Kesişme: Birinci Bölüm

Alternatif, kurgusal bir dünyadır.

" Söylesene Erhling! Biz yaşarken mi düşünüyoruz yoksa düşünürken mi yaşıyoruz," dedi Ada’nın Polis Direktörü Jarinox, sıkılmış bir ses tonuyla.
“Bence, düşünmüyoruz efendim,”
“O zaman bu insanların derdi ne anlamış değilim!”

1.BÖLÜM

Vakit, akşama ulaşmanın ortalarında, yol üstü restoranlarında ara verip dinlenenler gibi beklerken ve sipariş verirken, yağmur ise o esnada acaba adım atsam mı atmasam mı şeklinde düşünen miskinler misali hareket ediyordu. Hava, kara bulutlarla boyanmaya yüz tutarken yağmur damlaları minik adımlarla hızlanarak ilerlemeye başlıyordu.

Vakit, tekrar yollara düşmüş akşama doğru iyice yakınlaşmışken, kimi anlarda nefeslenip kimi anlarda yol kenarlarında otostop yapanlar gibi hal ve tavır içerisindeyken, damlaların yeryüzüne olan adımları belli tempoda koşu yapan sporcular gibiydi. Bir süre daha böyle devam ederken bir anda, yatmadan önce sanki saati kurmayı unutmuş ve sabah işe geç kalmış, akabinde duraktan hareket eden otobüse yetişmeye çalışanlar gibi damlalar, aceleci ve hızlı hızlı adımlara geçiş yapıyordu.

Yağmur, koşu bantlarındakiler gibi belirli bir hızlı tempoda ilerlemeye devam ederken, yer yüzünde çift taraflı (geliş ve gidiş) yolunun bulunduğu, bunun ortasında üst yüzeyi yatay kenarlı, dışa bakan orta yüzeyi dik açının karşısındaki kenar misali tabana doğru meyilli ve dışa bakan alt yüzey ise tabana dik kenar şeklinde üç tane kısa ve uzun kenarları aynı uzunlukta ancak farklı konumlandırmalarla birleştirilmiş gri renkte bordür taşlarının, sağ ve sol kaldırımlardaki arkadaşlarıyla bakıştığı, sağ ve sol yanındakilerle beraber el ele tutuşup sıralandığı bir alandı. Bu düzendeki bazılarının dokusunda ise zamanın getirisi aşınma ve yıpranmalar göze çarpıyordu. Çift yönlü bunların korunduğu aralarındaki kısım da ise ilk bahar ve yaz aylarında burayı kiralayan farklı renklerdeki güllerin kalma süresinin dolmasıyla, bulundukları yerden ayrılmalarından sonraki dönem yaşanıyordu. Burası, birbirlerine olan uzaklıkları yakın, çoğunlukla düz bir şekilde budanmış dalların olduğu, yükseklikleri düşük benzer türde ağaçlarla dizilmişti.

Hava, sonbaharla yeterince oturmuş, vakit geçirmiş sohbet etmiş ama veda zamanı gelip çatmıştı. Onun kapısından ayrılmış ve kışın kapısına iyice yaklaşmış bir kaç adım sonrası onu çalacaktı.

Sağ ve sol kenarlarında birbirlerine sıkı sıkı sarılmış ve kimi yerlerinde kırılmaların olduğu taşların üstünde bir adam koşuyordu.
Bu caddedeki kaldırımların üzerinden hiç ayrılmayan kuru yemiş kabukları: fındık, fıstık, ceviz, ay çekirdeği, bunların uzak yakın akrabaları, taşların üzerine, elden atış hızına ve şekline bazıları ise direk ağızdan tükürme eyleme esas alınarak def edilme hızlarına bağlı olarak düştükleri ilk konumdan, kimileri rüzgarın etkisiyle, kimisi buradan geçenlerin hafif ya da ağır ayakkabılarının umursamaz darbeleriyle, oradan oraya sürüklenmiş, üstüne de konar göçer yerlerinde savrulurken, yağmur damlalarıyla ıslanıp, yetmezmiş gibi sağlam kalan yerlerine de çamur bulaşmıştı. Bunun müsebbibi insanlar tarafından, gün içinde hava nispeten açıkken, kese kağıtlarının içinden ya da ceplerinden bir kaç kuru yemiş tanesi alınıyor, kimileri sapsarı dişlerinin, kimileri yarı çürük yarı sağlam dişlerinin (bu modeller biraz zorlanıyordu özellikle kabuklu fıstık konusunda), kimileri de bembeyaz dişlerinin bulunduğu ağızlarından yere atılıyordu. Bazılarının dişleri öyle beyazdı ki sanki bir mağazanın her zaman temizlenen zemini gibiydi. Nasıl ki bazen müşterilerin silik de olsa ayak izleri yerde kalıyorsa, yapıştığı dişten ayrılmak istemeyen bazı inatçı yer fıstığı kabukları da o şekildeydi. Nasıl ki çok ünlü olan mağazalar da hemen hizmetlilerden müdahale geliyorsa, ağızda da dil, illa burada kalacağım diye direten huysuzları dişten söküp, kişinin dudakları arasından hızla kaldırımlara postalıyordu tıpkı bir patronun yatağının ters tarafından kalkıp çalışanını kovması gibi.

Kapı dışarı edilen bu istenmeyen tüy misali kabuklar, bazen arzulanan hedefe ulaşmıyordu. Rüzgar devreye girip bunları (öyle savunmasızlardı ki) yere düşmeden savurup, kilitli taşların arasına sıkıştırıyordu tıpkı kararlarını doğru ve yanlış kelimelerine indirgemiş insanlar gibi. Kaldırımların üzerinde ikamet ettirilen başkaları ise izmaritlerdi. Bu sakinler, kavuniçi ya da beyaz filtre renginde, ince ya da kalın ve uzun ya da kısa biçimliydi. Buralarda, ezilmeyenleri hariç, bedavacı insanlar gibi sefalarını sürüyorlardı. Gün içerisinde ince ve narin bir izmarit, sinirli bir el tarafından yere çarpılmakla kalmamış, bu da yetmezmiş gibi üzerine basılarak sanki bütün suç ondaymış gibi ezilmişti. Bu eylemi fark eden bir kilitli taş ilerisindeki yan yatmış ceviz kabuğu ise tıpkı bir çocuğu ezip arkasına bakmadan kaçan bir insanı gören şahit gibiydi. Kaldırım üzerindeki diğer kalan izmaritler ise vurdum duymazlar gibi hallerinden memnundu. Onlara dokunulmamıştı zira on dört bölgeden oluşan ‘Salufall’ adındaki bu ülkenin birinci bölgesi ana merkez konumundaki adada bulunan yönetimle alakalı yüksek mevkilerdeki kadrolara yerleştirilen bazıları gibi kayrılmıştı. Çeşitli renlerdeki izmaritlerin bulundukları yerler, ana merkezdeki Ada’ ya bağlı on üç bölgede yapılan seçimler öncesi yarışanların oy kapmak adına, bu bölgelerin kendisine ait arazilerinin üzerine kurulan bazılarına tavizle verilen, evler gibiydi. En nihayetinde bunlar da kaldırımlardan süpürülüyordu.

