa yoldan para kazanıp zengin olma” arzularını tespit edip, onlara istedikleri vaatler doğru ve zamanında verilirse, ne kadarda hırsa ve kibre kapılmış, ne kadarda hata yapmaya meyilli olduklarını öğrendiği günden beri geçimini böyle sağlıyordu Bay Sewkbourn. Hemen hemen herkes buna dolandırıcılık derdi fakat Bay Sewkbourn bu işi o kadar ustalıkla ve kibarca yapardı ki; insanlar mallarını paralarını hatta bazen de karılarını bile adeta zorla verirlerdi. Henüz yirmi sekizinde olmasına rağmen küçük çaplı bir servete sahipti. Tabi dokuz yaşındayken kimsesiz ve beş parasız kalan birisi için oldukça başarılı bir işti.
Ahşap dış kapının gümbürtüsüyle sıçrayarak uyandı. Yatakta doğrulup etrafına bakındı. Bir an için nerde olduğunu anımsayamadı. Ahşap kapı tekrar gümbürdedi ve kalın tok bir ses duyuldu. “aç kapıyı seni piç kurusu, karnını deşeceğim senin” bir yandan da kapıyı yumrukluyordu. Bay sewkbourn etrafına bakındı, yanında yatmakta olan kumral çıplak kadını görünce anımsadı. Bir yandan da onca gürültüye rağmen kadının hala uyuyor olabilmesine şaşırdı. Kadını dürterek kısık bir sesle “mari uyan çabuk” diye seslendi. Birkaç dürtmeden sonra kadın uyandı. Kapıdaki adam hem kapıyı yumruklayıp hem de bağırıyordu. “Açsana kapıyı dolandırıcı, senin ne mal olduğunu öğrendim, nasılsa çıkacaksın dışarıya, burada bekleyeceğim haberin olsun. Aç kapıyı korkaaaaaak.” Bay sewkbourn pencereye doğru sessizce yürüdü perdeyi hafifçe aralayarak göz ucuyla baktı dışarıya. Adam bir sağa bir sola hızlı hızlı yürüyordu, birkaç kişi daha vardı yanında. Arada sırada da kapıyı yumruklayıp yine bağırıyordu. Adamı görür görmez tanımıştı. Geçen gün barda sarhoş edip kâğıt oynatıp elindeki bütün parayı hatta küçük bir elmas taşı aldığı adamdı. Adını daha o gün unutmuştu. Ama adamın demir işiyle uğraştığını hatırlıyordu. Sağa dola hızlı hızlı volta atan, kızmış bir boğa gibi soluyan adamın elindeki kalın demir adamın mesleğini hatırlamasına yardımcı olmuştu mutlaka. Hemen yatağa döndü, yatağa oturup kadına “ mari beni iyi dinle” kadın dinliyorum dercesine kafasını salladı. “ ben birazdan gideceğim ben gider gitmez üzerine bir şeyler giyip biraz bekle, sonra pencereye gidip aşağıda bağıran ayıya benim burada olmadığımı bu yaptığının yasa dışı olduğunu sinirli bir şekilde söyle, tamam mı mari? İyi anladın mı beni?” “evet” dedi mari. Bay sewkbourn hızlıca giyinip evin arka penceresinden yukarıdaki çatıya tırmandı. Yandaki binanın çatısına atlarken karşı evin penceresindeki yaşlı bir kadınla göz göze geldi. Kadın hemen bir eliyle göstererek haykırdı “çatıda kaçıyoorrr!”. Adam koşarak kadının gösterdiği tarafa geldi çatıya doğru dikti gözlerini bay sewkbourn zorla tutunduğu çatıda doğrulur doğrulmaz adamla göz göze geldiler, adam öfkeyle bağırmaya başladı. “kaçma seni orospu çocuğu, buraya gel, paralarımı geri vereceksin tabi o elması da.” Bay sewkbourn adama aldırış etmeden hızlıca çatıyı tırmanıp diğer tarafına geçti. Adamda onu gözden kaçırmamak için yolda koşarak çatılarda onu takip ediyordu. Birkaç çatıyı hızlıca geçti. Vücudu esnek ve kıvraktı. Bir zamanlar sirkte akrobasi gösterileri yapmıştı, vücudunun esnekliğini çok iyi kullanıyordu. O yüzden hızlıca geçiyordu çatıları. Pelerinini savururken rüzgârda, gün ışığı daha yeni yeni gösteriyordu kendini şehrin üzerinde. Birkaç çatı geçmişti ki arkasında en az 10 ev uzaklıkta iki kişi çatılardan geliyordu. Adam anlaşılan adamlarını göndermişti. Bay sewkbourn biraz telaşa kapıldı. Pelerinindeki paraları ve cebindeki küçük elmas taşı yokladı. Kesinlikle yakalanmamalıydı. Paralar ve elmastan ziyade bir güzel dayak yer üstüne hapis bile yatabilirdi. Gecenin soğuk geçmesi çatıları bir hayli nemlendirmişti, o yüzden sık sık kayıyordu, birkaç sefer düşme tehlikesi geçirmişti. Sonra birden iki çatının arası epey açık olan yol kenarına geldi. Düşmemek için ellerini yana açıp sallamaya başladı parmak uçlarında dikildi, ağırlığını geriye doğru atmaya çalıştı. Adam aşağıya gelmişti bile bağırıyordu. Elindeki demir sopayı sallıyordu. Düşerse işi biterdi. Birden sırt üstü çatıya atabildi kendini. Biraz soluklandıktan sonra sola doğru döndü, birkaç çatıyı kolayca geçti. Bu sokakları iyi biliyordu. Kafasında hızlıca canlandırdı. Daha da hızlandı. Çatıları tırmanıyor hızlıca diğer tarafına kayarak kendini bırakıyordu tam ucuna gelmeden hızlıca doğrulup vücudunu bir yay gibi karşıya fırlatıyor, çatıyı da hızlıca tırmanıyordu, sonra birinin balkonuna atlıyor biraz soluklanıp