İnceleme: Hunter S. Thompson - Las Vegas'ta Korku ve Nefret

Hunter Thompson’ın sinemaya da uyarlanmış post-modern klasiği.

Kitap 1971 yılında yazılmış. O dönemin “Amerikan Rüyası” kavramını çok farklı bir yöntemle, bu kavramın bir bakıma üstüne gide gide eleştiriyor. Güvenilmez anlatıcı bu kitapta karşımıza uyuşturucunun etkisinde, halüsinasyon, paranoya ve gerçeğin arasında kalmış bir biçimde, mizahi yönü de güçlü olarak çıkıyor.

Kitap sert, kitap iddialı. Kitap ahlaksız. Kitabın olayı bu zaten.

Gonzo gazeteciliğinin kurucusu olan Thompson bu kitapta da aslında kendi başına gelmiş bir (daha doğrusu iki) olayı mümkün olduğunca değiştirmeden sunuyor. İki ana karakterimiz var. Los Angeles’tan Las Vegas’a uyuşturucuların etkisinde yol alan bu iki kafadar, zamanla ayılmak bir tarafa, her an destekledikleri -uyuşukluklarıyla- olayların içine dalıyor. Raoul Duke ve avukatı böyle uçmuş bir vaziyette Vegas’ta neler yaşayacak? İşte bu hikâyeyi Thompson mizahi bir dille tam bir maninin içinde, toplum eleştirisi şeklinde sunmayı başarıyor. Kitapta birçok siyasi, askeri hatta edebi hiciv mevcut. Dönemin gazetecilik denilince akla gelen tüm kavramlarına muhalif, bomba etkisi yaratan Thompson bu otobiyografik eserinde de elbette tüm hikayeyi bu temel üzerine kurmuş.

İthaki Modern serisinin bu kitaba kadar(bu dahil) ilk 6 eseri göz önüne alındığında, İhtiyarlara Yer Yok’la birlikte en iddialı kitap bana göre bu. Yeraltı edebiyatına da dahil edilebilecek bu eser uyuşturucu çağı ve hippi akımları döneminin(ve sonrasının) en önemli eserlerinden biri sayılabilir.

1998 yılında Terry Gilliam yönetmenliğinde beyaz perdeye uyarlanan Las Vegas’ta Korku ve Nefret’te, Raoul Duke rolünde Johnny Depp’i izliyoruz. Film de oldukça sükse yaratmış, hatta kitabının bir miktar önüne geçmiş durumda diyebiliriz.

Kitabın çevirisini de editörlüğünü de beğendim. Çevirmen Kıvanç Güney’in bazı kelime seçimlerinin kitabın o kara-komik atmosferine girebilmemizde katkısı büyük gerçekten. Örneğin “sevindirik olmak” gibi tuhaf ifadeler kitabın anlatım tarzına cuk oturmuş.

Eserde bir mektup aracılığıyla üst kurmaca benzeri bir bölüm mevcut. Yazar Hunter Thompson adıyla doğrudan, kısa bir süreliğine de olsa hikâyeye dahil oluyor. Aslında tüm hikâye onun ama neyse :slight_smile: Bizlere selam çakıyor. Siz bunları okuyorsunuz ama hepsi benim başıma bizatihi geldi ona göre diyor adeta. İşte tüm bu katmanlı yapısı ve yazım özellikleri kitabın tam bir post-modern dönem edebiyat eseri özelliklerine haiz olmasını sağlıyor.

Kitabın sadece Türkiye’de değil ilk baskısından itibaren tüm edisyonlarında Ralph Steadman’ın illüstrasyonları da sık sık karşımıza çıkıyor. Eser eğer yazım kompozisyonu itibariyle yeraltı edebiyatının sınırına kadar geliyorsa, bu çizimler sayesinde cumburlop diye içine düşüyor. Genel kitap atmosferini destekleyen, çok uyumlu çizimler.

Eğer post-modern türüne aşinaysanız büyük keyif verebilecek, yok değilseniz ne oluyor bu manyaklara adamlar tripten tribe giriyor diye sinirinizi bozacak, bıçak sırtı bir kitap. Ben kesinlikle tavsiye ediyorum.

Yazar her ne kadar tam bir uyuşturucu bağımlısı olsa da(her türlüsünü kullanan tiplerden) edebiyata düşkülüğü de had safhada. Thompson 1989’da şöyle diyor:

"Şimdiye kadar insanı bir masaya oturup yazmaktan daha çok uçuracak bir uyuşturucu keşfedebilmiş değilim."

5 Beğeni

En önemlisi Hunter S. Thompson, Beat Kuşağı’nın en önemli üyelerinden birisi. Bunu sevdiyseniz William S. Burroughs - “Çıplak Şölen” ve Jack Kerouac - “Yolda” romanlarını da seversiniz eğer okumadıysanız. :ok_hand:

1 Beğeni