Kalradya Kahramanı Zendarlı Stavros - Fantastik Hikaye Kurgusu - 2. Bölüm

Kalradya'nın Tarihi

*“Cesedimi çiğnemeden tek bir Karanlık Güç Zendar’a adım atamaz.”*

Gerçek adı Stavros, lakabını yırtıcı büyük bir kediden aldı, onu Zendar yöresinde herkes Kaplan Bey diye çağırırdı. Ona verilen ada yaraşır yaşadı hep. Düşman karşısında başını hiç eğmedi.

13 Yüzyılın ortalarında Zendar’da dünyaya geldi. Çocukluktan yetişkinliğe adım atar atmaz bir süre basit işlerde çalışıp avare gibi dolaştı. Ardından kelle avcılığı yapan bir grupta kendine yer buldu ve kısa zamanda liderlik yeteneği ve cesaretiyle korsanların, yağmacıların, haydutların korkulu rüyası haline geldi.

Taktik yeteneği ve becerileriyle yavaş yavaş liderliğe yükseldi. Namı Zendar kalesinin meşhur kontu Arrasies’in kulağına gider ve sonrasında onun komutası altına girip hayatının büyük bir kısmını Muhafız Başı olarak geçirdi.

Karanlık Güç’lerle yapılan savaşın Zendar savunmasında gösterdiği üstün başarılarla parlayan bir yıldıza dönüşen Kaplan Bey’in kahramanlık dolu mücadelesi bu hikayede seni bekliyor…

Zaman Çizelgesi:

M.S. 210

Kıyı şeridinde, Kalradya Uluslararası Konfederasyonu (KUK) kuruldu.

M.S. 240

Kalradya halkı zenginleşmeye başladı.

M.S. 632

İnsanlar Kalradya’ya yayıldılar. Doğuda ki dağlardan, kuzeyde ki karlı dağlara ve güneyde ki çimenliklere kadar.

M.S. 703

KUK parçalandı; Antik Kalradya İmparatorluğu kuruldu.

M.S. 751

Dış ticaret gelişti. Farklı kültürlerden bir sürü insan Kalradya’ya akın etti.

M.S. 802

İç anlaşmazlıklar, Antik Kalradya İmparatorluğu’nun çöküşüne neden oldu. Diyarda savaşlar çıktı.

M.S. 806

Durhua İmparatorluğu Kalradya’yı işgal etti ve Karanlık Din’i zorla yaymaya başladı.

M.S. 808

Kara Şovalyeler bütün diyarı silip süpürdü, binlerce masum insanı katletti.

M.S. 810

Kalradya Trajedisi - Kadınlar ve çocuklar Karanlık Tanrı adına, yapılan törenlerde kurban edildi.

M.S. 871

Kral Leon doğdu.

M.S. 890

Kalradya’da pek çok yerde direniş grupları örgütlenmeye başladı.

M.S. 893

Aziz Byalt Tapınağı, Uluslararası Özgürlük İttifakı’nı kurdu.

M.S. 894

Büyük Savaş denilen olay patlak verdi.

M.S. 901

Kral Leon’un önderliğinde Karanlık Güç’ler mağlup edildi, Durhua İmparatorluğu devrildi.

M.S. 903

Büyük Kalradya İmparatorluğu kuruldu; yıkılan evler yakılan topraklar yeniden inşa edilmek üzere restorasyona başlandı.

M.S. 950

Kral Leon vefat etti.

M.S. 960

Merkezi Rejim düştü. Farklı devletler kuruldu.

M.S. 1011

İç savaşlar tekrar çıkmaya başladı. Bütün anakara, bir kez daha savaşlara gömüldü.

M.S. 1237

Stavros doğdu.

M.S. 1257

Günümüz.

Krallıklar:

Kral Leon’un ölmesiyle birlikte yıkılan Büyük Kalradya İmparatorluğu’nun ardından çıkan savaşlar Kalradya’yı beş krallığa bölmüştür.

image

Kergit

Güney doğuda ki Kergitler, çevik yağmacılıklarıyla ünlenmişlerdir. At üstünde sürdürdükleri göçebe yaşam tarzı, binicilikte ve atlı okçulukta iyi olmalarını sağlamıştır. Geniş bozkırlara sahip bu topraklar, Kergitlerin akıncılıklarını ve manevra kabiliyetlerini iyice geliştirmiştir. Bozkırlarda yaşamaları; atlar, çömlekçilik, baharatlar, buğday ve likör yapımı bakımından zenginleşmelerini sağlamıştır.

Sancar Han’ın idaresi altındadır.

image

Rodok

Güney batıda ki Rodoklar ise nehirler, göller ve dağlar arasındaki topraklarda yaşamaktadırlar. Svadyalılarla savaşarak kendi bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Svadya Krallığı ile yapılan savaşlardan dolayı süvari hücümlarına karşı durabilmek için, Rodoklar mızrak ve kundaklı yay kullanımında kendilerini geliştirmişlerdir. İyi eğitimli piyadeler, ağır kundaklı yaycılar ve dayanıklı kaleler: Rodokların Svadyalılara cevabı olmuştur. Bölgede bulunan sıcak iklim sayesinde tekstil işinde, meyve yetiştiriciliğinde, zeytin yağı üretiminde ve yünlü elbise yapımında zenginleşmişlerdir.

Kral Graveth’in idaresi altındadır.

image

Nord

Kuzeydeki denize açılan bölgede konuşlanmış olan Nordlar, bölgede çiftçiler ve balıkçılar, haydutlar ile korsanlar, ve elbette ki denizin karşı bölgelerinden gelenler yaşamaktadır. Atların bölgede fazla bulunmamasından dolayı, güçlü ve dayanıklı bir halk olan Nordlar her zaman yayan olarak savaşmayı tercih etmişlerdir. Bu yüzdendir ki dağlar ve ormanlık alanlarda, çok daha güçlüdürler. Keten ve deniz ürünleri, bölgenin değerli mallarından sayılmaktadır. Yağlı Nord uskumrusu, Kalradya’da en çok tüketilen besinlerdendir.

Kral Ragnar’ın idaresi altındadır.

image

Vaegir

Kuzey doğuda ki karlar diyarı, Vaegirlere ev sahipliği yapmaktadır. Issız bir diyar olmasına rağmen, çetin ve yılmaz bir halk olan Vaegirler, evlerini buraya inşa etmişlerdir. Bölgedeki soğuk iklim, Vaegirlerin avcı bir halk olmasını sağlamıştır. Bu yüzden iz sürücülükleri ve okçulukları iyidir. Bunun yanı sıra süvarileri ve piyadeleri de çok sağlam adamlardan seçilmektedir. Ayrıca zor hava koşullarına alışkın Vaegir askerleri her tür hava şartında ve her çeşit arazide özelliklerinden bir şey kaybetmezler. Kürk, yün ve et onların temel ticaret malzemeleridir.

Kral Yaroglek’in idaresi altındadır.

image

Svadya

Kalradya’nın merkezi ise, Svadyalılara aittir. Kral Leon’un saltanatındaki dönemde Büyük Kalradya İmparatorluğu’nun da merkezi olmuş olan şehirleri, Kalradya’daki en büyük yerleşim yerleridir. Elverişli konumları sebebiyle Svadya bir sürü kaynağa ve zengin çiftlik ürünlerine sahiptir. İçki yapımı, tekstil ve demircilik sektörlerinde de oldukça gelişkinlerdir. Ordularındaki piyade ve arbaletçilerle desteklenmiş ağır süvarileri sayesinde, Svadyalılar kendilerini bütün komşularına karşı uzun süre koruyabilmişlerdir.

Kral Harlaus’un idaresi altındadır.

image

Zendar:

Yaklaşık 30 nesildir her şey bu şekilde, sürmektedir. Ancak hiçbiri Kalradya’nın kaderinin şekillenmesinde rol oynamayacaktır. Zendar hariç. Yu-nehri’nin yakınlarında yer alan tarafsız bir kenttir. Bölge Vaegir ile Nord krallıklarının arasında kaldığı için kalenin lordu Kont Arrasies her yıl iki tarafa da vergi vermektedir. Şehri haydutlardan korumak için pek çok kelle avcısı ve paralı asker tutmuştur. Yüzyıl savaşları sırasında, Kalradya’da Zendar işgal edilmemek için tarafsız kalmayı seçen tek yerleşim yeri olmuştur. Kasabaya gelen karavanlar, yolcular ve vatandaşların rahatça dinlenebileceği ve barış içinde yaşayabileceği bir alandır…


Stavros handaki odasında uyanıyor.

1257 senesiydi. Zendar şehri, pek de sert geçmeyen bir kıştan yeni çıkmıştı. Mart ayının son günleri yaşanıyordu. Mutlu Domuzcuk Hanı’ndaki odasında uyuyakalmıştı Stavros. Gördüğü garip kabusun etkisiyle birden yataktan fırladı. Deyim yerindeyse tere batmış bir halde ağır hareketlerle yataktan doğrularak ayağa kalktı. Gördüklerinin bir rüya olduğunu fark ettiğinde rahatlamıştı. Gördüğü görüntülere pek anlam veremediği için üzerinde çok durmadı. Dili damağı birbirine yapışıp kurumuştu resmen. Bir şeyler içip boğazını ıslatmak için odasından çıkıp aşağıya inmeye karar verdi. Merdivenlerden hızla inerek hancı Suker’den bir içki istedi hemen.

- Bir içki…

- Buyrun.

- Sağ ol. Şey bir karavan işi vardı, şu an hatırladım adamlardan payımı almayı unutmuşum. Sorması ayıptır ne kadar zamandır uyuyorum?

- Neredeyse bütün gündür.

- Peki o adamlar nerede?

- Onlar dün gece sensiz yola koyuldular. Sana vermem için bu keseyi bana bırakmışlardı.

- Onun içinde ne kadar var?

- 50 Dinar. Zendar’dan ayrılmadan önce bana" O aptalla Sargoth’a kadar eşlik etmesi için anlaşmıştık. Ama fazla içip sızıp kalmış. Ayılmasını bekleyecek vaktimiz yok. Bu yüzden komisyonda yarıya indi. "dedi adamlardan biri ardından elime de bu keseyi sıkıştırdı.

- Neyse olan olmuş artık. Buralarda bildiğin bir kaç altın kazanabileceğim herhangi bir iş var mı?

- Hmm… Zendar’ın çevresinde kötülük kol geziyor. Kahya Harek, şehri ve bölgeden geçen kervanları korumak için meydanda kelle avcısı kiralıyor. Ayrıca bilmediğim başka işler de olabilir. Civar köylerde elbet bir iş bulunur, ancak büyük ihtimalle sana biraz ekmek ile peynir ve iyi dilekleriyle ödeme yaparlar. Fırsatlar için, gözlerimi dört açarım. Bana tekrar gelip sorabilirsin.

Stavros Suker’le olan konuşmasını bitirip içkisinin kalan son damlalarını yudumlayıp masadan kalktığı sırada yan sandalyede ağlamaklı bir ifadeyle oturan bir adam dikkatini çekti,


Stavros, Marnid ile tanışıyor.

-İyi misin dostum? Wercheg’de gemilerin mi battı yoksa?

- Sormadın ama söyleyeyim adım Marnid. Üç ay önce, Sargoth’tan Tulga’ya giden bir kervanın başındaydım. Elimizde çok kıymetli mallar vardı, ben de bunları satarak küçük bir servet elde ederim diyerek yola koyuldum. Tahmin et ne oldu? Tam Tulga’nın kapılarına yaklaşmıştık ki, bir Kergitli çete çıkageldi. Hepsi de siyahlara bürünmüş haldeydi. Silahlarınızı bırakın ellerinizi kaldırın diyecek kadar vakit geçmeden bu haydutlar kervanı yağmalayıp atlarımızı çaldılar. Korumalarında neredeyse hepsini öldürdüler. Hayatta kalan iki adamımda, beni soyup orada bıraktılar. En azından hala yaşıyorum. Bu da bir şeydir değil mi?

-Oh, zavallı adam! Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?

-Ne kalacak bir yerim ne de param var. Sanırım paralı askerlik elimde kalan tek şey.

-Senin gibi temiz kalpli bir adam kesinlikle daha iyisini hak ediyor. Gerçekten durumuna üzüldüm, dostum. Keşke yapabileceğim bir şeyler olsaydı. Bende bu aralar meteliğe ok atıyorum. Dilerim yakında daha iyi günler görürsün.

-Teşekkürler ama zaten yardımını kabul etmezdim. Ben dilenci değilim. Sadece biraz şansın yardımıyla birileri benim gibi batmış bir tüccarı kiralayacaktır değil mi? Gerçi bir kılıcım yok, ama işe yaramanın bir yolunu bulabilirim. Fazla yemem çok konuşmam.

-Dediğim gibi iyi şanslar. Yapacak işlerim var. Sonra görüşmek üzere.

-O zaman ben seni daha fazla tutmayayım.

Suker’in dediğine göre Kont Arrasies’in Kahyası Harek Zendar halkını rahatsız eden Nehir Korsanları’nı avlamaları için adam topluyordu. Paraya çok ihtiyacı olduğu için Stavros bu işe duyar duymaz balıklama atladı. Harek ile görüşmek için Zendar meydanının yolunu tuttu…

2 Beğeni

Stavros Kahya Harek ile konuşuyor.

Stavros, cebine biraz dinar girer umuduyla Nehir Korsanları avı meselesini Kahya Harek ile görüşmek üzere Zendar meydanına gitmişti… Kahya Harek’te tam bu anlarda konuşma yapmak için hazırlanıyordu:

-Duyduk duymadık demeyin, iyi dinleyin! Lordumuz, Zendar’ın koruyucusu, Kont Arrasies’in Kahyası olan ben deniz Harek onun emri üzerine sizlere sesleniyorum. Hepimizin bildiği gibi, Nehir Korsanları uzun bir zamandır Zendar’a ve dolayısıyla halkımıza sıkıntı yaratıyor. Bu şerefsizler topraklarımızda her türlü suçu işliyorlar! Ve tabii ki bizlerde bu durumun daha fazla devam etmesine göz yummayacağız! Kont Arrasies bu onun bunun çocuklarına karşı savaşacak cesur adamlar arıyor.! Zendar Halkı Kont sizi görevinizi yapmaya çağırıyor. Nehir Korsanlarını avlamak için gönüllü olanlara silah ve zırh tedarik edilecektir. İşlerinizin yolunda gitmemesi durumunda ise zararınız temin edilecektir. Üstelik her yok ettiğiniz grup başına 100 dinar ödül verilecektir. Av sezonu açılmıştır.!

-Ava katılmak için yazılmak istiyorum. İsmim Stavros.

-Öncelikle kendini Zendar arenasında ve talimci Birader’e karşı kanıtlamalısın. Maceracı veletlerin diğer savaşçıları yavaşlatmaması ve kendilerini öldürtmemeleri için Kont Arrasies’in koyduğu bir önlem bu.

Stavros’un görevi alabilmesi için önünde bir engel vardı. Dövüş yeteneklerini göstermek için arenaya ve talimciye gitmesi gerekiyordu. Ama bu onun için bir sorun teşkil etmiyordu, kendine güveni tamdı ve hiç vakit kaybetmeden direk işe koyuldu.


Stavros Birader’in yanına gelir.

-Kolay gelsin.

-Sağ ol evlat.

-Eğitim almak için geldim, adım Stavros.

-Hoş geldin o zaman. Bu arada benimki de Birader.

-Tanıştığıma memnun oldum bey baba. Neler yapıyorsun.?

-Zendar’ın talim ustasıyım. Savaşçılar, dövüşçüler veya paralı askerler şehirden geçerken bana uğrarlar. Turnuvalara çıkmak yada savaşmak için burada talim yaparak kendilerini geliştirirler. Verdiğim eğitim ücretsizdir. Acemilere her zaman şu tavsiyeyi veririm; kasların ağrıyana kadar çalış, bir süre sonra etkisini hissetmeye başlayacaksın.

-Öğüt için teşekkürler.

-Söyle bana Stavros, daha güçlü olmak istiyor musun.?

-Elbette.

-Güzel. O halde başlıyoruz. Öncelikle, çalışma sahasına adım atmadan sana dövüşmenin temel prensiplerinden bahsedeyim. Senin bunları bildiğine eminim ancak bilgilerini tazelemenin zararı olmaz.

-Kulağım sende.

-Bir savaşçının bilmesi gereken ilk adım kendisini nasıl savunacağıdır. Darbeden korunmak dövüşün ilk kuralıdır. İkinci kural ise düşmanına hasar vermektir. Herkes eline bir kılıç alıp salladığında birilerini yaralayabilir, ama sadece gerçek ustalar sonrasında dönüp hikayelerini anlatabilecekleri kadar yaşarlar. En kolay korunma şekli kalkanla olur. Bu şekilde karşıdan gelen saldırıları engellemiş olacaksın. Ancak yandan ve arkadan gelecek saldırılara karşı açık bir konumda kalacaksın.

-Ya kalkanım yoksa.?

-Rakibinin vuruşlarını silahınla savuşturabilirsin. Ama silahlarla yapılan savunmalar sadece tek bir yöne uygulanabilir. Yani yukarıdan gelenleri, yanlardan gelenleri ya da dikine gelen saldırıları engelleyebilirsin. Bu yüzden rakip çok dikkatli izlenmeli ve hamlesine başladıktan hemen sonra hareketinin yönüne göre sen de savunmaya geçmelisin. Böylece rakibin saldırıyı gerçekleştirdiği yönden savunma yapman kolaylaşır. Şayet rakibin hamlesinden önce savunmaya durursan rakibinin hamlesi korunmadığın yönden gelebilir ve bu ona seni devirme şansı kazandırır.

-Peki saldırı.?

-Güzel soru! En iyi savunma saldırıdır. Pek çok savaşçının kullandığı bir taktik olan silahını çekip saldırı konumunu almak ve savurmak için doğru zamanı kollamaktır.

-Aslında merak ettiğim başka bir şey daha vardı. Birader, kendin hakkında bana ne söyleyebilirsin.?

