Karlı Konuşma

Rüzgarın soğukla birleştiği keskin bir hava düşünmeni istiyorum. Çepeçevre sarmaladığın vücudunda bulduğu ufak bir aralıktan tenine değen buz soğuğunun kılların arasından seyahat edip kendini sıcak tutmaya çalışan yerlerin üzerinde keyifsiz bir tat bıraktığını anlamanı istiyorum. Bu üşüten halin içinde beline kadar gelmiş karın seni alıkoymasına karşı çıktığını bilmelisin. İnatla yürüyorsun.

Kar fırtınasının izin verdiği ölçüde tek tük ağaçların tepelerine rastlıyorsun. Onlar da tıpkı senin gibi yarısına kadar karın içine batmış halde. Dünya üzerinde ender bulunan koca çalılıklar gibiler iri ve tek parça halindeki gövdeleri görünmeyince. Bir an için herşeyin devleştiği bir aleme atılmış hissediyorsun kendini. Ufak, önemsiz olması gereken çalıların bile böylesi büyük olduğu bir yerde başka canlıların ne kadar devasa olabileceğini geçiriyorsun aklından. Çelimsiz bir sivri sineğin senin boylarına ulaştığını hayal ediyorsun. Kafasını okşadığın kedilerin artık masum kalmadığı bir durum. Farelerle uğraşırken ne kadar acımasız olabildiğini biliyorsun bu tatlı canlıların. İçine bir korku düşüyor ancak henüz hiçbir şey netlik kazanmış değil. Sakin ol ve derin bir nefes al.

Aklına şu soru gelmiş olmalı. Neden buradayım? Anlatımın önemli bir noktasıdır bu soru. Parmaklarını tuşlar üzerinde gezdiren yazar bir an durup düşünür. Peki neden burası? Her şeyin ortasında birden bırakılıp gidilmişsin. Yalnızlığın can sıkıcılığı o an yayılıverir vücuduna. Zorlukla ilerlediğin kar fırtınası içinde belki günlerdir ilerlemene rağmen aklına henüz gelen bu soru tüm bu durumun anlamlı olup olmadığını sorgulatır sana. Bir zaman gözlerini açmışsındır ve buz gibi bir yerde yürüyorsundur. Bu durum seni öfkelendirir. Başına gelenlerin basit bir rastlantı olduğunu kabullenmek istemezsin. Olaylar arasında bir bağlantı kurmak, bunun bir mesaj olduğunu bilmek istersin. Tüm inançların bunun üzerine kuruludur. Acınası halini onurlu bir duruş gibi görmek üzere şekillenmiştir kültürün. Anlamsızlığa karşı koyman gerektiğini düşünüyorsun.

Seni yaratana, yazara isyan etmek için yürümeyi bırakırsın. Hareket ederken hissettiğinden daha keskin bir acı verir durağanlık. Kimsesiz bir durgunluk içindesin. Yalnız olduğunu biliyor oluşun da eklenmiştir öfkene.

Yazar yazmaya devam eder. Rüzgarın kesik sesi ve karla kaplı ölüm beyazlığı dışında hiçbir şeyin olmadığı bu garip evrende bir süre durup düşündükten sonra yürümeye devam etti. İşte, tekrar başlıyorsun. Ayağındaki botun içine girmiş kar eriyip sonra donunca buz halini almıştır. Yürüdükçe buzun tenine değip aşındırdığını hissediyorsun. Bu şekilde bir süre daha ilerlersen aşınan derinin altındaki akışkan tabaka gün yüzüne çıkacak. Şansın yaver gider de bir gün sıcak bir yerde çoraplarını çıkarıp kenara asma fırsatı bulursan ayak bileğinin kenarındaki pıhtılaşmış kan lekesini görebileceksin.

Ağzından çıkan buhar yüzünü örten kar maskesinin kumaşını ıslatmış. Yanaklarına değdikçe anlık bir sıcaklık hissediyorsun. Islak bir sıcaklık. Dokundukça rahatsız ediyor seni çünkü bunun geçici olduğunu, sen daha nefes almaya başlarken ısısını kaybedip soğuyacağını biliyorsun. Her nefes alış verişinde bir ısınıp bir soğuyacak su buharının daha ne kadar devam edeceğini merak ediyorsun.