Kilitli taşların üzerinden atamadığı patronuna yağ çeken dalkavuk misali bir yapışkan vardı ki o da tükürüktü. Neyse ki rüzgar bunların yardımına koşup onu kurutuyordu. Bazı yerlerde ise başka bir sırnaşık tür olan sümkürüğün serpintileri bulunuyordu. Aşınmış ya da yıpranmış, bazılarının köşeleri kırılmış ya da kopmuş birkaç kilitli taşın üzerinde, hırpalanmış içi boş çeşitli şekillerde ve renklerde ambalajlar vardı ki bunlar, yol boyunca ilerleyen ve kenarlarında, önlerinde bahçeleri olan apartmanların bulunduğu kaldırımlarda daha fazla yer kaplıyordu tıpkı içi boş beyinler gibi. Bir çikolata ambalajının ki gündüz kuruyken şu an için bazı yerleri ıslak ve kirlenmişti ama öncesinde, onun üzerine bir sakız yapışmış bu yolla ayakkabıya tutunarak ilerlemişti, birilerinin fikirlerini çalıp kendi düşüncesiymiş gibi geçinenler misali. Bu taraftan geçenlerin bazıları bunlara vuruyor ve nesne ‘kimileri’ gibi kıvırıp tekrar taşların üzerine düşüyordu. Başkaları ise bu müdahale sonunda kaldırım taşlarından dışlanıp yol kenarına konuyordu tıpkı…

İki taraftaki kaldırımların gerisinde kat sayıları sekiz ile on arası değişen, ön taraflarında bahçesi olan apartmanlar vardı. Soldakilerin yola paralele uzunluğu sağdakilere göre daha kısaydı zira devam eden bu yolun soldan döndüğü bahçe duvarının köşesinin karşısında, bu şekil yapılar bitiyor ve altlarında dükkanların, mağazaların bulunduğu daha düşük katlı olanları geliyordu. Binaların iç kapıları ile yola bakan dış kapıları arasında benzer şekilde taşlarla örülmüş kısa bir yol varken, burasının kenarlarında bahçeyi sınırlayan hem sağdan hem soldan, uzun, ince bir demir parçası, yatay biçimde binaya bakar şekilde uzatılmış, ve bunun tabanına , koyu tonlu renklerde zaman içerisinde paslanmış, bazı yerlerinde boyalarının döküldüğü demir dikmelerle perçinlenmiş, onların da ara ara yerleştirilmiş biçimde olduğu korumalar vardı. Bu dikmelerin zemine değen uçları sabitlenmişti. Bu korunaklarla, apartmanın girişi arasındaki çift taraflı boşluklardan, bahçeye geçiş sağlanıyordu. Şu an yağmurun yoğun kırbaçları altında bahçedeki toprak suya doymuş ve kimi yerlerinde birikintilerden kaynaklı çamurlaşma göze çarpıyordu. Hatta, kamelyanın birine ki apartmanın yan kısmına bakan tarafta olanın girişinin önüne, bir tanesi çöreklenmişti. Binalardaki birinden, içeri girilen kapı ile dış kapısı arasındaki kısacık yolda yürüyen koyu yeşil renkte oldukça uzun bir yağmurluğa sahip, kafasında aynı renkte şapkası olan, iki kulağındaki kulaklıklarda dinlediği müziğin eşliğinde, elindeki siyah çöp torbasıyla adımlarını hızla atarken, yandaki binanın yola bakan, üstü kısa uzunluklarla ve düşük yüksekliklerle sivri uçlu demirlerin betona tutturulduğu bahçe duvarının altındaki ağız genişliği kareyi andıran, tabana doğru her taraftan büyüyüp yerde dik dörtgen şekilde oturan, plastikten yapılma, yan ve ön yüzey üst kenarlarında ve açık ağzının ortasındaki genişliği kısa kanal misali yapılmış, kenarlarında atılan çöplerin yapışkan kalıntılarının -ki bunlardan bir tanesi şu an adamın karşısından gelen birinin ince dudaklarından hızlıca çıkartıp fırlattığı oldukça cıvıklaşmış sakızdı zira yapıştığı yere çok tutunamamıştı- bulunduğu yarı dolu çöp bidonunun içine doğru, elindeki torbayı, oraya varmadan salladı. Siyah renkli, ağzı sıkıca bağlanmış kötü kokulu torba, atışla beraber biraz havaya yükselip ağırlığından kaynaklı ani bir düşüşle, iki uçurum arasına koyulan -aşağı bakıldıkça insanı korkudan tedirgin eden ve tereddüt etmesine sebep olan- tahtanın üstünde yürümeye çalışan kişi gibi fırlatılan poşet, ağzı açık çöp bidonunun ön tarafının üstündeki yere saplandı ve orada yalpalayıp acaba içine mi düşsem dışına mı düşsem diye sallanırken, içine doğru kendini koy verdi.

