İzlediğiniz Belgeseller ve Yorumlarınız

Adna Oktar ve suç örgütü hakkında “Kedicik” belgeseli.

Bu konuyu biraz canlandırmak lazım. :slight_smile:

Son dönemde çıkan sağlam belgeseller var. Örneğin bu REAL! İnsanı düşündüren bir belgesel: Kendisinin hem uzaylı hem de tanrı olanlar tarafından peygamber seçildiğini söyleyen bir adamın hikayesiydi.

Peygamberin öğretisi "Kafandaki donu çıkarmak için kçndaki donu çıkartmalısın"dır. Söyleyecek bir söz yok.

Ortada bir “mesaj” muhabbeti var. Uzaylıların mesajı geldi gitti yaydık, falan filan mesaj ne anlayamıyorsun zaten. Önemli olan mesajın içeriği değil varlığı sanki, hani ulaştığın yer değil içinde bulunduğun yol önemlidir gibi gibi.

Kendini peygamber ilan edenin yanı sıra 3 tip üyeyle de röportaj yapmışlar. Olayların tamamen yalan olduğunu ve kaybettiği 30 yıla üzülen, yalanları inkar edemeyecek kadar dibine batmış ve kayıtsız şartsız inanan, yalan olabilir doğru olabilir ama ben çok güzel hayat yaşadım diye saçmalayan…

Sürekli bir cinsel münasebet olayı var ki genç yaşlı dinlemeden grup üyeler ne yaptığı belli değil.

Asıl ilginç konu şu ki;

  1. Özgür ülkelerin japonya, kanada gibi bu tarz oluşumları suç değil de ifade özgürlüğü içinde değerlendirmesi.
  2. Grup üyesinden biri, bize siz özgürsünüz diyorlardı özgürce gezebilir/düşünebilir/çıplak gezebilirsiniz diyorlardı. Ama grup ne yaparsa onu yapmak durumundaydı, demişti.

Düşündüren durum şu, tarikat özgürsünüz çıplak gezebilirsiniz diyor örneğin herkes çıplak gezerken biri giyinik olması onun toplumsal baskıya maruz kalmasına yol açıyordu. Orwell’ın dediği gibi “Savaş barıştır, özgürlük köleliktir, cahillik güçtür.” bir durum var ortada ve tarikatın bu durumu bir yanılsamadan ibarettir. Aynı şekilde bu RAEL tarikatı gibi kanada japonya veya avrupa ülkeleri de özgürlüğü bir baskı aracı olarak kullanmaları olası değil mi?

Bir de yerel tarikatlar günün sonunda ömrünü tamamlıyorlar er ya da geç; özellikle kamuoyunda ayukka olunca ömrüleri bitiyor. Lakin ukuslararası olmak ve sğreklş tarikat merkezinş başka ülkeye taşımak garip bir şekilde tarşkatın ömrünü uzattı. Aynı zamanda önceki söylemlerini redderek yola devam etmesi sürekliliğini sağladı. Yani yalan söyleyecekseniz büyük söyleyeceksiniz ve her seferinde de önceki söylemlnizin yalan şimdiki söylemenizin doğru olduğunu iddia edeceksiniz ki gakip edilmesi zor olsun. İlginç…

Günün sonunda: TATİKATLAR HAFİFE ALINMAMALILAR.

Önceki yorumda demiştim “Tarikatlar hafife alınmamalılar,” diye ve evet bu belgeseli izlemeyen herkes oktar tatikatını hafife alıyordur. Bu konuda iddiaya bile girebilirim.

İzledikten sonra şunu diyorsunuz, “Bu kadar olduğunu tahmin etmiyordum!”

Oktar tarikatı kültürel yozlaşmadan beslenen bir tarikattır. Yerli dizi ve filmlerde kadınları nasıl temsil ediyorlar? Lüks hayatlar, pahalı hediyeler, gösterişli tavırlar ve sürekli kavga içine sıkışmış bir temsiliyet söz konusudur. Ne yazık ki bu konuyu da ciddiye almıyoruz.

