Kitap Yazmak ve İlham Üzerine

Herkese merhaba. Sizlerle boş bir sayfa ile tamamlanmış bir kitap arasındaki yola dair deneyimlerimi paylaşmak, dileyen arkadaşlarla söyleşmek ve kendim de bakış açılarından istifade etmek üzere bu başlığı açtım. Yazdığım kitabı üzerlerine inşa ettiğim temeller nereden aklıma geldi, onları ne şekilde bir hikâye hâline getirdim, olayları birbirine nasıl bağladım ve çelişkilerden nasıl uzak tuttum, dilim döndüğünce anlatacağım.

Kendinizi yazma arzusu ile yanıp tutuşan sayısız insandan biri olarak düşünün. Kocaman bir salondasınız. Masalar, sıralar halinde uzayıp gidiyor. Birine oturdunuz, herkes gibi. Hepinizin önünde aynı beyaz kağıt, aynı kalem… Saatler geçti. Sıkıntıdan etrafınıza bakmaya başladınız artık ve onları gördünüz! Şevkle, dolu dolu yazan birilerini… Neden? Nasıl oluyor da siz saatlerdir boş kâğıdı seyredip kalem oynatamazken onların kalemi kâğıtlarının üzerinde adeta uçuyor? Sizin yazma arzunuz da en az onlarınki kadar şiddetlidir hâlbuki. Belki çok daha fazla… Neden onlarda farklı olan her ne ise size uğramıyor? Nedir şu ilham dedikleri?

Değerli arkadaşlar; ilham bir mahsuldür. Hayatınız boyunca biriktirdiklerinizin size ikramından başka bir şey değil. Okuduğunuz kitaplar, izlediğiniz filmler, diziler, tiyatro oyunları, birikimli insanlarla yaptığınız kıymetli sohbetler; hepsi birer tohum bunların. Hafıza denilen düşük verimli, çetin toprağa düşüyorlar. Bu toprak çok ama çok zor mahsul veriyor. Çok almak, az vermek tabiatlı bir toprak çünkü. Öyleyse daha çok tohum atmak gerek.

Daha çok tohum atmak gerek ama hep aynı türden değil. Biri kurusa diğeri filizlenecek bir tohum kümesi lazım bize. Bu da ilgi alanlarını çok geniş ve çok renkli tutmakla mümkün oluyor. Doğrusu insanın zevkine düşkün tarafı yüzünden pek kolay bir tercih değil bu.

Ben de her insan gibi bazı konuları başka konulardan daha çok seviyorum. Bazı dizileri diğer türlere dahil olanlardan daha çok seyretmek istiyorum. Bazı kitap kategorilerine bir dalmak, bir daha çıkmamak istediğim zamanlar oluyor ama bunun cazibesinden kaçınıyorum. Bir Tolkien okuduysam arkasından bir J.C. Grangé alıyorum elime. Oradan Homeros’a zıplıyorum belki. Araya bir Yaşar Kemal alıp sonra Amin Maalouf ile devam ediyorum vesaire, uzayıp gider. Bazen azar azar, bazen grup grup ama mutlaka her şeyden… O zaman fikirler kafada çarpışmaya ve melezleşmeye başlıyor. Sonunda biri yeşeriveriyor. İşte o salondaki pek çoklarına uğramayan, aranan parça bu. Asla o anda gelmez. Çoktan ekilmiş olmak zorunda. İşte ilham bu. Sonsuz başka şekillerde anlatılabilir elbette ve anlatılıyor da. Bu, benden naçizane bir yorum.

İlham bizi dürttüyse artık gelelim yazma kısmına. Kaynaşmayı bekleyen size ait fikirleriniz elinizde. Bunlar el ele verip nasıl bir hikâye hâline gelecek? Elbette kadim şablon sayesinde… Yazmak için dünyanın bu en büyük klişesine mahkumuz; giriş, gelişme ve sonuç. Hiçbir oturmuş hikâye bu şablonun dışında kalamaz. Kalamaz ama işte filmin koptuğu nokta da tam burası. Haydi biraz detaya inelim.

