İstasyon Programı (Konuk: İsmet Özel)

Merhaba, vaktiyle Süleyman Çobanoğlu’nun sunduğu İstasyon programında İsmet Özel ile gerçekleştirilen söyleşiyi metne aktardım. Umarım şiirseverler beğenir. :slight_smile:

İzlemek için: https://youtu.be/NZvDzJkpDqM

Süleyman Çobanoğlu’nun sunduğu İstasyon programında konuk İsmet Özel

SÇ —> Süleyman Çobanoğlu

İÖ —> İsmet Özel

: Şair İsmet Özel’le bugün şair kavramı etrafında konuşalım diyoruz. Galiba şiir sorunlarını tartışmaktan – belki iç içe kavramlar ama, şair kimliği üzerinde pek de sorgulayıcı yaklaşımlarda bulunulmuyor.

İÖ : Evet, nedir bu şair, kimdir falan mı?

: Evet. Siz, Erbain’in başında – ilk sayfasında “Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?” diyorsunuz. Yaşamayı bilmemek ve rüyasında bir bade içmek dışında insanı şair kılan şeyler neler?

İÖ : Bir kere, şunu öncelikle söylemek lazım, şair doğulmaz. Çoğu insan tersini iddia eder. Şair olunur. Dolayısıyla dünyada kazanılan bir şey. Ama şairler -gördüğüm kadarıyla- dünyaya öyle bir bakışla bakıyorlar ve dünyadan öyle etkiler alıyorlar ki onların bu derinlikten aldıkları nasip dünyayı biraz farklı bir yerden görmeyi temin ediyor. Yani şiir yazılırken, şair eğer bir iş yapmayı becermişse -bir kere, şiiri yalnız şairler yazar cümlesinin altını çizmek lazım- başka şeyleri yapamadığı için değil, başka şeyleri tamamen yapmayı reddettiği için insan şiir yazar. Yani kazara şair olunmaz.

: Ve doğulmaz.

İÖ : Doğulmaz da. Yani eskiler şey demişler: El-Ma’nâ fî batnı’ş-şâir. Manâ şairin karnındadır. Bir kere bu çok önemli bir şey, şair kimdir sorusuna belki “karnında manâ olan adam" demek lazım fakat bir de şunu eklemek lazım belki, şair karnından konuşmaz.

: Yalnızca şiir yazanlar mı şairdir, yani şiir yazıp da şair olmayanlar olduğu gibi hiç şiir yazmadan da şair olanlar var mıdır?

İÖ : Şimdi böyle bir yaklaşım var. Yani şairane bir şey olduğunu varsayıyor insanlar. Gerçekten şiir çok derin bir etkileşim sonucunda, daha doğrusu derin etkinin başkalarında derinliğine uyandırılmasını sağlayacak bir çabanın sonunda çıkan bir şey. Bu o kadar prestijli bir şey ki, işin ehline sorarsanız, biz genellikle gerek davranışlar itibariyle gerek ortaya koyduğu şeyler bakımından bazı insanların şair gibi bir şeyler yaptıklarını veyahut ortaya çıkan şeyin şiir gibi olduğunu söyleme kolaylığına saparız. Ama bence kelime olayı olduğu için şiir, bütün somutluğuyla gördüğümüz şiirden ayırmamak lazım şiiri. Şairi de o işi yapan adam olmaktan uzak tutmamak lazım. Yani bir meydan muharebesinde şair gibi dövüşülmez ya da buna benzer şeyler.

: Bir prestijden bahsettiniz, yani bu işin ehli olanların katında şairin bir prestiji var ya da vardı. Bunda bir aşınma görüyor musunuz, ya da bunun şu anki bunalımla bir ilgisi var mı?