Özgür yayın kuruluşları istediğini yayınlar değil mi tabii rütükün siyasal yönelimine ters düşmedikçe. Ne yazık ki toplumsal sosyal kuruluşlar bununla mücadele etmiyor. Kadının medyada temsiliyeti tamamen para reyting uğruna heba ediliyor.

Haliyle kendilerine idol olarak medyada yansıtılan kadın modelini kabul eden bir grup ortaya çıkıyor. Zengin olsun kendini adayacağı bir kadın arayışı içinde olsun, idael erkek.

Oktar tarikatı da bu sözde ideal erkeklerin toplandığı yer oluyor. Avmlerde beyaz atlı prensini arayan kızları ağlarına düşürüyorlar. Yalan dolanla birlikte tecavüz işin içine giriyor ve devamında şantaj para alma ve kedicik olmaya evrilen bir süreç ortaya çıkıyor.

Devamında da sistem kendini tamamlıyor ve medyadaki aşağılanan kadın olmak için oktarın programına çıkarılıyorlar.

Defalarca devlet üzerine gitse de belli zümrelerce korunuyorlar ama bir avuç cesur insan ve insan ötesi mücadeleleri uzun yıllardır devam eden bu oluşumu sonlandırıyor. Helal olsun, en azından hala toplumumuzda namuslu ve insanlara yardım eden görevini yerine getiren insanlarımızın var olduğunu görmek insanı en azından geleceğe yönellik umutlandırıyor.

Bu sondaki iki belgeseli izledikten sonra “Nasıl tarikat lideri olunur” tavsiye ederim. Böylelikle 3 belgeselle içimiz dışımız tarikat oluyor. Tarikat dinliyor tarikat izliyor tarikat yiyor tarikat kusuyoruz.

1 Beğeni

Geçen günlerde izlemiştim ve ciddi anlamda böyle bir şey beklemiyordum. Bir de Erlik mi neydi onun da bu pislik kuruluşlar hakkında araştırmaları vs vardı onlar da izlenilmeli.

1 Beğeni

George’un BBC’de izlediği vals gösterisinden etkilenip tasarladığı “i me mine” şarkısını hem müzikal hem de söz anlamında altını doldurmaya çalışırken, John’un Yonko’yu kaldırıp vals yapması… yaratıcılığın zirvesi. Bir süredir bu kadar heyecan duymamıştım.

-The Beatles: Get Back’den görüntüler-

(Keşke buraya video atma gelse. Kendi ekran kaydimi atmak isterdim.

En son Netflix’teki Kayıp Korsan Krallığı adlı 6 bölümlük belgeseli izledim. Emek harcanmış ve bilgilendirici bir belgesel olsa da aslında korsanlık tarihinin çok küçük bir kesitini ve meşhur korsan kaptanlarının sadece küçük bir kısmını anlatıyor.

Belgesel 17. ve 18. yüzyılda Karayipler’deki korsanlar arasında Nassau’da bir Korsan Cumhuriyeti kurulmasının gündeme gelmesini ve bu girişimin yıkılışını anlatıyor. Ki bu dönem, korsanlığın altın çağı olarak bilinir.

Dünyada iki tür korsanlık var: Hiçbir devlete bağlı olmayan bildiğimiz anlamda korsanlık (pirate) ve bir devlet adına başka devletlere karşı yapılan korsanlık (privater). Belgesel bu ikisi arasındaki ayrımı çok iyi yapmış. Türkçede her ikisine de korsan denilmesi kafa karışıklığı yaratıyor. Bu belgeseli Türkçeye çevirenler ise pirate sözcüğünü korsan olarak çevirirken, privater sözcüğünü özel izinli denizcilik olarak çevirmişler. Yerinde bir karar olmuş, kafa karışıklığına engel olunmuş.