En çok düşülen yanılgı şablonun çift yönlü olduğunu bilmemektir. Şablon tektir ama iki kapısı vardır. Giriş, gelişme, sonuç sıralaması okuyucuya aittir. Giriş kapısından geçecek olan odur. Yazar, ters kapıdan girip okuyucuya doğru gelmelidir. Daha açık bir deyişle, yazacağınız hikâye ile ilgili bilmeniz gereken ilk şey, onun nasıl biteceği olmak zorunda.

On kitaplık bir seri bile yazacak olsanız, okuyucunun yıllar sonra öğreneceği o sonu siz ta en başta bilen tek kişi olmak mecburiyetindesiniz. Yazın alanında kervan yolda düzülmez değerli arkadaşlar. Kesinlikle ve kesinlikle, “Yazdıkça çıkar bir şeyler” inancının sonu hüsran olur. Hiç şaşmaz. Yazdıkça kendiliğinden çıkan şeyler, detaylardır. Esas değildir.

Peki, esası nasıl bütünleyeceğiz? Kendimize şunu sorarak: “Bildiğim bu sona nasıl ulaşırım?” İşte bu soruya, notlar alarak cevaplar arıyoruz. Bu notlar bizim satranç tahtamız. Çelişkileri bu aşamada eliyoruz. Birbiri ile çelişmeyecek hamleleri sıralarken sorun çıkaranları eleyip, yerine oturanları kayıt altına alıyoruz. Böylece hikâyemizin yere sağlam basacak iskeleti ortaya çıkıyor. Şimdi sırada bu iskeleti dokularla giydirmek var.

Artık elimizde giriş-gelişme-sonuç şablonuna oturan bir iskelet mevcut. Bütün hikâyeyi sıralı maddeler halinde gözümüzün önüne seren bir yol haritası… Bu yolda yürüyecekleri, karakterleri net biçimde ortaya çıkarmalıyız artık çünkü olay örgüsünü sürükleyecek diyaloglara onlar girecekler.

Karakterleriniz, yolda rastlayabileceğiniz sıradan birileri gibi olmazsa bu, eserinize büyük ölçüde değer katabilir ama karakterler sıradan, sadece olaylar sıra dışı da yazılabilir elbette. O size kalmış. Sadece onları çok iyi tanıdığınızdan emin olun. Kitap boyunca hiçbir yaptıkları, çizdiğiniz kişilikle çelişmemek zorunda. Okuyucu asla, hiçbir yerde o karakterin o davranışta bulunmayacağı hissine kapılmamalıdır.

Bu minvalde hikâyemizi ortaya koyacak olayları yürütüyoruz. Üslubunuz, size özgü anlatımınız bir şarkıcının sesi gibidir. Ya güzeldir yahut değildir. Bu hususta anlatılacak bir şey bulunmuyor. Belki şu söylenebilir; şarkıcının şan derslerine sizde karşılık gelen şey, çok okumaktır.

Şimdilik aklıma hızlıca gelenler bunlar oldu. Eğer bu yazım sizde ilgi uyandırdıysa, soru-cevap etkileşimi ile daha da derinleştirebiliriz. Hepinize çok çok sevgiler…

18 Beğeni

Yazmak gibi bir niyetim hiç olmamasına rağmen sıkılmadan ve merak ederek okudum. Ayrıca dil bilgisi kurallarına hakimiyetiniz de takdire şayan.

Konuyu ilgiyle takip ediyor olacağım.

3 Beğeni

Birkaç yıldır yazmaya ilgi duyuyorum. Başlangıçta eminim birçok insan gibi ben de kötü şeyler yazdım ancak birkaç ay önce fark ettim de tıpkı sizin de dediğiniz gibi yazmak için okumak gerekiyor. Farklı türlerde okuma konusunda da size tamamen katılıyorum, okuduğumuz farklı kitap türleri bizim kuracağımız cümlelerin birden fazla kuruluş ve diziliş şekli olduğunu da gösteriyor. Bu yüzden son zamanlarda daha fazla okuma yapıyorum. Bunun yararlarını da yazarken kurduğum cümlelerde açıkça görüyorum, önceki yazılarıma nazaran daha güzel cümleler kurabiliyorum. Tabii belirtmeliyim ki yazma işini yalnızca hobi olarak yapıyorum ve bir meslek olarak yapma niyetinde değilim.

