Kanlı Anı Defteri 2. Bölüm: Mektup

Merhabalar. Çok uzun sürmeyecek kurgusal bir hikayeye başladım. İlk bölümünü paylaşıyorum, umarım hoşunuza gider

Sayfalar ve İzler 1. Bölüm: Giriş
"İnsanların beni önemsediği… Daha doğrusu önemsiyormuş rolü yaptığı tek yer annemin cenazesiydi. Daha önce suratını birkaç defa gördüğüm insanlar yanıma gelip “Unutmayacaksın ama zamanla acısı hafifleyecek” tarzında cümleler kuruyordu. Sonra yanımdan ayrılıp bir köşede sohbet ediyorlardı; onlar görevlerini tamamlamışlardı. İçinde bulunduğum durum ağlamanın mecburiyet sayıldığı, inandırıcı olmayan teskin edici cümlelerin kurulduğu bir buluşmaydı. Annemin organize ettiği ama annemin şahit olamadığı bir buluşma.

Ölüm beni üzen ya da ürperten bir durum değil. Ölüm tüm gerçekliği ile yolun sonunda bizi bekliyor. Zaten annem çok hastaydı ve sağlığı günden güne daha da kötüye gidiyordu; ölüm gibi bir gerçekle buluşmaması mucize olurdu. Buna karşın beni asıl ürperten, henüz yaşıyorken ölü muamelesi görmek. Kimse tarafından fark edilmemek, önemsenmemek… Bir nevi yok olmak.

İşte benim yaşadığım durum tam olarak buydu. Her zaman içine dönük bir insandım. Kendimi çok kez anlatmaya çalıştım ama insanlar sadece dinliyormuş gibi yaptı. Bu, nefes alırken ölmek gibiydi ve son derece korkutucuydu. Şimdi ise annemin cenazesinde yardımcı oyuncuydum. İnsanlar annem için gelmiş olsa da, yalancı duyarlı tavırlarını bana gösteriyorlardı. Tabutta annem yerine ben yatıyor olsaydım bu durumun tam tersi olacaktı. Ben yaşarken beni görmezden gelen insanlar mecbur hissettikleri için cenazeme gelecek ve annemi teselli edeceklerdi. Benim aksime sanırım annem benim için ağlardı…

Annem yaklaşık iki ay önce öldü. O öldükten sonra hayatıma kaldığım yerden devam ettim. Çalıştım, samimi olmayan gülümsemelere karşılık verdim. Yakın zamanda içimde oluşan bir dürtü beni yazmaya itti. Burada yazılanları kimler okuyacak veya herhangi biri okuyacak mı bilemem… Ama eğer bu anı defterini okuyorsanız, insanlar artık beni fark etmiş demektir…"

2. Bölüm: Mektup
Serkan klavyenin üstünde gezinen parmaklarını geri çekip, kucağındaki bilgisayarı koltuğun yanına koydu. Oturduğu yere iyice gömüldü ve arkasına yaslandı. Saatlerce parlak ekrana bakmaktan ve uykusuzluktan gözlerinin içi kıpkırmızı olmuştu. Yorgundu. Koltuğun üstünde cenin pozisyonunda kıvrıldı, gözlerini kapattı. Uykusuzluk ve yorgunluk düşüncelerine engel olmuyordu, düşünmeyi durduramıyordu; düşündükçe uykusu açılıyordu. Hızlıca yeniden doğruldu. Koltuğun önündeki cam sehpaya eğilip sigara paketini aldı. Gözlerinin önüne düşen saçlarını tek bir el hareketi ile arkaya attı. Sigarayı tek tük içerdi ve çikolata aromalı sigaradan başkasını içmezdi. Sigarasından derin bir ilk nefes çektikten sonra dumanı havaya doğru üfledi, biraz daha rahatlamış gibiydi. Beynine saplanan ağrı sigaranın etkisiyle hafifleyince uyuyabileceğini düşündü… Bu düşünce telefonunun titreşim sesiyle beraber sigara dumanına karışıp yok oldu. Ayağa kalktı. Koltuğun sol tarafında kalan çalışma masasının başına gitti. Masanın üstü koparılmış sayfalar ile doluydu. Karman çorban yazılarla karalanmış sayfaların arasında cep telefonunu aramaya başladı. Kağıt yığının altında kalan telefonun çıkardığı titreşim sesi sinirlenmesine sebep olmuştu. Gecenin bir yarısı uykusuzluk ve baş ağrısının verdiği gerginlik, titreşim sesini büyük bir gürültü gibi algılamasına sebep oluyordu. Kağıtları hızlıca sağa sola savurduktan sonra titreyen telefonu eline aldı hızlıca açıp kulağına götürdü. Telefonun ucundaki kişi beklemeden direkt konuşmaya başladı.

“Serkan biliyorum yıllık izindesin ve çok boktan bir saatte aradım ama bu saatlerde uyumadığını biliyorum…”

“Sorun yok Orhan, hayırdır?”