tekrar dolambaçlı yollar çizerek, sağa biraz ileriye sonra sola, sonra ileriye, sonra sola, sonra ileriye. Aşağıdaki adam takip edememişti. Arkasındakilerde gözükmüyordu. Kovalayan herkese izini kaybettirdiğine emin olduğunda atladığı son balkonda biraz soluklandı. Sonra yola inmeye en yakın yola ulaşmak için etrafına bakındı. İleride küçük bir ev, önünde balkonu hemen balkonun önünde de daha küçük bir kulübe çatısı gözüküyordu. Yola inebilmek için iyi bir yoldu. Hemen bir çırpıda balkona geldi, balkondan küçük kulübenin çatısına atladı. Gözlerinin önünden ahşap, tuğla, gökyüzü parçaları hızlı ve anlamsız bir biçimde geçmeye başladı. Ağzının içinde toprak ve kan kokusunu hissettiği anda her şey bir anda kararıp kayboldu…
Sağ bacağındaki korkunç bir ağrıyla inleyerek gözlerini araladı. Küf ve nem kokusu burnunu dolduruyordu. Gördüğü ilk şey çatıda ve ilk katın zemininde açılan iki delikti. Sağına soluna bakındı, evin bodrumuna kadar düşmüştü. Hemen bacağını eliyle yokladı, dokununca hissettiği acıyla istemsizce inledi. Sonra doğrulup oturdu, biraz soluklanırken de etrafına bakındı. Küçük bir bodrumdu, odayı sadece bay Sewkbourn’ un düşerken çatıda açtığı delikten içeriye giren güneş ışığı huzmesi aydınlatıyordu. Sağa sola saçılmış eski püskü kumaşlar, paslı demirler çeşitli hurdalar vardı. Arkasında duvara dayalı boydan boya uzanan eski ahşap bir masa vardı, üzerinde çeşitli alet edevat ve bir sürüde çer çöp vardı. Masanın dayandığı duvarda çatıdan başlayıp masaya kadar uzanan dolaplar vardı. Bazılarının kapağı yoktu bazılarının sadece yarısı vardı. Bay Sewkbourn ayağındaki acı biraz hafifleyince yavaş yavaş ayağa kalktı. Kalktığı anda başının arkasında korkunç bir ağrı ve acı hissetti. Başı döndü, gözeri karardı, sendeledi, eliyle duvara yaslandı tekrar kendine geldi. Elini ensesine doğru götürdü başını yokladı sonra sıcaklığı hissedince kanamış olduğunu anladı. Yavaş yavaş yürüyerek hatta topallayarak masaya geldi. Ellerini masaya koyarak sağa sola bakındı. Ağzının içi kupkuru olmuştu. Bu pis bodrumda su olmayacağını olsa da çok temiz olmayacağını fark edip, buradan nasıl çıkacağını bulmak için bir kapı bakındı. Ama içerisi yeteri kadar aydınlık değildi. Odanın her tarafını rahatlıkla seçemiyordu. Masaya tutunarak yürümeye başladı. Birkaç adımdan sonra köşedeki demir kapıyı fark etti. Kapıya yönelip demir kulpunu tutup asıldı. Ama kapı açılmıyordu. Birkaç sefer daha güçlü denedi. Yine açılmadı. Bağırıp yardım istemeyi düşündüyse de sonradan vazgeçti. Demir sopalı adam ve adamları hala buralarda olabilirdi. Yerini belli etmek istediği en son şeydi. Birkaç sefer daha asıldı kapıyı ama nafile. Diğer tarafından bir kilidi olmalı diye düşündü. Sonra sinirlenip bir tekme attı kapıya. Ayağı acıyınca da istemsizce acı ve sinirle küfretti. Odayı araştırmaya koyuldu, kapıyı açabilecek herhangi bir şey bakındı. Yassı bir demir parçası bulsa arasına sokup açabilirdi belki. Sonra dolaplara yöneldi. Teker teker açtı. İçlerinde kavanozlar, kitaplar, boş şişeler bir sürü ıvır zıvır vardı. Teker teker bütün dolaplara baktı işe yarar hiç bir şey bulamamıştı. Ellerini masaya koyup oflayıp puflarken ne yapacağını düşünmeye başladı. Sonra gözüne karşısında duran dolapta bir ışıltı takıldı. Hemen doğrulup boş şişeleri ıvırı zıvırı kenara çekip arkasında duran ışıltılı kutuya uzandı. Üzeri tozdan görünmüyordu. Eliyle silip üfleyince ahşap kutunun üzerine kazınmış bazı işaretler gördü. Dikkatlice inceledi ve bir yazı olduğunu fark etmesi uzun sürmedi. Tavandaki deliğin altına doğru gitti tekrar baktı kutuya. Yazı yabancı bir dille yazılmıştı ya da bazı yerleri silinmiş okunmuyordu. Çünkü bazı harflerin yarısı var yarsı yok gibiydi. Kutunun önünde yuvarlak bir mekanizma vardı. Tutup sağa sola döndürmeye çalıştı. Kutudan tık diye bir ses duyuldu. Bay Sewkbourn dikkatlice kutunun kapağını kaldırdı. Kutunun içi kırmızı kadife bir kumaşla kaplıydı. Ve ortasında alttan yukarıya doğru incelen üzerinde kutunun dışındaki aynı yazıdan bulunan bir şişe oturtulmuştu. Yarısına kadar kırmızı renkte bir sıvıyla doluydu. Eskiden şarap koleksiyoncuları çok değerli şarapları böyle özenle ve böyle şatafatlı kutularda saklarlardı. Sonra şişeyi olduğu yerden çıkardı. Kutuyu yere bırakıp şişenin kapağına asıldı. Sonra şişenin kapağına sarılmış bir kâğıt olduğunu fark etti. Dikkatlice kâğıdı çıkardı. Kâğıdın başında kocaman kutudaki ve şişenin üzerindeki harfler yazılıydı. Ama altındaki küçük yazılar tanıdıktı.