Soru olarak birkaç sorum var:

İlk olarak yazarken zorlandığınız oluyor mu? Ben kendimde bu duruma sık rastlıyorum. Bazen birkaç cümleden fazla yazamıyorum bazen de oturup birkaç saat boyunca ara bile vermeden yazıyorum. Hatta bazen yazdığım bir kurgudan sıkılıp ona günlerce bakmadığım oluyor.

İkinci olarak yazdığım kitabı Wattpadd ve benzeri platformlarda paylaşmak ne kadar doğru olur acaba? Yazacağım kurguyu çeşitli sosyal mecralarda paylaşırken bazen tereddütte kaldığım oluyor çalınır veya kopyalanır diye. Her ne kadar hobi olarak yapıyor olsam da bir başkası tarafından emeklerimin kopyalandığını görmek üzücü olur açıkçası. Tabii insanların yazdıklarım hakkında ne düşündüklerini anlamak için bu yola da başvurduğum oluyor çoğu kez.

1 Beğeni

Burası gerçekten çok doğru. (Ama lütfen on kitaplık seriler yazmayın.)

Bir de şunu eklemek gerekebilir: Hikâyenin bitişi asıl anlatmak istediğiniz şeyin de çözümlendiği yerdir. O yüzden asla “yazdıkça gelir inşallah sonu” diyemezsiniz.

4 Beğeni

Ona “yazarken zorlanmak” demeyelim de “her zaman aynı hızda yazıyor olmamak” diyelim ki bu da son derece normaldir. Zihnimiz her gün aynı derecede aktif olmaz. Dikkat ederseniz, genellikle gün içinde daha fazla insanla sohbet ettiğiniz akşamlarda daha rahat yazabildiğinizi fark edersiniz. Bu, zihin aktivitesine dair genelleme içeren bir örnek tabii. Çok da takılmayın. Asıl önemli olan yazmaya oturmanızdır. Üç satır olur, on sayfa olur, aldırmayın. Düzenli olarak yazmaya oturun. Sizi menzile götürecek olan, yolda yürümeye devam etmenizdir.

Wattpad’in iyice çorba olduğunu gördüğümden beri o mecradan uzağım açıkçası ki epey uzun zamandan bahsediyorum. Yazdıklarınızın kopyalanıp kullanılmasına dair hiç endişe taşımayın. Öyle bir şey olursa kopyalayan kaybeder. Dijital ortamda her şey iz bırakır. Size ait olduğu gayet ortada olacaktır. O küçük düşer, siz itibar kazanırsınız. Kısacası siz yazın, bunları düşünmeyin :blush:

1 Beğeni

Henüz yazmamış, yazmaya cüret dahi edememiş birisi olarak aklıma takılanları belirtmek istiyorum.

Zihnimde tasavvur ettiğim hikayenin çerçevesi belli belirsiz görünür durumda. Zihnimde canlandırabildiğim kadarıyla hikayenin ana konusunun, felsefi alt metninin, somut evren yaratımının altından kalkabileceğimi düşünüyorum.(Belki de yanılıyorum ama en azından aklımda bir görüntü var.)

Asıl sorunum karakterleri canlandırmada kendini gösteriyor. Karakterleri nasıl gerçek bir insan gibi etkileşime geçirebileceğimi bir türlü kavrayamıyorum. Bir tür kelimelerle resim yapma işi gibi ama bu konuda resim benim aklımda bile canlanamıyor.

Sorum şu: Karakterlerimi nasıl yaratabilirim ve onları nasıl canlandırabilirim?

