Kaybolmuş Adam 3. Bölüm

Giriş;
Giriş;
Bu dibe vurmuş bir adamın hikayesidir. Kurgu olduğu kadar bir o kadar da gerçektir. Herkesten izler taşımaktadır; benden, senden, hayattan… Belli bir başı olmadığı gibi, belli bir sonu da yoktur. Bu hikaye akıp giden hayatın içinde biraz yarım kalmıştır, her şey gibi. Bu benim sorunlarımdan kaçma biçimim, sizin ise “Bu hikaye bize neyi anlatıyor?” sorgulamasını yaparken, diğer sorularınızı kısa süreliğine de unutmanıza olanak sağlayan bir solucan deliği… Daha fazlası değil! Zaten bu hayatta hiçbir şey her zaman “daha fazlası” olamamıştır. Olduğunu düşündüğümüz zamanlar olmuştur; onlar da, bizim kattığımız anlamlardan daha fazlası değildir. Şimdi… Arkanıza yaslanın ve düşünmeyi bırakın!

I
Pantolonunu bacaklarından yukarı doğru çekerken başında dikilen kadının mırıldanmalarını duyabiliyordu. Pantolonu kalça hizasına gelince ayağa kalkıp hızlı bir hamleyle beline kadar çekti. Düğmesini iliklemeden, eskimeye yüz tutmuş kemeri kasıklarına doğru sallanırken “Paranı vereceğim, neden sinir yapıyorsun?” sorusu döküldü dudaklarının arasından… Sağ eli kadının file çorapla sarmalanmış kalçaları üstünde dolaşıyordu. Kadın tek kaşını kaldırarak kalçasında gezinen ele bir bakış atarak "Yakışıklı herifsin… İstesen para vermeden çok rahat seks yapacak birilerini bulursun; niye inatla bizimlesin?" diye sordu. İçindeki bir mikrobu kusar gibiydi. Pantolonun düğmesini ilikledikten, kemerinin tokasını düzelttikten sonra "Ama güzelim sizin sahip olduğunuz hikayelere başka kadınlar sahip değil ki… Ben sizden seks değil, hikayelerinizi satın alıyorum; seks de pastanın kreması gibi düşün" deyip güldü adam… Kadın da ellerini adamın beline sararak, dudaklarına yarım yamalak bir öpücük kondurup “Bora biliyor musun başka şartlar altında tanışmış olsaydık sana aşık olabilirdim” dedi. Bora gülümseyerek “Aşıkmışsın gibi davranırken hiç fena değilsin, rol yapmaya devam et; ikimizde birbirimize ruhumuzu kiralamaya devam edelim” dedi. Cemre de file çorabının üstüne beyaz renkli pantolonunu giyerken “Yazar olmak istediğin için mi böyle cümleler kuruyorsun yoksa böyle süslü cümleler kurabildiğin için mi yazar olmak istiyorsun?” diye sordu; gülümsüyor olsa da sesinde ciddiyet var gibiydi. Bora terlemiş saçlarını düzeltirken “Süslü cümle kurma konusunda sen de fena değilsin, bir şeyler karalamayı deneyebilirsin” dedi. Cemre içten gelen bir kahkaha atarak “Aman aman kalsın. Satacak duygum kalsaydı bedenimi satıyor olmazdım zaten” dedi. İkisi de üstlerini giydikten sonra otel odasından çıkmak için hazırdılar. Cemre oda kapısını aralarken "Normal de kimseyle böyle derme çatma otel odalarında beraber olmuyorum, değerini bil" diyerek laf çarptı. Bora adımını dışarı attıktan sonra “Senin değerini bilmez miyim canım… En sevdiğim hayat kadını sensin” dedi. Cemre, Bora’nın koluna var gücüyle cimcik attıktan sonra merdivenlere doğru yöneldiler.

II
“Satacak duygum kalsaydı bedenimi satıyor olmazdım… Bazı fahişeler gerçekten filozof gibi konuşuyorlar. Bazı fahişelerin bedenlerine belli bir bedel belirlerken, düşüncelerini es geçmeleri ne acı…”
Bora, beyninin kıvrımları arasında gezinen düşünceleri dinlerken bir yandan da yürüdüğü cadde üstündeki vitrinlere göz gezdiriyordu. Kafasının içindeki gürültüyü cebinden gelen titreme böldü. “Sabah sabah kim arıyor lan beni” diye söylenerek cep telefonunu eline aldı. Arayan kişinin ismini görünce yüzünü hafiften ekşiterek telefonu açtı. “Efendim kardeşim” dedi isteksiz bir ses tonuyla. Telefonun diğer ucundaki kişi “Naber, ne yapıyorsun?” diye sordu. Bora hafif bir tebessümle “Oğlum sabah sabah nasıl olduğumu sormak için mi aradın?” diye sordu. Saniyelik bir sessizliğin ardından telefonun ucundaki kişi “Sabah sabah mı? Saat neredeyse 12 oldu. Dükkanın da kapalı. Lan sen yoksa gece yine şu kadının yanına mı gittin? Adı neydi? Cemre… Cemre’ydi, değil mi?” dedi. Bora adımlarını hızlandırarak “Burak, birazdan dükkanda olurum kardeşim uğrarsın. Hadi şimdi görüşürüz” deyip telefonu kapattı.