-Anakarada otuz yıl boyunca dolaştım, ta ki Zendar’a varıncaya kadar. Pek çok yoldan gittim, hepsi de genelde altın uğrunaydı. Turnuvalarda gladyatör olarak da çarpıştım, bazı ülkelerin onurları uğruna da paralı asker olarak savaştım, bir tüccar oldum ve bir sürü şey de sattım, hatta bir haydut gibi kimilerinin mallarını bile çaldım. Artık yaşlanmaya, gezgin olmanın gerektirdiği gücün elimden yitip gitmesine şahit olmaya başladım. Bu yüzden, artık bende son yıllarımı bu barışçıl kentte senin gibi gelip giden gençleri gözleyerek geçirmeye karar verdim. Genç adam, maceların sırasında bir sürü zor karar vermen gerekecek, tıpkı bir zamanlar benim yapmış olduğum gibi.

O yüzden şu kulağına küpe olsun, yaptığın bazı seçimler bütün yaşamını etkileyebilir. Yaşamım beni bir çok kere zorladı. Aralarında hatırlanmaya değer sadece üç tanesi var. 1210 yılında doğdum. On altı yaşıma geldiğimde, memleketimdeki sessiz ve sıkıcı hayattan bunalmaya başlamıştım. O eski günleri şimdi gerçekten çok özlüyorum, ama artık sadece hatıralarımda varlar. O kadar gençtim ki, dışarıda nelerin olduğunu düşünmeden duramıyordum. Kalradya benim için bir hikayeydi ve bende onun baş kahramanıydım. Kendi efsanemi yazacaktım ve sonunda bir gün, daha fazla dayanamayarak ailemin bütün karşı çıkmalarına rağmen elimde bir kılıçla evimden ayrıldım.

Dünya savaş ve yıkımla dolu, ama aynı zamanda henüz yeşermemiş heyecanlarla da. Fakat hiç bir zaman düşlerimdeki gibi olmamıştı. Bir sürü şey yaşadım, birkaç yeni arkadaşım oldu. Evde oturmaya devam etseydim, bunlara asla sahip olamazdım. Ancak evden ayrıldıktan yılar sonra, bir gün karlı bir gecede; çok fazla içip sızıp kalmıştım. O gece rüyamda memleketimi gördüm. Ertesi sabah uyandığımda, bütün işlerimi bir kenara bırakıp hemen eve dönmeye karar verdim. Lakin, köprünün altından çok sular akmıştı. Eve döndüğümde gördüm ki savaş, geçmişimdeki her şeyi silip süpürmüştü. Harabeleri ve şehrin dışındaki mezarlar hariç her şeyi.

-Eğer evde kalsaydın, şimdi bu kararından belki daha da pişman olabilirdin.

-Başka bir olay da ben yirmialtı yaşındayken oldu. Svadya Krallığı’nın acilen taze birliklere ihtiyacı vardı, ben de haftalığı 50 dinara onların ordusuna katıldım. Savaşlarla geçen bir kaç aydan sonra, Vaegirli askerleri öldürmekte gösterdiğim başarı subayın dikkatini çekti ve beni çavuş olarak terfi ettirdi. Savaşların sonunda, Vaegirliler bozguna uğratıldı. Geleceğin savaşçı yıldızı olarak, bir kontun kişisel muhafızı olmam önerildi ve biraz da şansın yardımıyla kralın verdiği ziyafete davet edildim. Eğer orduda biraz daha fazla kalsaydım, bana küçük bir arazi bile verilecekti.

Bir gün bir Vaegir köyünün yakınlarından geçiyorduk. Lord, beni akşam yemeğine bir kaç inek ve yatağına bir kaç tatlı kadın getirmem için yolladı. Ama köyün bütün sığırları haydutlar tarafından kaçırılmış ve tüm genç kızları da evlenip şehre taşınmışlardı. Küplere binen lord, derhal bütün köyü yakmamızı emretti. O güne kadar hiç böyle bir şeyle karşılaşmamıştım. Tamam insanları öldürüyorduk ancak bunlar kendilerini savunamayan masum kişiler değildi. Bunu engelleyemezdim ama seyirci kalmak gibi bir niyetimde yoktu. O yüzden gece gizlice ordudan kaçtım, ve tabii ki ünümü, işimi ve alacağım toprakları da kaybettim.

-Bana sorarsan ayrılmamalıydın, ki böylece topraklar sende kalırdı ve halkını korurdun.

-Sonuncu olay ise otuzuma bastığım gün, Carina adında bir kadını eşkiyalardan kurtarmamla başlamıştı. Tıpkı beyaz bir lale kadar güzeldi. Ben de görür görmez gönlümü ona kaptırmıştım. Hislerim karşılıksız değildi, o da bana yanıktı.

Babası biricik kızını kurtardığım için bana minnettardı ve bende bunu fırsat bilerek onunla evlenebilmek için izin istedim, ama babası buna karşı çıktı. Kızını zengin bir tacir ile evlendirmek istiyordu ve bana şöyle bir soru sordu: ‘Benim sevgili kızıma rahat ve mutlu bir yaşam verebilir misin.?’… Utandım, ve ondan düzenimi kurmak için para toplamam gerektiğini söyledim ve bana bir yıl zaman vermesini istedim. Ertesi sabah, Carina’nın evini terk ettim. Peşimden geldi ve köyün çıkışında, gitmemem için bana yalvardı. Benden onu kaçırmamı istiyordu, zengin olup olmadığımı umursamadığını ve zorlu bir hayatı yaşayabileceğini söylese de, onu reddettim.

Babasının sorduğu soru bana hala acı veriyordu. Ben de leydime bir gün çok parayla ona döneceğimi söyledim. Ağlayarak koşup gitti. Birkaç yıl sonra tüccarlık yapmış, tutsak alınmış, haydutluğa bulaşmış biri olarak döndüğümde babasından aldığım tek cevap şu oldu ‘Carina Veluca’da bir soyluyla evlendi.’ Gözüm dönmüştü, babası bana bir söz vermişti ve bunda durmayarak onu evlendirmesini yedirememiştim. Her şey bir anda olmuştu, kendimi kontrol edememiştim. Öfkeme yenik düşerek babasını öldürdüm… Sonradan öğrendim ki Carina o soylu ile kendi isteğiyle evlenmiş, beni bir yıl boyunca beklemiş ve dönmemden umudu kesilince ona yalan söylediğimi düşünerek benden intikam almak için o adamın evlilik teklifini kabul etmiş. Babasına yaptığım şeye köpekler gibi pişman olmuştum ama iş işten geçmişti artık.