Pratik yaparak. Bunun pratiği de aslında az çok herkesin yaptığı bir şey ama yazarlar bunu çok fazla yaparlar. Pratik şu:

Hani zihnimizde hayali tartışmalara gireriz ya bazen, öylesine… İşte siz onu öylesine yapmayın. Bol bol, sık sık yapın. Böylece zihniniz, gerçekte olmayan, hayalî konuşma metinleri çıkarmaya antrenmanlı hâle gelecek. Cümleleriniz organik olacak. Sırıtmayacak. Aynı şey peşi sıra karakter yaratımı için de gerçekleşecektir.

2 Beğeni

Çok özür dileyerek bir şey söylemem lazım. Eşimle bir, belki iki bölüm Sandman izleyeceğiz. Siz yazın lütfen. Mutlaka dönünce okurum ve soru içeriyorsa yanıtlarım. Görüşmek üzere :blush:

2 Beğeni

@Kalbars Görüşleriniz için çok teşekkür ederim. Artık daha düzenli yazmaya gayret göstereceğim.

@Everfever Sanırım bu hataya düştüm :slight_smile: Aslında on değil de iki kitaplık bir seri düşünüyordum, henüz ilkinin ortasına bile gelemedim gerçi. Çokça yazmaya öyküyle başlamanın gerektiğini duydum ancak ben direkt roman olarak düşünüp yazıyorum. Sizce başlangıç için çeşitli öykü denemeleri yazmak daha mı ön planda olmalıdır?

2 Beğeni

Ben de her türlü hikaye için böyle düşünüyordum ama sonra Vince Gilligan’ın Breaking Bad’i de Better Call Saul’ü de kervan yolda düzülür mantığıyla yazdığını öğrendim. Normalde ilk sezonda Jesse ölecekmiş sonra vazgeçmişler, Bob Odenkirk’ün işi çıkmış ve bir bölüme gelememiş o yüzden onun yerine Mike’ı yaratmışlar, Tuco’yu oynayan oyuncu diziden ayrılmak istemiş bu yüzden Gus’ı yaratmışlar vb. Peki nasıl böyle yazılmasına rağmen izleyen kişi hepsi baştan planlıymış gibi hissediyor? Çünkü Gilligan yazdığı diğer bölümlerin hepsini neredeyse ezbere biliyor. Önceki bölümlerde öylesine yazdığı şeylere sonradan anlam yüklüyor. Ve karakterleri inanılmaz iyi biliyor. Hangi hareketin karaktere uygun olduğunu sezebiliyor. Aynı yöntemler kitaplara da uygulanabilir. Yani yapması imkansız bir şey değil ama kimseye tavsiye etmem, çünkü Patrick Rothfuss gibi bir noktada kendi koyduğunuz kısıtlamalar tarafından boğulma ihtimaliniz çok yüksek.

5 Beğeni

İlginç bir konu. Ben de takip edeceğim. Ama bir konuda dahil olmak istedim hocalarım, o da şu:

Ben buna katılmadım hocam. Bence bu anlattığınız hikayeye bağlı bir durum.

Şöyle açayım; bence bir kurgu yazmak -çoğu zaman- bir optimizasyon problemi çözmektir. Hedef fonksiyonu okuyucuda yaratmayı düşündüğünüz etkidir. Siz bu etkiyi maksimize etmeye çalışırsınız. Başlangıç koşulları ilk sayfada olduğunuz yerdir; kitabınız bir çözümdür ve her bastığınız karakter sizin çözüm uzayında bir deltalık adımınızdır. Bu durumda yarattığınız evrem ve kurallarının bütünü de girdi (yazmayı seçtiğiniz yön) ve çıktı(okuyucuda yarattığınız etki) arasındaki ilişkiyi tanımlayan değerlendirme fonksiyonu oluyor.

Bu analojide, “yazdıkça bir şeyler çıkar” metodunu uygulamanın literatürde bariz bir karşılığı var: Hill climbing metodu(tepe tırmanma?). Bu metotta her adımda etrafa bakılır, hedef fonksiyonu en iyi yükselten yöne doğru bir adım atılır. Diğer bir deyişle, her aşamada, size o an en doğru gelen şeyi yaparsınız. Bu metotun bariz bir eksikliği, lokal bir maksimuma takılıp kalma ihtimali olmasıdır. Bunun bizim analojimizdeki anlamı şöyle bir şey: “belki de okuyucuda maksimum etkiyi bırakmak için bir yerde sana yanlış gelen bir şeyi yapman gerekiyordur; bu yanlış yaptığın şey ilerde toplamda daha da etkili olabilecek bir yola taşıyabilecektir”.