Sağ ve solda bulunan binalarda, orta kenarları, iki yönlü kenarın köşelerine ulaşacak şekilde uzatılmış dikdörtgene yakın biçimde - bazılarında tabanındaki betonun kimi yerleri önemsenmeyecek formda kırılmış ya da dökülmüş gibi- balkonlarda, kalınlıkları ve incelikleri değişen dökme demir kullanılarak uçlarının, taban ile tavanın kavuşturulduğu farklı renklerde boyanmıştı ki bazılarında aşınma ve yıpranma mevcuttu. Yine dökme demir dikmelerle perçinlenmiş ferforje diye bilinen korkulukların, alüminyum ve aynı maddenin profilleri kullanılarak oluşturulmuş cam korkulukların vs… olduğu, bazıları birbirine yakın bazıları uzak şekilde yapılmış, alt alta aynı satıh üstüne benzer şekilde konumlandırılmış balkonlar da bulunuyordu. Bunlardan kenarlardaki her hangi bir yüksek katlı binanın yolun sonundaki dönemece kıyasla düşünüldüğünde daha uzak olanının üçüncü katında, sağ ve sol taraflarındaki demir dikmelere bir raf gibi uzatılmış ve üstünde çiçek çanağı için boşluklar bulunan ve şu durumda dolu olan bir diğer balkonda, elinde, üstünde dumanı tüten ve yağmurlu havaya doğru salınan, içinde sıcacık çayın olduğu ince belli bir bardağı tutan ve açıkçası yüzündeki boş bakışlarla üstündeki balkonun tamamının alt tabanından sızan damlaların ön görüntüsü arasından etrafı izliyordu. O leziz çayından bir yudum daha alırken ve bulunduğu yerde dolaşırken yan binadaki bir başka benzer yapılı ama dört tarafı katlanabilir şekilde camdan yapılmış şu an damlaların dövdüğü balkonun bir köşesine koyduğu üst yüzeyi uzun, ayakları kalın ve kısa, kahve tonlu sehpanın üstünde bulunan, şu an ekranında bir futbol maçının olduğu, orta büyüklükte bir televizyon vardı. Onun koyulduğu duvarın başlangıcında bulunan açık renkli, kapının kenarına sıkıştırılmış bir kablo görünürken yine aynı kapının balkon tarafına ise elektrikli bir ısıtıcı konulmuştu. Parmaklarının kalın olduğu ellerini buna doğru tutmuş biri, minik, açık mavi tonlu bir minderin üstünde oturuyordu. Onun maç izleme zevkine, yanındaki bir içecek şişesi ve yandaşı bardağı eşlik ederken, kafasının alt iki tarafı saçsız (tıraş edilmiş) ama kalan kısımları saçlı, kulaklarından birinde küpesi olan, uzun yüzünden görünen heyecan ve bunun yansıması mavi gözlerinden bakışlarla, poşetlenmiş yiyeceklerin olduğu -ki yarışta kazanan patates kızartmasıydı- ve onun içinden aldığı kıtır kıtır kızarmış olanları dişliyordu.

O gol sevinciyle bağırırken, karşısındaki paralelinde olan pencerelerinden tüm ışıklarının akşamın saat diliminin dokuzlarda seyrettiği bu vakitlerde, bir pencereden damlaların buğusunun içinden minik bir yavru kedinin masum gözleri içeriden, camın arkasından dışarıya bakarken, oradaki alüminyum profilleriin alt ve üst için yatay, ikisi arası için de köşelerde daha kalın ve onların arasında daha ince dikey şekilde kullanıldığı ve bunların arasında da cam korkulukların olduğu balkonlardan birinde de, dışarı açılan pencerenin altındaki ufak yeşil plastik bir masa, iki tarafında yine plastikten yapılma sandalyelerin göründüğü yerde, yirmili yaşlarda, omuzlarından birisi açık, üstünde az da olsa yapay ya da sahte taşların olduğu mercan rengi ve kolları kısa tişörtüyle, altına giydiği esnekliğe artık veda etmesi gereken, yıpranmış siyah pantolonuyla oturan, saçlarında yer yer mavinin barındığı, gözlerinde hazan mevsimlerinin yaşandığı bir yerden bakanlar gibi hüzün taşıyan bir kız vardı. Masanın üstünde, siyah fincanın içinden çıkan aromaların enfes kokusunu barından kahve bulunurken, kıza göre sırdaşı bir paket sigara ve yardakçısı çakmak ona eşlik ediyordu. Baktıkça ekrandaki resimlere nerdeyse ağlayacak ve düşen damlanın sahipleneceği telefonu elinde tutuyordu. O, boyası dökülmeye yüz tutmuş ojelerin bulunduğu uzun tırnaklı eliyle kahvesini yudumlarken bir diğer sürgülenebilir şekilde cam kullanılan kapalı balkonda ise yetmişlere merdiven dayamış, kafasının tepesindeki saçlar dökülmüş, yanlarında azıcıkta kalsa meydan okuyarak dökülmemekte direnen ve kırçıllı kaşlarının altındaki donuklaşmış ela gözleriyle ahşap bir sandalyede oturan, yüzünde kırışıkların gezindiği sanki geçmişinden bir geçide bakar gibi, damlalar, kapalı camdan tıpkı ömrünün odasındaki yılların penceresinden kaçan, göz yaşlarına tutuna tutuna inen hatıraları gibi yavaşça yukarıdan aşağıya doğru süzülürken, kabullenmişlik ile dışarıyı izliyordu.

Sağ ve sol taraftaki binaların aynı kat sayısında olan, karşılıklı ikisi arasındaki aynı seviyede balkonlardan her ikisinde, genç bir erkek ve genç bir kız şiddetli yağmur damlalarının arasından, ne kadar uzak olursa olsun baktıkları yerlerde birbirlerini görüyorlardı. Bir tanesi, kısa saçlı, kahverengi gözlü, yuvarlak yüz hatlarına sahip yirmili yaşlarının başlangıcına göre boyu uzun iken karşısındaki ise kırmızı saçları omuzlarına dökülmüş, bazılarının uçlarında minik boncuklar bulunan, oval yüzlü, deniz mavisi gözlü ve dudaklarında kurumuş koyu ruj bulunan ince belli biriydi. İkisinin üstünde de benzer türde ev kıyafetleri vardı, eşofman gibi. İkisinin bakışları arasında damlalarla yıkanan uzun bir köprü kurulmuştu. Genç kız, kalbindeki dükkandaki en değerli olarak işaretlediği ve oraya yerleştirdiği raflarda bulunan ‘derin duygular’ adındaki paketi alıp, aşkla dolu bakışlarındaki kuryelere yüklemiş, köprünün diğer tarafına gönderiyordu. Diğeri de aynı şekilde ona duygularını yolluyordu. Paketleri taşıyanlar, yağmurun altında köprünün ortasında buluşup, değiş tokuş ederek yeni adreslerine yol aldılar.

