Korku Edebiyatı Önerileri

Ufak bi çakallık yapmış orda, daha önce 3125 denemiştim hikayeye istinaden, olmayınca bırakmıştım, jeton şimdi düştü benim. :sweat_smile:
Control oynamışmıydın? Konuları ve genel atmosferleri çok benziyor. Hatta Control bu evrenden esinlenmişse hiç şaşırmam.

1 Beğeni

Vaay güzel tüyo, 55555’miş, açıldı bilgiler :slight_smile:

Oynamadım ama biliyorum oyunu. Max Payne’in geliştiricisi şirketten. Tavsiye eder misin?

1 Beğeni

Antimemetics Division’a olan yakınlığı bile yeterli sebep olur, ama oyunun kendisi de çok keyifli. Skillerin açılana kadar dövüşler biraz sıkıcı, ama sonrası harika. Tavsiye ederim, benzerlikleri gördükçe vay vay vay bile dedirtebilir.

1 Beğeni

Üstat merhaba, Karanlıkta 33 yazar antolojisini okudunuz mu? Malum baskısı yok, eski baskılarda altından pahalı. İnternette epub şeklinde var. Tavsiye eder misiniz?

1 Beğeni

Karanlıkta 33 yazarı okudum, 3 ciltten oluşuyor ve içinde güzel hikayeler var, tavsiye ederim.

2 Beğeni

Teşekkür ederim :slight_smile:

1 Beğeni

Birkaç ay önce okuduğum Richard Paul Russo - Ship Of Fools diğer adıyla Unto Leviathan Space-Horror türünün oldukça kaliteli bir örneğiydi. Sadece bilimkurgu ve korku öğelerinden ziyade teloloji çerçevesi içinde iyi-kötü ayrımı, özgür irade, yaratıcının varlığı gibi konuları da içeriyor.

Kısa öykü olarak I Have No Mouth and I Must Scream okuduğum en iyi kısa bilimkurgu-korku öykülerinden biri kesinlikle.

Son dönemde okuduğum en kötüsü ise Mur Lafferty - Altı Diriliş

4 Beğeni

I Have No Mouth and I Must Scream nedense ülkemizde yayınlanamayan bir eser oldu. Harlan Elison’un bir kaç eserini yanılmıyorsam Metis yayınlamıştı, onlar da space operaya yakın kitaplardı. Galiba bilim-kurgu/korku türüne bizim yayınevleri sıcak bakmıyor.

4 Beğeni

Ship of Fools’un gerçekten tüyler ürpertici bölümleri vardı (mesela indikleri gezegendeki herkesi paramparça veya çengellere asılı bulmaları), ama yazar sanki kitabın başlarında oluşturduğu gizemi ve gerilimi sürdüremedi sonlara doğru.

I Have No Mouth and I Must Scream’ı ben de çok beğendim. Ellison’ın bir diğer nefis distopi/korku/bilim kurgu öyküsü “Repent, Harlequin!” Said the Ticktockman. 1984’ün daha karanlık bir versiyonu olarak nitelenebilir ve günümüzün kapitalist düzenine müthiş ayarlar var.

5 Beğeni

Harlan Ellison’ın bildiğim kadarıyla roman formatında bir kitabı yok. Hep öykü ve öykü derlemeleri ile ön plana çıkan bir yazar olduğu için sanırım bizim yayınevleri pek ilgi göstermedi. Harlan Ellison’ın öykülerinin içinde bulunduğu derlemeler malesef bir elin parmağını geçmiyor.

Tarihe dikkat :slight_smile:

@Abraxas Aynı şekidle ben de gidişata bakınca daha Clive Barker’ımsı agresif bir gerilime doğru gider diye beklemiştim ama beklediğimden hafif sonuçlanmıştı. Yine de ben çok beğenmiştim. Repent, Harlequin! öyküsü Türkçeleştirilmişti sanırım. Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri’nin içinde vardı.

3 Beğeni
  1. seneyi devirirken… Arada bu kadar farklı yazardan (BK. serisi için), Harlan Ellison’u yayınlamamak gerçekten büyük kayıp. Yanlış hatırlamıyorsam PC’de oyunu da vardı. Netflix dizisini yapana kadar yayınlanmasını bekleyeceğiz demektir :grimacing:
4 Beğeni

Harlan Ellison ve Barker kanayan yaramdır, deşmeyin.

