Kervansaray-

Dağın yamaçlarından kıvrıla kıvrıla inen yolun kenarından görülen manzara nefes kesiciydi. Ufku kaplayan dağlara kadar, göz alabildiğine uzanan, dalgalanan, devinen sarı bir denizi andıran bozkırın ortasında, kızıl altından bir şövalye yüzüğün yeşim taşlı montürüne benziyordu kervansaray. Açıklığa kurulmuş sırma örtülü masalar, envaiçeşit aperatifler daha üzerlerine konulmadan toplanmaya başladı. Kimisi şezlonglarına oturmuş, aşağıdaki manzaranın tadını çıkartan misafirler, ne olduğunu öğrenmek üzere, kendilerini davet eden adamın yanına doğru seğirttiler.

Adamın suratı asık, morali bozuktu. Otobüsün şoförü ve yardımcısı ile ufuktaki dağların üzerinden aşan gri bulutlara endişe ile bakıyorlardı. Misafirlerinin kendilerine doğru geldiklerini görünce, en güzel sahte gülümsemesini takınarak “Endişelenecek bir şey yok. Sadece planlanandan daha erken varacağız” dedi. İki büklüm eğilerek ekledi “Elimizde olmayan bu aksilik için sizden özür dilerim” Misafirler, en içten yapmacık kibarlıklarıyla özrünü kabul ederken, bazıları yiyemedikleri leziz atıştırmalıklar için içten içe hayıflanıyordu.

Fırtına üzerlerinde bulundukları dağlara yükünü boşaltmadan önce, belli ki bozkırı kasıp kavuracaktı. Otobüsün o vakitten önce kervansaraya varması gerekiyordu. Hay aksi. Oysa ne kadar çok özenmişti bu organizasyon için. Bu kadar kalbur üstü misafiri bir araya getirmek, kervansarayı restore edip otel olarak açmaktan daha zor olmuştu. Gazeteciler, dergi editörleri, en büyük tur operatörleri. Çevreleri de etkileri kadar geniş bu insanların programlarındaki boşlukları bulup denk getirmek ölümdü. Hele onları memnun edip olumlu yazılar, kodaman arkadaşlarına tavsiyeler alamazsa, bu onun için “Kitlesel Yok Oluş” olurdu.

Varlığının çoğunu bu lüks otel için yatırmıştı. Ve saygınlığının tamamını. Her şeyi aslına uygun yapmıştı. Restorasyonundan mobilyalarına, yemeklerinden peyzajına kadar. Hatta kumaşlarını bile özel olarak dokutmuştu. Sekiz yüzyıl öncesinin ambiyansını yansıtan şaşaalı bir otel olacaktı.

Tabi eğer bu pahalı tanıtımın altından anlının akıyla çıkabilirse. Ülkenin en lüks otobüsünü tutmuş, ikramda hiç bir masraftan kaçınmamıştı. Yeter ki misafirleri memnun kalsın. Niyeti onları karınları tok ve mutlu bir şekilde otele sokmaktı ama olmadı. Heyhat ne yazık ki havayı kontrol etme gücü yoktu.

Otobüs kervansarayın önüne geldiğinde, misafirlerin gözlerinden ırak telaşlı bir koşuşturma başladı. Bir yandan eşyalar odalara yerleştirilmek üzere alınıp, otobüs otelin rüzgar almayan arka tarafına çekilerek branda ile sıkıca örtülürken, diğer yandan aperatifler hazırlanan masalara yerleştiriliyordu. Konuklar ise kapının önünde adeta büyülenmiş, mıh gibi çakılı kalakalmışlardı. Zira hiç beklemedikleri bir manzara karşılamıştı onları. Avlunun neredeyse tamamını kaplayan dalları ile devasa bir çınar ağacı.

Hepsinin başları yukarıda, bazılarının ise ağzı açık kalmıştı. Otelin sahibi Cahit bey gururla misafirlerini buyur etti “İşte medar-ı iftiharımız”. Huşu içindeki mırıldanmaların arasında biri “Kaç yaşında?” diye sordu. Cahit in aradığı fırsat tam da buydu. “Bilmiyoruz” dedi “Ancak kervansaraydan eski olduğunu düşünüyoruz. Yapının onun etrafına bina edildiğini tahmin ediyoruz. Tabi burayı aldıktan sonra hemen bakımı yaptık. Tıpkı kervansaray gibi hiç bir masraftan kaçınmadan onu da restore ettik”.

Misafirler içeri buyur edilip, ağır ahşap kapılar kapatıldıktan sonra, rüzgar hafiften kendini hissettirmeye başladı. Kapının altına, tozların girmesini engellemek için, uzun kum torbaları konuldu. Şimdilik bir kenarda duran büyük ve kalın kalas ise gece ilerleyip fırtına şiddetini arttırınca, sadece dekor olmaktan çıkarak, pratik olarak kullanılacak, belki de insanların akıl sağlığını korumasında katkı sunacaktı.

Hazırlanan masaları görünce konukların yüzleri güldü. Bir saat önce yiyemedikleri için hayıflandıkları enfes yiyecekler onları bekliyordu. Oturma düzeni özellikle belirlenmemişti. Herkes istediği yere oturabilirdi. Böylece gruplaşmalar başladı ve daha samimi bir ortam oluştu. Cahit masadan masaya geziyor, bu sefer gerçek gülümsemesi ile sohbetlere dahil oluyordu. Mutlu olmaması için ne neden vardı ki? Şimdilik hiç fena gitmiyordu. İnce ince, yavaş yavaş buraya yaptığı yatırımdan, malzemelerin kalitesinden, personelin profesyonelliğinden, restoran şeflerinin yeteneğinden bahsediyordu.

Akşam yemeğine kadar yol yorgunluğunu atmak isteyenler yavaş yavaş odalarına çekildiler. Oktay, Fatih ve Celal ise avlunun bir köşesinde, yumuşak minderli koltuklarına kurulmuş, kahvelerini yudumlarken, kervansarayın tarihinden bahsediyorlardı. Oktay burayı daha önce görmediğini ancak Anadolu Selçuklu mimarisinin mükemmel bir örneği olduğunu anlattı. Tabi her detay için aynı şeyleri söylemek mümkün değildi. Mesela süslemelerden bazıları birkaç yüzyıl daha gençti. Veya kullanılan kandiller o döneme ait olamazlardı. Aman neyse. Yine de fikri ve uygulamayı çok beğenmişlerdi.