Çift taraflı çalışan yolda her türden araç arzı endam ediyordu. Şiddetli yağmurun yoğun çığlıklarıyla muhattap olanlar: akşamın dokuz sularında yolcu taşıyan iç hat otobüsleri ki içindekiler ard arda vuran seslere maruz kalırken, kamyonetler ya da pikap diye tabir edilen küçük yavruları, spor arabalar, ticari taksiler, arada sırada SUV tipi araçlar, hatchback olanlar vs… Bunlardan bazıları hızlı giderken ki sürenlerden biri ön camı açıp beyaz renkli izmariti oradan attıktan sonra, ıslak yere düşen, makus talihine diğer araçların tekerleriyle esamesi okunmaz hale geliyordu. Bazı araçlar ise yağmurun sert yumruklarına aldırmayıp pinekleyerek yavaş yavaş gidiyordu. O tiplerden birini süren, sağ tarafta bulunan apartmanlardan birinin önünde durdu. Akabinde, küçük bir kız çocuğu ve on beş yaşlarında görünen erkek çocuğu, arabanın sağ ve sol arka kapılarından su birikintileriyle dolmuş yere ayak basarken, ön kapının yolcu kısmandan söylenerek ve hayıflanarak inen kırklı yaşlara yaklaşmış bir kadın bunu homurtuyla icra ettikken sonra, hızla üçü de üstündeki kıyafetlerini kafalarına çekip, acele etme dürtüsünün cazibesine kapılıp karşı koyamadıkları ivediliğiyle, binanın dış kapısını açıp kısa yoldan, ayakkabılarına bulaşmış çamur parçalarını oraya bırakırken, yanlarına gelen saçında az da olsa ak bulunan dış görünüşü biraz tombul olmaya yaklaşmış diğeri ile beraber apartmana girdiler. Adamın şişman dudaklarından ‘Vay be! Ne yağıyor ama.’ diye bir söz kurtuldu.

Yolu sağ ve sol kaldırımlardaki sahnede ise olmazsa olmaz figüranlardan biri yavaş adımlarla ilerlerken, bir diğeri de montunu kafasına geçirip, etrafa, birikintilerdeki çamurlu suları sıçrata sıçrata koşuyordu. Başka bir tanesi ise sanki uzun süredir görüşmediği bir arkadaşına yeniden kavuşmuşcasına damlalarla hasret gideriyordu. Ayaklarında, üst taraflarında bazı çamur lekeleri olan uzun siyah çizmeleri, ön tarafları az da olsa damlalarla ıslanmış koyu renk pantolonuyla, üstünde açık kahve tonlu kabanıyla, uzun siyah saçları salına salına o ıslaklıktan bu ıslaklığa kendini umarsızca atarken, uzun boylu kadının adımları ise normal kuru bir yolda gider gibi hal ve tavır içerisindeydi. Onun paralelinde karşı kaldırımlarda biri, yolun kıyılarında biriken suyu, yanından geçen arabanın marifetiyle üstüne yedi. Tepki olarak el hareketlerini ağzından çıkan olumsuz kelimelerle senkronize bir şekilde birleştirince ve suyu boca eden araçtaki kişi dikiz aynasından bunu fark edince, aracı hemen oracıkta durdurdu. Diğeri beklemediği şekilde gerçekleşen ani duruş karşısında tabanları yağlayarak sıvıştı. Hızla kaçarken onun tersi yönünde sırılsıklam koşanın yanından geçip gitti.

Kenarlardaki binaların bahçelerinin kimisinde, alanın kapasitesiyle orantılı olarak düşünülmüş ve buna uygun sayılarda kamelyalar vardı. Bazı bahçelerde ise şu an ıslaklıktan bıkmış bir şekilde bedbaht olmuş hamak da bulunuyordu. Kamelyanın her tarafından akan yağmur damlaların eşliğinde, biri, sinir sinirli telefonla konuşuyordu. ‘Kapat!’ diye bağırarak kamelyanın önüne kapağı atmış su birikintisine basıp daha da öfkelenerek oturduğu binanın yolunu tuttu. Sağ ve sol kaldırımların üzerinde belirli mesafelerle yerleştirilmiş, iki kenarı ve arkası ve üst tarafı camla kapatılmış otobüs durakları bulunurken, hemen hemen hepsinin yanında çeşitli türde mağazaların reklamlarının olduğu panolar kendine yer ediniyordu. O duraklardan birinde, kafasında bordo rengi beresi, altın saçlarının ucu her iki tarafından sarkarken, hüzün yüklü gözlerle düşünceler kervanında ilerlerken, bir anda bu duyduğu ‘kapat’’ sesiyle irkildi. Üzerinde mevsime uygun bej rengi anorak bir mont, içine giydiği krem rengi balıkçı kazağıyla, koyu lacivert ‘jeans’ diye tabir edilen şu an üstünde az da olsa ıslaklığın olduğu pantolonun altındaki siyah ve uzun botlarıyla, bacaklarını birleşik bir biçimde biraz da rüzgarın etkisi üşümenin az da olsa titremeye yol açan haliyle, bankta öylece oturuyordu. Duru yüzündeki, su yeşili gözlerinin altındaki kimilerine göre cazibesine artı puan kazandıran ufak çilleriyle, bakışlarının mesafesine önce, sanki ufak bir nokta gibiyken hızla büyüyen, gittikçe de belirginleşen yoldan geçen araçların - birinin ona bakan yan kapısında Randall Balıkçılık yazıyordu- üstüne vurdukça etrafa sıçrattığı damlaların arasından ve ortada bulunan yüksekliği az ağaçların az da olsa yapraklarından sular düşerken, onun tam karşısına, yaklaştıkça bir adamın hızla koşması girdi.

