İşte! Onu övmek için kolladığım fırsat, en sonunda geldi. MuHaHaHaHa! (Erol Taş Gülüşü, vazgeçilmezim)
Sevgili @alper, vallahi Dokudünya için propaganda metnim bir sene öncesinden hazır. Ta, incelemesini yazarken uzun uzadıya kaleme almıştım.
Dokudünya’nın, estetiğin ötesine geçerek, kitabın ruhunu yansıtan Michelangelo tablosu ayarındaki kapağı hakkındaki görüşüm ektedir:
Dokudünya İncelemesi'nin Kapak Görseli Yorumu'ndan
Romanın 1987’deki ilk baskısının kapağı dönemin klasik kapak tasarımlarının arasından sıyrılıyor. Ve evet, o kapakta da dönemi elverdiğince Clive Barker’cı bir hava hâkim. Kenarlarında halı desenleri bulunan tasarımın ortasındaki manzaranın içerisinde – Shadwell olduğunu tahmin edilen – biri duruyor. O kapağı özel yapan şey, ilgili halı desenlerinin Barker’a ilham veren halının desenleri olması. Eh, yazarının, bir halının desenleri arasında bulduğunu belirttiği roman için bu gayet hoş bir kapak tasarımı.
Ebrahel Lurci Türkçe baskı için tasarladığı kapakta romanın ana unsurlara riayet ederken, hikâyenin ruhunu yansıtacak biçimde kendi sanatını konuşturmasını bilmiş.
Tasarımdaki varlığa ve içinden çıktığı anlaşılan halıyla bağına dikkat. Varlık, kendiliğine kavuşabilmek adına tüm varoluşunu borçlu olduğu sınırsızlıklar diyarı bilinmezden kopmaya çalışmış. Bunu da belli başlı sınırlamalara tabii bedenin içine hapsolmaya çalışarak başarmış. Eh, haksız sayılmaz; kendiliğini kavrayabilmesi yani var olabilmesi için buna ihtiyacı var. Aksi takdirde bilinçten yoksun biçimde, her ama her şeyin kaynağı olduğundan kapkaranlıklaşmış hakikatin içerisinde yitip gitmeye devam edecek. İç bütünlüğünü (bilinci, kişiliği, ne olduğu, vs.) dış bütünlüğüne (kabuk, beden, vs) bağlı. Varoluşun geri kalanından kendini ayıramazsa var olamaz çünkü. Kısacası burada söz konusu olan şey “bilinmez/meçhul/muallâk/her şey”in içinden “bilinen/kesin/belli/özel şeyin” doğuşu.
Çözümleme burada bitmedi, dahası var. Dikkat edilirse, varlık bilinmezden tam kopamamış, sağ kolu da tamamlanmamış. Varlık mevcudiyetini sürdürebilmek için de kendini özel ve ayrıksı yapan bedenini tamamlayabilmek için de bilinmezle bağını kopartamamış. Fakat bu gerçeğin bilincinde değilmiş gibi. Evet, varlığın yüz ifadeleri belirtilmemiş, ama bilinmezden kendisine uzanan uzantılara karşı dik duruşu, köklerine karşı bir kuşkuculuk, bir yabancıllık, bir kayıtsızlık içerisinde olduğunu ima edermiş gibi. Üstelik bilinmezin içinden kendisine doğru uzanan sağ koluna -yani eksik parçasına- kayıtsız. Bir şey dikkatini çekmişse eğer, bu muhtemelen bilinmezin içerisinden kendisine bakan diğer varlık olmalı. Belki de halıdan kopabilmiş varlığa uzanan kolun sahibi de o varlıktır. Belki de varlığın farkında olmadığı eksikliğini tamamlayacak diğer yarısıdır. Her ihtimalde sonuç değişmiyor; varlık, tam kopamadığı bilinmeze karşı kayıtsız ya da yabancılamış vaziyette.
Ebrahel Lurci sanatını icra ederken, Michelangelo’nun Sistine Chapel’indeki ünlü Creazione di Adamo ( Creation of Adam ) eserini Clive Barker’ın Dokudünya’sındaki bilinmez-bilinen ilişkisi esaslarıyla tekrar yorumlamış gibi. Creation of Adam’da insan yaratıcısına uzanırken resmedilmiştir. O manzarada dikkat edilirse yaratıcı, insan beynini anımsatan bir çerçeve içerisindedir. Bu ayrıntıya dayanarak farklı çıkarımlarda bulunulabilir. O çıkarımlar arasından “İnsanın yaratıcısına/kendi varoluşuna ulaşabilmesinin yolu kendi zihnine ulaşabilmesinden geçer.” yorumu dikkate alındığında, Lurci’nin çalışması roman bağlamında farklı bir çehre kazanmakta. Lurci’nin tasarımı, romanda vurgulanan bilinmez ile bilinen ilişkisinin yansıması gibi. Bu güzel tesadüfler ilahi bir kazanın ürünü mü, yoksa sadece şans mı? Tüm bunlar ister sistematik tasarının isterse esrimeci çabanın sonucu olsun, fark etmez, Ebrahel Lurci romana yakışan bir çalışmaya imza atmış.