-Ne desek boş. Haklısın işte kör talih.!

-Evet bu kadar gevezelik yeter. Talim sahasına girmek istiyor musun istemiyor musun.?

-Evet sanırım hazırım.

Stavros, Birader’in hayat hikayesini dinledikten sonra talim sahasına geçtiler. Stavros herbiri bir öncekinden daha zor olan dört aşamalı bir eğitimden geçecekti. Tamamlaması için 3 müsabakayı kazanması gerekiyordu. Talim alanındaki bütün seviyelerdeki rakiplerini bir bir indiren Stavros kabiliyetiyle Birader’i çok etkilemişti.


Stavros dövüş eğitimi yapıyor.

-Sende bir şampiyonun yüreği var delikanlı! Oldukça becerikli ve zeki bir adamsın Stavros. Belki savaş seni doğurdu, belki de savaş için doğdun. Gücünü arttırmak için daha fazla talim yapmalısın. Bir gün benim başaramadığımı yapıp Kalradya’da tarih yazacak büyük bir savaşçı olabilirsin.

-Teşekkürler üstadım… Fakat, gerçek bir savaşta, en iyi savaşçı bile bir orduya karşı tek başına gelemez.

-Doğru, orası öyle. Ama, savaşta bazı anlar gelecektir ki senin gücün her şeyin seyrini değiştirecek. Ve eski alimler der ki…

-Ne derler.?

-Okuyanın yüz kişi gücüne erdiği, kayıp bir kitaptan bahsedilir.

-Peki bu gerçekten doğru mu.?

-Tanrı bilir ama gençliğimde bu kitabı bulmaya çalıştım. Her neyse, en sonunda sadece bir ipucu parçasından başka bir şey elime geçmedi. Artık genç değilim ve böyle fantastik bir şey pek ilgimi çekmiyor. Eğer ilgileniyorsan, sen neden denemiyorsun? Söylenenlere göre toplam beş ipucu varmış. Hepsini toplayabildiğinde bile bir şeyler elde etmek için kafanı çalıştırman gerekecektir.

Talim alanındaki üstün başarısının ardından Stavros Zendar arenasına doğru yola koyuldu.


Stavros Prens ile tanışıyor.

-Selam.

-Vay, Zendar arenası için yeni bir yüz! Hoş geldin, adamım! Beni Prens diye çağırırlar, Turnuvacı Başı benim. Arenadaki her şeyle ben ilgileniyorum, ve bu işe bayılıyorum! Eğer oyunları izlemek istersen hatta biraz bahis oynamak istersen, bana söyle yeter. Ama bir dakika, ben adamı gözünden tanırım… sen pek izleyiciye benzemiyorsun. Daha fazlası için geldin değil mi.? Arena Zendar’ın kalbinin attığı yerdir. Burada mücadeleyi ve heyecanı tadarsın, burası er meydanıdır, adamı gerçek bir dövüşçü yapar! Ayrıca, eğer istersen kendi üstüne bile bahis oynayıp para bile kazanabilirsin.

-Oyunlara ben de katılmak istiyorum.

-Birader’den eğitim aldın mı.?

-Evet.

-Tamam. O halde katılabilirsin. Bir sonraki dövüş dörde karşı dört. Mavi takım için hala biri eksik. İstersen aralarına katılabilirsin adamım.

-Elbette, beni de say.

-Harika! Kendi üzerine bahis oynamak istiyor musun.?

-Evet, 50 dinar.

-Not aldım. Dövüş başlamak üzere. İyi şanslar.!

Talimde olduğu gibi arenada da aynı başarıyı gösteren Stavros zaferini seyircilerle kutladıktan sonra ödülünü almak için Prens’in yanına gitti.

Stavros Zendar turnuvasında.

-Tebrikler! Emin ol ben bugüne kadar senin gibisini görmedim. Ne heyecanlı bir dövüştü be! Kuvvetli, cesur, atak… Kısacası mükemmel bir savaşçının bütün özelliklerine sahip görünüyorsun. Bir aslan gibi… bir kaplan gibi… İşte ödülün ve kendine oynamakla akıllılık ettin. Böylelikle 100 dinar kazandın.

Prens’in Stavros’u tanımlamak için dillendirdiği o sıfat kısa sürede isminin yerini aldı. ‘Kaplan’ adı, birkaç saat içinde bütün Zendar çevresine yayıldı. Stavros’un kişiliğine uygun 'beylikle de birleşen bu şanlı isim o günden sonra ‘Kaplan Bey’ olarak anılmaya başladı.

Stavros yani namı diğer Kaplan Bey talim ve arena alanındaki dövüş eğitimlerini tamamladıktan sonra kontratı almak için Kahya Harek ile görüşmeye gitti…

-Sizinle Nehir Korsanları işi hakkında görüşecektim…

-Hmm, duyduğuma göre kendini yeterince ispatlamışsın. Daha önce kelle avcılığı yaptın mı.?

-Hayır. Ama çabuk öğrenirim.

-Pekala. O halde seni Zendar çevresindeki Nehir Korsanları’nı avlamakla yükümlendiriyorum. Diğer avcılarla yola birlikte çıkacaksın. Onları izle ve öğren. Al bunu Kont’un cephanesinden. Yolun açık olsun.

-Hepsi bu mu? Sadece tahta bir kalkan mı.?

-Daha ne? Şans öpücüğü mü istiyorsun? Boş boş konuşmayı bırak da git biraz haydut avla! O kalkan bedava değil.!

Kaplan Bey, Kahya Harek’ten Nehir Korsanları görevini nihayet almıştı. Hallettiği her grup başına 100 dinar ödül alacaktı. Ancak tecrübesiz olduğu için tek başına zorlanacağını düşünen Stavros bir kelle avcısı grubuna katılmaya karar verdi.