Bunun sahibi yağmurla sırılsıklam olmuş, uzaktan bile bakılsa uzun süredir koştuğu anlaşılan, koyu renk pantolonun üstünde, dış dokusu pütürlü siyah bir deri mont ya da kumaşı benzer olan bir kıyafet olan, fermuarını yukarı doğru çekmesinden kaynaklı yakaları siyah, büyük ihtimalle gömlek giyen yine kapkara botlarıyla kaçan biriydi. Islaklıktan adeta birbirine sarılmış kestane saçlarının bir kısmı omuzlarını dokunup bir kısmı yuvarlak hatlı yüzüne çarparken, yağmur damlaları ve bir çok arkadaşı, birleşmiş ya da bağımsız saç tellerinde sanki salıncaktan sallanan çocuklar gibiydi tek bir farkla bunlar birbirleri arasında geçiş yapıp oradan da deri montun yüzeyinde tutunamayıp kaydıraktan kayanlar misali kendilerini çamurlu kaldırımların üzerine keyifle atıyorlardı.
Koşan kişi, kirli sakallı ve kahverengi gözlüydü. Botlarından kaldırımlara vuruş hızıyla bağlantılı olarak etrafa sıçrayan su damlacıkları, paçalarının boyunda yükselip kendilerini yere doğru bırakıyorlardı. Ayrıca bu botların tabanının kenarı, kaldırımların üzerinde sefalarını süren fıstık kabuklarından birinin rahatını bozmuş ve ona hızıyla orantılı olarak ufacık dokunmasıyla beraber, onun tıpkı dansözler gibi yalpalayarak havaya yükselip kenara düşmesinin müsebbibiydi. Yirmili yaşlarının ortasına gelmiş bu kişi, tedirgin gözlerle ikide bir arkaya bakıp duruyordu. Nefes nefese belli ki yağmura aldırdığı yoktu, bir bir bahçe duvarlarını geride bırakırken ve yanındaki binanın dış kapısından elindeki siyah torbasını çöp bidonuna götürmeyip atan adamın önünden koşarken, nerdeyse karşısından gelen ağzındakini çöpe atan daha doğrusu tükürme yolunu seçip bunu da başarıp onun kenarına yapıştıran bir diğerine çarpıyordu. Nihayetinde bahçe duvarları bulunan apartmanlar son buldu. Akabinde koştuğu bölgenin sol tarafına düşen, genişliği kısa ve bulunduğu yerden bakınca uzunluğunu kestiremediği, dönen bir sokak vardı. Kıyısında oturan, dönülen yolda devam eden bahçenin duvarına rahatça sırtını dayamış, ya yağmurun farkında değilmiş gibi davranan ya da sırılsıklam olmayı umursamayan bir dilenci, adama ’ Bence bu yoldan daha da devam etme’ diye bağırdı, damlaların yola vurdukça çıkardığı seslerin arasından. Diğeri bunu ya duydu ya da duyduysa da umursamayarak düz bir şeklide koşmaya devam etti.

Durakta oturan kadının yanına uzun çizmeli bir başka kadın gelmişti.

Kaçan kişi devam ederken koşusuna, yanında bulunan ayakkabı mağazasından geçiyordu. Sonraki dükkan ise deri mont satan bir başka mağazaydı. Onun ön camında ne halde olduğuna bir bakayım diye gözlerini o tarafa çevirmişken, yanından yavaşça geçen aracın ona bakan arka tekerinin çamurluğundan akan su damlaların arasından yanıp sönen cılız bir ışığın sanki ufak ta olsa yansımasını gördü ya da öyle olduğunu sandı. Bunu kafasına takmayarak üçüncü dükkanı da geçtikten sonra, önüne çıkan küçük dar sokağın yanından düz bir şekilde ilerleyip, iki kafe ve sonunda bir pastanenin bulunduğu kısma giriş yaptı. Tam ikinci kafe dükkanın önünden geçmeye çalışırken, yanındaki camdan bir insan, cam kırıklarıyla beraber önüne düştü ve onu sendeletti, ardından o da yere düşerken tam o anda, pastanenin yakınındaki köşeyi yavaşça dönen az önce yanından geçen araba, büyük bir gürültüyle infilak etti. Dilenci ne demişti ‘Bu yolda daha fazla gitme.’

Yolun sonundaki pastanenin bu tarafındaki ikinci dükkan, bir kafeydi. Giriş kapısı tek kanatlı cam panelden ve mekanın ön tarafı da birleşen kenarları profillere giydirilmiş cam panellerden oluşuyordu. İnce ve uzun dikdörtgen şeklinde camlara bölünerek dörde ayrılmış ön cephede akşamın bu saatinde yağmur damlaları, iç tarafta buraya yakın oturanların bakışlarında, tepeden aşağıya doğru ince bir iz bırakarak kayıp gidiyordu. Kafenin kapıya yakın girişindeki sağ taraftaki duvara, ince ve uzun bar masası şeklinde başlangıcında, ortasında ve sonunda ayrıca merkezden başlangıçla ve sonu arasında, ince ve uzun ayaklar, masanın tabanına üst uçları sabitlenip, alt uçları da mekanın tabanındaki açık kahve tonlu yer yer koyulukta bulunan çapraz karelerin birleştirilerek oluşturulduğu parkelere dokunuyordu. İnce ve uzun üst yüzeyi parlatılmış, açık kahve ile sarı rengin uçtan uca uzun, bazıları kalın bazıları ince, bir nevi damlalarla görünüşü olan ahşap masanın yüksekliğine yakın, önüne üst tarafı yumuşak süngerimsi maddeyle yapılmış, siyahla boyanmış suni deriyle kaplandığı, şekli yuvarlak, metalden, tabana doğru üç tane dikmenin yerleştirildiği ve ortasında bir çemberi oluşturacak biçimde parçalarla dikmelerin o kısımlarının perçinlenip desteklendiği uzun sandalyelerden konulmuştu. Şu an onların üzerinde oturanlar kahvelerini yudumluyorlardı.

Hadi ya… Gerçekten mi… Bunu yapmış olamaz… Ciddi misin sen… Ama, yani bu kadarı da fazla… Nasıl bir karaktere sahip senin bu arkadaşın… Demek onları sinemaya giderken beraber gördün… gibi sıra sıra cümleler, kimisi kalın kimisi ince, kimisi estetik operasyona uğramış gibi şişkin yapılı, bazısı koyu tonlu bazısı açık renkte rujlarla giyinmiş, bunların kimi mat gösterişsiz kimi parlak şaşalı dudaklarda, bazıları ise sıradan ayrıntısız erkek dudaklarında, duraklar misali nefeslenirken, bazıları istasyon tarzında biraz fazla kalıp yeni yolcularla, kafenin ortamının üstünde ilerleyen sohbet trenleri vardı. Sol duvar da aynı şekilde düşünülmüş ve oradaki bar masası tarzındaki sohbet trenleri de keyifle devam ediyordu yolcuğuna. Sağ ve sol duvarlar, krem rengiyle boyanıp sokak konseptinde yapılmıştı. Tavana yakın kısımlarında, sokak lambaları tarzında, altı dar, üstü geniş, dıştan mekanın içine doğru yönelen, koyu kahve rengi içinde lamba olan, küçük yapılar ara ara sıralanmıştı. Aynı şekilde, tavandan da, yarım çember biçimindeki malzemenin içine konulan aynı türde lambalarla ortam ışıklandırılıyordu. İki taraftaki duvarların üst kısımlarında muhtelif yerlere, ortamda gezinen müziğin homojen olarak her adrese aynı tonda uğraması düşünülerek, hoparlörler koyulmuştu.