Bu gerçek bir tehlike, ve bu metotla yazdığı bilinen yazarların cidden karşılaştığı bir problem (misal: GRR Martin, Meeren düğümü). Ama bu metoda asla çalışmaz demek bence doğru değil. Settinge ve seçilen başlangıç noktasına bağlı olarak en iyi sonucu verebilir de bu metot.

Ama vermeyebilir de. Analojimize devam edersek, hangi probleme hangi metotun en uygun olduğunu anlamak problem ve hedef fonksiyon üzerine derin bir anlayış, bolca tecrübe ve açık olalım; biraz da şans gerektiren bir durum. Aynı şeyin yazarlık için de geçerli olduğunu düşünüyorum ben.

Ek: hatta analojiyi biraz daha genişletelim. Sizin önerdiğiniz çözümün de bu analojideki karşılığı uzman bilgisine dayalı heuristic kural bazlı çözüm. Bir örneği şöyle bir şey olabilir: diyelim ki siz sipariş/kamyon ataması optimizasyonu yapmak istiyorsunuz. Sahadaki en tecrübeli en cevval adamı yanınıza alıyorsunuz ve problemi ona çözdürüyorsunuz. Bu kişi tecrübelerine ve gözlemlerine dayanarak kendi ürettiği kurallara göre bir çözüme gidiyor.

Bunun da eksi tarafları var; mesela belki de çok daha iyi bir çözüm yolu uzmanınızın gözünden kaçtı. Belki de şimdiye kadar hiç benzerine rastlamadığı bir problemle karşılaşacak, tecrübeleri para etmeyecek. Belki de siz sadece bu uzmana uygun problemlerle uğraşmaya karar vereceksiniz, ama o zaman da rakibiniz çok olacak (uzmanın en çok gördüğü en tecrübeli olduğu problemler piyasada en yaygın olanlar olacak)(yani okuduğunuza benzer işler çıkaracaksınız).

Bu da ideal çözüm değil gibi. O zaman ideal çözüm nedir? Affınıza sığınarak her durumda ideal metot diye bir şeyin olmadığına dikkat çekmek isterim. Bedava yemek yoktur sonuçta. "Hikayeye bağlı"dan ötesi söylenemez sanırım.

4 Beğeni

Oldukça kafa karışıklığı oluşmuş. Çözelim.

Breaking Bad örneğinde olan, kervanın yolda düzülmesi değildir. Kervan yolda soyulabilir, uğradığı yerlerde zenginleşebilir, fakirleşebilir ama kervanın başını çeken adam hep hayattadır. Onun ve/ veya kervanının akıbeti, hikâyenin sonudur çünkü. Yani Walter White’ı canlandıran oyuncu gerçek hayatta ölmüş olsa idi devam edebilmek için yerine başka bir oyuncu bakılırdı. Bunu optimize edemezsiniz. Örneğini Netflix 'in Spartacus uyarlamasında gördük hatırlarsanız.

Spartacus’ü, köle ordusunu selamete çıkarmadan öldüremezsiniz. Yani yazarın/senaristin baştan bildiği son, Spartacus 'ün öldüğü andır. Walter White’ın akciğer kanserinden sonunda ölecek olmasıdır. Arası için satranç tahtası demiştim hatırlarsanız. Hamleler her an yeniden düzenlenebilir. Değişmez olan, hangi şahın mat olacağını baştan belirlemiş olmanızdır. Kervanı baştan düzmüş olmak budur.

Ha derseniz ki “Ben onun da aykırısını yapma riskini alırım.” ; o zaman kimse elinizi bağlamıyor tabii ama bu Rus ruleti olur. Kumar olmayan yollara metot diyoruz. Diğeri kumardır. Patrick Rothfuss’un bile ceketini alıp kalktığı masadan kucak dolusu fiş ile kalkacağına inananları bekleyen yol oldukça karanlık.