"Ruhlarımız karışsın birbirine,
Elindeki şişe dudaklarına değdiğinde.
Bütün dertlerin son bulur,
Sonsuz bir huzur senin olur.
Korkma sakın ruhum içine işlediğinde,
Susuzluğunu gidersin ruhumun şarabı istediğinde!..”
Saygılarımla, KROSTEEN

“bu ne kadar saçma ve kötü bir şiir” diye kendi kendine söylendi bay Sewkbourn. Sonra tekrar okudu. Birisine hediye olarak gönderilmiş ve bu kötü şiir yüzünden bodruma atılmış güzel bir şarap diye düşündü. Sonra kapağını açıp kokladı o ekşi ve keskin kokusu ne kadar kaliteli olduğunu haykırıyordu adeta. Şişeyi dudaklarına götürüp bir dikişte bitirdi küçük şişeyi. Elinin tersiyle ağzını silip yerdeki kutuyu almaya eğildiği anda midesine korkunç bir ağrı saplandı. Elindeki şişeyi bırakıp elleriyle karnını tuttu. Sanki midesine demir bir top atılmış ve orda duruyor gittikçe ağırlaşıyordu. Birazdan vücudunu delip çıkacakmış gibi hissetti. Acıdan kıpırdayamıyordu. Sonra birden kesildi ama şimdide beyni karıncalanıyor ve üşüyordu. İçtiği bir zehir miydi yoksa. Aklına tuhaf çocukluk anıları geliyordu. Seslerini bile duyuyordu. Babasının elinden tutup yürüdüğü yapraklı yolu anımsadı. Sonra annesinin naif sesini. Düşünceleri anıları beyninin içindeki her şey bir çorbaya dönmüştü. Beyni çalkalanıyordu. Sonra belirgin bir erkek sesi duydu beyninin içinden “teşekkürler” anlam vermeye bile çalışamıyordu. Hatırlayabildiği yaşından itibaren bütün anıları beyninde dolanıyordu. Sesleri görüntüleri hepsini görüyor, duyuyordu. Birden yavaş yavaş silinmeye başladı anıları. Vücudunda hiç acı kalmadı. Anılar teker teker siliniyor, silindikçe hafifliyor gibiydi bay Sewkbourn. Hiç hatırlamadığı görüntüler sesler, kılıçlar, ateşler, kan, ölen insanlar doluyordu beynine. Kendi anılarını tutamıyordu beyninde. Hepsi yavaş yavaş siliniyordu. Her şeyi unutmaya başladı, zihni boşalıyordu sanki yavaş yavaş ağır ağır ne varsa, acı, korku, zevk, panik, mutluluk, huzur hiçbir şey. Zihni tamamen boşaldığında artık hiçbir şey yoktu bay Sewkbourn bile. Bedenin yeni sahibi şişeyi yerden alıp doğruldu. Şişeyi öpüp, çatıdan süzülen ışık huzmesinin altında “ Teşekkürler bay Sewkbourn. Ben Krosteen” dedi.