Sokak konseptinde duvarlarda tabelalar şeklinde içerisinde farklı farklı resimler olan çerçeveler konulmuştu. Kafenin arka tarafında, ön kısmı kahve çekirdeği şeklindeki çizimlerle kabartılmış, üst yüzeyi geniş, baştan sona uzun ve bej renginde tezgah bulunuyordu. Üstünde, sol duvara yakın ucunda menülerin döndüğü dikey olarak sabitlenmiş dikdörtgen şeklinde elektronik tablet bulunurken, onun yanında içerisinde fiyat listesinin bulunduğu yine dikey şekilde yerleştirilmiş dikdörtgen çerçeve, farklı boyutlarda ve şekillerde bir kaç tane kahve fincanı, cam bardaklar ve kağıt bardaklar vardı. Kalan yerde ise ödeme araç gereçleri ve bir de dokunmatik ekran şeklinde bir bilgisayara bağlı monitör görünüyordu. Tezgahın gerisinde ise arka duvara bir nevi yapıştırılmış, üzerinde elektronik kahve makinesinin, çay makinesinin ve gerekli olan araç gereçlerin olduğu masa bulunurken, duvara da ince uzun dört bölmeye ayrılmış, dört basamaklı raflar yerleştirilmişti. Orada da çeşitli şekillerde ve boyutlarda, değişik renklerde kahve fincanları bulunurken, farklı tatlarda kahve türleri kendilerine geçici de olsa yer edinmişken, komşuları cam bardaklar ve kağıt bardaklarken, üst caddeleri ise çeşitli türde aromaların olduğu şişeler, tabaklar vs… mesken tutmuştu. Bej rengindeki dikdörtgen tezgahın elektronik tabletin olduğu tarafa bakan duvara ise camdan yapılmış iki kanatlı kapısı olan, içerisinde üç tane alt alta cam rafı barındıran, krem rengi dolap bulunuyordu. Burada da çay ve kahvenin cam ya da fincandan dudaklara doğru çıktığı lezzet yolculuğunda, ona eşlik edecek uyumlu tatları ve dokuyu (ağızda bırakılan etki) içeren ve kapı açıldığında aynı anda ya da biri önde biri arkada içeri girip orada senkronize şeklide birleşecek olan kurabiyeler ve bisküviler vardı.

Kafe iki katlıydı ve tezgahın yanından merdivenlerle yukarı çıkılıyordu. Müşterilerin olduğu, standart boylarda kare biçiminde üstüne ince camdan koyulmuş masalar ve ahşaptan yapılma sandalyeler ise sol ve sağ duvarlardaki bar masalarına bakan kısımlarda, ön camın orada ve tezgahın önünde bulunuyordu. Bu mekan, masalar arası boşluklarla(açılış düzeninde) bakıldığında, ortadaki yere hemen hemen on altı tanesini alabilecek genişlikteydi. Üstteki camın altında fiyatlandırmanın olduğu listeler vardı: Espresso bazlı kahveler, aromalı kahveler, filtre kahveler, çay çeşitleri vb… gibi. Her masada aynı yerleşim mevcuttu. Kafenin merkezine, tabanı küçük bir çember ve onun üstünde camdan yapılmış kısa kolon ve onun üstünde de tabandaki çembere paralel üst kenarlarında (tavana bakan) yedi tane çeşitli büyüklüklerde küçük boşluk ya da oyuk olan yine camdan yapılmış bir yapı konulmuştu. Bu yerleşimin üzerinde de kollarının uçları boşluklara dokunacak şekilde camdan yapılmış ahtapot bulunurken o oyuklara da kuyruğundan kafasına doğru dikey şekilde yerleştirilmiş bölgenin meşhur balıklarının döndüğü, içinde minik lambaların olduğu yine camdan biblolar vardı. Ufak lambalar ahtapotta ve kısa sütunun içinde de görünüyordu. Kafedeki yavaş ve yumuşak ritmlerle çalan müziğin ve ortadaki düzeneğin biblolardan dışa verdiği sıcak tonlardaki ışıkların eşliğinde, bir nebze de dışardaki yağmur seslerinin vokalinde, tezgahın önündeki masada iki kişi konuşuyordu.

Kare şekilli masada iki taraftaki bar masalarına bakan yönde, karşılıklı oturan bu iki kişiden biri kadın biri de erkekti. Uzun, kestane renginde ince telli saçlara sahip, oval yüz hatlarında, kahverengi gözlü belli belirsiz gamzeleri olan yirmi beş yaşlarında bu kadının üstüne giydiği kış mevsimine yaklaşmış, adımları o tarafa doğru atan havaya uygun kalınlıkta kumaştan bej rengi düz bir bluz ,altında dizlerine yakın uzunlukta bakır rengi bir etek ve koyu kahve çizmeler vardı. Yanındaki tezgah masasına bakan yöndeki sandalyeye de toprak renginde kabanı koymuştu. Erkek ise yuvarlak yüzlü siyah kısa saçlı, az miktarda üstten saçları gitmiş, kahverengi gözlere sahip sakalsız biriydi. Onun üstünde ise küçük kareli, siyah ve mavinin ortak olduğu kalın kumaştan bir gömlek, altında ise koyu renk pantolon görünüyordu. Onun da montu yanındaki ortadaki kısma bakan sandalyenin üzerindeydi. Bir bacağını diğerinin üzerine atmış, yuvarlak tabanlı geniş ağızlı, iç hacmi büyük, kulpu onun şişkin parmaklarının bile rahatça tutabileceği şekilde olan siyah renkli fincanın içindeki sert içimli kahvenin, yoğun ve acımsılığının damağına verdiği hazla beraber ağızında bıraktığı lezzetine kapılmış ve yancısı keyifle bir yudum almıştı. Sonrasında arkadaşına bakarak; “İşler nasıl, yeni macera var mı?” diye sordu.

“Bugün sabah, üstü şık ve bir o kadar da pahalı giyimli otuz yaşlarında bir kadın ofisime geldi. Parmaklarındaki değerli yüzüklerden tut, kolyesinden, bilekliklerinden ve de saatinden zengin biri olduğu hal ve tavırları da bunu tamamlayıcı nitelikte görünüyordu. Benden kocasını takibe almamı ve ona bilgi vermemi istedi tabi belli bir ücret karşılığında.” dedi karşısındaki ve etrafına bakarak, akabinde yumuşak içim kahvesinin aromasının verdiği hafif tadı yeniden deneyimledi.