Nehir Korsanlarıyla girilen muharebelerde Stavros kelle avcılarına liderlik yapan Özgürlük Şovalyesi Rogge’yi savaş yetenekleriyle çok etkilemişti. Çıktıkları avdan Zendar’a zaferle geri dönmüşlerdi…

-Stavros! Kendi birliklerini kumanda edebilecek yetiye sahip görünüyorsun. Kendilerine iyi bir komutan arayan paralı askerler sana katılmak için sıraya gireceklerdir.

-Teşekkürler. Gerçekten bir birliğe epey ihtiyacım var. Onları nerede bulabilirim. ?

-Tavernalar… Paralı askerlerin zaman öldürmeyi sevdiği mekanlardandır. Ancak öncelikle bir rehbere ihtiyacın var. Zendar’ı bir araştır derim. Belki burada düzgün bir tane bulabilirsin.

Kaplan Bey, Rogge’nin tavsiyesine uyarak şehirde bir rehber bulmak için araştırmaya başladı. Birader’in yanına gidip bilgisi olabileceğini düşünerek bu konuyu açtı:

-Selam Stavros. Yoksa artık Kaplan Bey mi demeliyim.?

-Fark etmez. Bir rehbere ihtiyacım var, önerebileceğin böyle biri var mı. ?

-Bunu Ramon’a sor, o kesin bilir.

-Anladım. Teşekkürler.

Stavros Ramon’un yanına gitti…

-Merhaba…

-İyi akşamlar, genç adam.

-Afedersin, bir tüccara benziyorsun, ama mallarını göremiyorum.?

-Tüccar mı? Ah, evet, kesinlikle öyleyim. Ama benim mallarım farklı. Günde iki kere beslenmesi ve suyunun verilmesi gerekiyor ve ayrıca dikkat etmezsem kaçmaya yelteniyor.

-Çiftlik hayvanlarından mı bahsediyorsun.?

-Eh, bir bakıma. Kendime bu okyanustaki her gemiyi haraket ettiren adam demeyi tercih ediyorum. Gemiler suyun üstünde küreklerle haraket eder, küreklerde geminin içinde adamlar sayesinde eder, yoksa gemi olduğu yerde boş boş durur. İşte ben tam olarak burada devreye giriyorum.

-Yani kürek mahkumları.

-Şimdi çaktın köfteyi! Böyle bir ticaret limanı onlarsız varlığını sürdüremez. Gemiler her yolculukta bir düzine kadarını kaybediyor, dolayısıyla her zaman yüksek talep var. Kaptanlar bana geliyorlar ve iyi ödüyorlar.

-Peki köleler nereden toplanıyor.?

-Ben genelde zindanlardan sabıkalı suçluları alıyorum. Diğerleri de çeşitli ülkelerden getirilen savaş esirleri, ve en iyi ödemeyi ben yaptığım için de direk bana getirilirler. Ancak, tek tük korsanlardan ve diğer… ‘şahıslardan’ da aldığım oluyor. Bu tür bir işte insan tedarikçileri konusunda seçiçi olamaz. Senin yanında hiç esir var mı.?

-Senin derken.?

-Neden bu kadar şaşırdın? Eğer Zendar’ın dışına yol almayı planlıyorsan, er ya da geç birileriyle kılıç kılıca gireceksindir. Sonra Tanrı’nın da izniyle, galip geleceksindir. Neden tüm bu olaydan biraz para kazanmayasın? Onları canlı ele geçir, sonra da bana getir, ben de sana adam başı elli dinar vereyim. Kim olduklarını veya nereden geldiklerini de pek umursamıyorum.

-Hmm. Bunu bir düşüneceğim.

-Düşün tabii ki! Neyse diyeceğin başka bir şey var mıydı.?

-Aslında var. Kalradya topraklarını iyi tanıyan bir rehbere ihtiyacım var. Kimi tavsiye edersin.?

-Şey, bu işe uygun bir adam var, ama o Rivacheg’e gitti. Tahmin edecek olursam soylu bir adamın atıyla ilgili problem yüzünden olmalı…

-Adına ne bu at hırsızının.?

-Borcha. O adam tanıdığım en iyi gezgin ve en akıllı düzenbaz. İyi bir rehber olacaktır, eğer bir sabah uyandığında atınla birlikte bütün eşyalarının kaybolmasına aldırmayacak olursan.

Kaplan Bey, Ramon’un bahsettiği rehberi bulmak için Rivacheg Şehri’ne doğru yola koyulmadan önce zırhını ve silahını yenileyip erzak almak için Zendar’ı gezmeye karar verdi…

-Kolay gelsin.

-Sağol… Acaba bana bir iyilik yapabilir misin.?

-Eh? Nedir.?

-İşlerim son zamanlarda pek tıkırında gidiyor. Bu yüzden de kaynaklarım çabuk tükendi. Bana 25 tane Göçer Zırhı bulup getirebilirsen, onlardaki malzemeleri kullanabileceğim çok güzel bir fikir geldi aklıma. Ne dersin ha.?

-Tamam da bu kadar Göçer Zırhı’nı nerden bulabilirim ki.?

-Nehir Korsanları ve soyguncuların bu tür kıyafetler giydiğini duymuştum. Onları avlarsan neden olmasın? Hadi ama bana biraz zırh getir. Ben de karşılığında sana bir zırh vereyim.

-Şimdi anlaştık o zaman.

-Harika! Beni ararsan tezgahımı hep buraya açarım.

Zendar’ın zırhçısı Alix Kaplan Bey’den 25 tane Göçer Zırhı bulmasını istedi. Karşılığında ona bir zırh vereceğini duyan Stavros görevi kabul etti…

-Silahçı, bana bir…

-Ben demirci değilim.!

-Ama, demirci ocağında elinde bir çekiçle duruyorsun…

-Öyleyse çekici sen al! Artık demirci ocağında duran sensin o halde.

-Ehm… Ben silah yapmaktan anlamam.

-Ben de öyle! Sence bunlar silah gibi mi görünüyor? Hepsi sadece birer çöp yığını.!

-O zaman, bütün bu silahları kim yaptı? Ya da… senin deyiminle bu çöpleri.?

-Tabii ki ben.!

-Sanırım keçileri kaçırdın.