3 Beğeni

Şu an okumadım ama ilk bakışta çok göz korkutucu duruyor upuzun paragraflar.

2 Beğeni

Bence bir şans vermelisin.

3 Beğeni

Bu işin ustası değilim ama yine de okurum.

2 Beğeni

Kendisi henüz hiçbir yazma becerisi gösterememiş biri olarak ne kadar eleştirebilirsem artık. @UlianaHippogrief’i çağırıyorum bu göreve.( :smile:) O müsaitse eğer çok daha iyi yapar bu işi. ( Gelmiş :smiley:)

Bence karakteri baştan tanıtmak kısa bir öyküde daha güzel oluyor. Öbür türlü yazarken çıkış yolu olmayan yerde geçmişine bir ay eklenmiş ve işin içinden çıkılmış gibi geliyor bana (tabii kolaysa sen yaz diyebilirsiniz, doğal hakkınız :grin:)

Virgülleri Daha sık kullansanız (elbette bu hikayeyle alakalı değil pek ama önemli bence) etkileyiciliği artardı diye düşünüyorum. Betimlemeler arasında kendi kendime virgüller üretmek yorucu oluyor (benim tembelliğim)

Bir de sonda iç mücadele yaşansa, sewkbourn krosteen’ e karşı koymaya çalışsa harika olurmuş (psikolojik bir altyapı gerektiriyor olabilir, onu hayatın yaşanmaya değmez olduğuna inandırabilir, çocukken yaşadığı bir travmayı hatırlatıp bedeni teslim etmesini sağlayabilirdi örneğin) (hafif spoiler :yum:)

Ve tabii ki yazmayı bırakmayın. Yazmak, demir gibi işledikçe parlayan bir yetenek. Elinize sağlık.