“Bilmez miyim. Senin gibi özel dedektif ucuza çalışmaz. Kassandra, Bu arada Frank nasıl?” Adamın sözleri kafenin o anki ortamında yetişen sohbet ağaçlarının dallarından düşen cümlelerin kavuştuğu atmosfere, çalan yumuşak ezgilerin eşliğinde, katılmıştı.

“Nasıl olsun, geçimsiz eşlerle mahkemelerde uğraşıp durur. Boşanma avukatı olmak onu bazen çok zorlasa da, yapacak bir şey yok mesleği bu. Senin eşin ne alemde Gustavo.” dedi kadın, yanındaki müşterinin sandalyesini hareket ettirişine dikkat kesilerek. Bu arada çalışanlardan biri sipariş alırken bir diğeri de verilenleri teslim ediyordu. Bir başkası da merdivenlerden ikinci kata elindekilerle yol alıyordu.

"Hastane de çalışmaktan yorgun argın eve geliyor. Neyse ki doktorluğu seviyor da çok şikayet etmiyor. Bu aralar hastane yoğunmuş. Söylediğine göre civardaki bazı çeteler arasında tansiyon yükseliyormuş. " dedi Gustavo, onun bakışları da merkezde dönen cam bibloların hareketine takılmıştı.

“Eee… Sana da gazete için haber olur.”

“Yani… Bu aralar önemli olaylara dair haberler pek düşmüyor ancak yaklaşık altı ay sonra on dört bölge içindeki en önemli olan bizim bölgemizde başkanlık seçimleri var. Şu anki ile beraber dört aday yarışacak. Biliyorsun şimdiki başkan hale hazırda dışarıdan gelenlere karşı sıkı önlemler almış durumda, hakeza diğer üçünden biri de on üç bölgeden gelen ziyaretçilere karşı daha sert önlemler almaktan yana,”

“Aslında, haklı değiller mi. Burası oldukça geniş bir alana sahip ada. Kimin nereden geldiği belli değil,”

“Öyle de, diğer on üç bölgenin beşiyle bağlantı yolları olan uzun ve genişliğe sahip iki katlı köprülerin alttaki araçlar için üstteki gelen siviller için yapılanların adaya girişlerinde sıkı önlemler var zaten. Hava yoluyla da gelenler, hava limanlarında kontrol ediliyorlar. Deniz yolu biraz sıkıntı. Neyse…”

Kadın, arkadaşından müsaade isteyip lavaboya gitti. Gustavo’ nun dikkatini ön cepheye bakan masalardan birinde oturan iki genç erkeğin hararetli konuşmaya yol aldığı muhabbetin kırıntıları çekti. Kassandra, tekrar masaya geldikten sonra;
" Yarın Gulliermoya haber vereceğim. Adamı bir araştırsın bakalım. Zaten resimleri telefonla gönderdim."

“Ben de yarın finans bölgesindeki Zerentalle adındaki bankaya gideceğim. Müşteri hizmetleriyle görüşmem lazım.”

İkisinin konuşması devam ederken, ön taraftaki cama yakın masadaki iki genç erkek arasındaki sohbetin gidişatı iki taraflı kıvılcımlarla ateşlenmeye yaklaşıyordu. Saçları sarı ve kısa olan elinde tuttuğu yarısına kadar içtiği porselen fincanı sımsıkı kavramış bir şekilde, biraz daha ateşe odun atarak;
“Sana Miranda’ dan uzak dur demedim mi ben! Niye hala etrafında dolanıyorsun,” dedi sesinin tonu gittikçe yükseliyordu.
Diğeri, saçları karşısındakinden biraz daha uzun, dikdörtgen yüz hatlarına sahip sakince sıcacık çayından bir yudum daha alırken;
" Anlamadım. Sen neden bahsediyorsun Alessandro. Miranda benim arkadaşım ve sana sormayacak kimle konuşacağını. Ayrıca onun tarafından bakınca sen onun için çok da değerli değilsin," dedi diğerine nazaran daha düşük ama onu tanıdığı kadarıyla algılayabileceğini bildiği sinir bozucu ses tonu ile.

“Sanki, senin tarafından bakınca öyle görünüyor gibi. Değerli değilmişim. Bana bak sana dolaşma dediysem dolaşmayacaksın. Daha fazla sinirimi bozma,” diyerek aralarındaki durumu daha da harladı.

"Sen kim Miranda kim ya… Sabah aynaya bakıyor musun sen! Şu haline bir bak. " Ah işte bu söz Alessandronun yakışıklı yüzündeki hatları tamamıyla yangına çevirdi.

“Yeter! Bardağı taşıdın artık,” dedi Alessandro ve fincanla tabağı karşısındakinin üzerine fırlattı. O, yana doğru çekilirken yan masalardakilerle aralarındaki boşluğa nesneler düşerken, kendisi ani hareketle yerinden kalkıp sandalye devrilince etrafta bazı gözler onların bulunduğu tarafa çevrildi. Alessandro isimli olan, diğeri daha toparlanamadan onun yakasından tutup geriye doğru attı. Mekandaki insanlar dikkat kesilmişken ve çalışanlar müdahale edemeden yere düşen hızla kalkarak diğerinin suratına doğru yumruk salladı. Alessandro bundan kafasını eğerek kaçındı ve tüm gücünü yumruğuna vererek çok sert bir şekilde öbürü davranamadan suratına yapıştırdı. Bu şiddetli harekete maruz kalan, vuruş hızına bağlı darbeye kendisinin verdiği tepkiye orantılı olarak devinimiyle, ön cephedeki cama doğru savruldu. Cam panelin ilk dokunuşa olan tepkisi, öncelikle tüm yüzeyinde çatlamalarla belirginleşip, eylemin devam etmesiyle bunların her yönden, her şekilde ve uzunlukta kırılmalara yol açmasıyla, hareketin hızıyla bağlantılı olarak farklı büyüklüklerde çoğunlukla ufak cam kırıklarının bazıları dağılmıştı. Bunlardan, dışardaki kaldırımlara doğru düşenin giysisindeki kolundan aşağıya tıpkı hayatta artık yaşaması için bir sebebi olmayan ve bunu kabullenmiş depresif bir insanın uçurumdan kendisi atması gibi onlarda kendilerini bazı yerlerinde birikintiler bulunan çamurlanmış kaldırımlara bırakırken, bazıları da yağmur damlalarının darbelerine rast gelip kirli suyun içine düşüyordu. Diğer kırıklar ise bu tiplerden bağımsızca, evlenme teklifi almış mutluluktan havalara uçan biri gibi havada fink atıyordu ancak onlar da makus talihlerine yere düşüyordu. Genç insan, bunlarla beraber mekanın dışına doğru hızla düşerken tam artık yer yer çamurlaşmış kaldırımlara çarpacakken orada koşan diğer adam buna takılıp, sendeleyip yeri boylayacakken, ani patlamayla beraber birinci kafenin kapalı kapısının köşesine geriye doğru savrulmayla temas edip, omurgasının yan tarafına gelen dikmenin verdiği karşılıkla, tümüyle yüz üstü bir şekilde onu yere doğru postalarken sırılsıklam olmuş kişi, içindeki sese kulak vererek -daha önce yaşadığı ve üzerinde oldukça kötü etki bıraktığı olaylardan aldığı acı derslerden- dirseklerini ani kullanma dürtüsüyle bedeninin alacak olduğu zaiyatı aza indirgeme düşüncesiyle, yüzü, pis su birikintisinin yarısına gömülerek yerle kavuştu.