İÖ : Şimdi, kuşkusuz, böyle bir erime, aşınma, darbe yeme diye bir şey söz konusu. Çünkü yaşadığımız dünya, hiç sözümüzü sakınmadan söyleyelim ki paradan daha üstün değer kabul etmeyen bir dünya. Bu, şiirin nefes alamayacağı bir ortam demektir. Yani şiir, ne olursa olsun alıcısı ve vericisi olan bir hadise. Şair de kendini bu şekilde kanıtlar ya da ortaya çıkarır. Dolayısıyla paranın ölçü olduğu bir ortamda şairin anlaşılmaması çok olağandır ve tanınmaması olağandır ama bu, böyle bir ortamda şair yok anlamına gelmez. Şair çünkü bunu zaten yok ederek; böyle bir ortamın zavallılığını, böyle bir ortamın ihanetini, böyle bir ortamın rezaletini fark ederek belli bir alana çekilmiş kişidir. O bakımdan, modern dünyanın doğmasıyla beraber diyelim ki bir Baudelaire ortaya çıkması bu yüzdendir. Yani Baudelaire öncesinde şair yok mu, var ama modern şiirin babası sayabileceğimiz Baudelaire bu para ölçüsü esas olan dünyanın bir bakıma düşmanı olarak ve onunla cenk etmeye kavilleşmiş bir unsur olarak ortaya çıkmıştır. Onun için durumun şiire ve şaire zarar verici olması şiirin ve şairin de beslenmesine yol açabilir.

: Peki bu bahsettiğiniz cenkte şairler safının sürekli geri çekildiğini söyleyebilir miyiz? Yani Baudelaire’in filan tezahüründen itibaren, bu modern şartların teşekkülünden itibaren sürekli bir ricat hadisesinden söz edebilir miyiz?

İÖ : Hayır, yani şunu söyleyebiliriz, şiirin kıymetini bilecek insan sayısı azalmıştır. Ama bu, biraz da iman gibi bir şeydir. Yani insanların salih bir itikada sahip olmamaları ya da gittikçe yozlaşan bir zihnî yapıya sahip olmaları imanın ne haklılığına ne de -eğer birinde varsa- gücüne mani değildir. Şiir de öyle, daha doğrusu şairin kim olduğu bir kere farkına varılırsa onun yapacağı işler uygun etkiyi uyandırır bence.

: Evet, fakat bütün şairler bu kadim gerçeğin farkına da varmayabilirler. Henry Miller’ın bir sözü benim aklıma geliyor. Bunlar, diyor şairler için, âdeta tarikat ağzıyla – bir tarikat jargonuyla konuşuyorlar. Çünkü bunlar annelerinin karnına geri dönmek istiyorlar. Bu yüzden hem dillerini, hem etraflarını, hem iletişim imkanlarını daraltarak anne karnına geri dönme isteğini beyan etmiş oluyorlar. Katılır mısınız böyle bir fikre? Yani şairler böyle bir kapanın içinde mi?

İÖ : Bence şairler – bir kere, biraz önce onların vasıfları hakkında biraz övücü gibi görünen sözler söyledim, ama Kur’an-ı Kerim’in bize öğrettiği gibi, şairler bir kere her vadide dolaşırlar ve sadece ana karnına dönme arzusunun dışında birçok vadilerde, evet, vukuatları vardır. Şairler tehlikeli, ahlâksız ve uygunsuz insanlardır fakat bunlar biraz önce sözünü ettiğimiz ‐konvansiyonel diyeceğimiz- uzlaşımsal dünya için böyledir. Yoksa şair olan şair – ki onların ortak bir dili olduğunu Henry Miller söylemiş. Henry Miller’ın çok psikanaliz kokan yaklaşımına ihtiyatla bakıyorum ben doğrusu Ana rahmine dönmek çok Freudyen bir yaklaşım gibi geldi bana.

: Fakat orada zannediyorum ki bir istihza olarak kullanmış onu, yani.