Gerçek korsanlar (pirate) hakkında klişeleşmiş pek çok yanlış bilgi var. En önemlisi, bu korsanların hiçbir devlete bağlı olmaması nedeniyle tamamen kanunsuz bir topluluk olduğunun sanılması. Elbette öyle korsanlar da vardı ama korsanların da kendi içinde kuralları vardı. Hatta Bart Roberts ve bir grup korsan, bir korsan yasası bile yazmışlardı. (Ama Karayip Korsanları filminde gösterildiği kadar detaylı bir yasa da değildir) Birkaç korsan bayrağı da yaratılmıştı ve en meşhuru olan Jolly Roger bayrağını zaten biliyorsunuz. Bunun dışında bugünkü Bahamalar’ın başkenti olan Nassau’da bir “Korsanlar Cumhuriyeti” kurmaya bile çalıştılar. Ki belgeselin konusu da bu.

Korsanlar hakkında bir belgesel yapılacaksa tarafsız kalmak önemlidir. Altın çağda Karayipler’deki korsanlar bazı iyi şeyler yapmışlardır. Kendi içlerinde bir demokrasi anlayışlarının bulunması, bazılarının köleciliğe karşı mücadelesi gibi şeyler de vardır. Ama sonuçta korsanlık haydutluktur, yağmacılıktır. Korsanlar hakkındaki romantik düşünceler ne olursa olsun gerçek budur. Belgesel hem iyi hem kötü şeyleri gösteriyor ama bence yeterince tarafsız değil. Korsanların iyi yönlerine ve özellikle de “iyi” korsanlara biraz fazla odaklanmışlar. Tabii ki bu benim kişisel düşüncem.

Belgeselde sadece Benjamin Hornigold, Blackbeard, Jack Rackham, Henry Jennings, Charles Vane, Anne Bonny ve Paulsgrave Williams’ı gördüm. Anlattığı coğrafya ve dönem nedeniyle olsa gerek bazı korsanlar yok ama bazıları o dönemde yaşamış olmasına rağmen yine de belgeselde bulunmuyor. Bu nedenle hayal kırıklığına uğradım. Keşke daha detaylı ve kapsamlı bir belgesel olsaydı. Henry Morgan, Jean Latiffe, William Kidd, Bart Roberts, Stede Bonnet, L’Olonnais, Roc Brasiliano ve Zheng Yi Sao ne yazık ki bu belgeselde yok.

Yine de emek harcanmış. Mekânlar, gemiler, kostümler ve daha bir sürü ayrıntıya dikkat edilmiş. Yetersiz bulsam da izlemekten keyif aldığım bir belgesel oldu.

3 Beğeni

İzlemediyseniz Black Sails dizisini önereyim o zaman üstüne, aynı dönemi işler. Detaylarda show laşsa da ana hatlarıyla tarihi takip eder. Hoş diziydi :slight_smile:

2 Beğeni

Birkaç yıl önce birkaç bölüm izleyip bırakmıştım. Bugünlerde yeniden başlamayı düşünüyorum. Dizinin müziği de çok güzel bu arada.

1 Beğeni

Buna Amerikan Rüyası deniyor. Ama inanmak için uykuda olmalısın.

George Carlin’s American Dream (HBO)

Judd Apatow’un 3 saati aşan süresiyle 2 bölüm olarak çektiği belgeselde, Carlin’e aşina seyirci için fazladan röportaj ve meslektaş yorumları yer alıyor. Benim için bile uzundu, keşif için girecekler direkt ikinci bölümü izleseler yeter. Zeitgeist vb. belgeselleri “uyanış” için izleyen, her çeşit aydınlanma peşinde koşan seyirciye de tavsiyemdir.

Carlin kariyeri boyunca kimlik değiştiren, giderek daha protest ve filozof bir üst-komedyene dönüşen, Colbert’in deyimiyle bu işin dönemsel pop starları arasından sıyrılıp komedyenliğin Bach’ı, Beethoven’i haline gelmiş bir simge. Bugün bile bir şeyler yolunda gitmediğinde “O ne derdi?” diye meraklanıyoruz.

Kendi deyişiyle, kinizmi kazındığında altında umutsuz bir idealist bulacağımız sanatçıyı saygıyla ve özlemle anıyorum.

10/10.

2 Beğeni