Durakta oturan kadının yanına bir başkası gelmişti.
“Ne yapıyorsun burada Michelle. Nereye bakıyorsun öyle?”

“Az önce siyah deri montlu, sırılsıklam bir şekilde saçları sallanan adamın ardından gelen siyah takım elbiseli en az onun kadar hızlı koşan iki adama bakıyorum,”

“Aman boş ver onları. Ne oldu çok üzgün görünüyorsun?”

“Pierre beni terk etti. Neymiş onu hiç rahat bırakmıyormuşum Cecilia.”

“Yine mi. İkiniz nasıl olacaksınız böyle bir ayrılıp bir barışıyorsunuz.”

“Bu sefer olamayacak. Bitti sanırım,”

“Hadi ama geçen sefer de böyle dedin ama Pierre senin gönlünü bir şekilde alıp, yeniden bir araya geldiniz.”

Michelle saatine baktı ve; “Benim gitmem gerek Cecilia. Sonra görüşürüz,” dedi ve yağmur devam ederken, önlerinde bahçeleri olan yolun bitişindeki köşenin karşısındaki yere doğru ayakkabı mağazasının olduğu tarafa geçerken, biraz ilerisinde vuku bulan oldukça gürültülü ani patlamayla bir anda sanki aklına bir anı gelmişcesine sersemledi ve ardından hemen durdu. Endişeyle ve korkunun sanki daha önceden de üzerine giydiği bakışlarla tökezleyerek çamurlu kaldırımlara düştü. Hemen bu saniyeler süren haleti ruhiyeden kurtulurken, yüksek sesle beraber bulunduğu yerdeki binaların balkonlarından, pencerelerinden, önündeki ve civardaki dükkanlardan insanlar 'Neler oluyor," diye adeta dışarı taşmıştı. Yoğun yağmurdan sakınan kediler ve köpekler bile saklandıkları yerden çıkarak kulaklarını diktiler. Michellin dikkatini çekti, önündeki mağazaların bulunduğu binaların sonundaki köşenin karşısındaki ilk dükkan olan kafenin kapısına çarpan gördüğü sırılsıklam koşan adamın yere düşüşü. Adam bu hareketiyle, su birikintilerindeki pis su ve kaldırımlardaki az miktarda çamurun bulaştığı yüzünü damlalar akarken kaldırıp, az ilerisindeki kaldırımlardaki birikintilerdeki dalgalanmayı fark etti. Darbenin etkisi sırtındaki acıyla, kollarındaki ve bacaklarındaki, kendini zorlayarak ve maruz kaldığı fiziksel olarak, daha önce edinmek zorunda kaldığı ‘acıya karşı tahammül etme’ tecrübesine inanarak, ufak da olsa sızılarla ayağa kalkarak, kafenin yanındaki kısa aradan girdi. Michelle ise o esnada yoldan aşağıya doğru düşüp tekrar kalkarak kirlenmiş kıyafetleriyle ilerlemeye başladı. Kısa aralıktaki duvarlarda boyayla yazılmış bazı duvar yazıları vardı. 'Defolun buradan, Pis dışarlıklılar, Çöplüğünüze dönün şeklinde. Ayrıca iki taraflı şu an üstleri ıslaklıkla buluşmuş duvarlarda, adadaki sinema, opera ya da tiyatro gösterilerinin ilanlarının olduğu resimler göze çarpıyordu. Opera olan ise ıslaklıktan bıkmış ve kendini koy vermiş haliyle yere düşüp ortada kirlenmiş dururken bir de yeni gelen botun hızla üzerine basması marifetiyle bıraktığı çamurlu izle iyice harap olmuş görüntüsüyle ve hüzünlü bir şekilde duvardaki asılı kalmış iki ilana bakıyordu. Onlardan birinin köşesi de artık başkaldırmış ve diğer üçünü de ayartmaya çalışıyordu damlaların ‘Biz senin arkandayız!’ diye verdiği güçle.

Adamın peşinde olan iki kişi tam kısa aralığa girerken, kovaladıkları, köşeden dönüp gitti ve karşı kaldırıma geçip arkasına yorgun ve bir o kadar telaşlı adımlarla bakıp tekrar yüzünü önüne doğru döndüğünde diğer taraftan gelen Michelle ile çarpıştı. İkisi aynı anda yere düştü. Michelle tam kalkıp toparlanacakken bakışlarına iki adamın birinin elindeki silah takıldı. Hemen ‘Silah!’ diye bağırarak, çarpıştığı adamı ve kendisini iterek ayrı taraflara düştüler. Mermi, karşı taraftaki bahçe duvarına çarpmıştı. Kaçan adam, koyu yeşil renkteki yandaki çöp bidonun yanına bırakılmış siyah torbaların üstüne düştü. Orada bulunan bir kaç kedi bu hareketle yerinden edilmelerini, şu kötü havada rahatlarının bozulmalarını sertçe miyavlayarak protesto edip tüylerinin ıslanmalarını göze alacakta olsalar, istemeyerek bahçe duvarlarının üstünden atlayıp kayboldular. Michelle de tıpkı kediler gibi hemen yerinden kalkarak o da bahçe duvarlarının olduğu tarafa doğru kaçtı. Adam da aynı endişeyle ani bir şekilde ayaklanarak yolun aşağısına doğru az da olsa koşusunda uzun süreden beri kaçmasından kaynaklı ayaklarında hissettiği acıyla, zorunlu olarak yavaşlamayla devam etti.

Versiyon 1: Uzatılmış Taslak