3 Beğeni

Bu hikâyeyi ne zaman yazdınız acaba?

2 Beğeni

tam tarihi hatırlamıyorum fakat 2 seneyi geçmiştir.

2 Beğeni

Bu tür aktiviteler için her zaman müsaitim. Bu şekilde bir önermede bulunduğun için de ayrıca teşekkür ederim. @Arqonquin :slight_smile:

Öncelikle merhaba Bekir,

Şimdi sana birkaç madde halinde yazdığın öyküde karmaşa olarak görünen kısımları izah edeyim, sen işine yarayanlardan dilediğince yararlanmaya bak. :slight_smile:

Bu tür diyalog yazdığın sahnelerde daha gerçekçi bir üslup konuşturmalısın. Bunu yaparken de sadece kelimelerin çağrışımsal gücünden değil aynı zamanda işin teorik boyutundan da yararlanmalısın kanımca. En basitinden bu cümle şu şekilde yazılabilirdi bence: “Aç kapıyı KORKAKK!”

Senin yazdığın haliyle öfkeli bir bağrınmadan çok, uysal bir dövünmeye benziyor. Bu da olayın şiddetini azaltıyor. Bir göz atabilirsin buna.

Burada iç içe geçmiş bir cümle yapısı var. “Yatağa oturup kadına dönerek ‘Mari beni iyi dinle.’ diye seslendi. Genç kadın da dinlediğini belirtircesine kafasını sallamakla yetindi.” gibi bir cümle oluşturursan teknik açıdan daha doğru olur. Bu çok ağdalı bir anlatım olmasa da en azından okuyucu için daha lezzetli bir hale gelir ve düzgün bir cümle yapısı ele almış olursun. :+1:

Cümlelerin çok fazla ‘yaptı, etti, gitti, döndü’ şeklinde sıralanmış mesela burada. Bu da hem olayların anlaşılmasını güç kılıyor hem de hikayenin temposunu düşürüyor. İki üç cümlede bir ara verip, daha farklı bir şekilde noktalayabilirsin cümlelerini. Ona da şöyle kısaca bir örnek vereyim,

“Başı yaşadığı olayın etkisiyle dönmeye başladı. Gözleri bedenine nüfuz eden karışımın etkisiyle kapanırken vücudu kırgınlaştı ve bu durum iki adımda bir sendelemesine neden oldu. Gücünü toparlayıp, tekrar kendine gelebilmek için tutunacak bir zemin aradı kendine.”

Tekrar belirteyim, düzelterek yazdığım cümleler belki çok hoşuna gitmeyebilir. Sadece işin teknik kısmını düzeltmen amacıyla var olan cümlelerini birkaç küçük şeyle değiştiriyorum.

Son olarak söyleyeceğim şey bence en önemlilerinden biri. Paragrafların olması gerekenden fazlasıyla uzun. Bir kitap okurken bile aralıksız yazı gördüğüm sayfalar bazen itilmeme neden oluyor. Zaman zaman cümlelerin sırasını takip etmekte de zorlanıyorum haliyle. Buna dikkat edersen daha derli toplu bir görüntü elde edebilirsin.

Ayrıca sadece bu öykü için geçerli olmayan, bütün yazım türleri için geçerli olan bir madde daha ekliyorum hemen! :slight_smile:

Bir yazı kaleme aldığın zaman insanlar belki olayları senin kafandaki kadar net anlamlandıramayabilir ya da hayal edemeyebilirler. Bu açıdan sinematik etkiye sahip ve okurun kafasında kolayca şekillenebilecek tasvirlere başvurmalısın. En azından onların yolunu açar, okuma şevkini artırırsın.

Yazının konusu ve genel bütünlüğü bunlar dışında kötü değildi ama. Bu dediklerimi de uygularsan hikayelerin bir üst seviyeye çıkacaktır, eminim. Her şeyden önce bir okur olarak gözlemlerimi söylüyorum ve bunların hepsi senin hedefine ulaşman için. Bilir kişi olarak görünmek istemem asla. Lütfen kırılma, darılma bu anlamda. Yazılarını da her istediğinde benimle paylaşabilirsin, seve seve okurum. :slight_smile:

7 Beğeni

:+1:t2: Rica ederim. Eline sağlık bu arada.