İÖ : Ama aslında bu “asla dönme arzusu" da küçümsenecek bir şey değil. Yani eğer o sadece bir sembolse ve insanlar kendi yaradılışlarıyla ilgili esasa doğru bir istikamet tutturmuşlarsa, bir insan da işte yaratıldığı güne bile ulaşmak üzere bir endişe duyuyorsa -bir rahatsızlık tabii ki- ama bununla birlikte bir heyecan duyuyorsa, bu, onu şair yapar aslında. Ama şairlerin dünya ölçüsünde birbirlerini anladıkları şüpheyle karşılanabilir bir söz. Ama ben, Ezra Pound’un genç şairlere bir tavsiyesini hatırlıyorum: Bilmediğiniz dilde olsa bile şiir dinleyin, diyor. Şimdi, demek ki şiirin sadece ses olarak bile bir alanı var, bir etki alanı var. Bunu, iyi şiire ulaşmak isteyen insana tavsiye ediyor Ezra Pound. Yani bilmediğin şiirden [şair?] şiir dinle, çünkü o adam bir çaba göstermiş ve bunu bir yerde yoğunlaştırmıştır. O fark edilir, yani… ve şiir, gerçekten şairin eseri olduğu için böyle bir sonuca varılır. Eğer bu “tarikat dili" diğer mesleklerde olduğu gibi olsaydı şairler şairleri anlayamazdı. Yani aslında şiir büyük ölçüde şairlerin yazdığı şeydir dedik ama aynı zamanda şairlerin de okuduğu şeydir. O yüzden biraz önce sorduğun soruya geri dönmek istiyorum; yani alanı geriledi mi – şairler biraz mağlup durumda mı sorusu öyle addedilebilir. Bu, şairleri hiç ilgilendirmez; yani tınmazlar buna. Çünkü onların dünyası hem kendi aralarındadır hem de başka bir dünyadır. Yani bugün yaşadığımız, kabul edilen, geçerli şeylerden örülmüş bir dünya değildir.

: Yani başka bir dünyaları her zaman için mevcuttur.

İÖ : Aslında genel olarak sanatın böyle bir özelliği var. Sanat, tıpkı din gibi, krallığını bu dünyada kuran bir iş değildir, bir husus değildir. O yüzden şairler bundan bolca nasiplerini almışlar ya da şiir nasıl sanatların sanatıysa şairler de sanatçıların sanatçısı olmak zorunda. Eğer değilse çekiver kuyruğunu.

(…)

: Şuara sûresinden ya da Kur’an-ı Kerim’in şiir ya da şair hakkındaki hükmünden bahsettik. Konvansiyonel dünya için tehlikeli dedik. Kur’an-ı Kerim konvansiyonel dünyayı korumayı murat etmediğine göre bu çok dikkat çekici hükümleri nasıl açıklayabiliriz?

İÖ : Kur’an-ı Kerim konvansiyonel dünyayı korumak endişesiyle söylemiyor elbette bunu bize, öğretmiyor. Fakat hak ve hakikât ile ilgili bir bilgi ediniyoruz. Şairler çok fazla haber verirler ve bu haberlerin büyük bir kısmı da doğru haber değildir ama onlar haber vermek için her yolu denerler; her vadiye inerler. Dolayısıyla şair asıl haberi vermez, vermediği için de şaire kulak asılması doğru haber konusunda tereddüde ulaşılmasına sebep olabilir. Yani şairler ki “onlara ancak sapıklar uyar"; çünkü şairler uyulacak şeyler çıkarırlar ortaya. Yani onları reddetmek pek kolay değildir; çünkü şairler yerin dibine inerler, göklere uçarlar. Yani onlar öyle olağanüstü bir atmosfer ortaya çıkarırlar ki bunlara meyleden insanların kapılıp gitmemeleri biraz zordur. O yüzden şiiri nasıl doğru haberden ayırıyorsak şairi de bir doğru haberci kimliğine oturtmamamız lazım. Bu bakımdan Kur’an-ı Kerim’in ikazı tam yerli yerindedir. Madem bu kadar berbat bir durum var, vazgeçilmeli değil mi şairden?