3 Beğeni

Bir ara İthaki de John Langan’ın The Fisherman’inini yayınlayacaktı. Can, Thomas Ligotti’nin Hayalperest Ölünün Şarkılarını yayınlayıp bıraktı… Bana göre baştan beri Can’ın yayın tarzına uymayan ve o kadar kitap arasında kaybolan bi4 eser oldu. Belkide büyüknyayın evlerinin ,tuhaf kurgu gibi türleri daha niş yayınevlerine bırakmaları daha faydalı olur.

2 Beğeni

Fisherman bir iki aya gelir herhalde. En son sorduğumda yılbaşı gibi bir cevap almıştım. Can ise Ligotti’ye devam edeceğini söylemişti lakin gerçekten devam eder mi bilemiyorum. Umarım bir kitabını daha yayınlarlar en azından. Korku türü her ne kadar eskiye kıyasla çok daha iyi bir durumda olsa bile hala en görmezden gelinen tür bence. Tabi bunda fantastik ve bilimkurgu gibi bir okuyucu kitlesine sahip olmaması da etken. Ülkemiz için konuşuyorum. Keşke daha çok okunsa da nice korku yazarını ülkemizde Türkçe olarak okuma şansımız artsa.

2 Beğeni

Sanırım en iyi ihtimakle Nisanı bulur.(The Fisherman). Marta kadar yayınladıkları takvimde Mexican Gothic gibi kitaplar vardı.

1 Beğeni

Evet, maalesef muhtemel böyle bir durum. Artık geç olsun güç olmasın diyorum. Robert Mccammon’un Swan Song romanını bekliyorum. Bakalım takvimlerinde ne zaman yer bulur.

1 Beğeni

Can’dan gelen Ligotti’yi ben çok beğenmemiştim açıkçası. Korku türünü birkaç kez denemelerine rağmen bir türlü okuyucu kabul etmiyor gibi geliyor. Kanıksanmış bir Can okuyucu profili var. Okur kitlesi daha klasik bir kitle olduğundan (bence) daha farklı bir şey denemeleri lazım.

Korku türünün ülkemizde çok yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. Kafalar karışık. Korku denilince hemen akla cinler minler geliyor. Dabbe algısı oluşuyor. Halbuki korku türü bunları içerse de tür bazında basılan kitapların çoğu “gerilim, karanlık duygular, psikoloji” gibi eserler.

2 Beğeni

Kesinlikle korku türünden beklenti ile korku kitaplarının vadettiği birbirini tutmuyor. Ki korku kitapları korku filmleri gibi korkutmaz bence. Filmlerde görüntü ve ses insanı sahte bir gerçeklik de olsa gerçekten korkutmaya hizmet eder. Korku edebiyatında ise korkmaktan ziyade düşüncede bir gerilim, belki ufak ürpertiler , sıkışmışlık hissi gibi şeyler yaşar okuyucu. Çünkü kelimelerle korkmak kurgusal düzlemde kolay bir şey değil. İnsanlar bir korku kitabını okuyor ve ee ben hiç korkmadım bu nasıl korku kitabı diyor.

Korku edebiyatı daha derinde bir şeylere sesleniyor bana göre. Korku okuruna toplumsal baskı, hayatta kalma içgüdüsü, bilinmeyenin yarattığı gerilim ve endişe, vücut bütünlüğünün bozulması, her türlü maddi ve manevi istila vb. durumlar üzerinden çeşitli insanlık durumlarını ve hallerini okumak ve aynı zamanda bilinen dünyada nadiren de bilinmeyen bir dünyada dehşet verici bir yolculuğa çıkmak ilgi çekici geliyor.

Son olarak korku türü çok sık gerilim ile karıştırılıyor. Korku gerilimi de kapsamakla birlikte gerilim, psikolojik gerilim ile çok alakası olmayan bir tür bence. Bunun ayrıntılı incelemesine burada giremem fakat gerilim, psikolojik gerilim genel okuyucuya hitap ederken korku ise maalesef daha niş bir kitleye hitap ediyor. Korku romanları çoğuna göre sıkıcıdır.(King,Koontz, vb. birkaç yazar hariç). Bir örnek vermem gerekirse Adam Nevill’in Küçük Gölgeler Evi romanını bir korku sever olarak ağzımın suları akarak okudum. Kitaptaki korku ögeleri öyle güzeldi ki, bazı sahneler öyle tüyler ürperticiydi ki ağzım açık kalmıştı okurken. Kitabın sıkıntısı sonunun belirsiz bitmesi ve bazı soruların cevapsız kalmasıydı. Oysa okuduğum yorumların hemen hemen yarısı kitabı sıkıcı bulmuşlar. Bu kitabı sıkıcı bulan okurlar korku edebiyatının ortalama %70’ini sıkıcı bulacaklardır zaten. Onlara psikolojik gerilim veya polisiye türünde okumalarına devam etmelerini tavsiye ederim. Çünkü korku edebiyatı tam olarak bu.(Cevapsız sorular ve belirsiz son hariç tabi :slight_smile: )