-Saçmalık! Elbette kaçırdım! İki yıl! Akıl almaz bir kılıç yapmak uğruna adanmış tam iki yıl! Ya sonra? Küçücük bir şey yüzünden hepsi bir hiç uğruna heba oldu! Nasıl da delirmem.!

-O küçük şey neydi.?

-Bir kuş! Kuş! Lanet olası hayvanın teki benim tek ateş cevherimi gagasına koyup uçtu gitti! Cevherim olmadan, yapabildiğim tek şey bu demir ziyanı.!

-Başka bir tane bul.

-O cevher ejderha ateşinden yapılır, sen son 1000 yılda etrafta herhangi bir ejderha gördün mü.?

-Ee… O kadar yaşlı sayılmam. Pekala, izin verirsen yardım etmeye çalışırım.

-Eğer bulabilirsen, sana ödül olarak mükemmel bir silah döverim. Ve başka yerde bulamayacağın şeyleri, en iyi fiyattan almanı sağlarım.

Stavros Zendar’ın demircisi Şişko Robin’e bir ateş cehveri bulacağına söz verdi…

-Biraz yiyecek alacaktım…

-Stoklarım tükendi… Kapalıyız.

-Yapma… Sadece birazcık mala ihtiyacım var. Yarın ne durumda olursun peki.?

-Maalesef bilemiyorum.

-Nasıl yani.?

-Birkaç gün önce karavanlarım doğudaki dağların arasından geçiyordu, adamlarımın dediklerine göre bir grup haydut birdenbire çıkıp karavanlarımı soyup soğana çevirmişler.

-Ne yapmayı planlıyorsun.?

-Bahse varım gene orada gizlenmiş bir sonraki kurbanlarını bekliyorlardır. Tanrı aşkına, eğer inlerini bulup yerle bir edersen çok makbule geçer.

-Eğer dağın içine saklanmışlarsa bu iş, o kadar da kolay olmaz.

-Böyle haydutlar genelde inlerini dağın tepesinin kenarına yaparlar, böylece de bütün alanı tepeden gözetlerler. Yoldan geçen bir zavallı gördüklerinde hemen aşağı inip tepesine binebilmek için fırsat kollarlar. En iyi yöntem, bir grup haydutu erzaklarını tazelemek için inlerine dönerken takip etmektir.

-Tamamdır. Ava çıkıyorum öyleyse.

-Şayet başarılı olursan döndüğünde sana bir ödül vereceğim.

Zendar’ın erzak tüccarı Kelavis, Kaplan Bey’den Zendar’ın doğusundaki dağlarda saklanan haydutları inlerinde basmasını istedi. Stavros’ta görevi kabul etti…

-Selam.

-İyi akşamlar.

-Ne yapıyorsun burada.?

-Benim adım Gözyaşı Zendar’daki at yarışlarından sorumlu seyisim.

-Bende katılabilirim miyim.?

-Elbette ama ilk önce soruma cevap vermelisin. Ne kadar gözyaşı…

-O kadar it dalaşı.

-Bildin! Hadi çabuk ol! Yarış başlıyor. Ayrıca istersen üzerine bahiste oynayabilirsin. Sadece ilk beşe girenler ödüllendirilir.

-Hayır bahis oynamayacağım.

-Tamam. İyi şanslar.!

Kaplan Bey şehirdeki hipodroma katılır. Fakat bu macerası yarışta sadece 9. olarak binicilikteki yeteneklerinin hala çok zayıf olduğunu fark etmesiyle son bulur.

Stavros şehirden ayrılmadan önce Mutlu Domuzcuk Hanı’na bir kez daha uğrayıp birşeyler yiyip içmeye karar verir…

-Hey, sen arenadaki dövüşçülerden birisin değil mi.?

-Evet. Bana Zerina derler.

-Turnuva alanında bir kadın görmek şaşırtıcı. Sonuçta bu bir erkek oyunu…

-Komik olma! Ben oradaki adamların alayına beş çekerim, tatlı çocuk. Ve seyirciler bunun için seviyor beni.

-Bu işe başlarken hiç sakatlanabileceğini, hatta ölebileceğini düşünmedin mi.?

-İşleri düzgün yaparsan, turnuva dövüşleri o kadar tehlikeli olmaz. Her mücadele sonrası seni muayene eden hekimler var. Silahlar da tamamen tahtadan yapılma, en fazla ne olacak ki, sonuçta sadece bayıltma hasarı veriyorlar.

-O da ne.?

-Bir silahın verebileceği üç çeşit hasar vardır: kesme, delme, bayıltma. Balta ve kılıç gibi silahlar kesme hasarı verirler. Mızrak veya kargı delici hasar verir, ki delici hasar zırhlara karşı kesici hasardan daha etkilidir. Son olarak, bayıltma hasarı veren bir sopa kısaca özetlemek gerekirse; rakibin yere canlı bir şekilde serilmesini sağlar. Yani, dövüşeceğin adama sonradan ihtiyacın olacağını düşünüyorsan gayet pratik bir yöntem sayılır. Bazı silahlar kullanılış biçimlerine göre de farklı şekilde hasar verirler. Örneğin, bir kılıç eğer savrulursa kesici batırılırsa delici hasar uygular.

-Faydalı bilgiler için teşekkürler. Bu arada bana katılır mısın.?

-Benim ilgi alanım arenalarda. Eğer arenada benimle dövüşmek istiyorsan, hiç çekinme buyur. Yoksa turnuvalarda görüşürüz tatlım. Ve karşılaştığımız zaman için de bol şanslar dilerim. İhtiyacın olabilir. Ha ha.!

-Seni de arenada görmüştüm, sanırım.?

-Gördün mü gerçekten? Ben, dünyaca ünlü dövüşçü Kradus… Arenada napıyordum acaba!? Sakın bana, benim kim olduğum hakkında hiç bir fikrim yok deme.!

-Ee… tamam tamam. Şey soracaktım, arenada ne kadar süredir dövüşüyorsun.?

-Arena sadece çöplük iken, ben şampiyondum be! Ne yazık ki, böyle izleyici kitlesi yoktu o zamanlar.

-Senin gibi yılların dövüşçüsü belki bana birkaç tavsiye verebilir.?