3 Beğeni

@nefarrias_bredd benim anlatacağımdan çok daha güzel açıklamış, ben de “Hocam kaşif yazarları çöpe attınız ama geri kalanlar konusunda haklısınız hehe” diyecektim…

GRRM’nin terimleriyle, hem mimar(kitabı baştan sona planlayan) hem bahçıvan(gelişi güzel yazan) olmak lazım bence. Taslakları yazarken mimar, rewriting yaparken bahçıvanlık çok işe yarar. Tabii, sadece bir yöne ağırlık vererek de çok başarılı olan yazarlar var. Velhasıl kitap yazmanın bir yolu yok, birden fazla iyi yolu var.

1 Beğeni

Diyelim yazdık yazdık ve aklımıza yazmaya başlarken gelmeyen müthiş bir hikaye geldi ancak bunu yapmak kitabın iskeletini bozacak, kitap a iken b olacak ama çok daha iyi olacak.

a ile başlarken b’ye evrilen bir kitap bir bütün müdür yoksa yolda giderken düzülmüş kervan mıdır?

Bu durumda baştaki a’yı da silip b’ye uydurmak doğru mudur?

Rothfuss’un sorunu hikayesini şablonsuz tasarlaması değil, devasa bir hikayeyi şablonsuz tasarlamaya çalışmasıydı. Buna rağmen tamamlanmamış iki kitaplık serisiyle “en iyiler” arasında üst sıralarda yer edinebiliyor. Buna karşın sistemli yazarlığın -bana göre- en iyi öğreği olan Sanderson’un kitapları gittikçe yapaylaşıyor.

1 Beğeni

@autarch İskelet değişebilir. Ana fikir değişmez. Değişirse işte sizin B kitabı dediğiniz şey olur.

A ile başlayan “kitap” yoktur çünkü o artık bir kitap değildir. Terk edilmiş bir projedir. Artık B kitabı vardır ve onun kervanının düzüldüğü yer seçtiğiniz yeni yola girdiğiniz andır.

Ya da bu kervan metaforuna hiç girmese miydim acaba? Deyim kullanayım derken iş hakikaten develerin sırasını belirlemeye döndü😊

Özetle, sonunu bilmeden bir şey yazmaya kalkışmayınız arkadaşlar. Sonunu bildikten sonra aralarla oynanır ama bilinmeyen bir son Gordion Düğümü gibi elinizde kalır. İskender’in kehaneti gerçekleştirmiş sayılıp sayılmadığını bugün hâlâ tartışıyoruz :blush:

Bakınız mesela Türk film sektörünün en büyük problemlerinden biri de budur. Özellikle son dönemde çok yaşanıyor. Gayet güzel başlar, gider gider sonunda patlar. “Bu mudur yani?” der sinirle kalkarsınız. İşte ben onu yazan adam olmak istemem. O iş “olmamıştır” çünkü.

Edit: Pardon, son kısmı okumamışım. En çok satanlar arasına girmiş olması yarattığı evrenin ve dahi anlatımının tatlılığından. Yoksa yarım kalmış bir iş olduğu gerçeği enkaz gibi yatıyor ortada.

2 Beğeni

Selam Kvothe. Off, bir an için bile olsa ne hoşuma gitti böyle bir cümle kurmak. Selam Kvothe :blush:

Kendi iletinizin hemen bir üstündeki benim iletimi okumuş muydunuz? Yanlış hatırlamıyorsam aynı anlarda yazıyorduk sanki de o yüzden soruyorum. Kaçırmış olmanızı istemem, çünkü neyi nasıl tanımladığımı örnekledim o iletide. Ödeme yaptıysanız bu mesajı dik… Pardon, okuduysanız tamamız. :grin:

2 Beğeni

Son. Sonun ne olacağı baştan bilinmek zorunda. Grrm sonu bilerek yazıyor. Bir siradagin karşısına geçip hangi zirveye çıkarsam çıkayım, yeter ki çıkayım derseniz olmaz. Nasıl bir kitap olursa olsun yeter ki bir kitap olsun, derseniz olmayacağı gibi.