2 Beğeni

Ne demek, her zaman. :call_me_hand:

3 Beğeni

Fena bulmadım aslında. Tek söylemek istediğim şudur ki;
Hikayen çok hızlı ilerliyor. Reklam filmi izliyor gibi hissettim okurken. Biraz tasvirler ve betimlemeleri fazla yer vermelisin. Bu hızda olayı anlatırsan 50 sayfa sürmez yazacak kurgu felan bulamazsın. Ve çok hızlı gittiğinden okuyucu rahatsız olur.
Yazmaya devam et. Bazı yerlerini çok beğendim ve hatta okurken şunu düşündüm. Çabalara olabilir.

4 Beğeni

:small_orange_diamond:Hikaye de bazı imla hatalarına rastladım, noktadan sonra küçük harfle başlamak ya da özel isimlerin küçük harfle başlaması gibi.

:small_orange_diamond:Karakterlerin isimlerinin Türk isimleri olması daha çok hoşuma giderdi.

:small_orange_diamond:Hikayenizi okurken genel olarak sıkılmadım. Çarpıcı bir son ile bitirmek istemişsiniz ama bir şeyin çarpıcı olmasının en önemli nedenlerinden biri onun tahmin edilebilir olmamasıdır. Öyle bir şey olacağını az çok tahmin etmiştim. O yüzden ben de beklenilen etkiyi yaratmadı hikayenin finali.

:small_orange_diamond:Hikayeniz benim için eğlenceliydi fakat Yılmaz Erdoğan’ın da dediği gibi bir önermesi yoktu.Bana kattığı bir fikir, bir his yoktu.

Bunlar benim kendi takıntılarım başka bir okuyucu için tamamen önemsiz şeyler olabilir. Tekrardan elinize sağlık diliyorum.:slightly_smiling_face::slightly_smiling_face::slightly_smiling_face:

4 Beğeni

yapıcı eleştirileriniz için hepinize teşekkür ederim. hepsini dikkate alacağımdan kuşkunuz olmasın. bu tarz eleştirilerin kendimi geliştirmem ve daha etkileyici öyküler yazabilmem için çok önemli olduğunu düşünüyorum. bu yüzden hepinize tek tek teşekkür ederim. yazıya dökmeye çalıştığım birçok şey var, ilerleyen günlerde onları da paylaşırım. sizler de eksik gördüğünüz ve sizi rahatsız eden yerleri yapıcı bir şekilde dile getirirseniz çok mutlu olurum. okuyup vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederim. gönlünüze sağlık!

3 Beğeni

Sevgili @bethrezen selamlar,

Öncelikle hikâyede büyük harflere dikkat etmişsiniz ama yorumlarda küçük harfle başlamışsınız. Forumda hoş karşılanmıyor bu durum. :+1:

Hikayeyi okudum tempo hızlı ama hayal gücünüz güzel… @UlianaHippogrief , @SOLINARI ve @Judjag çok güzel yapıcı eleştiriler yazmışlar. Eleştirilmek hem de yapıcı olarak eleştirilmek bu devirde yok gibi artık. Onlara tamamıyla katılıyorum. Eklemek istediklerim de var. :slight_smile:

Beynimiz boşlukları tamamlamayı çok sever. Eğer öykünüzde boşluk olursa okur da bu boşlukları hızla tamamlar. Yani ileride çıkacak sorunları öncesinden inşaa etmeniz gerekiyor.

Mesela “üstünü hızlıca giyindi” demişsiniz. Ben pelerin hayal etmedim. Pelerini çok sonra çatılarda eklenince evde giyinirken hayal ettiğim giyim kuşam darmadağın oldu. Aynı şekilde çatıları nemli hayal etmedim. Aynı şekilde adamı akrobat hayal etmedim. Hep yeniden zihnimde dağıtıp canlandırmam gerekti. Bu okur olarak beni yoruyor. Yazarın da önceki anlattıklarını sil başa çekiyor.