III
Bora yaklaşık yirmi dakika içinde dükkanını açmıştı. Hayatının merkezinde olan bir hobiyi işi haline getirmişti. Kitap okuduğu kadar yazmayı, yazmayı sevdiği kadar da okumayı seviyordu. Bu yüzden bir kitapçı dükkanı vardı. Tüm hayatını kelimeler üstüne inşa etmişti. Maddiyat konusunda fazla bir beklentisi yoktu; kendine yettiği kadar güçlüydü. Bilgisayar başında müzik dinleyip bir şeyler karalarken dükkan kapısı açıldı. Bora, kafası kapıya doğru çevirip “Hoş gel…” derken cümlesini yarım bırakıp “Sen miydin? Gel gel” diye devam etti. Burak, Bora’nın oturduğu masaya doğru birkaç adım atıp elindeki poşeti önüne bıraktı. Bora poşete bakarken, Burak “Yemek yememişsindir diye döner ekmek getirdim sana” dedi. Burak henüz cümlesini tamamlamadan Bora çoktan ilk ısırığını almıştı bile.

Bora ve Burak çocukluk arkadaşıydılar. İkisinin de hayata karşı bakış açıları çok farklı olsa da çocukluktan gelen dostluk duygusu aralarındaki bağı güçlü kılıyordu. Burak, Bora’nın bu hayattaki tek dostuydu; dosttan da öte, kardeşi gibiydi. Bora yemeğini yerken, Burak arka tarafta kendine kahve yapıyordu. Bir yandan suyun kaynamasını beklerken bir yandan Bora’yla konuşuyordu…
“Oğlum var ya senin şu şansın bizde yok ki değerlerlendirelim. Baban rahmetli ne güzel dükkan bıraktı sana… Kitap satışıyla para kazanamazsın dediysem de haksız çıktım. Lan üstüne düşsene şu dükkanın biraz! Sabah kafana göre açıyorsun, akşam kafana göre kapatıyorsun…”

Bora ağzında biriktirdiği lokmaları yuttuktan sonra “Kusura bakma anneciğim, artık hayırlı bir evlat olacağım” deyip güldü, ardından “Kazandığım zaten geçinmeme yetiyor, daha fazlasına ihtiyaç duymuyorum ki” diye devam etti. Burak kahvesinden bir yudum aldıktan sonra “Şu gittiğin kadınlara para yetiştirememeye başladığın zaman göreceğim ben seni. Hem sen şu Cemre denen kadından hoşlanmadığına emin misin? Yok hikayelerinden besleniyorum, yok hayatları etkileyici ayağına beni yiyor gibisin” dedi. Bora arkasına yaslanıp bir kahkaha attı. Yediği yemeğin çöplerini poşete koyarken “Bana kalırsa Cemre hoşlanılacak bir kadın, inkar etmiyorum” dedi. Burak kafasını sağa sola sallayarak “Lan sen harbi biraz kırıksın ha! Ne güzel kendi işin var, benim kadar olmasa da belli bir karizman var; istesen para vermeden kadınlarla takılırsın. Ama dur bir dakika… Sen zaten senden hoşlanan kadınları bile geri çeviren birisin, kime ne anlatıyorum ki ben” dedi. Bora yaygın yaygın gülerek “Bu sabah senin dediğinin aynısını Cemre söyledi. Yoksa ikiniz gizliden görüşüp iş mi pişiriyorsunuz… Bu arada senden çok daha yakışıklıyım” dedi. Burak ağzını açamadan dükkanın kapısı açıldı.

IV
Yaklaşık 1.70 boylarında, sarışın bir kız girdi içeri. Bora gülümseyen bir suratla “Hoş geldiniz” dedi. Kız da benzer bir gülümsemeyle “Merhaba” deyip, çevresindeki raflara hızlı bir bakış attıktan sonra “Edgar Allan Poe’nun ciltli tüm öyküleri var mı acaba elinizde?” diye sordu. Bora “Bir müşterim sipariş ettirmişti ama gelip almadı, sizin şansımız” deyip alt kata indi… Saniyeler içinde elinde tuttuğu kitapla tekrar yukarı çıktı. Kız, kitabı gördükten sonra “İlk kez korku gotik türünde okuma yapacağım, bu işin en iyisinden başlayayım dedim” dedi gülerek. Bora kitabı kıza uzatırken “Lovecraft’ın hikayelerini de tavsiye ederim” dedi. Kız, kitabın ücretini uzatırken "Teşekkür ederim… " dedi, daha sıcak bir tebessümle “İyi günler” diye devam edip kapıya doğru yürüdü.

Kız gittikten sonra Burak, yaygın bir ses tonuyla “Sana bir şey söyleyeyim mi, bu hatun senden hoşlandı” dedi. Bora yerine oturduktan sonra “Olabilir, çoğu kadın düşüyor bu hataya” dedi. Burak işaret parmağını Bora’ya doğru sallayarak “Ah ulan senin şu mütevazi tavırların var ya… Bak sana ıddia ediyorum; bu kız bir iki gün içinde buraya tekrar gelecek” dedi. Bora bir şey demedi.
Yarım saatin ardından "Ben kaçıyorum… Zaten sen birazdan başlarsın ‘ben bir şeyler yazacağım’ demeye" dedi. Bora kafasını onaylar şekilde sallayarak “Demek üzereydim zaten” dedi. Burak vedasını ettikten sonra dükkandan çıktı. Burak gittikten sonra Bora bilgisayardan not defterini açtı; yazmaya başladı…

VI
“Yeni hikayeler için bedenler kiralıyorum. Çoğu zaman yüzümde yalancı bir gülümseme ile hislerimden uzak bir şekilde buluyorum kendimi. Akşamları yürüdüğüm sokaklar kalabalık, herkes bir yerlere yetişmiyor çalışıyor… Kimse kimsenin yüzüne bakmıyor. Bu koşuşturmanın ortasında hislerimi ortaya koymak kendime haksızlık olur. Bana gülümseyen çekici kadınlara gülümsüyorum; bazıları ile sevişiyorum. Basitleşen her şey heyecanını yitirip sıradan bir hal alıyor. Bedenler değişiyor olsa da, parmaklarım aynı ıslak kaygan organın üstünde daireler çiziyor; gözlerimi kapattığımda tüm vücütlar aynı. Yaşamak güzel ama ne kadar anlamlı hala kararsızım… Zaten güzel olan her şeyin anlamlı olacağını düşünenlerden değilim. Günlük gibi yazdığım bu hikaye beni anlattığı kadar herkesi anlatıyor aslında; bedenler değişse de yaşananlar her zaman aynıdır. Yaşadıklarımıza gözlerimizi kapatarak yeni anlamlar yüklemekte bizim elimizde, gözlerimizi açarak o an sahip olduğumuz gerçeği kucaklamakta…”

Bora yazmaya devam ederken dükkanın kapısı açıldı. Yüzü yabancı gelmeyen bir kadın girdi içeri. Yüzünde kışkırtıcı bir gülümsemeyle "Nasılsın?" diye sordu. Bora oturduğu yerden “İyiyim. Hayırdır nereden çıktın?” diye sordu. Kadın küçük bir kahkaha atarak “Canım seni görmek istedi olamaz mı? Ayrıca sağ ol çok kibarsın bende iyiyim” dedi. Bora hızlı bir şekilde kadını süzdü. Siyah dar pantolon kadının bacaklarını ve kalçalarını bütün güzelliğiyle ortaya sunuyordu. Üstündeki göbeği açık tişört ve ince deri ceket ise müthiş bir uyum içindeydi. Bora sanki zaten yaşanacakları biliyor gibi bir tavırla “Bak eğer sevişmek istiyorsan bu tarz bir ön şevişmeyi es geçebiliriz” dedi. Kadın çok daha seksi bir gülümsemeyle “Şu alt kattaki pembe çekyatın umarım hala duruyordur” dedi. Bora ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdü. Kapıyı içerden kilitledikten sonra kadına bir şey demeden alt kata indi, kadın da peşinden gitti…

VII
Yaklaşık yarım saatin ardından önce Bora çıktı yukarı; dükkanın kapı kilidini açtıktan sonra yine masanın başına oturdu. Beş dakikanın ardından kadın çıktı üstünü başını düzelterek. Saçlarını düzeltirken “İyi ki bugün kalıcı kırmızı rujumu sürmemişim, yoksa dudağımın etrafı kıpkırmızı kalırdı” deyip güldü. Bora belli belirsiz bir gülümseme ile “Sahra, bir şeyi merak ediyorum. Acaba ne zaman bu dükkana kitap almak için geleceksin?” diye sordu. Sahra kapıya doğru yürürken “Seninle ilk tanıştığım gün, yani buraya ilk geldiğim gün zaten kitap arayan bir müşteriydim” dedi. Bora başını ‘evet’ dercesine sallayıp “O zaman yine bekleriz” dedi. Sahra gidince Bora saate baktı; 16:57’ydi… Kendi kendine “Zaman ne çabuk geçiyor” dedi. Bilgisayardan yeni bir not sayfası açıp yazmaya başladı…

“Zamana satıyorum tüm zevklerimi, hislerim henüz bir zamana ait değil. Bir bedene dokunurken gerçekten bir şeyler hissedebilmeyi isterdim. Sahibi olmayan şiirler yazıyorum, olmayan hislere aşık oluyorum. Beynimin içinde yaşadığım dünya gerçek dünya ile savaş haliınde. Karmaşayı severek uyuyorum fakat basitlik ile uyanıyorum. Doğ, büyü, yemek ye, seks yap, uyu ve öl. İnsanlar kabul etmek istemese de gerçek bu… Ama bazı geceler onlar gibi birini severek kendimi kandırmak istiyorum. Karmaşık cümleler kuruyorum, anlaşılmayı bekliyorum; yazdıklarımı sadece kendim anlıyorum…”

Bora yazmaya devam ederken dükkanın kapısı yeniden açıldı, içeri giren tanıdık bir yüzdü.