Elbette yolculuk esnasında kendinizle ilgili hiç tahmin bile etmediğiniz şeylerle karşılaşabilirsiniz ama ana hedef, son, aynı kalmak zorunda. Bahçıvanlık mimarlık meselesi değil bu. Bahçıvan da mimar da sonu bilir, ona göre yazar.

Hem kendinize sormanız gereken asıl soruyu, “Neden yazıyorum?” sormadan neyi nasıl yazacaksınız? Yazmanizdaki amaç ne? Hikayeniz sonuna geldiğinde okuyana/izleyene ne demiş olacak? Hiçbir şey demeyecekse veya hikâye anlatmakta bir amacınız yoksa neden anlatıyorsunuz?

@DragonRebornRand birçok insan önce öykü ardından roman olarak düşünüyor. Olabilir. Birçok insan da, oykucuysen öykü romanciysan roman diye düşünüyor, aslında o da doğru. Bunun kesin bir cevabı yok. Ancak diliniz belirli bir olgunluğa erismemisse muhtemelen ilk yazdığınız her şey çöp olacak. Öykü de olsa, roman da olsa. Bunu bilerek yazın.

İlk başlarken seri yazmak yok. Birçok ecnebi yazar iki üç standalone yazıp belirli bir olgunluğa, üne kavuşup seri yazmaya başlıyor ve o seriyi binbir dertle satıyor. Kariyerin hemen başında seri yazicam derseniz cakilirsiniz. Sonra da, beni anlamadılar, kiymetim bilinmedi dersiniz. Yapmayın.

4 Beğeni

Tavsiyeniz için teşekkür ederim. O halde şimdilik aklımdaki seri fikrini daha sonra tekrar dönmek üzere bir kenara bırakıp yeni bir şeyler deneyeceğim. :slightly_smiling_face:

Bir yazarın hikayenin sonunu bilmesi gerekir düşüncesine kesinlikle katılıyorum, en azından kendimden pay biçerek katılıyorum. Eskiden sonunu bilmeden yazmaya başladığım çok hikaye oldu. Aklıma bir konu geldiğinde biraz düşünür, şekillendirir ve yazmaya başlardım. Hepsi ya yarım kaldı ya da hızla bağlanmış bir sonla bitti.

Yazmak bana kalırsa yol üstünde olmak gibi. Yol bazen farklı noktalardan gidebilir ama varacağınız yer değişmez; tüm gayeniz o noktaya ulaşmaktır.

Bazen bir hikaye yazarken “Acaba şimdi ne olacak” diyordum. Halbuki o an okuyucu değil yazan taraftayım, bilmem gerekiyor yolun öhö öhö yazının beni nereye götüreceğini.

İnsan varacağı noktayı bilmezse yol nereye giderse oraya gider ve bir bakmış kaybolmuş.

(Kendince bir şeyler karalayan, kendine ders çıkarmış birinin düşüncesi bu… Herkes bu düşünceye katılmayabilir)

Yazınızı keyif alarak okudum.

2 Beğeni

Hikayenin sonunu bilmek mi? Ben öykünün başını bile bilmiyorum masa başına otururken. Ara ara şöyle stres atmak, günlük yaşamdan uzaklaşmak için bir şeyler karalarım. Bir kere planlı yazayım dedim nefret ettim.

Öyle yazarım, kitabım basıldı falan ayaklarında bir şey demeyeceğim. Topu topu bir öyküm ödül almıştı geçen yıl. Ama işin ilginç ve güzel yanı şu. Ben bir şeyler yazmaya başladığımda öykü kendi kendini yazıyor, ben aracıyım yalnızca. Bazen yazarken hiç planda olmayan bağlantılar kuruyorum olaylar arası, ya da güzel cümleler. Kendim de şaşırıp güzel olmuş bu diyorum. Eğlenceli oluyor, akışına bırakın.

1 Beğeni