Hatta şöyle bir algı oluşuyor: Sallıyorum ileride çıkacak A problemi için zaten ileride karakterde B özelliği eklenerek üstesinden gelinecek. Sonucunda heyecan ve merak baltalanıyor. Yani artık öykü büyüsünü kaybediyor.

Bu durumu sizin öyküdeki iyi örneklerle daha net açıklayabilirim. Geçen gün barda sarhoş ettiği derken ve öykünün sonunda içecekle ilgili bağlantı ya da başta bulunduğu yeri anımsamayıp sondaki içinde bulunduğu durumu baplamak güzeldi. Öncesinde standart bilinen bir imge sunmak devamında olağanüstü bir imge kurmak için okur olarak beni hazırlar… Güzel olur.

Ayrıca içeride kadın var ve yanında üçkağıtçı bir adam var. Dışarda kapıyı yumruklayan bir adam. Karı koca ilk akla gelen ve klişe bir sahne, yalnız olsa da olurdu. Hikâyeden çıkarsak kadını bir şey değişmeyeceğini düşünüyorum. Kaldı ki kadına verilen görevi de yapamıyor kendisi. Hadi bir nebze oyalasa demirciyi yine anlarım.

Diğer taraftan dışardaki demirci ve yanındaki adamlar. Demirci deyince aklıma demire çekiç vuran yalnız bir adam geliyor. Bir demirci, “Haydi arkadaşlar şunun evi basalım,” demez diye düşünüyorum. Yanındaki adamları da atabiliriz. Onların yerine ne olur? Bence birbiriyle bitişik evlerin olduğu bir mahallede olduklarına göre ki çatılardan koşabiliyor kahraman ve mahalleli ayağa kalkar. Sallıyorum sevmediği biri bağırır ya da bir şahit onun evde olduğunu söyler gibi gibi…

Ayrıca demeden duramayacağım: Yabancı isimler beni muazzam itiyor. Şöyle derler: “Bırak Mari’nin hikayesini Jack, Stephen, George anlatsın. Kaldı ki onlar Mari’yi gerçek hayatta tanıyorlar.”

Bunun için iki önerim var;

  1. Karakterlere hiç isim verme… Ya da bu demirci gibi üçkağıtçı gibi meslek ya da ne bileyim sembolik adlar kullanmak da senin daha rahat yazmanı sağlayabilir. İsim yerine kullanabilirsin.

  2. Yerli yazarları okuyarak Türkçe karakter isimlere alış. Bu gerçekten önemli mesela ben senin gibi yolun başında olan biri olarak diyorum ki bol bol çeviri eser okuduğumda Türkçe isim kullanmak yavan hissettiriyor ama bol bol Türkçe eser okuduğumda Türkçe isimler konusunda daha rahat hissediyorum ve onlarla daha çok bütünleşebiliyorum.

Son olaraksa öykünü en samimi arkadaşınla bile paylaşacaksan elinden gelen en iyisini yapıp paylaş. Ya da tanımadığın insanların okumasını istiyorsan da elinden gelenin en iyisini yapıp öyle paylaş…

Yani paragrafları ayır, cümleleri düzenle, defalarca üstünde geç, olmadıysa baştan yaz, yaz yaz yaz, en sonunda paylaş… Çünkü eksikleri ne kadar çok kendin fark edersen o kadar çok sağlam temel atmış olursun. Çünkü kendi gördüğün eksikleri başkalarından duyarsan hoşuna gitmez…

Görmediğin eksiklikleri duyman için gördüğün eksiklikleri aradan çıkarman lazım diye düşünüyorum. Sağlıklı kal ve yazıyla kal…

6 Beğeni

Anlatmaya çalıştığım fikri çok güzel yazmışsınız. :+1:t2:

3 Beğeni

Aynen dediklerinizi tekrarlamışım. :upside_down_face: Gecenin geç saatleri ve uykusuzluk. Oysa ki yorumları tek tek okudum ve niyetim tekrarlamamaktı.

Ben uyuyayım biraz. :slight_smile:
İyi geceler. :+1:

3 Beğeni

Şu sözünüz çok güzelmiş. Çaldım bunu. :grin::grin:

6 Beğeni

Güle güle kullanınız sevgili @Judjag :grin: :grin:

2 Beğeni