Herkese merhaba. Sizlerle boş bir sayfa ile tamamlanmış bir kitap arasındaki yola dair deneyimlerimi paylaşmak, dileyen arkadaşlarla söyleşmek ve kendim de bakış açılarından istifade etmek üzere bu başlığı açtım. Yazdığım kitabı üzerlerine inşa ettiğim temeller nereden aklıma geldi, onları ne şekilde bir hikâye hâline getirdim, olayları birbirine nasıl bağladım ve çelişkilerden nasıl uzak tuttum, dilim döndüğünce anlatacağım.
Kendinizi yazma arzusu ile yanıp tutuşan sayısız insandan biri olarak düşünün. Kocaman bir salondasınız. Masalar, sıralar halinde uzayıp gidiyor. Birine oturdunuz, herkes gibi. Hepinizin önünde aynı beyaz kağıt, aynı kalem… Saatler geçti. Sıkıntıdan etrafınıza bakmaya başladınız artık ve onları gördünüz! Şevkle, dolu dolu yazan birilerini… Neden? Nasıl oluyor da siz saatlerdir boş kâğıdı seyredip kalem oynatamazken onların kalemi kâğıtlarının üzerinde adeta uçuyor? Sizin yazma arzunuz da en az onlarınki kadar şiddetlidir hâlbuki. Belki çok daha fazla… Neden onlarda farklı olan her ne ise size uğramıyor? Nedir şu ilham dedikleri?
Değerli arkadaşlar; ilham bir mahsuldür. Hayatınız boyunca biriktirdiklerinizin size ikramından başka bir şey değil. Okuduğunuz kitaplar, izlediğiniz filmler, diziler, tiyatro oyunları, birikimli insanlarla yaptığınız kıymetli sohbetler; hepsi birer tohum bunların. Hafıza denilen düşük verimli, çetin toprağa düşüyorlar. Bu toprak çok ama çok zor mahsul veriyor. Çok almak, az vermek tabiatlı bir toprak çünkü. Öyleyse daha çok tohum atmak gerek.
Daha çok tohum atmak gerek ama hep aynı türden değil. Biri kurusa diğeri filizlenecek bir tohum kümesi lazım bize. Bu da ilgi alanlarını çok geniş ve çok renkli tutmakla mümkün oluyor. Doğrusu insanın zevkine düşkün tarafı yüzünden pek kolay bir tercih değil bu.
Ben de her insan gibi bazı konuları başka konulardan daha çok seviyorum. Bazı dizileri diğer türlere dahil olanlardan daha çok seyretmek istiyorum. Bazı kitap kategorilerine bir dalmak, bir daha çıkmamak istediğim zamanlar oluyor ama bunun cazibesinden kaçınıyorum. Bir Tolkien okuduysam arkasından bir J.C. Grangé alıyorum elime. Oradan Homeros’a zıplıyorum belki. Araya bir Yaşar Kemal alıp sonra Amin Maalouf ile devam ediyorum vesaire, uzayıp gider. Bazen azar azar, bazen grup grup ama mutlaka her şeyden… O zaman fikirler kafada çarpışmaya ve melezleşmeye başlıyor. Sonunda biri yeşeriveriyor. İşte o salondaki pek çoklarına uğramayan, aranan parça bu. Asla o anda gelmez. Çoktan ekilmiş olmak zorunda. İşte ilham bu. Sonsuz başka şekillerde anlatılabilir elbette ve anlatılıyor da. Bu, benden naçizane bir yorum.
İlham bizi dürttüyse artık gelelim yazma kısmına. Kaynaşmayı bekleyen size ait fikirleriniz elinizde. Bunlar el ele verip nasıl bir hikâye hâline gelecek? Elbette kadim şablon sayesinde… Yazmak için dünyanın bu en büyük klişesine mahkumuz; giriş, gelişme ve sonuç. Hiçbir oturmuş hikâye bu şablonun dışında kalamaz. Kalamaz ama işte filmin koptuğu nokta da tam burası. Haydi biraz detaya inelim.
En çok düşülen yanılgı şablonun çift yönlü olduğunu bilmemektir. Şablon tektir ama iki kapısı vardır. Giriş, gelişme, sonuç sıralaması okuyucuya aittir. Giriş kapısından geçecek olan odur. Yazar, ters kapıdan girip okuyucuya doğru gelmelidir. Daha açık bir deyişle, yazacağınız hikâye ile ilgili bilmeniz gereken ilk şey, onun nasıl biteceği olmak zorunda.
On kitaplık bir seri bile yazacak olsanız, okuyucunun yıllar sonra öğreneceği o sonu siz ta en başta bilen tek kişi olmak mecburiyetindesiniz. Yazın alanında kervan yolda düzülmez değerli arkadaşlar. Kesinlikle ve kesinlikle, “Yazdıkça çıkar bir şeyler” inancının sonu hüsran olur. Hiç şaşmaz. Yazdıkça kendiliğinden çıkan şeyler, detaylardır. Esas değildir.
Peki, esası nasıl bütünleyeceğiz? Kendimize şunu sorarak: “Bildiğim bu sona nasıl ulaşırım?” İşte bu soruya, notlar alarak cevaplar arıyoruz. Bu notlar bizim satranç tahtamız. Çelişkileri bu aşamada eliyoruz. Birbiri ile çelişmeyecek hamleleri sıralarken sorun çıkaranları eleyip, yerine oturanları kayıt altına alıyoruz. Böylece hikâyemizin yere sağlam basacak iskeleti ortaya çıkıyor. Şimdi sırada bu iskeleti dokularla giydirmek var.
Artık elimizde giriş-gelişme-sonuç şablonuna oturan bir iskelet mevcut. Bütün hikâyeyi sıralı maddeler halinde gözümüzün önüne seren bir yol haritası… Bu yolda yürüyecekleri, karakterleri net biçimde ortaya çıkarmalıyız artık çünkü olay örgüsünü sürükleyecek diyaloglara onlar girecekler.
Karakterleriniz, yolda rastlayabileceğiniz sıradan birileri gibi olmazsa bu, eserinize büyük ölçüde değer katabilir ama karakterler sıradan, sadece olaylar sıra dışı da yazılabilir elbette. O size kalmış. Sadece onları çok iyi tanıdığınızdan emin olun. Kitap boyunca hiçbir yaptıkları, çizdiğiniz kişilikle çelişmemek zorunda. Okuyucu asla, hiçbir yerde o karakterin o davranışta bulunmayacağı hissine kapılmamalıdır.
Bu minvalde hikâyemizi ortaya koyacak olayları yürütüyoruz. Üslubunuz, size özgü anlatımınız bir şarkıcının sesi gibidir. Ya güzeldir yahut değildir. Bu hususta anlatılacak bir şey bulunmuyor. Belki şu söylenebilir; şarkıcının şan derslerine sizde karşılık gelen şey, çok okumaktır.
Şimdilik aklıma hızlıca gelenler bunlar oldu. Eğer bu yazım sizde ilgi uyandırdıysa, soru-cevap etkileşimi ile daha da derinleştirebiliriz. Hepinize çok çok sevgiler…