Belki de yazar bir şeyler anlatmak istiyordur. Seni yönlendirmek istediği bir nokta vardır. Uzun süredir yere bakmaktan sabitlenmiş boynunu ve kısık gözlerini kaldırıp çevrene bir göz gezdiriyorsun. Belki bir tabela, bir ışık ya da sana ümit verecek herhangi başka bir şey arıyorsun. Gördüğün tek şey yoluna devam ederken bildiğinle aynı. Beyazlık. Çevren alabildiğine beyaz ve soğuk. Bir fikir beliriyor bu esnada. Geçmişe dönmek. Umutla ardına bakıyorsun. Gerisin geri yürüyerek ilk noktaya, her şeyin başladığı yere dönebilmeyi hayal ediyorsun.

Arkana döndüğünde gördüğün tek şey yine aynı beyazlık olunca kala kalıyorsun. İki adım önceki izlerin bile yok. Dört bir yanın aynı kalıyor. Aklının seninle oyun oynadığını düşünüyorsun. Üç adım atıp hızla arkana dönüyorsun ve yine aynısı. İzlerin yok olmuş. İsterik bir gülümseme yerleşiyor yüzüne. Tekrar tekrar adımlayıp arkana bakıyorsun. Sen adımını çeker çekmez bastığın yerler yığınla kar altında kalıveriyor. Avazı çıktığı kadar bağırıp delirmişçesine koşmaya çabalıyorsun. Ne yöne gittiğini umursamadan yalpalayarak ilerliyorsun karın içinde. Belki bir saattir belki bir haftadır almış olduğun yolu da kaybediyorsun böylece.

Ağlamak geliyor içinden. İşte böyle. Yazarın beklediği de buydu. İçinde bulunduğu hiçliğin acısını yapabildiği tek biçimde ortaya koydu. Tüm güçsüzlüğünü ve eli kolu bağlanmışlığını ancak gözyaşıyla anlatabilirdi.Öyle de yaptı. Göz pınarlarından süzülen sıcak damlalar yüzü boyunca kısa bir yolculuk yapıp dondu. Bir mumun yandıkça üzerinde biriktirdiği acısı gibi üst üste kristalleşti gözyaşları.

Karın içinde yığılmış, kafanı ellerinin arasına almış öylece bekliyorsun. Belki bir saat belki bir hafta hareketsiz kalıyorsun. Gözlerin kapalıyken kapkara bir dünya oluşuyor. Gözlerini bir açıp bir kapıyorsun. Siyah ve beyaz arasındaki ince çizgiyi fark ediyorsun böylece. Karanlığı tercih etmek geliyor içinden çünkü kafandaki imgelerin seyri hoşuna gidiyor. Gerçekliğin kötü beyazlığına göre daha tutarlı bir yaşam buluyorsun orada. Derin karanlığın içinde ansızın beliren bir kuşun tatlı cıvıltısıyla huzur buluyorsun. Her şey başkalaşıyor çevrende. Çevrendeki renkler çeşitleniyor. Bir bahar akşamı batan güneşin kızıl rengi vuruyor koyu mavi denizin üzerine. İçinde bir yerlerde sıcak bir his doğuyor. Gözlerini asla açmak istemiyorsun artık. Karanlığın bu kadar güzel olacağını hiç düşünmemiştin oysa. Kendini yıllardır aradığın yerde buluyorsun. Seni korkutmayan bir sessizlik var.

Güneşin huzur veren sıcaklığına bakarken uykun geliyor. Yüzüne yerleşen huzurlu tebessümü kaybetme korkusundan çok uzaktasın artık. Sana ait bir zaman ve yerdesin. İşte böyle. Kolunu kafanın altına yastık edip uyumaya başlıyorsun.

-Gürkan Sadece

12.03.2020

1 Beğeni