: Ya da biz kendimize bu hükümlerin dışında güvenli bir coğrafya bulabilir miyiz, yani şairler bu tür bir coğrafyaya sahip olabilirler mi? O hükümlerle çelişmeyen bir alan açabilirler mi kendilerine?

İÖ : Hayır, böyle düzgün sınırları olan şiir de olmaz, böyle bir şair de yoktur. Yani olduğu takdirde şiirle ilgili ihsasları alamayız. Şaire uymayacağız. Uymamamız için de şair(in) uyulmaması gereken şeyler yapması lazım. Ama şair bize öyle şeyler getirir ki biz gene de bulunduğumuz yerden daha farklı bir yerde oluruz. Bu farklı yer sapık bir yer de olabilir, salih bir yer de olabilir ama o artık başka bir sahada konuşulacak bir şey. Yani şair, bizi aldatıldığımız dünyadan kurtarır ama karşılığında bizi başka bir dünyada aldatmaya götürebilir. Bu çabası dolayısıyla şaire kıymet vermemiz lazım. Bu bizi bir yere götürüyor. Daha doğrusu gidilecek bir yerden olduğundan haber veriyor. Biz bu haberi aldıktan sonra şairin bizi götürdüğü yere gitmeyebiliriz ama eğer şaire hiç kulak vermezsek gidilecek bir yer olduğundan da haberimiz olmaz.

: Şair, dünyanın bizi aldatmasını engeller gibi anladım ben, bir noktada.

İÖ : Dünyanın bizi tatmin etmesini de engeller.

: Bu, şair ne işe yarar sorusunun tek cevabı mıdır? Yani eğer tek cevabı ise bu süreç nasıl işler? Yani ne yapar da bu adamlar -bu tehlikeli, bu kötü adamlar- bizleri etkiler; gidilecek bir yer olduğunu gösterir?

İÖ : Şimdi bizde müthiş bir -eğer belli bir uyanışı yaşamış insanlarsak- açlık doğar, ruhsal anlamda. Şairler bu açlığın teyidini yaparlar, yani bu açlık bu açlıktır kardeşim.

: Bu açlık vardır.

İÖ : Vardır. Bu bakımdan şairlerin eğer bir fonksiyonu, bir işlevi aranacaksa bunu yapmaları yeter. Bir bakımdan, şiir olma düzeyine ulaşmış metin ve şair vasfı kazanmış insan(ın) insanlık kültüründe bir yeri olmalıdır, bir yer sahibi olduğunun tanınması gerekir. Onun dışında, yani, aynı şekilde onlara düşmanlık da duymak mümkündür – aynı sebepten ötürü. Ama bu düşmanlık duyacak olanlar, bizi o dar kafaları içinde menfaatleri lehine hapsetmek isteyen ya da bizi -biraz önce söylediğim gibi- aldatmak isteyen insanlardır. Şairlerin düşmanları dolandırıcılardır, çünkü bu daha kaliteli dolandırıcıya tahammül edemezler.

: Peki. Bir şair bütün fikir ve eylemlerinde şiirsel olmak durumunda mıdır, öyle midir ya da bunu şöyle de sorabiliriz: İnsan zaman zaman mı şairdir?

İÖ : Bakın, bu benim için – hayatımda çok önemli olmuş bir şeydir. Ben, Wallace Stevens’a gıpta ederdim. Çünkü o herhangi bir sigorta şirketinde ya da bir bankada müdür gibi bir şeydi ve Amerikan şiir dünyasının yüz yüze temaslarında olmayan bir insandı. Sadece şiirlerini yayınlardı. Öbür türlüsü, orta sınıftan ‐belki de biraz ortanın üstünde- bir Amerikalının hayatıydı. Bu, bana, gençliğimde gıpta edici bir şey olarak görünmüştü. Benim gıpta ettiğim bir şey idi. Çünkü şiir kendisi vermeli diye düşünürdüm. Şair dolayısıyla şiire ulaşmayalım diye düşünürdüm. Kendimi de mümkünse ortalıkta olmayan ama şiirleriyle dünya kurmuş, şiirleriyle insanları bir dünyaya sokabilen birisi olmak… onu tercih ederdim ama galiba olmadı o, tersi oldu. Ben bir yerlerde yazılar yazıyorum, konuşmalar yapıyorum falan filan. Gerçi şiirlerimin yeri, belli insanlar için ayrı. Ben de bunu daha çok “Bakın ben aslında bunları yapmıyorum" diye yapıyorum ama bunu da anlatamadım şimdiye kadar. Bunu söylediğim için hiç anlatamayacağım.

: Peki, şair -yine aynı mahlûk- her ortamda barınabilir mi? Yani zaman zaman sezilmeyecek bir şey değil bu; bir emekli, bir insan, neyse işte, bir vatandaş eline güzel bir şiir kitabını alıyor; okuyor. Çok güzeldi ama artık bitti ya da bitmek üzere diyor. Modern dünyanın baskılarını ya da muhtemel baskılarını göz önüne alacak olursak, tarihin gidişini de göz önüne alacak olursak yaşama şansı nedir?

İÖ : Bitti dediğin şey ne onu anlamadım.

: Yani şair ya da şiirsel eylem ya da şiirin kendisi.

İÖ : Artık dünyada bitti?

: Yani, evet.

İÖ: Bu en azından şöyle iki üç senedir söyleniyor. Yani iki üç senedir şiir bitti deniyor. Yani bu olmaz, olacak bir şey değildir. İnsanın sonuyla şiirin sonu gelir; çünkü şair çok fazla insandır. Onun için biraz önce ona böyle menfi yakıştırmalarda bulundum. Eğer insan ortadan kalkarsa şair de ortadan kalkar. Şair o kadar fazla insandır ki göze batar. O yüzden şiirin bitmesi diye bir şey söz konusu değildir. Maalesef, biliyorsunuz şöyle bir şey vardır: Tarihte sessizlik varsa işler iyi gidiyor demektir ama şiir dünyasında sessizlik varsa işler kötüye gidiyor demektir. Yani o bakımdan, şiirin öleceğine inanmıyorum, insan ortadan kalkmadıkça. Ama asıl şiirin anlaşılmasına zarar veren şey, şiirin yerini başka şeylerin tuttuğunu sanmaktır. Yani mesela reklamların şiir olduğunu söyleyen insanlar da olmuştur Batı medeniyeti içinde. Burada aslında şimdiye kadar söylemediğim ama söylemek istediğim bir şeyi de vurgulamak istiyorum -konuşmamız içinde biraz belirdi sanıyorum- şair aslında cahil biridir. Şu manâda; bu bilgi birikimi dediğimiz şey var ya, ondan istifade ederek insanlara ulaşmaz. Öyle bir alandan bir şeyler çıkarır ve öyle bir aracı kullanarak insanlara varır ki -hangi türden olursa olsun: ister bilimsel bilgi, ister felsefi bilgi, isterse edebiyat bilgisi olsun- bu bilgilerle ulaşılan yer değildir ya da bu bilgilerin sahası değildir şairin ilgilendiği saha. Şairle kurduğumuz irtibat bu bilgiler dolayısıyla olmaz. Bu yüzden şair genellikle çok özel bilgisini kullandığı için bildiğimiz bilgi açısından cahil biridir ve cehaleti de destekler. Çünkü dediğim gibi, bize bir türlü ulaşamadığımız bir şey olduğu noktasını getirir ya da bize o pencereyi açar.

~ SON ~

10 Beğeni

“Yaşamayı bileydim, yazar mıydım hiç şiir?
Yaşamayabileydim, yazar mıydım hiç şiir?
Yaşama!
Ya bileydim?
Yazar : mıydım,
Hiç : şiir!”

5 Beğeni