-Eh… sanırım verebilirim. Kalradya şampiyonu olarak, birilerinin de bana ara sıra rakip olabilmesini isterim. Yoksa ne eğlencesi kalır? Hehehe. Bak şimdi, benim dövüşlerimde genelde tercih ettiğim silah kargıdır. Neden biliyor musun.?

-Hayır.

-Kargı tamamen hücuma yöneliktir. Bir kargıyla düşmanın saldırısını engelleyemezsin ama, kargı doğru ellerde olduğunda karşısındaki saldırmaya fırsat dahi bulamaz zaten! Doğuda da dedikleri gibi: ‘Kargı silahların şahıdır’. Şahbaz eder adamı.! Öyle güçlüdür ki, rakip dünyanın en iyi zırhını giyse bile deler geçer. Bir şimşek gibi nereden geldiğini bile anlayamaz! Kargıyı kullanmanın en iyi yöntemi onu batırma saldırısı yaparak kullanmak değildir, at sırtında dörtnala taarruza kalkmışken koltuğunun altında sıkıştırmaktır. Atın hızlandıkça, atın gücü kargının ucunda birikir. Böylesi bir durumda önünde hiç bir şey duramaz.

-Gerçekten büyüleyici. Peki ya eğer koltuklanmış kargıyla yüzleşmek zorunda olan ben isem ne yapmalıyım? Kendimi savunmak için ne yaparım.?

-Saldırı savuşturamazsın, ne kalkanla ne de kılıçla. Bu yüzden en iyi savunma, düşmanının üzerine son sürat gelemeyeceği bir yerde konum almaktır. Belki bir tepede veya büyük bir ağacın arkasında durmak gibi mesela… Eğer açık alandaysan, en iyisi yana kaçmaya çalışmaktır ve rakibinin ıskalamasını ummaktır.

-Teşekkürler. Büyüksün üstad.! Şey acaba bana katılır mısın.?

-Biliyorsun, bir kere en tepeye vardın mıydı seni yenecek başka birinin gelmesini bekleyerek oturmaktan başka yapacak bir şeyin olmuyor. Doğrusu ben de uzun zamandır zirvede oturmuş bekliyorum. Turnuvada sana bol şanslar delikanlı. Gelip benimle dövüşmeyi sakın unutma.!

-Stavros! Buraya bakabilir misin.?

-Ne oldu Suker.?

-Mesele var… Bana bir iyilik yapar mısın.?

-Nedir.?

-Bak, şurada duran koca kafa, adı Dranton. Bu adam bana hala içtiği içkinin 50 dinarlık hesabını ödemedi. Geri almamda bana yardımcı olur musun.?

-Neden kendin istemiyorsun.?

-Huh, neden olabilir? Korkuyorum… Her neyse yardım ediyor musun ? Etmiyor musun.?

-Tamam. yapacağım.

-Sağol! İyi haberlerini bekliyorum.

Hancı Suker, Kaplan Bey’den Dranton’un ona olan borcunu tahsil etmesi için yardım istedi. Stavros’ta bunu kabul etti…

-Kaybol.

-Suker dedi ki…

-Ne? Borç mu?! Bugünlerde sıkışığım. Ona de ki, sonraki oyunda kazanırsam öderim.

-Daha demin kumarda kazandığını gördüm. Bak, Suker bu hanı yürütmek için sıkı çalışıyor. Eğer kimse yediğini içtiğini ödemezse, tarverna batar. Peki o zaman Zendar’da nerede içki içip, oyun oynayacaksın.?

-Ha… tartışmakta iyi değilim! O halde, Blackjack oynayalım mı? Sen kazan, altını al.

-Oyunun kuralları ne.?

-İstediğin miktarda bahis yatırırsın. Sonrasında, iki taraf da iki kart alır. Rakibinin bir kartı açık, bir kartı kapalıdır. 2-9 arası kartlar, kendi değerlerine sahiptirler. 10, Vale, Kız ve Papaz kartları on değerindedir. As ise duruma göre hem bir hem de onbir değerinde olur. Bir as ve 10 değerinde bir kartla başlayan taraf, direk Blackjack yapmış olduğu için oyunu kazanır, böylece sadece paranın 1,5 katını alır. Eğer iki taraf da Blackjack yaparsa, berabere demektir. Eğer iki taraf da Blackjack yapmazsa, daha fazla kart dağıtılır. Amaç 21’i geçmeden 21’e olabildiğince yaklaşmaktır. En yüksek değerde duran kazanır, 21 değerini aşan taraf oyunu direk kaybeder. Eğer toplam değer 16’dan daha az ise, kart çekmek mantıklıdır; eğer 17’den fazla ise durmak daha mantıklıdır. İki karttan sonra, bahis iki katına çıkarılabilir ki buna da çift denir. Eğer başlangıçta Blackjack meydana gelmişse, bu seçenek uygulanamadan oyun biter.

-Oynuyor musun.?

-Evet. Oynayalım.

Stavros ilk kart oyunu denemesinde Dranton’a karşı kaybeder. Suker’in borcunu kendi cebinden ödemek zorunda kalır…

-İşte 50 dinarın.

-Vay! Paramı getirdiğin için çok teşekkür ederim! Yıllar önce biri içkisi için ödeme olarak bu eldivenleri bırakmıştı. Onlar artık senindir.

-Stavros! Merhaba.

-Merhaba Marnid.

-Duyduğuma göre kısa zamanda Zendar’da kendine iyi bir isim yapmışsın… ‘Kaplan Bey’ havalı gerçekten. Ben ise hala kendime bir iş bile bulabilmiş değilim. Sanırım yakında Suker’de beni kaldığım odadan çıkaracaktır…

-Hmm, şimdi aklıma geldi de, aslında ben bana katılacak yoldaşlar arıyorum. Senin gibi pazarın yolunu bilen biri işime yarayabilir.

-Çok teşekkürler dostum. Şans bana tekrar gülüyor! Senin grubun için elimden gelenin en iyisini yapacağım, Stavros.!

Kaplan Bey Marnid’i takımına kattıktan sonra havanın karardığını uykusunun geldiğini fark etti. Handa bir gece konaklamaya karar verdi. Sabahın ilk ışıklarıyla Borcha’yı almak için Rivacheg Şehri’ne doğru yola koyulacaklardı…