Liddell-Hart’ın WW2 kitabını beğenmiştim. Ancak WW1 kitabında felaket kudurmuş ifadeler var. Bir tarih kitabına yakışmayacak ölçüde de nefret ve tiksintiyle süslenmiş. Paylaşayım.
“Türkiye iki büklüm yaşlı bir adam olarak görülse de, İngilizler Türklerin kafasını -İstanbul’u- uçuramadıktan, kalbine -İskenderun’a- darbeyi indiremedikten sonra, şimdi Türkiye’yi, bir pitonun çöl boyunca kendi sonsuz uzunluğunu sürüklemesi gibi, ayaklarından başlayarak yukarıya doğru yutmayı kabullenmişti. bununla beraber, Türk gücünün Lawrence ve Arapların tacizleri sonucu yaygın bir biçimde bozguna uğraması, sindirmenin zorluğunu azaltmıştı.” (Sayfa 397)
Devam edelim.
Türkiye’nin Çöküşü (!) bölümünden,
“Türkler kuzeydoğu istikametinde engebeli iç bölgeye doğru, menteşenin üzerindeki bir kapı gibi, itilerek geri püskürtüldü.” (S.485)
- sayfada özellikle son bölüme dikkat. Farklı bir Çanakkale göreceksiniz.
"Ian Hamilton’a bu olağanüstü zor kararda sezgisi yol göstermiş olmalı, zira başka bir rehber ya da destek mevcut değildi ve onu elde etmek için zaman yoktu. Yazdığı cevap, mesajın dipnotunda simgeleşmiştir: “Bu zor işin üstesinden gelmek zorundasınız. Şu anda yapmanız gereken kendinizi emniyete alana kadar sadece siper kazmak, kazmak ve kazmaktır.” Bu kesin ve cüretli emir şiddetli bir rüzgar gibi sahildeki söylenti dolu ve kasvetli havayı dağıttı. Cephe gerisi, tahliye konusunu kapattı. Cephedekiler ise geride ne konuşulduğunu bilmiyordu.
Ayrıca gün ağarmağa başladığında düşman da mola vermişti, zira Mustafa Kemal’in karşı taarruzlarını yenileyeceği daha başka ihtiyatı yoktu ve birkaç adet topundan atılan mermiler o anda emniyet içerisinde tahkimat yapan birlikler için artık tehlike arz etmiyordu. Aslında donanmanın topçu ateşinden, özellikle Queen Elizabeth’in 38 milimetrelik top mermilerinden dolayı moralleri bozulan Türklerdi."
- sayfada yine Türk sevgisinden gözler yaşarıyor.
“Hava kuvvetleri olmasaydı, İngiliz piyadesi inatçı Türk artçıları karşısında dağlık bölgelerde yavaş ilerlediğinden, düşman karşıya geçebilirdi. İngiliz uçakları, 21 Eylül sabahının ilk saatlerinde Nablus’tan Ürdün’e doğru dik bir geçitten aşağı inen büyük bir kol -aslında bu birlikler iki Türk ordusundan sağ kalanlardı- tespit etmişti. Dört saat süren aralıksız bir bombardıman ve makineli tüfek ateşi bu kafileyi, top ve nakliye araçlarından meydana gelen hareketsiz, cansız bir yığın haline getirmişti. Sağ kalanlar sadece münferit kaçaklardı. Bu andan itibaren Türk Yedinci ve Sekizinci ordularının imhasından bahsedilebilir. Bundan sonra olan, “kaçanların” sadece süvari tarafından yakalanmasıydı.”
Şu görselde Sahne 6’da “Türk Ordularının İmhası” başlığı atılmış. Doğrudur, değildir, sözüm yok. Bu savaşla ilgili bölüm: 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10
Unuttuğum bölümler:
“Bu eylem bomba atmak değildi ama ona eşit ağırlıkta olan Türk askerinin savaş esiri olarak faydalandıkları, fiziki rahatlıkları gösteren resimli broşürleri atmaktı. Lakin broşürlerin yarı aç ve pejmürde haldeki askerler için çekiciliğini tam olarak tahmin etmek mümkün değildi.” (S.555)
“Bu tehlikeden kurtulmak için Türk komutanlığı, kör edilmesinin yanı sıra dilsiz ve sağır hale de getirilmeliydi. Megiddo zaferinin asıl önemi ve tarihi değeri, Türk Yüksek Komutanlığı’nın bu şekilde tamamen felç edilmesinde yatmaktadır.” (S.554)
“Her biri bir tümen kuvvetini ancak bulan, sözde üç Türk “ordusu” Şam’ın güneyinden geçen tek bir kaynaktan, Hicaz Demiryolu’ndan ikmal ediliyordu.” (S.552)
“Üstelik Türklerin morali o kadar düşüktü ki, genellikle ileri sürüldüğü gibi, Türk ordusunun olmuş bir erik gibi eline düşmesi için Allenby’nin sadece elini uzatması gerekmişti.” (S.550)