4 Beğeni

Ligotti’nin kitabındaki ilk hikayeyi (Frolic) İngilizce olarak okuma fırsatını bulmuştum. Özellikle hasta olmayan hastamızın geldiği mekanı tarifi çok etkileyici gelmişti. Türkçe çevirisinde aynı etkileyiciliği bulamadım. Muhtemelen çevirmen de ne çevrdiğini anlayamamıştır :sweat_smile:
Şaka bir yana çoğu hikaye korku değil, fantaziye daha yakın duruyor.
Özellikle korku edebiyatı, okuyucuyu korkutmak için değil, anlattığı durumlarda korku hissini tarif etmek için yazılıyor.

1 Beğeni

Son aylarda okuduğum birkaç korku romanını paylaşacağım.

Penpal 2011de Reddit’de tefrika edilmiş olan bir creepypasta. Orada çok tutunca kitap halinde yayımlanmış. Kitapta doğrusal olmayan bir kronolojiyle anlatıcımızın ve onun en yakın arkadaşının 6-14 yaş aralığında başına gelen korkunç olaylar anlatılıyor. Anlatıcı, çocuk aklıyla yaşadıklarına anlam veremiyor ve doğru çıkarımları yapamıyor ama biz okur olarak bulmacanın parçalarını birleştirmeye başlıyoruz ve irkilip duruyoruz.

Öykü 2000’lerde kendi halinde takılan bir Amerikan kasabasında geçiyor. Daha ilk başlardan bir şeylerin yolunda gitmediği hissediliyor ve birkaç sayfa içinde anlıyoruz ki on yedinci yüzyıldan beri var olan bir cadı kasaba ahalisini rehin almış. En hafifinden, bir anda rastgele bir ailenin evinde beliriveriyor ve bazen günlerce belirdiği yerden ayrılmıyor. Böyle böyle insanlara terör estiriyor.

Tabii kasabaya adımını atan hiç kimse burayı terk edemiyor, öyle bir lanet de var üstlerinde. Herkes hayatını bu ürkünç gerçeğe göre ayarlamış, geçinip gidiyorlar.

Orijinal bir öyküydü ve cadı gerçekten çok ürkütücüydü.

Savages slasher/body horror türünde bir eser. Otuzlu yaşlarında 6-7 arkadaş tekne turu yaparlarken okyanusta bir fırtına patlak veriyor ve tekneleri batıyor. Arkadaşlar ne idüğü belirssiz bir adada karaya vuruyorlar. Daha “çok şükür hayattayım” demeye fırsat kalmadan gizemli bir varlık bunları vahşice katletmeye başlıyor.

Karakterlerimizin çoğunluğu gayet zeki kişilerden oluşuyor. Gerçekçi kararlar veriyorlar ve hayatta kalma içgüdüleri böyle bir durumda bekleneceği üzere ipleri başarıyla eline alıyor.

Yirmili yaşlarında bir çift tatillerini geçirmek için aileden kalma bir dağ kulübesine gidiyorlar. Orada bunlara Kızılderili mitolojisinden kötücül bir yaratık dadanıyor. Kulübeden can havliyle kaçıp yüzlerce kilometre uzaktaki evlerine dönüyorlar, ancak yaratık peşlerini bırakmıyor ve hayatılarını cehenneme çeviriyor.

Sour Candy okuduğum en iyi korku novellalarından biri.

It Follows’dakine benzeyen sinsi ve kötücül bir varlık kitabın baş kişisine musallat oluyor. Ana karakterin hayatının kademe kademe bir kabusa dönüşünü yaşıyoruz. Sonra anlaşılıyor ki işin içinde kozmik korku var. Harikaydı.

15 Beğeni