“Hani birkaç hafta önce bir beyaz eşya şirketi ile anlaşmıştık, şirket için bir reklam metni yazmıştın… İşte o metni bana tekrar atman lazım çünkü kaybettim”

“Sabah atarım”

“Olabildiğince çabuk gönderirsen iyi olur Serkan. Çekim planı yapmam gerekiyor”

“Tamam Orhan, tamam… Gönderiyorum şimdi”

“Sen var ya aslansın aslan. Bu arada nasılsın, keyifler nasıl kardeşim?”

Serkan yüzünü buruşturdu. Sorulan bu samimiyetsiz “nasılsın” sorusu bozuk olan keyfini iyice bozdu. Yarım ağız bir şekilde "Fena değil. Başka bir şey yoksa kapatıyorum" dedi. Orhan gülümseyerek “Ajanstakiler özledi seni… Özellikle şu yeni gelen kız Vildan. Fazla uzatma tatili” dedi. Serkan memnuniyetsiz bir şekilde “Yakında döneceğim. Reklam metnini gönderiyorum şimdi… Hadi iyi geceler” deyip telefonu kapattı. Hemen telefonunun dosyalar bölümünden Orhan’ın istediği reklam metnini mail olarak gönderdi. Telefonu masaya bırakırken ekrandan saate baktı; 03:26’ydı. Koltuğa kıvrılma fikrini kafasından atıp direkt yatak odasına gitti. Çarşaflarını yeni yıkadığı yatağın üstüne kendini bıraktı… Yoğun deterjan kokusuyla beraber uykuya daldı.

Serkan deliksiz bir uykunun ardından uyandı. Yatağın içinde kendine gelmeye çalışırken sol tarafındaki komodinin üstündeki saate baktı; 16:17’ydi. Gözlerini yarı kapalı bir şekilde “Amma uyumuşum” dedi, sesi son derece hırıltılıydı. Yeniden mayışmaya izin vermeden hızlıca yatağından fırladı. Banyoya gidip elini yüzünü yıkadı ardından mutfakta sert bir kahve yaptı. Gününün yarısını üstünde geçirdiği koltuğuna attı kendini, kucağına da bilgisayarı aldı. Bu sefer kendine daha çabuk geliyordu.

Takip ettiği birkaç blog sayfasında paylaşılan yazıları okuduktan sonra haber sitelerine girdi. Bütün haber sitelerinde “Son Dakika” başlığı altında bir haber paylaşılmıştı. Serkan sanki ne paylaşıldığını tahmin ediyormuş gibi büyük bir soğukkanlılıkla bir siteye tıkladı. Dikkatlice başlığında altında yer alan haberi okumaya başladı.

"İstanbul halkı bu sabah saatlerinde korkunç bir cinayetle uyandı. 28 yaşında, tek başına yaşayan D.Y isimli genç kadın kendi evinde ölü olarak bulundu. Sadistçe bir ruhla katledilen D.Y, cinayetinde daha da korkunç bir detay barındırıyor. Cinayetin faili olay yerine bir mektup bırakmış. Polisin medya ile paylaşabildiği kısım şu şekilde;

‘Bu mektubu evde yazıyorum. Kimi öldüreceğimi henüz bilmiyorum; bir kadın mı, yoksa bir erkek mi? Genç mi yoksa yaşlı mı? Tek bildiğim ölüm hayata bir farkındalık kazandırıyor, cinayet ise bu farkındalığın baş rolü yapıyor insanı… Yani inancım bu şekilde. Bu mektubu kimin yanına bırakacağım bilmiyorum. Ölüm yaşadığımız dünyanın tek gerçeği, bu sebeple dehşete düşebilirsiniz ama üzülmeniz saçmalık olur… Umarım çabuk yakalanırım yoksa düşeceğiniz dehşet sayısı artmış olur.’

Mektupta yazılan bilgiye göre katil, kurbanını rastgele seçmiş ve yakalanmazsa devamı gelecek. Olayı devralan cinayet büro başkomiseri Oktay Vuslat, olay hakkında kısa bir açıklama da bulundu.

‘Bu dehşet verici cinayeti işleyen caniyi en kısa sürede yakalayacağız. Katilin profili hakkında ve neyi amaçladığına dair yeterli veriye henüz sahip değiliz. Bu süre zarfında insanlardan son derece dikkatli olmalarını istiyoruz. Özellikle geceleri karanlık sokaklarda tek başınıza dolaşmayın!’

Serkan yarım bir gülümseme ile kendi kendine “Bir an ceset hiç bulunmayacak sanmıştım” dedi ve “Kanlı Anı Defteri” ismini verdiği dosyayı açıp bİr şeyler yazmaya başladı.

3 Beğeni

Yazılanları okuyunca Albert Camus’nun yabancı adlı eseri aklıma geldi.Bence bu eseri daha önce okuduysanız ondan gereğinden fazla etkilenmişsiniz okumadıysanız yargılamak istemem.

Hikaye direkt ana karakterin annesinin ölmesi ile başlaması sizi öyle düşündürmüş olabilir. Ama yazmış olduğum hikayenin ana hatları tamamen farklı ilerliyor, ikinci bölümle beraber daha net belli olacak zaten… Yorumunuz için teşekkür ederim. :slight_smile:

Ben teşekkür ederim.

Umarım giriş bölümü hoşunuza gitmiştir, en kısa zamanda ikinci bölümü paylaşacağım… …:slight_smile: